18 Ağustos 2011 Perşembe

İmam Cafer-i Sadık ve Heteredoks Caferiliğin (Alevi - Bektaşilerin) El Kitabı; Buyruk

arrow İmam Cafer-i Sadık ve Heteredoks Caferiliğin (Alevi - Bektaşilerin) El Kitabı; Buyruk
İmam Cafer-i Sadık ve Heteredoks Caferiliğin (Alevi - Bektaşilerin) El Kitabı; Buyruk  
İsmail Kaygusuz
1. Önce Son Söz

Çalışmamızın son bölümünün bu ikinci kısmini İmam Cafer Buyruğu ve Cafer Sadık ilişkisi, hazırlanışı ve Batıni kaynaklarına ilişkin inceleme ve yorumlarımız oluşturmaktadır. Ancak biz burada genel sonucu en sona değil, son kısmın başına koymayı yeğledik, yani önce son sözümüzü söyleyeceğiz:

Bu araştırmamızda biz tarihsel olarak İmam Cafer Sadık'ın takıyeye dayanan Ortodoks kişililiği, Heterodoks-Batıni karakteri ve çağının çok ilerisindeki bilimselliğiyle birlikte İmamiye mezhebinin çıkışı ve yüzyıllar sonra (17.yy) tam anlamıyla Ortodoks Caferi Şiiliğine nasıl dönüştüğü üzerinde kısa bilgiler geçtik. İmam Cafer Sadık ve Caferilik hakkında Sünni mezheplerine mensup kişilerin ve Şiilerin düşüncelerini verdik. Bunları zaman zaman açarak kendi yorum ve görüşlerimiz çerçevesinde değerlendirmeye çalıştık.

Kuşkusuz yapmak istediğimiz, İmam Cafer Sadık'ın Ortodoks İslam’da ve İslam dininin Batıni yüzü olan Heterodoks İslam’da (Alevilik ve çeşitli kollarında) nasıl tanındığı ve onun inançsal ve bilimsel kişiliğini tanımayı ve tanıtmayı denemekti. Bizim ne Caferi Şiiliğin ayrıntılı tarih ve kurallarını, ne de Caferi Fıkhını ortaya koymaya ve onun propagandasını yapmaya niyetimiz var. Bu, Türkiye'de yıllardır yapılıyor ve asıl Alevi biziz diyerek Hacı Bektaş Veli'ye küfreden ve onun koyu Sünni (henüz Hanefi ya da Şafiiliğine karar verememişler!) olduğunu söyleyen Çorum'da merkezileşmiş Ehlibeyt Camisi Şii Cemaati tarafından yıllardır yapılıyor. Örneğin, Ayetullah el-Uzma Hüseyn Ali el-Mutazeri'nin Caferi Şii devlet fıkhını anlatan cilt cilt kitapları ortalıkta dolaşıyor. Doğrudan İran Şii Molla rejiminin siyaseti doğrultusunda ve bu komşu devletten akan paralar ve eğitilmiş kadrolarla siyaset ve misyonerliğe soyunmuş bu topluluk, Türkiye'deki İslamcı ve Türk-İslam sentezi siyasetçilerinin -hatta devletin de- doğrudan ya da dolaylı destekleriyle, Anadolu Alevi-Bektaşilerini birbirlerinden ayırarak parçalayıp, Ortodoks Şii-Sünni genel ayırımı ya da kamplaşması içine sokmayı amaçlamıştır.

Bu amaca yönelik propagandalarını, Anadolu Alevi-Bektaşilerinin kutsal bildikleri Ali, Ehlibeyt ve Oniki İmam sevgisini sömürerek, Aleviliği kendilerinin temsil ettiklerini; yüzyıllarca Sünni devletin bu toplumu inançları doğrultusunda eğitimsiz bırakması, bilgisiz dedelerin ellerinde Anadolu Aleviliğinin yanlış yönlendirildiğini, Şii ve Şiilik sözcüklerini hiç kullanmadan, yazarak-anlatarak yapmaktadırlar. Oysa bu insanların siyasetini yaptıkları İran Şii Molla rejimi, Anadolu Alevi-Bektaşileriyle aynı inanç, düşünce ve anlayışı paylaşan İran'daki Ehli Haklar, Karapapaklılar, Kızılbaşlar ve İsmaililer; Irak'taki Kakai ve Sebekler ve Suriye Nusayrilerini sapkın ve dinden çıkmış, hatta İslam düşmanı topluluklar olarak nitelemektedir. O zaman nasıl oluyor da Türkiye'de kendilerinin de Alevi olduklarını söyleyebiliyorlar? Kuskusuz altında yatan gerçek farklı; komşu ve dost (!) devletin hedefleri belli; Türkiye Alevi-Bektaşi toplumunu Şiileştirmek!
Araştırmamızın yayınlanan son bölümlerinden birine karsı Bir Alevi imzasıyla yazı yazan; Çorum Ehlibeyt Camisi Şii cemaatinin basın sözcüsü ve www.alevisesi.com Web sitesinin yazarlarından, ancak gerçek adını öğrenemediğimiz kişinin Buyruk a ilişkin yadsımasının ötesinde söyledikleri düşündürücüydü:
İmam Cafer Sadık Buyruk'ları yada Buyruk'u adı altında Anadolu’da yaygın olarak bilinen eserin İmam Sadık ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu tamamen İmamın şöhretini kullanmak isteyen köylü kurnazı diyebileceğimiz zihniyetin ürünüdür. Çeşitli nüshaları bulunan, içinde 4 kapı 40 makam vs türünden İmam Sadık ile ilgi ve alakası olmayan bilgilerin buyruk diye sunulduğu kitaplar her açıdan yanıltıcıdır. Onlarda yazıldığı gibi Alevilikte 4 kapı 40 makam yoktur, bunlar Sünni tasavvufunda bulunur. Hacı Bektaş Veli'nin Makalat'ında bu sistematik yazılıdır. Hacı Bektaş’ın kendisi de Sünni’dir...
Bu uydurma buyruklar kandırma ve propaganda yöntemleridir. Hatta yıllar önce böyle bir yöntemi İranlı bir yazarın da (Sabri Hemadani) kullandığını gördüm. İmam Cafer buyrukları diye bir kitap yazmış ve içine Caferi fıkhına göre bilgiler döşemiş. Bilgiler doğruydu, yani İmam Sadık'a aitti, ama kitabin ismi uydurmaydı. Bir aracı vasıtasıyla neden böyle yaptığını sorduğumda, 'Anadolu'da herkes bu isim altında İmamı tanıyor bundan faydalanmak istedim' diye haber göndermişti.Yöntemi dürüst değildi, Alevi ahlakına uygun değildi, ama hiç olmazsa onun kitabında verdiği bilgiler doğruydu . Fakat Benzer yöntemlerle Pakistan,Tunus ve Mısır’da böyle kurnazlıklar yapıldığını biliyoruz...
Hacı Bektaş Veli'nin Sünniliğini, hatta Hanefi olduğunu Sünni Diyanet'in, İlahiyatın saygıdeğer bilginleri (!) ve anlı-şanlı Türk-İslamcı yazar ve tarihçiler yıllardır yineleyip duruyorlar. Makalat ı tersinden yorumlayarak, Ahmet Yesevi ve Yusuf Hemedani ilişkileri çerçevesine sokup Nakşibendilerin amcazadesi yaparak Hünkar’a bu iftirayı atmaktan geri kalmıyorlar. Bugün Şiiler kendilerinin Alevi olduğunu ileri sürerek, Hacı Bektaş'a Sünni bir tarikatçı derken; tuhaf değil mi, yıllar önce yetkin bir Şii İslam bilgini olan Abdülbaki Gölpınarlı şunları yazıyordu:

Hacı Bektaş, bütün manasıyla Batıni inanışların mürevvici (aydınlatıcı, propagandasını yapan) bir Batıni dai'siydi. Bunu 'Makalat' açıkça gösterdiği gibi en eski kaynakların Bektaşilik hakkında verdikleri malumat da teyit eder... Ortodoks Müslümanlıktan dışarı gören saltanat ve medrese, bu zümreyi vakıftan da mahrum etmişti. (Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana Celaleddin, 4.Basım, İstanbul-1985, s.239-40)
Hiç kuşkusuz Hacı Bektaş Veli bir Batıni, yani Alevidir; onun veliliği, yüceliği birkaç on milyonu aşan bir inanç topluluğu (Alevi-Bektaşiler) tarafından kutsanması, adı 750 yıldır bu toplumun gönüllerinde olduğu kadar tapınmalarında yaşamayı sürdürmüş olması buna kanıt değil midir?
4 kapı 40 makamın Alevilikte bulunmadığı, Sünni tasavvufuna ait olduğu da yalan. Bunlar Batıni tasavvuf felsefesinin olmazsa olmazlarıdır. Sadece Anadolu Alevi-Bektaşi inanç sisteminde değil, yasayan İsmaili Aleviliğinde de -Marifet ve Hakikat kapılarının yer değiştirilmiş küçük ayrıntısıyla- mevcuttur.
Burada önemli bulduğumuz Çorum Şii cemaati basın sözcüsünün, verdiği bir örnekle, resmi misyonerlik ve propagandacılık görevlerini dolaylı ya da farkında olmadan itiraf etmesidir.
Daha önceki yıllar Ortodoks Caferiliği hukuku ve kurallarını İmam Cafer Buyrukları adı altında özetleyip basitleştirerek Alevi-Bektaşi toplumu arasına sokma propagandalarını artık bırakmışlar. Adını verdiği kişinin, Aleviler arasında Buyruk ya da İmam Cafer Buyruğu nun yaygın ve tanınmakta olduğunu ve bundan yararlanmak istediğini ve kendisinin ise bunu dürüst bulmadığını söylemesinde, gerçekte ne bir kişisel yararlanma, ne de ahlaksal sorun söz konusudur. Tanınmış çağdaş Şii İslam fıkıhçılarının kitapları rahatlıkla Türkçe’ye çevrilip yaygınlaştırılma ortamı yaratıldığından dolayı, komşu devletin bu tür gizli-dolaylı propagandalara Türkiye'de artık gerek kalmadığına karar vermiş olmasıdır. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti devleti özellikle 80’li yılların ortalarından itibaren ikiyüzlü davranarak, bir yandan İran’ın İslami gericiliğini eleştiriyor görünürken, öbür yandan Iran rejimiyle kendilerinin Sünnileştirmeyi başaramadığı Alevi toplumunu onların Şiileştirmesi konusunda görüşmeler yapıp antlaşmaya varıyorlardı. Dikkat edilirse o yıllardan beri Türkiye'de her Muharrem ayında, Caferilerin İmam Hüseyin'i anma törenleri en ince ayrıntılarına dek yazılı ve görsel basında yer almaktadır. Bu tür törenler gerçekte Oniki İmamcı Şiilikle de Alevilikle de ilgisi yoktur. İlk kez 17.yüzyılda Irandaki Usuli Şii akımının yarattığı Ortodoks Caferiliği tarafından Şiiliğe sokulup resmileştirilmiştir. Kısacası İran propaganda taktiğini değiştirmiştir; propagandacıları Bektaşiliğin Sünni tarikatı olduğunu, kendilerinin de Alevi olduklarını yazıp çizerek ve Anadolu Alevi-Bektaşilerinin tüm kutsal bildiklerini sahiplenerek bunu yapmaktadırlar...

2 Heterodoks Caferiliğin El Kitabı.“Buyruk”

Safevi devletini kuran Anadolu Alevi Türkmen oymakları, o dönemin adlandırmasıyla Kızılbaş Türkmen oymakları askeri aristokrasisiydi. Yönetim heterodoks İslam grubunun, yani Batıni inançlı Alevi-Kızılbaşların elindeydi. Üstelik başı Tebriz’de olan Kızılbaş Safevi devletinin gövdesi Anadolu’daydı. Kuşkusuz bu nedenle İmam Cafer Buyruğu da heterodoks Caferilik gibi aynı siyasetin ürünüydü. Açıkçası Kızılbaş Caferiliğin el kitabıdır Buyruk; diğer bir söylemle Caferi Mezhebinin Ortodoks Şiiliğe aykırı olan heterodoks yüzünün, yani Batıni inanç kuralları (erkanı), tapınma biçem ve uygulamalarını içeren kitabıdır. İşte Anadolu Alevi-Bektaşileri, bu kitabın kapsamı ve içerdiği inanç, yaşam ve tapınç kuralları çerçevesinde Caferi’dir. 16.yüzyıldan 19.yüzyıla kadar, örneklediğimiz nefeslerinde Caferi ya da İmam Cafer mezhebine bağlı oldukları söyleyen Alevi-Bektaşi ozanlarının söylemlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekir (zorundayız). Nefeslerin içerdiği Batıni anlam ve yorumlamaları hiç kimse görmezlikten gelemez. Ayrıca Kul Himmet ve özellikle Kul Nesimi’nin “mezheb” yerine “yol” sözcüğünü sıkça kullanmış olması da bir farklılık getirmiyor. Çünkü “yol, Muhammed-Ali yolu” olduğu kadar “İmam Cafer Sadık yolu”dur da.

Alevi-Bektaşi toplu tapınması Görgü Cemlerinin olmazsa olmazı düvazimamlar (Oniki İmamların adı geçen ve onları öven nefesler) ilk kez Nesimi tarafından gazel tarzında yazılmış ve bu tür anlam ve içerik olarak Alevi-Bektaşi şiirine ondan taşınmıştır. Buyruk metinlerinde belirtildiği üzere Alevi-Bektaşiliğin tapınma kurumlarından Dar’ın pirlerindendir Nesimi. O, Hallacı Mansur’la, Fazlullah’la birlikte Alevi inancında ikrar-imanından, yolundan dönmemenin ve bunlardan gelecek acı ve işkencelerde büyük direncin simgesidir. Mazlum bir velidir, şahtır, erdir-evliyadır Nesimi. (Bu konuda geniş bilgi için bkz. İsmail Kaygusuz, Dar ve Dar’ın Pirleri 2.Basım, İstanbul, 1995, s.164-195)
Bütün bunlarla birlikte aşağıdaki betimleme Nesimi’nin inanç ve görüşleri, yapıtlarının da Buyruk’un hazırlanmasında önemi büyüktür:

“Mürid Kur’an okunması, Evliya menkıbeleri ve Seyyid Nesimi’nin ilmi okunması, Pirin konuşması olmak üzere üç durumda itiraz edemez.Bu durumlarda itiraz ederse günahkar olur.”( “Buyruk”, Hazırlayan: Fuad Bozkurt, İstanbul, 1982, s. 49)

İmam Cafer Buyruk metinleri hakkında Ortodoks(Caferi) Şiiler görüşlerini,

“Anadolu’da yaygın olarak bilinen (bu) eserin İmam Sadık ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Bu tamamen İmamın şöhretini kullanmak isteyen köylü kurnazı diyebileceğimiz zihniyetin ürünüdür” biçiminde ortaya konulmaktadır.

Oysa daha önce açıkladığımız gibi, bir Hanefi Sünni olan Abdülvahid Hanifa Kadiri ise yazısında onlar için:

“Şiiler, bugün ellerinde bulunan İmamı Caferi Buyruğu’ adını taşıyan kitapla, İmam Caferi Sadık’ın doğrudan kendisini izledikleri planını kurmaya girişmişlerdir”

diye yazmaktadır. Her iki görüş de doğru değerlendirmiyor Buyruk’u. Çünkü yansız, nesnel olamıyorlar; sadece kendi inançlarının ölçütlerini kullanıyorlar.

Alevi-Bektaşilerin kutsal bildikleri ve içindeki erkanı (kuralları) tapınma törenleri olarak uyguladıkları “Buyruk” metinlerinin, Şii ve Sünni yazar ve araştırmacılarının ısrarla vurguladıkları gibi, İmam Cafer Sadık’la bir ilgisi yok mudur? Kuşkusuz, hepsinin doğrudan İmam’ın sözleri ve buyrukları olduğunu ispatlayacak kanıtlara sahip değiliz. Ama bu demek değildir ki, İmam Cafer Sadık ile ilgisi yoktur. Bazı Buyruk metinlerinin başında “bu Buyruk tümüyle İmam Cafer Sadık’ın sözlerinden oluşur” yazılı olması bir abartıysa da, doğrudan onun sözleri olduğu belirtilen yirmiden fazla paragraf bulunması ve kendisinden rivayet edilen çok sayıda ayet ve hadis geçmesi ve onların Batıni yorumları (tevil) asla göz ardı edilemez. Aşağıda Buyruk’un ne zaman hangi siyasal koşullarda, kimler tarafından hazırlandığı ve (Batıni) kaynakları hakkında, daha önceki yaptığımız çalışmalar ve yeni araştırmalarımızla saptadığımız bilgilerden bir özet vereceğiz. ..

Aleviler arasında Menakıbname, Büyük Buyruk, İmam Cafer Buyruğu, Şeyh Safi Buyruğu, Fütüvvetname, Menankıb-ül Evliya vb. olarak bilinen Buyruk’un bilinen en eski nüshası 1607-8 yılında, Bisati adında bir kişinin kopya edip, Menakıb-ül Esrar Behcet-ül Ahrar (Sırların öyküsü, özgür insanın sevinci) adıyla düzenlediği yapıttır. Ama daha eskisi ele geçmedi diye, Cahit Öztelli'nin, “Besati tarafından yazılmış, sonraları Şah İsmail'e mal edilmiştir” diye kesin yargıya varmasının (ki bu yargıyı daha önce Abdülbaki Gölpınarlı vermişti) nedeni olamaz. (Cahit Öztelli, Pir Sultan'ın Dostları, İstanbul-1984, s.282) Dönemi çok iyi incelemeden ve Kızılbaş Safevi siyasetini bilmeden böyle bir yargıya varılması doğru değildir. Kaldı ki, Öztelli gibi Alevi-Bektaşi ozanlarını iyi tanıyan Anadolu’da Aleviler arasında derlemiş olduğu şiirlerinden antolojiler düzenlemiş bir kişinin, Besati’nin nüshasının yazılışından 50-60 önce yaşamış ozanların şiirlerinde Buyruk’tan söz ettiğini görmesi gerekirdi.Yalnızca Pir Sultan Abdal'ın değil, gerek Kul Himmet'in ve gerekse Şah Hatayi'nin pek çok nefesinde Buyruk'taki “Musahiblik, Dar ve Düşkünlük vb.” kurumlarına ilişkin ilkeler aynen yer almaktadır. Özellikle Hatayi'nin, doğrudan “mürşidlerin Buyruk açmasından” söz ederek, yol bozgunu küstahların işledikleri kusurlardan ötürü düşkün sayılma durumları ve bağışlanmaları için neler yapmaları gerektiğini anlatan şiiri, Buyruk'taki ilkelerle karşılaştırılabilir. (İsmail Kaygusuz, Dar ve Pirleri, İstanbul-1993, s. 50-53)

Bizde bulunan 1776, 1813 ve 1837 yıllarına ait 3 elyazmasından İrfan Çoban tarafından Türkçe yazıya çevrilmiş Buyruk versiyonları da, kopya eden yazıcının hayal gücü, dinsel ve tarihsel bilgisi oranında kendine özgülük kazanmış ve düzene sokulmuş görünüyor. Ayrıca Mahmud Efendi’nin kaleminden çıkan “Mahmudiye”, bir diğeri Haza Kitab-ı Dürr-ü Meknun (Gizli İnci Kitabımız), Molla Hüseyin’in kopyaladığı ise “Şeyh Safi Buyruğu” adını almıştır.

Bir diğer örnek olarak Mehmet Yaman’ın “Erdebilli Şeyh Safi ve Buyruğu” (İstanbul, 1994, s.118-154) derlemesine aldığı “Küçük Buyruk” verilebilir. Bu adı veren elyazmacı (müstensih) Seyyid Abdülbaki Efendi inananlara hitaben mektup biçiminde yazdığı metin Buyruk içindeki konuların özetidir.

Yine hicri 1180'de (1766) yazılmış olan Haza Kitab-ı Dürr-ü Meknun (Gizli İnci Kitabımız) adıyla elyazması Buyruk metnini hazırlayan kişi, Alevi ahlak ve inancı, tapınma biçiminin kuralları, yani Cem Edeb-Erkanı'nı kendi biçimsel yorumuyla vermiş. Teatral bir hava içerisinde kutsal kişileri konuşturmaktadır. Çoğu İmam Caferi Sadık ile Şeyh Safi arasındaki diyalog biçiminde olmak üzere, Muhammed, Ali, İmam Bakır, Hızır, İmam Zeynel Abidin, İmam Muhammed Taki ve dört melek vb.dir. Hak mihmanı olarak nitelenen Şah Hatayi Cemin rehberidir. İmam Bakır Sultan ise ahiret rehberi görünmektedir. Abı hayat çeşmesi ve kutbu alem Hünkar Hacı Bektaş Veli'dir. Ayrıca Elyazmasında Şah İsmail Hatayi (1500/2-1524), Şah Abbas I (1587-1628) ve Şah Safi'nin (1629-1642) adları geçmektedir. Belli ki elyazmacı bunu, Şah Safi döneminden kalan bir nüshayı göz önünde tutarak hazırlamış.

Çeşitli adlar altındaki Buyruk'ların hiçbirinin de ilk kez İmam Cafer'in kendisi tarafından yazılmış olduğu kabul edilemez. Özde elbette ki onun düşünce ve ilkelerinin Türkçe'de yansımasıdır. İmam Cafer Buyruğu, geleneksel -ama bir siyaset gereği- bir adlandırma gibi kabul edilebilir. Ancak Anadolu'da Kızılbaşlığın yükselmesi ve asıl Şah İsmail ve onu yaratmış olan Kızılbaş Türkmen çevrenin, Alevilik özyönetimini bütün Cem kurumlarıyla birlikte iktidara yönlendirme olan Kızılbaş siyasetinin parçası olduğu da gözden kaçmamalıdır. Çok büyük bütünleştirici işlevi olmuştur.

2. a “Buyruk”un Hazırlanışı, “İmam Cafer Heyeti” ve Kızılbaş Siyaseti

Hacı Bektaş Veli'nin Makalat’ındaki ilkelerin tümü Buyruk’un kapsamı içinde bulunmaktadır. Bize göre, genel olarak “İmam Cafer ya da Şeyh Safi Buyruğu” olarak adlandırılan ve Alevi-Bektaşiler arasında sadece “Buyruk” adıyla tanınan, kopya edilirken değişikliklere uğratılmış, eklemeler-çıkarmalar yapılmış durumda günümüze kadar gelmiş olan, bu inanç toplumunun toplu tapınması Görgü Cemi'nin biçimi ve düzenini, Muhammed-Ali yolunu ve ilkelerini anlatan ilk metin, bizzat Kızılbaş Ehl-i İhtisas kurulunun gözetim ve yönlendirmesiyle hazırlanmış. Genç ve bilgili büyük ozan Şah Hatayi'nin de katkılarıyla birlikte, “Şah” ve “Mürşid-i Kamil”(İmam) olarak da onun onayından geçmiştir.

Bu Kurul, Şah İsmail’i Gilan’da sakladıkları dönem içinde(1494-99) Kızılbaş Türkmen dede-begleri tarafından kurulmuştur. İnançları gereği mürşid-mürid ya da pir-talip ilişkileri içinde “Ehl-i İhtisas” adı altındaki bu yedi kişilik kurul-heyet “lala, dede, abdal, hadim (hizmet gören), halife, halifat al-hulafa (halifeler halifesi) vb.” üyelerden oluşuyordu. Daha sonra 1501-2’de Kızılbaş Safevi devletini kurup Şah İsmail’i başa geçiren kurul “Lalalığı” kaldırarak onun yerine, Şah İsmail’in hem padişah olarak dünyasal, yani siyasal iktidarının hem de “Mürşid-i Kamil” ya da İmam olarak inançsal vekillik kurumu olan “Vekil-i Nefs-i Nefis-i Humayun”u oluşturdular. Devletin bu en yüksek kurumunun başına Şamlu Hüseyin geçti. Böylece Kızılbaş Şamlu Türkmen beyi Şah İsmail’in alter ego’su, yani ikinci kişiliği olmuştu. (R.M.Savory, The Cambridge History of Iran , Vol. VI, s.357-359’dan aktaran İsmail Kaygusuz, Görmediğim Tanrıya Tapmam, Alev Yayınları, İstanbul-1996, s.199-207)

Kuruluşundan beri bu Kurul Kızılbaş İhtilali konseyi gibi çalışırken, bir yandan da siyaset üretiyordu; Halifeler Halifesinin Anadolu, Suriye, Azerbaycan, İran'da Horasan ve Kuzistan eyaletlerine gönderdiği halifeleri aracılığıyla Ortodoks İslam (Sünni ve Şii) dışındaki Oniki İmamcı Alevi-Bektaşi ve Ehli Hakçı, Hurufi ve özellikle İsmaililer gibi, Sünni yazarların heretik (Rafızi) dedikleri heterodoks İslam topluluklarıyla iletişim kurulmuş siyaset ve bilgi alışverişi yapıyordu. Bir kere Alisoylu Safevi hanedanının ve büyük Şeyh olarak Erdebil Dergahının kurucusu Şeyh Safi'nin Sünni olmadığı, çevresindeki Sünni hükümdarlara kendisini öyle gösterdiğine, Anadolu Alevi Türkmenlerine inandırılması gerekiyordu. Ayrıca Şah Hatayi'nin de birçok nefesinde övdüğü yücelttiği ve ona candan bağlılığını söylediği Hacı Bektaş Veli gibi, Şeyh Safi'nin de ermiş velilerden olduğunu vurgulamak ve Erdebil'i çekim merkezi yapmaktı amaç. Bu başarılmıştır. Bir örnek vermek gerekirse:

Bizim elimizde bulunan 1837 tarihini taşıyan “Şeyh Safi Buyruğu” kopyasında Şeyh Safi hakkında bilgi verilmekte ve bir Veli olarak kutsanmaktadır. Ayrıca Şeyh Safi ile ustası Gilanlı Şeyh İbrahim Zahidi arasında geçtiği anlatılan iki keramet, Hacı Bektaş Veli Menakıbnamesi’den (Vilayetname) aynen alınmış ve bu kitapta Yunus Emre ile şeyhi Tapduk Emre ve Hacı Bektaş ile Akçakoca arasındaki olaylar biçim ve öz olarak sonuçlarıyla birlikte Şeyh Safi üzerinde yinelenmiştir.

Büyük olasılıkla, Ehl-i İhtisas kurulunun önemli üyesi “Halifeler Halifesi” başkanlığında (Belki Dede ve Abdal üçlüsünün) oluşturduğu bir komisyon, ilk Buyruk metnini hazırladı ve sonra Kurul’dan geçirildi. Bu varsayımı Kul Himmet’in bir şiirinde kullandığı bir söyleme borçluyuz.

Şeyh Safi'nin İmam Cafer Sadık'tan esinlendiğini ve Buyruğu'ndaki sözleri ondan aldığını ve hatta İmam Cafer'in mührünü taşıdığını şiirlerinde ifade eden Safevi soylu Dede Kul Himmet bu propagandaya büyük katkıda bulunmuştur:

Erdebil'den gelince Rum'a
Sözümüz bizim didardan gelir

Şeyh Safi Buyruğu'n eyledim kabul
Sözü onun daim Cafer'den gelir
...
Makalatın ahiri cemalatın zuhuru
Şeyh Safi'ye değiptir İmam Cafer mühürü

Kul Himmet [9] 73/1563 yılında yazmış olduğu şiirde, “İmam Cafer Heyeti'' diye adlandırdığı, Kızılbaş Safevi devleti yöneticileri eski “Ehl-i İhtisas” yüksek kurulunun “Halifeler Halifesi”nin başkanlığındaki bir alt komisyon olmalıdır. Şiirlerindeki Buyruk’a ilişkin bilgiler bize, sonraları Kul Himmet'in heyette yer almış olabileceğini de düşündürüyor. Kul Himmet bu şiirinde, Şah vekili Şamlu Hüseyin Hanı öldürtüp Ehli İhtisas’ı dağıtan ve İranlı Ortodoks Şiilerin eline düşen Şah Tahmasb’ı (1524-1576) dolaylı olarak eleştirmekte; asıl onların (Ehl-i İhtisas Kurulu ve İmam Cafer heyetinin) söylediklerine kulak veriniz diye karşı propaganda yapmaktadır. Ancak tıpkı Pir Sultan'ın birçok şiirinde yaptığı gibi, kapalı ve simgelerle vermektedir düşündüklerini:

Eğer candan sever isen sen beni
Eğlen uçup gitme der güle bülbül
Senin mekanın benim kalbim evidir
Vücudum şehrine kona der bülbül
......
İmam Zeynel içti abu hayatı
Muhammed Bakır'a ver saadeti
Dört kitapla İmam Cafer heyeti
Yetmiş üçte mümin kula der bülbül
(=73, hicri 973’ün kısaltması, İ.K.)
......
Kul Himmet dilinden güherler saçar
Geçer şu mahluğun eyyamı geçer
Mümin olanlara rahmetler saçar
Dünya baki değil fena der bülbül

1990’lı yıllarda kaleme aldığımız “İmam Cafer Buyruğu’nun Hazırlanışı ve Kızılbaşlık Siyaset” başlıklı makalemizde şu yargıya varmıştık:

“Yine çeşitli Buyruk versiyonlarından anlaşıldığı üzere, asıl Hünkar Hacı Bektaş Veli'nin Makalat'ı Buyruk kitabına kaynaklık etmiş ve onun özünü oluşturmaktadır. Tersinden de olsa bunun ilk farkına varan, Makalat'ı ilk kez yeni harflerle yayınlamış olan Sefer Aytekin'dir. O İmam Cafer Buyruğu’nun daha önce yazılmış olduğunu düşünmüş olduğundan:

‘Bu kitap da (Makalat'ta İ.K.); Hacı Bektaş Veli'nin bağlı olduğu İmam Cafer Sadık Yolu’nun ve Bektaşiliğe esas olan bazı prensip ve düşüncelerin yer aldığı açıkça görülmektedir. Mesela: Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat yollarını ayırması; adem oğullarını, abitler, zahitler, arifler, muhibler diye ayırması...’ biçiminde kısaca değinmiştir. (Hacı Bektaş Veli, (Haz. Sefer Aytekin), Makalat, Tarihsiz-Emek Basım, Ankara, s.15)

“Bize göre de Ehl-i İhtisas'tan, olasılıkla Halifeler Halifesi, Dede ve Abdal üçlüsünün hazırlatmış olduğu Buyruk, Hacı Bektaş'ın Makalat'ı, Vilayetname ve bugüne ulaşmamış diğer yapıtları temel alınarak yazılmış, Alevi-Kızılbaş Cem kurumları, adab erkanı biçim ve ilkelere bağlanmıştır. Kuşkusuz İmam Cafer'in Kur'an yorumları ve risalelerinden de yararlanılmıştır. Ayrıca yol ve mezhep olarak İmam Cafer adında birleşerek İranlı Şii halkla yakınlık, uyum sağlama siyaseti de güdülmüştü.”

“Halk Türkçe’siyle hazırlanmış Buyruk kitabı, Anadolu Aleviliğinin şanlı bir tarih sayfasını oluşturan Kızılbaşlık siyasetinin propaganda ürünüdür. Öte yandan Balım Sultan'ın (dil olarak) Osmanlı kentlerine yönelik Alevi-Bektaşi Erkanname'si de bu siyasetin dışında değildir ve ona hizmet etmiştir.”( İsmail Kaygusuz, Görmediğim Tanrıya Tapmam, s. 210-211)

2. b İsmaili-Kızılbaş İlişkileri ve Buyruk’un Batıni Kaynakları

Özde bu düşüncemiz değişmemiş olmasına rağmen, eksik olduğunu İsmaili Aleviliğini ve kaynaklarını inceledikten sonra gördük. Zaten bir Batıni dai’si olan Hacı Bektaş da Makalat’ını onlardan kaynaklanarak yazmıştır. Burada Buyruk’un hazırlanılması sırasında yararlanıldığını düşündüğümüz bazı Batıni İsmaili kaynakları ve kısa örneklemelerle yetinmek durumundayız. Kuşkusuz kısa da olsa İsmaililerin, Kızılbaş Türkmenler ve Safevi yönetimiyle toplumsal ve siyasal ilişkilerinden de söz edeceğiz.

Baştan şunu belirtelim; İsmaili kaynakları aracılığıyla günümüze ulaşan bazı bilgilerin temelindeki gerçek şudur: Kızılbaş Safevi Devletinin kuruluşundan, İranlı feodal aristokratların Şahların çevresinde kümeleşip, Ortodoks Şiiliği devlet dini yaparak Batıni sufiliği yönetimden uzaklaştırıncaya kadar Kızılbaşlar, İsmaililerle birlikte hareket ettikleri gibi, Şah Abbas I’in ölümünden (1628) sonra başlayan Kızılbaş ve sufi kıyımlarında da yaşamları biribirine karışmıştır. Aynı ilişkinin Anadolu’da da sürmüş olması, olasılılıkların ve kuşkuların ötesindedir.

Yukarıda önemle sözünü ettiğimiz yedi kişilik Ehl-i ihtisas kurulu İsmaililerdeki Baş Dai’ler (du’at) kurulu ve Vekil-i Nefs-i Nefis-i Humayun adıyla kurulan Şah’ın alter ego’su (ikinci kişiliği) olarak onu temsil eden vekillik kurumu, İsmaililikte İmamın dış dünya içinde vekili ve onun kadar saygı duyulan ve hatta satr (gizli) dönemlerde inananlar arasında bizzat kendisi olarak bilinen (önceleri Hicab) Huccet‘ten esinlendiği açıktır; yeni yaratılmış değildir. Şah İsmail dahi, Batıni İsmaili inancındaki bütün İmamların da Ali’nin mazharı olduğu, başka bir söyleyişle İmam Ali’nin don değiştirip, kişiliğine büründüğü zamanın İmamı olarak algılanmıştır. Yine Ehli İhtisas kurulundan halifeler halifesi, İsmaili hiyerarşisinde Huccet’ten sonra gelen ve Dai’lerin bağlı bulunduğu Dailer Daisi’ni karşılamaktadır. Bütün bunlar rastlantısal değildir. 15.ve 16.yüzyıl İsmaili İmamlarının gizli olarak yaşadığı bölge Gilan çevresindeki Kahek ve Şehr-i Babek gibi sarp ve korunaklı yerleşim yerleridir.Daha sonraları İran’ın merkezine yakın Anjudan’da gizlenirler.

Ehli İhtisas kurulundaki Kızılbaş Türkmen dede-beglerinden bazıları Şah İsmail’in babası, Şeyh Haydar ve dedesi Şeyh Cüneyd’den beri Safevi ailesine hizmet vermekteydiler. 1493-1499 yılları arasında Şah İsmaili eğitip yetiştiren bu kişiler hiç kuşkusuz İsmaili İmamları Mustansir Billah II (1463-1475), Abdusselam (1475-1493) İmam Garip Mirza (1493-1496) ve Abuzar Ali Şah’ın (1496-1509) Huccet ve Dai’leriyle sıkı ilişki içindeydiler. Devlet kurulduktan sonra artık ardıl imamlarla doğrudan ilişkileri vardır.Yönetimin İsmaili fedailerinden bir askeri birliğe sahip olduğu ve Şah İsmail onları Özbeklerle yaptığı savaşlarda kullandığı bilinmektedir.

Dahası İsmaili İmamlarından Nureddin Ali, diğer adıyla Nizar Ali Şah (1516-1550) Şah İsmail’in kızlarından biriyle evlilik yapmıştı. Safevi sarayında 30 yıl Tahmasb’a (1524-1576) hizmet veren önemli bir İsmaili daisi ve ozanı ve İmam Murad Mirza (1509-1514) ve Nureddin Ali (1516-1550) hakkında yazdığı övgü ve tanıtıcı şiirleriyle tanınan Kasım Amiri (ö.1591), yönetime egemen olan Ortodoks Şiiler ve özellikle Tahmasb’ı etkileyen tanınmış Şii din bilgini Hilli Hasan bin Yusuf’un teşvikiyle dinsiz ilan edilerek 1565 yılında gözlerine mil çekilmiştir. 1591 yılında da Şah Abbas I (1588-1628) tarafından öldürtülmüştür. (Abu Baqi Nihawand, Ma'athir'i Rahimi, Calcutta, 1931, vol.3, s.. 1506)

Bu gösteriyor ki, Kızılbaşlar yönetimde etkili oldukları sürece iyi yetişmiş; zamanın her türlü bilgileriyle donanmış ve Şeriatı bir bir Şii’den ve Sünni’den daha iyi bilen bu çok bilgili İsmaili dai’ler de onların çevresindedir. Ve sanıyoruz ki bunların, Buyruk hazırlayan “İmam Cafer Heyeti”ne doğrudan ya da dolaylı katkıları olmuştur. Buyruk metinlerindeki Pir, mürşid, kutub vb. deyimler 16. yüzyılın başlarına kadar Anadolu Alevi-Bektaşi-Kızılbaşları arasında bilinmiyordu, Buyruk’la birlikte girdi. Buyruk’a ise, İsmaili İmamı Absusselam (1475-1493) zamanında onun isteği ve katkılarıyla hazırlanan ve Huccet-i Samit (konuşmayan-sessiz huccet ya da İmam vekili) sıfatıyla İsmaili Alevi topluluklarına görevli dai’ler aracılığıyla gönderilen Pandiyat-i Civanmerdi kitabından girmiştir. Kitap, gerçek inananlara ve cömertliğin/yiğitliğin örnek erdemlerine ulaşmayı araştıranlara öğütler içeriyor ve üç bölüm halinde (Büyük Pandiyat, Küçük Pandiyat ve 12 Civanmerdi ) hazırlanmıştır. Ayrıca içinde Abdusselam'ın birkaç fermanı bulunmaktadır. Bu kitap inananlara ahlak, insanlık, doğru davranış vb. üzerinde öğütlerle bilgi veriyor, eğitiyor. İmamın kendisi ve hüccet, Pir, Mürşid ve Kutb olarak sıfatlandırılırken, İsmaililer, ehl-i Hakk ve ehl-i Hakikat gibi terimlerle adlandırılıyor. Bu kitap Hindistan'da yetkili bir Pir yani ve Huccet’miş gibi saygı görmekte ve Yarkand, Gilgit, Hunza, Çitral, Bedehşan ve İran'da okunmaktadır.

Abdusselam Panj Sukhan-i Hazarat-i Shah Abdus Salam adında müminler için 30 sayfalık eğitici öğütler daha yazmıştır. Bu, risaleyle birlikte ve İmam Garip Mirza’nın ( 1493-1496) İsmaili dava örgütlenmesinde yaptığı değişiklikleri içeren fermanları da dai’lerin elindedir.
Bu yeni dava örgütlenmesinde büyük katkısı olan Kuhistan’ın Muminabad kentinden baş Dai’lerden Abu İshak’ın, Kutb’un (İmamın) ve Pir’in (Hüccetin, İmam vekilinin) kutsallığı ve yetkilerinin tanıtmayı ve İsmaili inanç yoluna ilişkin öğretici tartışmaları içeren Haft-i Bab (Yedi Bölüm ya da kapı) kitabı çok önemli bir örnekti Buyruk hazırlayan kurul için. Bu kitap, 1200 yılında Alamut Kıyamet (Yeniden diriliş) dönemi İmamlarından Alaaddin Muhammed II’nin (1166-1210) buyruğu ve koruması altın Kuhistan dai’si (bir diğer) Abu İshak tarafından hazırlanmış Haft-i Bab-ı Baba Seyyidna’nın ( bkz. Kitabın çevirisini içeren aynı adı taşıyan yazımız; www.alewiten.com/Kimlikler/İsmaililer) o günün gizlenme koşullarına uygun yorumu olarak yol göstericilik görevini üstlenmiştir. Ama bunun arkasından yine bir baş dai tarafından, 16.yüzyılın ortalarına doğru İmam Cafer Buyruğu ile karşılıklı etkileşim içinde ve o dönemde oluşturulmuş kavramlarla Khayri Khwa Herati’nin (ö.1553) hazırladığı Kelam-ı Pir, İran’daki diğer Sufi akımlarını da etkileyecek daha genişletilmiş yorumlarla ortaya çıkacaktır.
Pandiyat’tan alınmış şu küçük paragraf, Buyruk’ta musahib olanların ve talibler/müridlerin birbirlerine karşı davranışları ve ilişkilerindeki sevgi ve paylaşımı anlatan pasajlarla rahatlıkla karşılaştırılabilir:

“Gerçek inanan kimse, din kardeşine yardım eden; onunla yiyeceğini, sevincini ve üzüntüsünü paylaşan, sözde ve işte onunla birlikte olan ve ona karşı asla kalbinde herhangi bir kin ve düşmanlık taşımayan insandır. Eğer biri karnını doyuruyorsa, diğeri de doyurmuş olmalı. Biri aç kalıyorsa, öbürünün de aç kalması gerekir. Eğer bir kimse bazı şeyler yiyorsa, diğeri de arkadaşının yediği şeyleri paylaşmalıdır.” (Pandiyat-i Jawanmardi, s. 56)

Hiç kuşkusuz Musahiblikle ilişkin kurallar, ikrar veren talibin Pir eteğini tutmakla ikinci kez dünyaya gelişi, yol oğlu gibi söylemler, ilk Proto-İsmaili dailerinden Mansur el Yaman (ölm. 914) olarak bilinen İbn Havşab’ın, “Kitab al-alim wa’l-Ghulam (Bilgin ve Öğrencisinin El Kitabı)” adı altında yazdığı, İsmailiye inancına girişin “yeni bir isimle, ikinci ya da yeniden doğuş” olarak tanımladığı yapıttan, İmam Cafer Heyeti’nin ilişki kurduğu dailer aracılığıyla Buyruk’a girmiştir.

Buyruk metinlerinde geçen dünyanın yaratılışı mitosu: Tanrının yaratıklarının günahlarına öfkelenip terlemesi, o terden yeşil (ya da apak) bir derya oluşması; deryadan dışarı düşen bir cevherden Muhammed ile Ali’nin nurunu yaratması ve bunu yine nurdan kubbeye koyması; Tanrının dünyayı yaratmadan yüz binlerce yıl önce Muhammed’in ve Ali’nin ruhunu yaratmış olması.vb. gibi betimlemeler 8.yüzyıl başlarında İmam Bakır’ın çevresindeki Mugirilere kadar inmektedir

Al-Mugire’ye göre:

“Tanrı kendi yüce adını seslendirdi. Bu ad uçan bir kuşa dönüştü ve başına konmak için hemen bir taç biçimi aldı. Bundan sonra Tanrı, sağ eli üzerinde yazılı bulduğu levhada inananların işleri üzerine eğilecektir. O, insanların yorumladıkları günahlar hakkında büyük bir öfkeye kapılacak ve bol bol terlemeye koyulacaktır. İşte bu tanrısal terden, biri acı sulu, diğeri tatlı sulu iki deniz doğmuştur. Tatlı sudan ışıklar, tuzlu-acı sulardan ise karanlıklar oluştu. Bakışlarını ışıklar denizine daldıran Tanrı, içinde kendi gölgesinin farkına vardı. Güneşi ve ayı yapmak için denizden bu gölgenin cevherini topladı. Sonra bu gölgenin geri kalanını, ‘Benden başka bir Tanrı olmamalı. Bir Tanrı varsa o da benim.’ diye bağırarak ortadan kaldırdı. İşte yaratıklarına biçim vermesi bu ışık denizlerinden sonradır; inananları yaratması da ışık denizinden sonradır. Tanrının bunların içinden yarattığı ilk şey (ruhları) gölgeleriydi. Ve yaratılan ilk gölgeler de Muhammed ile Ali’ninkiydi. Onların ortaya çıkışı, zuhuru bütün insan cinsine öncülük etti. Sonra Tanrı göklere, yeryüzüne ve dağlara imamlık emanetini taşımalarını önerdi.” (Al Shahristani, al Milal, s.294-295)

Batıni yaratılış mitosunun bu ilk versiyonu Hattabilerin Ummu’l Kitab’ında ilk yaratılan “beşler ışık (nur) kümesine”, yani Ehlibeyt beşlisine dönüşerek farklı çeşitlemeler halinde Buyruk’a kadar ulaşır.

Buyruk’ta geçen ve genelde yaratılış mitoslarına kaynak olan, Muhammed’in “Allah’ın ilk yarattığı benim nurum ve ruhumdur ve Allah’ın ilk yarattığı benim aklımdır... Ruhlar alemi benden dal budak salmıştır” hadisinin daha etkili bir varyantını Nasıruddin Tusi’de ( Rawdat al-Taslim/La Convocation d’Alamut, Çev. Christian Jambet, Paris, 1996, s.328) buluyoruz:
“Muhammed, ‘Adem daha su ile toprak arasındayken ben Peygamber idim’ diye buyurdu.”

Buyruk metinlerinde geçen namazın, secdenin, abdestin, boy abdestinin, hac ziyaretinin ve diğer Şeriat koşullarının Batıni yorumları, tamamıyla Nasıruddin Tusi’nin (1201-1274) Rawdat al-Taslim (Teslimiyetin Bahçesi) adlı Farsça yapıtından süzülüp sadeleşerek gelmiştir. Kitabın Fransızca çevirisinin son bölümlerindeki “Exégése spirituelle de la purification rituelle (Ritüel temizlenmenin (abdestin) ruhsal (içsel, Batıni) yorumu” (s.330-332), “Exégése spirituelle de la profession de foi et de la priére (İmanın ve namazın Batıni yorumu)”(s.332-333), “la profession de la priére (Namazın (ayakta durma, rüku ve secde durumlarının) Batıni yorumu)” (s.338-340), “Exégése spirituelle du jeune et pélerinage (Orucun ve haccın Batıni yorumu)” (s.340-342) gibi alt başlıklar altındaki metinler incelendiğinde benzerlikler görülecektir.

Yine Buyruk metinlerinde birkaç yerde geçen Peygamber’in Ali’yi ardıl olarak seçtiği Ghadir Khum olayı ve Ali hakkındaki hadislerin Batıni yorumları, Nasıruddin Tusi’nin yapıtındaki (s.327-329) yorumlardan farklı değildir.

Abdest alma örneğini ele alırsak, N. Tusi diyor ki:

“...ritüel temizlik (abdest-boy abdesti) eski gelenek ve dinlere elveda etmek, yani onlardan vazgeçmek olduğun anlamına gelir. (s.330) İnsan bedeninin yüzeyi su ile tam olarak temizlenip paklandığı gibi, kötülüklerin temsilcisi (olan) ve içtenliği etkileyen-kirleten pisliklerden iç dünyamızı oluşturan ruhun da paklanması gerekir; burada suyun görevini bilim-bilgi yapar. (s.333) Toprak kuramsal bilginin, su ise eğitim-öğretimin simgesidir. (s.215)

İmam Zülfikar Ali (1514—1516) ve Nureddin Ali (1516-1550) zamanında yaşamış ve Herat Sultanı Hüseyi Ghuriyan’ın oğlu Horasan ve Afganistan Baş Dai’si olan Khayri Khwah Herati’nin Kelam-ı Pir yapıtında ise,
“...abdest almak, İmam’ın bilgisine dönüş yapmak, ona yönelmektir; çünkü su, Batıni yorum (tavil) aşamasında Hakikat biliminin simgesidir” diye geçer. (Kelam-ı Pir: A Treatise on Ismaili Doctrine, yayım: W. Ivanow, Tehran, 1961, s.52-102; Farsça tekst, s.94)

Çeşitli Buyruk metinlerinde ise şu tanımlara rastlıyoruz:

“...şeriat abdesti su ile olur, tarikat abdesti Pir elinden biat etmektir, yani ondan gelen bilgi ve buyruklara uymak, kabul etmektir. Marifet abdesti, nefsini bilip Tanrıyı tanımak. Sırrı Hakikat abdesti ise kendi ayıplarını görüp, sair kimselerin aybını örtmektir.”
“...Tarikat cünübü (Şeriatta abdestin ihtilam ya da cinsel ilişkiyle bozulması) Pir’sizlik ve ikrarına yalan çıkıp ahdini bozmaktır.”
“Erkanın abdesti varlığından el çekip meydanı bilmek; yani tüm varlığını meydana koyarak Pir’ine-Mürşid’ine teslim olmaktır...”

Pirin ve Mürşid’in yerine İmam’ı koyarak, adlarını verdiğimiz ve diğer batıni kaynaklar-yapıtlar tek tek ele alınıp incelenir ve Buyruk metinleriyle karşılaştırılırsa yüzlerce benzer paragraflar bulunacaktır. Kaldı ki zaten Pandiyat-i Civanmerdi’den itibaren, Pir ve Mürşid İmam vekiline (Hüccet) denildiği kadar, İmam yerine de kullanılmaktadır.

ANADOLU KÜLTÜR, EDEBİYAT ve İNANÇ TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR KAYNAK : BATTALNAME

ANADOLU KÜLTÜR, EDEBİYAT ve İNANÇ TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR KAYNAK : BATTALNAME



ANADOLU KÜLTÜR, EDEBİYAT ve İNANÇ TARİHİNDE ÖNEMLİ BİR KAYNAK : BATTALNAME

Yağmur SAY

Türklerin Anadolu’ya geliiyle bir Arap komutanı veya askeri olan Battal Gazi’nin önce bir Türk savaçıya ardından da Gazi-Veli haline dönütürüldüğünü görüyoruz. Bu etkinin ve ünün büyüklüğü öyle bir boyuta taınacaktır ki O’na ait Anadolu’nun çeitli yerlerinde 7 ayrı mezarının bulunması ve hepsinin aynı etki altında kutsanması sağlanmış olacaktır.
Seyid Battal Gazi efsanesinin geniş ölçüde ün kazanması, Anadolu'nun çeitli bölgelerinde büyük izler bırakmıtır. İstanbul, Maltepe'de Seyyid Gazi Kayası, Erdek'te kalesi, Kapadokya Karacadağ'da bir Cami, Caesarea (Hacı Halife-Hacı Kalfa) adına bir vakıf bulunmaktadır. Kırehir'de ise ikinci bir türbe görülmektedir. Üçüncüsü de Çorum yakınlarındaki Ali Dağı'ndadır. Battal Gazi Destanı'nın Bizans versiyonu olan Diegenes Acritas da da benzer biçimde Trabzon, Girit ve Karpathos'da üç ayrı mezara sahiptir. Seyitgazi yakınlarındaki Kırk Kızlar Dağı (Kırk Bakire Dağı), büyük bir ihtimalle Battal Gazi'nin romantik hikayelerinden biri olan "Kırk Prenses" menkıbesiyle bağlantılıdır1. Bunlara ek olarak, Hasluck2; menkıbelerin çok kesin ve yaptırıma dönük bir önem kazandığının, Anadolu'daki bazı yerlerle ve kurum adlarıyla olan ilikiden anlaıldığını belirtiyor. Örneğin; Kayseri'de kendisinin tesis ettiği halk tarafından rivayet olunan bir cami3, Malatyada da keza bir cami O'nun adı ile anılmaktadır. Bununla birlikte, İstanbul Kadıköy ile ilgili görüldüğü gibi, Kızkulesi menkıbesinin4 bir ekli de bunun inaasına sebeb olmak üzere Battal Gaziyi göstermesi, bu kesin önemi, kurumların varlığının temelini ve devamını simgelemesi bakımından sonderece dikkat çekicidir5.
Pertev Naili Boratav, Battal'ın, Emevilerin VIII. yüzyılda Bizans'a karı açtıkları seferlerde ün kazanmış bir Arap komutanı olup, Arap ve Türk destanî halk romanlarının da yegane kahramanı olduğunu ve Türkler arasında Battal Gazi, Seyyid Battal ve Seyyid Battal Gazi isimleri ile tanındığını belirtmektedir.
Hüseyin Hüsameddin, Battalnamelerde Hüseyn b.Cafer b.Münzar b.Ömer b.Ali b.Hüseyn b.Ali b.Ebi Talib eklinde Hüseyin soyundan gösterildiğini belirtmekte, bu
1 F.W.Hasluck, Bektailik Tedkikleri, Anadolu’nun Dînî Tarih ve Etnografyasına Dair, Tetkikat Merkezi
Neriyatı I, Çev.: R.Hulusi, İstanbul, 1928, s.90-98; Hasluck, Chrıstıanıty and Islam Under the Sultans, C. III, Oxford, 1929, s.704-716.
2 A.g.e., s.90-98.

Battal Gazi menkıbeleri fütuhat devri Türkleri arasında o denli yaygın hale gelmitir ki bu yayılmanın bir göstergesi olarak O'na ait Kayseri’deki bu camiden XII. yüzyılda Herevi bahsetmektedir. Kazvini de bu bilgiye eserinde yer vermitir. Herevî, Kitab uz-Ziyarat, Nr.: J.Sourdel-Thomine, am, 1953, s.59; Kazvini, Asar ul-Bilad,Nr.: Wustenfenld, Göttingen 1848, s.371. 4Grek (Yunan) idarecinin kızını ve hazinelerini Arap savaçısından korumak için bu kuleyi ina etmek zorunda kaldığı söylentilerin temelini oluturur. 5 Hasluck, Bektailik Tedkikleri, …..............................., s.90-98.
silsilenin asılsız ve inandırıcı olmadığını söyleyerek Benî Ümeyye devrinde Hz.Hüseyin evlatlarına imaret ve nüfuz verilmesinin düünülemeyeceğini bildirmektedir6.
Bunların yanında, Ahmet Yaar Ocak7 ve Abdülbaki Gölpınarlı8 Saltuknamede, Battal Gâzi ile Sarı Saltuk arasında bir iliki kurulduğunu kaydederek, Sarı Saltuk da tıpkı Melik Dânimend Gâzi9 gibi Hz.Ali soyundan ve Seyyid Battal Gâzi'nin torunlarından Seyyid Hasan'ın oğlu olarak gösterildiğini belirterek biranlamda bu ve benzeri neseb sahiplenmelerinin temelinde menkıbevî halk kültürünün büyük etkisini vurgulamaktadır. Fuat Köprülü, menkıbelerde; Sayramlı Molla Musa'nın Aksu'da gömülü Battal Gâzi adıyla mehur İmam Abdurrahman Alevi'nin Muhammed Hanefi'nin dördüncü torunu olduğunu kaydettiğini belirtir10 .
Pertev Naili Boratav, İslam Ansiklopedisinde, genel kanı olarak Battal Gâzi'nin Emevilerin VIII.yüzyılda Bizans'a karı giritikleri seferlerde ün kazanmış bir Arap komutanı olarak bilindiğini belirtmekte ve İbn Asakir'in Emevilerin azatlı bir kölesi olduğunu ve Arap aslından gelmediğini11 belirttiğini de kaydetmektedir12 . Bu görü, İbnü'l-Esîr'de temellenmektedir. İbnü'l-Esîr Battal Gâzi'nin aslen Arap olmayıp Emevilere intisab etmiş azatlı bir köle ailesinden geldiğini13 kaydetmektedir14 .
Menkıbevi eserlerde Seyyid Battal Gazi'nin bir de Nesebnamesi kaydedil mektedir. Bu Nesebname Seyyid Hüseyin Gazi'den, Seyyid Ali'den balayarak Seyyid Battal Gazi'yi dokuzuncu göbekte Hz. Ali'ye ulatırmaktadır15 .
6 (Hüseyin Hüsameddin, Amasya Tarihi, 1329-1332, s.210-212; ükrü Baba, Divan-ı eyh İlhâmî ve Seyyid
Battal Gazi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1334, s.1-28.
7 A.Y.Ocak, “Sarı Saltuk ve Saltukame”, Türk Kültürü, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay., S. 195, Yıl:
XVII, Ocak, 1979, s273.
8 A.Gölpınarlı, Yunus Emre ve Tasavvuf, Remzi Kitapevi, İstanbul, 1961, s33.

9
Danimend Gazi'nin de kimliği menkıbelerle içiçe girmitir. Danimend Gazi'nin kimliğini Battal Gazi'nin kimliği gibi menkıbevi kimliğinden ayrı değerlendirmeye ihtiyaç vardır. E.Merçil, (E.Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, TTK Yay., Ankara, 1991, s.253.) Emir Danimend'in Bizanslılarla yapılan bir savata ölen mehur İslam kahramanı Battal Gâzi'nin neslinden geldiği söylentilerini belirtmektedir. Ayrıca, Osmanlı Ansiklopedisi (Osmanlı Ansiklopedisi, C.I, Ağaç Yay., İstanbul 1993, s.11.)'nde, mehaz verilmemekle birlikte, Danimend Gâzi'nin, ünlü İslam kahramanı Battal Gâzi'nin soyundan geldiğini belirten kaynaklar vardır denilmektedir. 10 M.F.Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976, s62-63. 11F.Çelikkanat, (F.Çelikkanat,Eskiehir, Eskiehir,1990, s.96.) İbn Asakir'e göre Battal Gâzi'nin Emevilerin azatlı bir kölesi olduğunu belirtip, yanlış bir kayıt olarak Arap aslından geldiğini söylemektedir. Halbuki İbn Asakir'deki kayıt bunun tam aksine Emevilerin azatlı kölesi olduğu ve Arap aslından gelmediği eklindedir (İbn Asakir, Tarih-i Dımak, C.I, Beyrut, 1988, 140-141). Diğer bir yanlıı da S.Arısoy (S.Arısoy, “Seyyit Battal Gazi ve Atı”, Eskiehir I. Seyyid Battal Gazi Bilimsel Semineri, 22-24 Eylül 1977, Bildiriler, Eskiehir, s.33.) yapmaktadır. S.Arısoy eserinde; "Battal, İbnu Esekire göre Ermenilerin azadlı bir kölesidir. Türk soyundandır. Arap aslından sayılmaktadır." demektedir. İbnu Esekir olarak yazılmış olan müellif "İbn Asâkîr", Ermeniler olarak yazılmış olan soy bilgisi ise "Emeviler" olacaktır. 12 P.N.Boratav, “Battal”, İslam Ansiklopedisi, M.E.B. Yay., M.E. Basımevi, C. II, İstanbul, 1993, s.344. 13Bu görüü A.Y.Ocak da desteklemektedir. Ayrıca ailesi ve soyu hakkındaki bilgilerin açık ve net olmadığını, menkıbelerdeki soy bilgisiyle diğer tarihi kayıtlardaki bilgilerin birbirini tutmadığını belirtmektedir (A.Y.Ocak, "Battal Gâzi" Mad. İslam Ansiklopedisi., Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C.V, İstanbul 1992, s.204.). 14İbnü’l-Esir, El-Kamil fi’t-Tarih, C. V, Leyden, 1870, s.129. 15 Bu Nesebname'nin bir örneğinin Mükrimin Halil Yinanç'da olduğunu M.Aslanbay bildirmektedir. Ayrıca II. Dünya Savaı sırasında bu Nesebname'nin yandığı da ifadeler arasındadır. M.Aslanbay'ın Mükrimin Halil Yinanç'dan alarak nerettiği Nesebname öyledir; (Hâzâ Nesebname-i Sultan Seyyid Battal Gâzi Rahmetullahu Aleyh ve Hâzihî'n-Nesebü'-erifü'l-Haseb Seyyidü's-Sâdât ve Menba'u's-Sâdât Murtaza Âzam Müctebay-i Ekrem İftihar-el-e'âzım ve'l-eraf Sülale-i Abd-u-Menaf sırrı-el-tâhâ ve Yâsin Nur-u-Hadik-ı-Resul-ü Rabbi'lâlemin Seyyidü'l-Memleket-i Ved'din-i Câfer ve Hüvel-Battalü'l-Mütehir Seyyid Gâzi ibn-i Seyyid Hüseyin ibn-i Seyyid Ali ibn-i el-Seyyid Zeyd ve Hüve Künyet-ün Râbi' ibn-i Seyyid Ali el-Medenî-el-Ekber ehit el-Gâr ibn-i Seyyid Zeyn-el-Envar ibn-i İmam Zeyn-el-Abidin ibn-i-el-İmam-el-Mazlum Ebu Abdullah-el-Hüseyin ibn-i Ali-el-Murtaza ibn-i Ebi Tâlib ibn-i Abd-ü Muttalip ibn-i Hâim ibn-i Abd-u-Menaf ibn-i Kusey ibn-i
Bu Nesebname'de Seyyid Battal Gazi Arap ırkından gösterilmektedir. Yukarıda zikrettiğimiz bilgilere ek olarak, Heinrich Leberecht Fleischer eserinde Seyyid Battal Gazi'nin soyu üzerinde durmakta ve bir soy dizini vermektedir. Buna göre de O'nun soyu, Hz.Muhammed ve Hz.Ali'ye kadar gitmektedir;16 Bunlara ek olarak ükrü de Seyyid Battal Gazi'nin bir tarikat silsilesini vermitir. 17 Taberî ve diğer birçok kaynağın da gösterdiği gibi Battal Gazi'yi VIII. yüzyılda Emevîler devrinde yaamış kabul etmek gerçeğe daha yakın görünmektedir18 .
Kilab ibn-i Kâ'b ibn-i el-Mevi ibn-i Gâlib ibn-i Malik ibn-i Nasr ibn-i Kenâne ibn-i Huzeyme ibn-i Müdrike ibn-i el-İlyas). (M.Aslanbay, Seyyid Battal Gazi’nin Hayatı ve Bazı Menkıbeleri, Eskiehir, 1953, s.44.) 161-Hz.Ali (Hz.Muhammed'in amcasıoğlu, kızı Fatıma'nın kocası); 2-Hz. Hüseyin (Hz.Ali'nin küçük oğlu); 3Ali Zeynel Abidin; 4-Seyyid Zeynel Enver; 5-Seyyid Ali El-Medenî; 6-Seyyid Zeyd; 7-Seyyid Ali; 8-Seyyid Hüseyin; 9-Seyyid El-Battal (Cafer b.Hüseyn) H.L.Fleischer (H.L.Fleischer, Über den Türkischen Volksroman Sîret-i Sejjid Battal, 1888, s.50-54 ; H.L.Fleischer (H.L.Fleischer, a.g.e., s.226-254)'in makalesini Battal İnandı, "Türk Halk Romanı Seyyid Battal Hakkında" (Battal İnandı, "Türk Halk Romanı Seyyid Battal Hakkında", Milli Kültür, S.35, Ağustos 1982, s.28-31; Aralık 1982, s.50-54) adıyla Almancadan Türkçeye çevirmitir. Bu ecere H.Köksal (Battalnamelerde Tip ve Motif Yapısı, Ankara, 1984, s.46.)'da da verilmiş ve müellif bu ecerenin tarihsel verilere uymadığını belirtmitir. H.Köksal (H.Köksal, a.g.e., aynı sayfa); " 740 tarihini ölüm tarihi olarak alırsak, yukarıdaki ecereye uymamaktadır. Çünkü Hz.Ali'nin hilafeti (656-661) yılları arasındadır. Hz.Ali'den itibaren dokuz kuağa kadar olan akrabalığı düünürsek, bu tarihin uyumazlığı ortaya çıkar." demektedir. Ayrıca destanda, Seyyid Battal'ın esir aldığı ve cezalandırmak üzere Halife Mu'tasım'a teslim ettiği sahte peygamber Babek, Mu'tasım'ın halefi Vasıkbillah zamanında ölmütür. Tarihsel kaynaklar, Halife Mu'tasım I'in hilafetini (833-842), Vasıkbillah I'in hilafetini (842-847), Babek'in idam ediliini (837-838) olarak bildirdiğine göre, Seyyid Battal'ın IX. yüzyıl ortalarına kadar yaadığı, yani Harunurreid'in çağdaı (hilafeti 786-809) olduğu olgusu ortaya çıkar." demektedir. F..Yersel ("Eskiehir-Seyitgazi-Kümbet Üzerinde Anıtlar, İzerler", Halkevi, S.33, Yıl: 3, 31, Eskiehir, Halkevi Yay., Sakarya Basımevi, İlkkanun 1935, s.314)'de makalesinde Texier'in görüünü; "Malatya'da doğmuş ve Halife Harunurreid zamanında Romalılara karı 739'da yapılan bir muharebede ehid olmutur" eklinde kaydetmektedir. F..Yersel (a.g.e, s.316,317),Evliya Çelebi'nin Battal'ı Rum seferleri hicreti nebeviyesinin 98-99 senelerine tesadüf eder kaydından hareketle, Battal'ın Harunurreid'e çağdaş gösterilmesinin ve tarihin de 244 olarak verilmesinin yanlış olduğunu belirtmekte, Battal'ın Harunurreid ile beraber bulunan diğer kumandan olmasının da mümkün olmayacağını; Harun'un babası zamanındaki Rum seferleri, İstanbul muhasaralarının H.162 ve 163 senelerine rastladığını kaydediyor. Ayrıca, Seyyid Battal'ın Malatya Emîri Ömer (Amr)'in çağdaı olamayacağı konusunda önemli bilgiler veren H.Grégoire (H.Grégoire, "Comment Sayyıd Battal, Martyr Musulman Du VIII Siecle, Est-il Devenu, Dans la Légende, le Contemporain D'Amer ( .....-863)", Byzantion XI, Brüksel 1937, C.II, s.571-575) makalesinde 740 yılında Akroinos'da ehid olan İslam kahramanı Battal'ın Meliten adı verilen IX. yüzyıl Arap destanına sokulduğunu ve Malatya emîri Ömer'in çağdaı ve emrinde çalıan birisi olarak gösterilmesinin yanlış olduğunu belirtir. Bu yanlılığın Teophane tarafından yapıldığını belirterek, O'nun eserinde; Akroinos'da sonuçlanan sefer anlatılırken Gamer (Gamr) adı verilen bir Arap efinin kumanda ettiği orduda yardımcı bir güç olarak Al-Battal'ın yer aldığı görülür.Bu diğer Battal ile karıtırılmıtır.Grégoire; (Gamer) kelimesinin oldukça az kullanılan (Ghamri) kelimelerinin karımasından ileri geldiğini belirtir.Ayrıca Aynı ahıs baka bir bölümde (Amer) olarak yazılmıtır. (Teophanes, Cf. Les Travaux de E. W. Broks, The Source of Teophanes, and the Syriac Chronicles, Dans Byzantinische Zeitschrift, t. XV,1906, s.405.). Gamer'in Yezid'in oğlu olduğu ve 743 yılında Velid II'nin emrinde Müslüman ordularına komuta eden kii olduğu da bu konuda verilen bilgiler arasındadır ( Teophanes, a.g.e., s.578-587.). Grégoire bu konuda öyle bir sonuç çıkartmaktadır; Seyyid Battal Gazi'nin VIII. yüzyıldan IX. yüzyıla aktarılması ve 865 yılında ölen Amr emrine veya Omar de Melitene'nin destanına bağlanmasının sebebi udur; "Akroinos cengaveri Battal, Amer adıyla da zikredilen, Teophanes'in bir pasajında da geçen Ghamr isimli baka bir kumandana ortak edilmitir. u halde isteyerek veya istemeyerek yapılan bir karıtırma ile efsanevî Battal'ı Emîr Amr'ın bir dostu yapmak çok kolaydır." (H.Grégoire, "Comment Sayyıd Battal, …..................s.571-575).
"Sultan Seyyid Battal Gazi Ahzü'l-beya min Ebu Seyyid Süheyl min yed Seyyid Ahmed Dibazi min yed Seyyid Ebu'l-Kasım min yed Seyyid Ebu Ca'ferü'l-Karmi min yed Ebu'l-Aziz Seyyid Hasan Kaani min yed Ebu Seyyid Mehmedü's-Sadıkü'l-Harat min yed Ebu Abdullah Seyyid Hasanü'l-Harat min yed Ebu Nasır Seyyid Abdullahü'd-Dameni min yed Ebu Ali Seyyid İsmail Medeni min yed Ebiye İmam Caferü's-Sadık min yed İmam Mehmedü'l-Bakır min yed İmam Zeynelabidin min yed İmam Hüseyin min yed İmam Hasan min yed Sultanü'l-Enbiyah Aleyh-i Efdalü't-Tahıyye ve't-teslim."( ükrü Baba, Dîvân-ı eyh İlâmî ve Seyyid Battal Gazi, Necmı İstiklal Matbaası, İstanbul, 1334, 1-28).
Bu durumda Battal Gazi'nin bilhassa 717-740 yılları dolaylarında, Emevîler'in Bizans'a karı yürüttükleri mücadelelerde rol aldığını ve hem Müslüman hem de Hıristiyan kaynaklara yansıyan efsanevî öhretini bu sırada kazandığını kabul etmek doğru olacaktır. Belirtilen kaynaklar Battal Gazi'nin Bizanslılarla Anadolu'da yaptığı mücadeleleri ayrıntılı olarak zikrederler.
Bunlardan en önemlisi ve bütün menkıbelere de kaynaklık edeni H.109 yılındaki savalardır.19 Ayrıca Amasya20 , Tokat, Antakya ve Maraş ile ilgili bilgilerde yaamı
Hayrüddinü'z-Zirkilî (Hayrüddinü'z-Zirkilî, Kamus-u Teracim, C.IV, Beyrut, 1992, s.74)'de Ölüm tarihi olarak 740 senesi verildikten sonra, Battal'ın Benî Ümeyye zamanında yaamı, amlıların savaş emirlerinden cesur bir kumandan olduğu belirtilmektedir. Ayrıca; " Mervanoğlu Abdülmelikoğlu Mesleme'nin akıncılarının savalarda baında Battal Gazi vardı. Meslemeye babası Abdülmelik öyle demiti; Akıncılarının baına Battal'ı görevlendir ve ona emret. Geceleri güvenlik için asker görevlendirsin, çünkü O cesur ve atılgan bir emîrdir" Böylece Mesleme, 10 bin Müslümanın baına Battal'ı görevlendirdi. Tagriberdi'nin oğlu dedi ki; "Battal bir sürü savaş gördü. Rumları zillet ve korku içinde bıraktı" kayıtları da bulunmaktadır. Bu kayıtlar Abdullah b.Mehmed-Abdurrahman b.İlgaz (Abdullah b.Mehmed-Abdurrahman b.İlgaz, Tarih-i Dımak, C.I, Beyrut, 1988, s.137141)'da da aynıdır.Ayrıca bu eserde (s.140), dolayısıyla İbn Asakirde de bulunan bir kayıttan Battal'ın öldüğü yıl hacca gittiği de ifadeler arasındadır.Zirkilî'nin İbn Asakir'i mehaz aldığı görülmektedir. Bunların yanında M.F.Köprülü (M.F.Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976, s.232), Battal Gazi'nin menkıbevî bir Türk kahramanı olduğunu tesbitten sonra, menkıbeye göre; Ebu Muhammed Ca'fer b.Sultan Hüseyin b. Rebi' b. 'Abbas El-Haimi isminde olup, Malatya'da doğduğunu ve bundan 900 sene önce yaadığını belirterek, Taberi'nin H.122 (M.739-40)'de ehid olan Abdullah El-Battal adlı tarihi bir ahsiyetten bahsettiğini, Cennabî ve Hezarfen'in bu iki rivayeti, yani tarihle menkıbeyi birbirine karıtırdıklarını ifade ediyor. Katip Çelebi, Evliya Çelebi ve Halil Edhem Bey'in de aynı hataya dütüklerini belirtiyor. M.F.Köprülü (M.F.Köprülü, Türk Edebiyat Tarihi, Ötüken Yay., İstanbul, 1980, s.255) eserinde yukarıdaki bilgilere ek olarak, diğer Battal için; Abbasilerden Mu'tasım ve Vâsık Billah dönemlerinde (832-847) yaadığı konusunda da bilgi vermektedir. H.Tolasa, (H.Tolasa, "Battal Gazi Destanı Geleneğinin Türk Halkı Arasında Doğuu, Gelimesi Üzerine Düünceler ve Bu Gelenekle İlgili Bibliyografik Bir Döküm", Eskiehir I. Seyyid Battal Gazi Bilimsel Semineri, 22-24 Eylül 1977, Bildiriler, Eskiehir, s.103, 104) makalesinde; Battal Gazi'nin Emeviler devrinde
VII. yüzyıl sonları ile VIII. yüzyılın ilk yarısında yaadığının bilindiğini, Emevilerin VIII. yüzyılın ilk yarısında Bizansla olan savalarına ve İstanbul kuatmalarına katıldığını kesin bir dille ifade ediyor (mehaz olarak P.N.Boratav'ı vermekte olup Boratavdaki kayıtlar kesin yargıları içermemekle birlikte, Boratav bunların menkıbevî birer sonuç olduğunu da ifade etmektedir).Ayrıca diğer bir kesin ama dayanaktan yoksun iddiası da Abdullah el-Battal'ın bu gerçek kiiliğinin Arap halkına mâlolduğunu, Emevi ve Abbasi devrinin Bizans sınırı boylarında yaayan Kilaboğulları ve Süleymanoğulları (Battal'ın Süleymanoğullarına ait olduğu da ifadeler arasındadır.) adlı iki Arap kabilesi arasında mevcut kabile rekabetinin de yardımıyla O'nun Arap-Bizans savalarındaki kahramanlıkları etrafında çeitli hikaye ve rivayetlerin doğduğunu belirtiyor. Bizce; Kilaboğulları ve Süleymanoğulları gibi bir soy yaratma çabası tamamen menkıbevî bir yaklaımın sonucudur. Çünkü bu iki kabile adı da Zatülhimme vb. gibi halk romanlarının ve destanlarının verdikleri soy dizinleri arasındadır. Diğer ilginç bir iddia da S.Arısoy (S.Arısoy, “Seyyid Battal Gazi ve Atı”, Eskiehir I. Seyyid Battal Gazi Bilimsel Semineri, 22-24 Eylül 1977, Bildiriler, Eskiehir, s.33)'da görülmektedir. S.Arısoy, hiçbir bilimsel kanıt göstermeksizin "Battal'ın 674-680 yılları arasında doğduğunu gösteren birçok kayıt vardır" demekle birlikte bu kayıtları vermemektedir.Bu bizce tamamen menkıbevî bilgilerin bazı günümüz aratırmacılarının menkıbe ile gerçek tarihî vesikaları birbirine karıtırmalarından doğmutur. 19 Yakubi (Yakubi, Tarih-i Yakubi, 1995, s.328,329)'deki kayıtta; "109 senesinde Muaviye İbn Hiam ve Battal savaın baındaydılar. Hanceri'yi fethettiler. Leon'un kapısını aldılar. Hakanla da karılatılar. 111 senesinde Türkler Azerbaycan'a yürüdü ve onlarla Haris ibn Amru Etta'î karılatı ve onları yendi. 112 senesinde Türkler Erdebil topraklarındaydılar. Cerrah ibn Abdullah El-Hakemî Türklere saldırdı ve hakanlarını öldürdü. Muaviye ibn Hiam da Rumlarla savatı ama ülkelerine giremedi. 114 senesinde Muaviye ibn Hiam ve Mesleme ibn Abdülmelik 115 senesinde ise Hiamoğulları Muaviye,Süleyman, bata da Abdullah El-Battal Konstantin'i yakaladı, esir etti ve Rumları yendi. " denilmektedir. 20 Bu konuda H.Hüsameddin (H.Hüsameddin, Amasya Tarihi, C.II, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 13291332, s.210-212; ükrü Baba, Divan-ı eyh İlhâmî ve Seyyid Battal Gazi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1334, s.1-28) eserinde bu muharebeleri öyle anlatmaktadır; " Emîr Mesleme 92'de (Mesihiye-Amasya)'nın garbında vakı' Karaman Dağı'ndan Amasya'ya inmek içün icra eylediği iddetli hücuma mukabil Anadolu valisi Leon ve Amasya Patriki Agriton'da iddetli müdafaa iderek tarafeyn-i askerî-i rahnedâr ve Emîr Mesleme 12 kadar ümeray-ı İslam ile mecruh ve hayli mücahidân-ı İslam ehid olmakla Kaldiklan ve Çorum sahralarına ric'at etmilerdir.Çorum ehrinde medfun oldukları itikad idilen sahib ve gaziler bu muharebede mecruhen avdetle orada irtihal-i dârü'n-na'im iden guzât-ı kirâmdan olmaları u vak'a-i tarihiyeden istidlal olunmaktadır. Bunun
bakımından son derece önemlidir.Bu kayıtlarda yaamı ve savaları destansı bir anlatımla ilenmektedir.
Taberî'deki kayıtta; H.113 yılında Anadolu seferlerinin içinde bulunmu21 ve Mara'ı almı22, H.114'de İstanbul'a sefer düzenlemiş olarak görülmek tedir23 .
Battal Gazi'nin muharebelerini anlatan söz konusu kaynakların zikrettikleri bölge, ehir ve kasaba isimlerine bakıldığında onun bata Malatya, Antakya, Amasya, Kayseri, Afyon ve Eskiehir yöresi olmak üzere, el-Cezîre (Güneydoğu Anadolu dahil) ve Suriye bölgelerinde faaliyet gösterdiği görülür. Hiç üphesiz bu coğrafya gerçek muharebelerin olduğu coğrafyanın aynı olmalıdır24. Battalnâme bata olmak üzere birçok Türk kaynağı25 ise onu daha çok Malatya ve Antakya yöresinde savamış gösterirler ki bu; Abbâsîler dönemi Bizans mücadelelerinin menkıbelemiekillerinin Battal Gazi'nin kiiliği etrafında toplanmasından kaynaklanmış gibi görünmektedir. Osmanlı kaynakları da bu bilgileri tarihsel olaylar olarak kabul etmektedir.
İslam, Hırıstiyan, Türk, Arap, Bizans vb. destani roman ve kahramanların çizdiği kültürel çevre ve karakter birbirine sonderece benzeyen ögeler taır. Farklı gibi duran, değiik etnik ve kültür çevresinin ürünü gibi görünen bu kaynaklarda sadece isimler ve yer adlarının değitiği gözlenir. Özde anlatılan kahraman ve onun etrafında dönen olaylar hemen hemen
üzerine Emîr Mesleme amdan ve Agriton dahi İstanbuldan istimdad idüb amdan Mehmed b.Mervan b.El-Hükm idaresinde 80 bin mevcudlu bir kuvve-i imdadiye vurud iderek mücahidan-ı İslam tezyid-i kuvvet itmekle tecdid-i savlet itmeğe baladılar.Emîr Mesleme 93'de ikinci defa Amasya'ya aynı mevkiden hücum ve Agriton ile Leon dahi aldıkları kuvve-i imdadiye ile mukabele iderek tarafeyn arasında muharebe-i edîde oldu, fakat mücahidan-ı İslam serdarı Emîr Mesleme ve ba'dehu sıra ile ümeradan Mehmed b.Mervan, Mehmed b.Abdülaziz b.Mervan, Mehmed b.El-Ehnaf, Abdurrahman b.Sa'sa'a, Abdullah b.Sa'id ve bunları müteakib Ebu'l-Hüseyn Abdullah El-Antâkî yani Battal Gazi hücum iderek cümlesi de mecruhen avdet ittiler.Ba'dehu ümeradan Abdullah b.Cerir El-Beclî, Battal Gazi'nin mecruhen avdetini müteakip yaralı olduğu halde bir daha hücum idüb pekçok Müselmin ehid ve kendisi de mecruh olmakla İslam ordusu içinde hayret ziyadeleti. Herkesde dönmek fikri kuvvet bulmaya baladı. Bu hali müahede iden Eminü'l-ganayim (Recai b.Huyut) gayet ateli bir nutuk irad ve mücahidan-ı İslamı teci' itmesi üzerine ümeradan (Sahan b.Yezîd El-Selmî) mecruh iken dayanamayub iddetli bir hücum daha icra idilse de pek çok Müselmin ile beraber ehid olduğuna binaen Eminü'l-ganayim Recai b.Huyut, idare-i askeriyeyi deruhde idüb Rumlar üzerine arslan gibi bir savlet itmi, Karaman Dağı'ndan aağı inüb Rumların kalbgahına kadar girmitir. Emîr Recai'nin etrafını Rumların ihata itmeleri, müarünileyhin ehid olduğunu zannettirmekle mücahidan-ı İslam ric'at ve inhizam göstermiş iken ümeradan Mehmed b.Abdülaziz ve müteakiben İslam serdarı Emîr Mesleme ve Battal Gazi yaralı oldukları halde gazanferane birer hücum ile ric'at itmiş olan mücahidanı iade idebilmilerdir. Emîr Meslemenin bir taraftan ateli nutuklar iradıyla mücahidleri teci' ve diğer taraftan yalnız zafer niday-ı eci'ânesiyle kükremiş arslan gibi mükerreren hücum itmesi, asakir-i İslamın kuvvet-i kalbiyelerini tezyîd, hamle-i fedakaranelerini tedid itmekle Rumlar fena halde bozulmu, Battal Gazi'de münhezm olan Rum ordusunun içerisine girüb at üzerinde kumanda iden Patrik Agriton üzerine bir kılıç hamlesiyle atından düürmü, baını kesüb İslam ordusunun içerisine atmıdır. Mücahidan-ı İslam Agriton'un kesik baını gördüklerini müteakib (Allahuekber) nidasıyla bütün Mesihiye-Amasya'nın cibal-i âhikasını inleterek birden hücum ve Rumları tarumar ve muzafferen Harine Vadisi'ne duhul itmekle kal'ası halkı istiman itdiler." 21 Taberi (Tarih-i Taberi, Beyrut, 1987, s.612)'deki kayıtta H.113 yılında Battal Gazi'nin savaları esnasında savaş arkadaı Buht oğlu Abdülvahhab'ın da bu savata ve bu tarihte öldüğü kaydı bulunmaktadır.
Taberi, Tarih-i Taberi, Beyrut, 1987, s.612,613,614. 23 Bu konuda Katip Çelebi (Katip Çelebi, Cihannüma, Müteferrika Baskısı, 1729, s.642)'deki kayıt öyledir; "Naklolunur ki, Mesleme b. Abdülmelik İstanbul'u muhasara eyledikde, Battal Gazi askerde bile idi. Mesleme fethedemeyip döner oldukda, İstanbul'u görmedikçe gitmem deyu yemin etmiti. ehrin bir kapısını açıp ancak Mesleme'yi ehre aldılar ve çâk Ayasofya'ya kadar gelip, at ile içine giripbadehu kalkıp am'a gitti. Ol esnada kapuda Battal Gazi mızrağına dayanup at üzerinde durdu ki, Mesleme'yi yalnız avlayup küffar bir zarar eritirmeyeler." 24A.Y.Ocak, “Battal Gazi”, TDİA, C.V, İstanbul,1992, s.204. 25 Bu kaynaklar menkıbevî bilgilerle iç içe girmiş olup, ayrıca Battal Gazinin de bir Anadolu Müslüman Türk savaçısı olduğundan hareketle kaleme alınmılardır. Bu tarz yaklaımı Evliya Çelebi (Seyahatname, 19821983, s.18,71) ve Mustafa Alî, (Mirkatü'l-Cihad, Topkapı Sarayı, No: 364.vrk., s.10 b)'de de görmek mümkündür.
hep aynı olmutur.Kültürel açıdan aynı coğrafyalarda yaamanın, birbirini etkileyen kültür alıverilerinin olmasının yanında tarihi açıdan da buna benzer bir görüntü çıkar ortaya. Hırıstiyan ve Müslüman unsurlar karılıklı iki düman sıfatı ile Türk-Bizans sınırları üzerinde yaadıkları halde bile aralarında asla derin bir dümanlık olmamıtır. Bizans yazarları daha
XII. yüzyılın balarında o zaman bir sınır bölgesi olan Beyehri Gölü üzerindeki adacıklarda oturan Rumların, Türklerle sıkı ilikileri sebebiyle Türk adet ve geleneklerini kabul ettiklerini hatta onlarla dostana ilikilere girierek Bizans İmparatorunun emirlerine önem vermediklerini kaydediyorlar . Digenis Akritas Destanı ile Seyyid Battal Destanı birbirinden derin dini uçurumlarla ayrılmış iki düman toplumun ifadesi değil, tam tersine yaam artları birbirine çok benzeyen ve birbirleriyle sıkı, hatta dostça sürekli iletiim halinde bulunan sosyal zümrelerin bir görüntüsüdür. Bunu Seyyid Battal Romanının bir devamından baka birey olmayan diğer bir Türk romanında yani Danimendnamede, Trabzon İmparatorluklarıyla Akkoyunlu Türkmenlerinin mücadelelerinden bazı sahneleri içeren Dede Korkud'da da görmek mümkündür26 .
Bu etkileimlerin bir boyutu da Saint Georges Kültünde ortaya çıkmaktadır. Saint Georges ya da Aya Yorgi kültünün, İslamiyetin Arap Yarımadasının dıına çıkarak Suriye, Irak ve Mısır bölgelerine yerlemeye baladığı ilk dönemlerden itibaren Müslüman topluluklar arasında yer bulabilen, İslamiletirilmiş en eski Hırıstiyan kültlerden biri olduğu düünülebilir.
Örneğin İbn Kuteybe, Taberi, Mes'ûdî vb. tarihçi ve yazarlar eserlerinde Saint Georges menkıbesine ait önemli açıklamalar yapmılardır. Sözkonusu kaynaklarda Saint Georges, Cercis, Circis veya Curcis Nebî Aleyhisselam tarzında zikredilmektedir. Cercis Nebî'nin Musul'da bulunduğuna inanılan bir mezarının, çok erken dönemlerde Müslüman halk arasında bir ziyaretgah mahalli özelliğini kazandığı anlaılmaktadır. Herevi, İbn Batuta ve Makrizi bu ziyaretgahtan saygı ile bahsetmektedirler. Öyle ki zamanla bu mezar etrafında bir vakıf kurulmuş olup, Osmanlı döneminde Cercis Nebî Evkafı adıyla zikredilen bu vakfın hatırı sayılır zengin bir vakıf olduğu kaynaklardan anlaılmaktadır27 .
Bazı kaynaklara göre Saint Georgios Kapadokyalı olup Diokletianus döneminde yaamış bir askerdir. Hırıstiyanlığı yaymaya çalıtığı için İznik'te baı kesilerek öldürülmütür. Ölüm tarihi olarak Jülien takvimine göre 23 Nisan 303 kabul edilmektedir. Bizde de bu tarih Hıdırelleze rastlamaktadır.Müslüman Türklerin Anadoluya geldikleri zaman Saint Georges kültü ile ilgileri burada balamaktadır. Müslüman Anadolu Türkleri onu Cercis Nebî olarak kabul etmenin yanında daha çok Hızır İlyas'la özdeletirmilerdir. Zamanla bütün fethedilen bölgelerde Aya Yorgi kilise ve manastırları Hızır İlyas makamı olarak takdise ve 23 Nisan (6 Mayıs) da Hıdırellez günü olarak kutlanmaya balanmıtır. Saint Georges'un beyaz atlı, savaçı ve ejderha öldüren bir aziz oluunun bu özdeletirmede en önemli bir araç olduğu açıktır. XIII.-XIV. yüzyıllarda Anadolu, XV. yüzyıldan itibaren de Rumeli fetihleri sırasında Saint Georges'un bu niteliklerinden faydalanmılar ve onu kendi atlı savaçı eyhleriyle özdeletirmilerdir. Örneğin Mecidözü'nde Baba İlyas-ı Horasani'nin; Sulucakaraöyük'de Hacı Bekta'ın; Rumeli Dobruca'da Sarı Saltık'ın ve Üsküp civarında Karaca Ahmed Sultan'ın Saint Georges'la aynı ahsiyet kabul edildiklerini söylemeliyiz. Bu kiilerin türbelerinin hem Müslüman hem de yerli Hırıstiyanlar tarafından ziyaret ve takdis olunduklarını, gerek yerli gerekse yabancı kaynaklar sayesinde tesbit edebiliyoruz. Bilindiği gibi Baba İlyas, Karaca Ahmed ve Sarı Saltık da beyaz atlı, savaçı ve ejderha öldüren velîlerdir28 .
26 M.F.Köprülü, Osmanlı Devletinin Kuruluu, TTK Yay., Ankara, 1991, s.79, 80.
A.Y.Ocak, « Anadolu’da XIII-XV. Yüzyıda Müslim-Gayr-ı Müslim Dini Etkileimler ve Saint Georges (Aya Yorgi-Hagios Georgios) Kültü », X. Türk Tarih Kongresi, Ankara, 1991, s.963. 28 Ocak, « Anadolu’da XIII-XV………………… s.964).
Battal Gazi'nin adı etrafında, daha ilk kaynaklardan balayarak, bir menkıbeler silsilesi olumutur. Onun Rum seferlerindeki maceraları, Taberi'den balayarak, Arap tarihçilerinde ve Bizans kroniklerinde, ya birbirinden nakledil mek suretiyle ya da birbirini tamamlayacak ekilde anlatılmıtır. Bunların hepsinin gerçek tarihî olaylar olduğuna Arap tarihçileri insanları inandırmak istemilerdir; çoğunda, verdikleri haberleri, rivayet edenlerin adlarını kaydetmek suretiyle, belgelendirme gayreti görülür. Bununla beraber bu rivayetlerin çoğunda menkıbevî yaklaım hemen farkedilmektedir. Menkıbe ile belgelendirilmiş tarih, bütün Ortaçağ edebî ürünlerinde olduğu gibi, Battal maceralarını hikâye eden eserlerde de, çok defa ayırdedilemeyecek derecede, birbirine karımıtır; Battal romanlarındaki menkıbelerin bir çoğu tarih kitaplarında tesbit edilmiş olayların bir az bozulup, ekil değitirip, abartılması ile meydana geldiği gibi, tarih kitaplarındaki olaylar da, üphesiz bunlardan etkilenip, gerçek olayların oldukça menkıbelemiekilleridir. Eski kaynaklarda menkıbelerin tarih olarak kabul edilmesi çok sık karılatığımız bir olgudur.
Arap vekayinamelerinde çizilen Battal Gazi portresinin geniş ölçüde Türk kaynaklarının tasvir ettiği portreye benzediği hemen dikkati çeker. Arap vekayinamelerine göre O, Hıristiyanların çok korktuğu bir cengaverdir29. Anneler yaramazlık yapan çocuklarını onunla korkuturlar30, çocuklarına onun kim olduğunu öğretmek için kiliselerinde resimlerini bulundururlar. Battal Gazi sık sık kilise ve manastırlara saldırır, rahiplerle temas halindedir. Ele geçirmek istediği kale ve ehirleri bazen kılıç kuvvetiyle bazen de aklını kullanarak kendisine bağlar. Bu tablo Türkçe Battalname'ye de uymaktadır.
Battal Gazi'nin menkıbevî kiiliği Anadolu Türkleri arasında da kendisini kuvvetle ortaya çıkarmaktadır31. Türkler bu savaçıyı gerçek kimliğinden çıkarıp klasik bir Türk Alp'i eklinde düünmüler ve Battalnâme'yi muhtemelen XI. yüzyılın sonlarıyla XIII. yüzyılın baları arasındaki dönem içinde bu anlayıa göre yeni bir yorumla oluturmulardır32 .
29
".....Emîr Cafer kim Seyyid Battaldır.Narunurreid O'nu 170 bin asker ile İstanbul üzerine öncü gönderip Battal Gazi Rum'a giderken Harunurreid de ardçı olarak konakları atı. İstanbul'un boğazını alıp, gelen geçen gemileri yakalayıp, cümle asker ile karı İstanbul'a geçip, dört bir yanını yağma ve talan etti. Böylece kuatmaya alınan İstanbul'da kalan kafirler açlıktan aman ile tara çıkınca Harun, küffara asla aman vermeyip, Seyyid Battal Gazi bunlara bir kılıç üürdü kim yine kafirin tarihçesinin dediğine göre üç kere yüz bin kafir kılıçtan geçirildi. 70 bin esir nice kii, can tutsak olub İslam askeri tok toyumdan bunları taıyamaz hale gelince bin parça gemiye yüklediler ve İskenderun'a gönderdiler." (Evliya Çelebi, Seyahatname, (Giri), Haz. İ.Parmazsızoğlu,Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara, 1983, s.71); " Buht oğlu Abdülvahhab öldüğünde Battal ile birlikte Rum topraklarındaydı. Ömer oğlu Muhammed, Ömer oğlu Abdülaziz'den duyduğuna göre öyle söylemiti; Buht oğlu Abdülvahhab 113 yılında Battal ile birlikte savamıtı. Battal'ın karısındaki insanlar korkudan kaçıp dağılıyorlardı." (Taberi, Tarih-i Taberi, Beyrut, 1987, s.612). " Ebu Mervan öyle dedi, Battal'ın öyle dediğini duydum;.........Patrik ve kervanına hücum ettim.Arkadaları Patrikten ayrıldı. Böylece Patriği öldürdüm. Arkadalarını da öldürmek istedim fakat, onlar kaçtılar. Atını ve Patriğin kellesini aldım, manastıra döndüm. Patriğin kellesini manastıra attım." (Abdullah b.Mehmed-Abdurrahman b.İlgaz, Tarih-i Dımak, Beyrut, 1988, s.137-139). 30 "Ben bir gece bölük ile köye çıktık. Arkadalarıma dedim: Atlarınızın bağlarını bırakın, hiç kimseyi öldürerek veya söverek harekete geçirmeyin. Tâ ki köyün içine girene kadar. Çünkü hepsi uykudadırlar. Böylece askerler köye dağıldılar. Ben ve bazı arkadalarım kandil yanan bir eve girdik. İçeride kadın ve küçük bir oğlu vardı. Kadın oğlu ağladığı için susturmaya çalııyor, 'sus, yoksa seni Battal'a veririm, seni götürür' diyordu. Oğlunu yatağından aldı, sonra bana 'Tut ya Battal' dedi ve ben de çocuğu aldım." (Abdullah b.Mehmed-Abdurrahman b.İlgaz, Tarih-i Dımak, C.I, Beyrut, 1988, s.137). 31 A.A. Vasiliev (A. A. Vasiliev, Hıstory of the Byzantine Empire, Madıson Wısconsın, 1952, s.302); eserinde, Battalnamenin temelini oluturan tarihsel ve kültürel dokunun tamamen Araplardan alınma olmadığını vurgulamaktadır.Bunun için de;" VII.-IX. yüzyıllarda Anadolu'da Bizans ve Ermeni beyliklerini haraca bağlayan Abbasi ordularının kumandanlarının da Türk asıllı olduklarını düünürsek, Battal Gazi destanında anlatılan olayların bir kısmının Türklere ait olabileceği mantığı da ortaya çıkmaktadır" demektedir.
32
Seyyid Battal Gazi'nin yerel hikayesi 1071'den sonra Türklerin Anadolu'ya yerlemeleri ile birlikte Türk destanları ile karımış ve bütünlemiş olmalıdır. Bu bütünlemenin 1102 yılında Malatya'yı alan Danimendliler tarafından gerçekletirildiği de genel kanıyı oluturmaktadır (P.N.Boratav, "Battal", İ.A., MEB Yay., M.E.Basımevi, CII, İstanbul, 1993, s.344-351; İ.Melikoff, "Al-Battal", Encyclopedie de I'İslam, C.II, Leiden,
Destanın Türkçeye adapte edilmieklinde Danimend ailesi Battal Gazi'ye kadar gitmektedir.
Türkler, Danimend'i kendi geleneklerine bağlamılar ve Battal Gazi'nin doğum yeri Malatya'nın onun doğum yeri olduğunu öne sürmülerdir. Bazı Ermeni yazarlar da Danimend'in bir İranlı Ermeni olduğunu öne sürmek istemilerdir33 .
Bizans-Arap savalarını konu alan geleneksel halk destanlarını, Anadolu'yu fethettikten sonra Türklerin kendilerine mâletmelerini doğal karılamak gerekir.Yeni Türk unsurları katılarak değitirilen bu destanlar, Anadolu'nun fethine ilikin yeni Anadolu halk destanlarını doğurmutur34 . Bunun diğer önemli örneklerinden biri de Battal Gazi menkıbelerinin Afyonkarahisar'a uyarlanmasıyla meydana gelmiş bir Battalnamedir. Akronion (Afyonkarahisar) bölgesinde ehid edilen Battal'a Afyonkarahisar halkı ve kültürü hemen sahip çıkmış ve yeni ilavelerle yeni bir Battalname doğmutur35 .
1971, s.1137). İ.A.Sarar, (İ.A.Sarar, "Edebiyatımızda Seyyit Battal Gazi", Eskiehir I. Seyyid Battal Gazi Bilimsel Semineri, 22-24 Eylül 1977 Bildiriler, Eskiehir, s.99) makalesinde; Malatya ve çevresinde Türkmen airetlerinden, Eskiehir Seyyid Battal Gazi ve yöresindeki Türkmen airetlerinden, kendilerine Abdallar diye ad takmış olan kabilelerden elde ettiğini söylediği bilgilere göre; ilk Türkçe Battal romanı bu havalilerden, halk arasında derlenmi, yüzyıllardan bu yana söylenmiş Seyyid Battal Gazi'nin menkıbevî yaantısından faydalanarak hazırlanmı, destan parçalarını kapsadığını söylemektedir.
33
Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu‘da Türkler, Çev.: Y.Moran, E Yay., İstanbul, 1979, s.96. 34İ.Melikoff, La Geste de Melik Danimend, C. I-II, Paris, 1960, s.1137.; Ayrıca bu Battalnameler içinde güzel örneklerden biri de XVII. yüzyıla ait olduğunu tahmin ettiğimiz bir yazma nüshadır. ücaeddin Veli Külliyesi dedesi Nevzat Dede'nin elinde bulunan bu yazma nüshanın Seyitgazi bölgesinde ortaya çıkması, Battalname için olduğu kadar yöre için de önemli bilgiler içermektedir. Bu açıdan bu Battalnamenin bilimsel olarak incelenmesi gerekmektedir. 35 İ. Ünver Nasrattınoğlu (İ. Ünver Nasrattınoğlu, « Seyyit Battal Gazi Efsanesinin Afyonkarahisar Varyantı », Eskiehir I. Seyyid Battal Gazi Bilimsel Semineri, 22-24 Eylül 1977, Bildiriler, Eskiehir, s.88-90) Afyonkarahisar'a özgü Battalnameden u örnekleri vermektedir;" Bizans İmparatoru Leon'un dayısı Todori ile Battal Gazi Malatya'da karılamılar, Battal Todori'yi mağlup etmi, ama O'nun Müslüman olmasını art koarak canını bağılamı. Todori'nin Müslümanlığı kabul etmesi üzerine Battal Gazi O'na Ahmed Turani adını vermi. Bundan sonra Battal'la Turani ölünceye dek beraber olmular. Bu iki arkadaş birlikte İstanbul'a giderek Bizans İmparatorlarını tahttan indirmiler. Battal Gazi ile Ahmed Turani o zaman Bizans İmparatorluğunun en önemli, müstahkem mevkilerinden biri olan Afyonkarahisar kalesini ele geçirmeye karar vermiler. Ahmet turani yanındaki bir kaç askerle kaleyi ön taraftan kuatmı. Battal Gazi'de Hisarardı denilen yerden kuatmayı tamamlamı. Kalenin yapısı çok sağlam olduğu için zapdedilme imkanı hemen hemen yok gibiymi. Ama Battal Gazi ve arkadalarının kuatma harekatı üzerine kale kumandanı Bizans İmparatorundan yardım istemi. İmparator yüzbin kiilik bir orduyu hemen yola çıkarmı. Bizans İmparatorunun Afyonkarahisar'a gönderdiği ordu yol ala dursun, Battal Gazi arkadan, Ahmed Turani önden devamlı olarak kaleye hücum ediyorlarmı. Öte yandan kale komutanının kızı Battal Gazi'nin kahramanlıklarını duymuş ve ona gizliden gizliye aık olmu.O sebeple Battal'ın ölmemesi için dua eder dururmu. Derken, yüzbin kiilik Bizans ordusu Gazlıgöl önlerinde görülmü. Kaledeki Bizans askerleri yardımcı kuvvetleri görmüler ve Battal Gazi ve arkadalarını oyalamaya balamılar. Devamlı savamaktan yorgun düen Battal Gazi, bir süre dinlenmek amacıyla kalenin yan tarafındaki Yumaklık denilen Beparmak altının üst tarafındaki çimenlik üzerine uzanıp yatmış ve uykuya dalmı. Battal'a aık olan kale kumandanının kızı yüzbin kiilik Bizans kuvvetini görmü.Battal'a durumu bildirebilmek için bir kağıda Bizans ordusunun Afyonkarahisar kalesine yaklamakta olduğunu, tedbir almasını yazarak bir küçük taa bağlamış ve Battal'ın üzerine atmı. Ne var ki bu taş Battal'ın kulaktozuna değmiş ve Battal bir an çırpınıp ruhunu teslim etmi.Battal'ın yanına giden Kale kumandanının kızı Battal'ın öldüğünü görünce, babasının kendine verdiği zehirli hençeri kendisine saplayarak orada ölmü. Ahmed Turani'nin kabri Afyonkarahisar kalesinin eteklerinde, Selçuklu yapısı Ulu Camiinin karısındadır. Ancak, savaş sonrası esen çok iddetli fırtına ve ardından gelen seller Battal Gazi ile sevgilisini bulundukları yerden alarak baka diyarlara götürmü. İte bu diyar Seyitgazi ilçesidir." Battal Gazi menkıbelerinden kadın kahramanlara sıkça rastlanmaktadır. Bu menkıbelerde; kadın kahramanlar Battal Gazi'ye veya onun arkadalarına savaş ve kuatmalarda onlara yardım etmektedirler. Ancak bunların sayesinde zorluk çekilmeden kalelere girilmekte, esir dümüİslam savaçıları (Dede Korkut'da Parasar'ın Bayburd Hisarı'ndan Bey Böğrek'in kurtuluu gibi) bunlar sayesinde özgürlüklerine kavuturulmakta, sonunda din değitirip, aık oldukları İslam kahramanlarıyla evlenmektedirler.
Battal Gazi'nin Türkler arasında bu kadar çok sevilip bir "Gazi-Velî36 (Alp Eren) kimliğiyle yüceltilmesinde ve ululanmasında, ehit olduğu yerde eski bir Bizans dînî yerleimi üzerinde bulunduğu varsayılan mezarının, I. Alâeddin Keykubad'ın (1220-1237) annesi tarafından bir rüya sonucu kefedildiğini37 nakleden menkıbenin önemli bir katkısı olsa gerek. Bunun yanında bu tür sosyal-dini yapıların inaasında özellikle Seyyid Battal Gazi Külliyesi'nde Selçuk Sultanının Danimendlere karı olan minnetdarlığının ispatı olarak gerçekletiği tezi de ilginç bir değerlendirmedir.
Bunlara en iyi örnek yukarıda zikretteğimiz Battal'a aık olan Elenora, Battal Gazi'nin kayser kızı Kitayun'a aık olması, Battal Gazi'nin Malatya emîri Ömer'in kızını istemesi vb. gibi olaylar sıkça ilenen kadın kahramanlar olgusunu kuvvetlendirmektedir. Ayrıca burada bir de iki tip kadın modeli ortaya çıkmaktadır; birincisi, erkekden ayrı bir dünyada, ayrı bir düzen içinde yaayan İslam kadını, ikincisi ise epik-feodal düzenin özelliklerini taıyan övalye kadın tipidir (Tahir Alangu, "Ortazaman Anadolu Komu Milletlerinin Eposlarında Kadın Kahramanlar", Türk Dili, C.II, Ankara, 1953, s.146,147). 36 Seyyid Battal Gazi'nin tarihsel karakteri (tartımalı olarak) tamamen teolojik temelden ziyade, bir din savaçısı olarak görülüp, kiisel özellikleri bunun üzerine temellendirilmitir.Halbuki ona ne bir keramet ne de mucizeler gerçekletirme gücü bağılanmıtır. Ama bu insan kaynaklarda din savaçılığının yanında, gerektiğinde ondan mucizeler beklenilen bir kiilik oluvermitir. Seyyid Battal Gazi, balangıçta bir "Velî" olarak kabul edilmemiş ise de "Velî" de olması gereken niteliklerin daha sonra ona atfedildiğini görmekteyiz.Anadolu evliyaları için bkz. A.Y.Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkıbeleri, Ankara, 1984. 37F.W.Hasluck (F.W.Hasluck, M. A. Christianity and İslam Under the Sultans, vol: 2, Oxford, 1929, s.704716) eserinde; menkıbevi bilgileri tarihsel veriler gibi gösterip, mezarın bulunuş öyküsünü tarihsel bir vakıa gibi zikretmektedir. Ona göre; Mesih'in kalesi, Rum Sultanı Alaeddin (1219-36) tarafından generali Hazarasp'a verilmitir. Generalin çobanlarından Kutluca adındaki birisi kalenin karısındaki tepede koyunlarını otlatırken, orada mucizevi bir ıık görür. Mucizeden haberdar kılınan Hazarasp, burada küçük bir apel ina ettirir ve bu apel hac amacıyla ziyaret edilen bir yer olur. Peygamberin soyundan gelen Alaeddin'in annesi Seyyid Battal Gazi'yi düünde görünceye değin buranın Seyyid Battal Gazi ile bir ilgisi yoktur ( Bu yargı da doğru olmasa gerek. Çünkü hemen hemen 50 yıl kadar önce bu bölgeyi ve Seyitgazi'yi gezerek izlenimlerini yazan Herevi, eserinde Seyyid Battal'ın mezarından bahsetmektedir).Annesi Alaeddin'e, ölümüyle yüz yüze geleceği Mesih'in kalesinin bulunduğu yerde bir anıt ina ettirmesini sağlar. Alaeddin'in annesi, kaleye gider ve aratırma yapar. Baka bir görüntü (düş anlamında) ilk gördüğü düü teyid eder. Bu görüntüye göre, toprak yarılır, bir kapı belirir, kapıdan yedi basamaklı bir yoldan geçer Arap savaçının (Seyyid Gazi) silahlanmış bir halde önünde durduğunu görür. Alaeddin'in annesi, yeni kefettiği aziz için bir anıt mezar yaptırır. Burada yaptırılan binayı takiben, Mihaloğulları ve Kanuni Sultan Süleyman büyük bir olasılıkla Bağdat'a giderken türbeyi ziyaret ettiği 1534 yılında kendisi tarafından eklemeler yaptırılmıtır (bu bilginin de kesin tarihsel kanıtları bulunmamaktadır). K.Wulzinger'de F.W.Hasluck'u doğrulayarak bu rivayetleri öyle anlatmaktadır; " O vakit Peygamberin yüksek huzurundaki dii zürriyetlerinden ve dini bütün bir kadın olan Sultan Hatun isimli Sultan Alaeddin'in annesi tesadüfen bir gece Seyyid Battal'ı rüyasında gördü ve Battal ona seslendi: «Ey yüce kadın, ben Rum'un devletine hakim olan ve sonunda Kala-i Masiyye'de ölmüş bulunan Peygamberin eriflerinden birisiyim. Gel ve üzerime (kalan parçalarımın üstüne) bir türbe yaptır.» Sultan uyandığında ayağa kalktı ve Sultan Alaeddin'in yanına gitti ve hikayeyi anlattı Sultanın emri ile devlet hazinesini açtırdı ve yüklerle develer kouldu; ondan sonra Sultan Hatun bazı köleleri ve hizmetlileriyle oraya doğru hareket etti ve kendisine Kılıç Arslan isimli bir vezir de elik etmiti. Günün birinde oraya ulamılardı ve kalenin karısına yakın bir tarlanın üzerinde konaklamılardı. Sultanın emriyle oraya bir kervansaray yapılmış ve bir köy kurulmutu ve oraya bugünde olduğu gibi eenkuç denmiti. Hazarasp bunu öğrendiğinde alıp onu kaleye getirmi, orada ağırlamış ve: «Buraya geliş sebebin nedir, burada ne iin var ?» diye sormutu. Sultan cevap vermi:«Ey Hazarasp, kalenin yakınında bir ziyaretgah varmıdır?» Hazarasp cevap vermi:«Benim Kutluca isminde bir çobanım var; kalenin karısındaki tepede koyunlarını otlatırken parlak bir ıık görmüş ve ıığın kuvvetinden neredeyse aklını kaybetmiti. Kendinden geçmiş ve buna anlam veremiyor. Aynı yerde koyunlar da toplanmış ve durmulardı. Bunun hakkında haber aldım. Çobanın nasıl olduğunu, gittim ve gördüm; bu yerin etrafına bir ibadet evi yaptırdım ve bu gün orası bir ziyaretgahtır.»..... «Sultanın emriyle oraya taş ustaları ve duvarcılar getirilmiti. Sultan Seyyid'in geriye kalanların üzerine bir türbe ina edilmiti, kendisi için de bir türbe ina ettirmiti, aynı ekilde bir cami ve bir tekke de yaptırdı, burası için köyler kurdu ve onlar için eğitilmiş derviler getirtti.» (K.Wulzinger, Dreı Bektaschı -Klöster Phrigiens, Berlin, 1913,s.6).
Wulzinger'e göre; Hazarasp'ın emriyle orada bir ziyaret tekkesi38 yapılmış ve herhangi bir isteği olan herkes orayı ziyaret etmeye balamıtır39 .
Menkıbelerin ve edebî ürünlerden Battalnamenin etkileri o denli büyük olmutur ki, Battal Gazi daha Selçuklular döneminden itibaren Anadolu'da özellikle sünni İslam inanıı dıındaki Türkler (önce Kalenderiler, sonra Bektaîler ve Alevîler) tarafından çok benimsenip yüceltilmitir. Burada dikkatlerden kaçmaması gereken olgu; gerçekte Hz. Ali ve soyuna hiç de iyi gözle bakmayan bir hânedana, Emevîler'e mensup bir kiiliğin, bu niteliğinin unutularak en ön safta gelen bir evliya mertebesine çıkarılmış olmasıdır. Böylece, Emevî komutanı Battal Gazi, heterodoks Türk zümreleri arasında yerini Hz. Ali soyundan gelen Seyyid Battal Gazi'ye bırakmıtır.
Battal Gazi'ye muhtemelen XIII. veya XIV. yazyılda bir de Seyyidlik pâyesi uygun görülerek Peygamber soyuna bağlanmıtır. Battal Gazi'yi Hz. Ali soyuna bağlayan bir Siyâdetnâme vaktiyle zâviye eyhleri tarafından muhafaza edilmekteydi.Böylece daha XIII. yüzyılda gerek halk, gerekse Bizans sınırındaki gaziler arasında bir Gazi-Evliya olarak takdis edilmeye balanan Seyyid Battal Gazi'nin aynı devirde bata Kalenderîler olmak üzere çeitli sünnilik dıı topluluklar arasında yaygın bir külte konu tekil ettiği görülür. Ancak bu önemli olayın nasıl ve hangi bağlantılarla meydana geldiği; Anadolu Kalenderîlerinin ne gibi sebepler yüzünden onu "Pîr-i Abdâlân" kabul ettikleri henüz tam olarak bilinememek tedir. Battal Gazi geleneği ve onun yarattığı edebî kiilik Anadolu insanını gerek kahramanlığı gerekse evliya kimliğiyle o derece etkilemitir ki daha XIII. yüzyılda, o zaman Anadolu'nun hemen her tarafında kalabalık kitleler halinde görülmeye balayan Kalenderi dervileri O'nu kendilerine "Pîr" kabul etmekte tereddüt göstermemilerdir. Battal Gazi'nin türbe ve tekkesi, Kalenderiler'in merkez tekkesi durumuna yükselmiş ve bu konumunu XVI. yüzyılın son çeyreğine kadar korumutur. XV. yüzyılın balarında Bektailik, pek çok ey gibi Battal Gazi kültünü de devralmıtır40 .
Battal Gazi, sünnî halk airleri tarafından da XV. yüzyıldan beri hem gazilik ve kahramanlık, hem de evliyalık yönleri vurgulanarak yüceltilegelmitir.
Battal Gazi, erken dönemlerden itibaren Osmanlı gazileri arasında da büyük bir saygıya mazhar olmutur. İçiçe geçmiş durumdaki menkıbe ve kaynaklar, O'nun, XV. yüzyıldan beri savaa giden gaziler tarafından "Gazilerin Ulusu" olarak kabul edildiğini gösteriyor. Askerler yola çıkmadan önce onun türbesini ziyaret etmiler ve ruhaniyetinden yardım dilemilerdir41 .
Osmanlı tarihlerinde Battal'ın tarihî kiiliğinden çok, menkıbevî kiiliğini buluruz. Arap kaynaklarında tarihî haberler ile yan yana duran hikayelemiş olayların bir çoğunu, Osmanlı tarihçileri de olduğu gibi nakletmilerdir42; bunların içinde, bâzı baka menkıbeler ile, çoğu Battal romanlarından geçme, daha yeni yorumlar da bulunmaktadır43 .
İslami dönem Türk edebiyatının en ilgi çekici ve gelimiş örneklerinden birini destani romanlar tekil etmektedir. Ebu Müslim Horasani, Battal Gazi, Melik Danimend Gazi, Sarı Saltuk ve Köroğlu gibi kahramanların etrafında oluan bu destani romanların en eskileri
38 K.Wulzinger'e göre burası Aslında bir Atryum "avlu" idi.
39 Wulzinger, Drei Bektaschi -..........................., s.6.
40 Cahit Öztelli, (Cahit Öztelli, "Seyyid Battal Gazi Romanı Üzerine Düünceler", Eskiehir I. Seyyid Battal
Gazi Bilimsel Semineri, 22-24 Eylül 1977, Bildiriler, Eskiehir, s.94) menakıbevî eserlerin tahlilini içeren kısa
makalesinde; Battal Gazi'yi Ahilerin, Bektailerin ve Alevilerin "Pîr" olarak tanıdıklarını belirtmektedir.

41
Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sufilik : Kalenderiler (XIV-XVII. Yüzyıllar), TTK Yay., Ank.1992, s.204,205.
42
Müneccimbaı (Müneccimbaı, Tarih-i Umumi Sahaifü'l-Ahbar, C.I, Beyrut, 1983, s.801-814) tarihinde;
H.113 yılı olayları arasında Battal Gazi'nin bulunduğu muharebeler ve Abdülvahhab'ın öldürülmesi olayı, aynen
İbn Kesir'de anlatıldığı gibi nakledilir. Ayrıca, Battal Gazi'nin H.122 yılında ehid edildiği ve İbn Kesir'deki
buna ait iki menkıbe de olduğu gibi kaydedilmitir.
43 P.N.Boratav, "Battal", İslam Ansiklopedisi., C.II, İstanbul, 1993, s.345-346.

muhtemelen XIII. yüzyılda Türkçeye uyarlanan Battalname ve Ebu Müslimnamedir.44 Ebu Müslimname, Abbasi Devletinin kuruluunda tarihi bir rol oynamış bulunan Ebu Müslim Horasânî (öl.137/755)'nin Abbasi ihtilalini nasıl balatıp bitirdiğini anlatan yine efsanevi içerikte bir destandır45 .
Battalname yazıya geçirildiği dönemden itibaren halk arasında çok okunmakta olup yaadığı yüzyıllar boyunca birçok ilaveler gördüğü açıktır. Ayrıca eserdeki kültürel ürünlerin yüzyıllara ve coğrafyalara göre de değiiklikler gösterdeği açıktır.
Bunlardan biri Battal Gazi'nin Hızır İlyas ile olan menkıbeleridir. Hızır bu destani romanlarda kahramanların yardımcısı, yol göstericisidir. Baları sıkıtığında veya ölümle burun buruna geldiklerinde Hızır ortaya çıkar ve kendilerini kurtarır.46Buna benzer bir baka destan da yine XIII. yüzyılda Arif Ali tarafından yazıya aktarıldığı sanılan ve Melik Danimend Gazinin ilk Anadolu fetihlerini nakleden Danimendnamedir47. Bunda da Hızır ile dikkate değer bölümler bulunmaktadır. Bunun yanında Dede Korkut48 hikayeleri de önemli birer kültür ürünüdür. Aynı ekilde, aslında büyük bir menâkıbnâme kimliği de göstermesine rağmen kahramanlık destanı türüne de sokulabilecek olan Ebu'l-Hayr-ı Rûmî'nin Saltıknamesini49 de sayabiliriz.
XV. yüzyılda kaleme alınmakla beraber aslında XIII. yüzyılda yaayan Sarı Saltuk adlı bir Türkmen babasının kahramanlık menkıbelerini ve kerametlerini anlatan bu eserde Hızır'ın Sarı Saltık ile olan ilikileri, konumaları, menkıbeleri zengin bir biçimde yeralmaktadır. Ayrıca İslami dönem Orta Asya Türk destanlarından Manas Destanını50, Alpamış Destanını51 , Anadolu dahil hemen hemen bütün Ön Asyaya yayılmış bulunan ünlü Köroğlu Destanını52 da anmak gerekir. Bunlarda da Hızırla ilgili birçok bölüm bulunmaktadır53.Bu da bize bu kültür etkileiminin en çarpıcı özelliklerini ve bu özelliklerin etkilerini göstermesi açısından önemlidir.
Kahramânâne-dinî bir içeriğe sahip olan Battal Gazi Menkıbesi, Selçukluların ilk zamanından beri, manzum ve mensur birçok Battalnameler olumasına sebep olmutur ki, H. Ethé haklı olarak, bunun esasında, askerleri Anadolu fethine hazırlamak amacıyla yazılmış
44 Türk edebiyatında destani romanlara ait geniş bilgi için bkz.: M.F.Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s.254258; Alessio Bombaci, Histoire de la Littérature Turque, Çev.: I.Melikoff, Paris 1968, s.259-265; I. Melikoff,
La Geste de Melik Danimend, Paris, 1960, C.I, s.41-52; I.Melikoff, Abu Muslim, Le Porte-heche du
Khorassan, Paris, 1962, s.29-43.
45 A.Y.Ocak, İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara, 1985, s.185)
46 "....ve cadular kalai beklerler. Nice kim yol aradı, çare idemedi. Andan mübarek yüzin yire sürüb niyaz eyledi.
Ol dem Hızır Peygamber iridi. Seyyide selam virdi ve eytdi; Ey ciger kûem. Melul olma kim gerekir kim bu
vilayet dahi senün kademinde açıla, müerref ola didi. Andan Hızır Peygamber atından indi, Seyyid hazretini
bindirdi ve yeil kamçısını Seyyidin eline virdi ve eytdi; Ciger kuem, atın baını ehre karu tut, didi. Seyyid
hazreti dahi eyle eyledi. At bir kez pervaz eyledi, ehrin üstüne kondu....." (Menakıb-ı Gazavat-ı Seyyid Battal
Gazi, İstanbul, (Tarihsiz-Tabasma), C.IV,s.26,27).
47 Destan, Battal Gazi etrafında yine Türklerin yarattığı Battal Gazi Destanının bir devamıdır. Danimend Ahmed
Gazi de Battal Gazi gibi merkezi Malatyada bulunan İslam gazilerinin ve Ahmed Gazi de Battal Gazi vasıtasıyla
Hz.Peygamber soyuna bağlanmaktadır.Bununla birlikte o, Türk kahramanları gibi Harezmlilerin yadigarıdır.
Danimend, Peygamberin bir iareti ile Rum gazasına memur olur ( O.Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye,
Boğaziçi Yay., İstanbul, 1993, s.123; Ayrıca Bkz. Melikoff I., La Geste de Melik Danimend Gazi, Paris,
1960, C.II ).
48 Bkz. Dede Korkut Kitabı, Yay.: Muharrem Ergin, Ankara,1964.

Saltukname, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Hazine Kısmı, No: 1612; Eser ve müellif için bkz. A.Gölpınarlı A., Yunus Emre ve Tasavvuf, İstanbul 1961, s.33-41; İz Fahir, "Saltuk-name", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, Ankara, 1981, C.II, s.971-977. 50 Bkz. Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, Ankara, 1971, C.I, s.495-539. 51 Özbek Halk Destanları Serisi, Alpamı,Nr. Tura Mirzayev, Takent 1969; S.Chandra Sen Gupta, "Bir Orta Asya Özbek Türk Destanı: Alpamı, Menei ve Versiyonları ", Çev.: Çiğdem Yıldırım, Türk Folklor Aratırmaları, (1982), Ankara, 1983, s.177-189. 52 Bkz. P.N.Boratav, Köroğlu Destanı, İstanbul, s.1931. 53 A.Y.Ocak, İslam-Türk İnançlarında Hızır Yahut Hızır-İlyas Kültü, Ankara, 1985, s.40.
bir eser olduğunu iddia etmektedir; önce kimin tarafından ve her ne amaçla yazılmış olursa olsun, o dönem Türklerinin ortak duygularını yansıtan bu eser halk arasında büyük bir ün kazanmı, hattâ Doğu Türkistan'a kadar yayılmıtır; orada da bu menkıbevî kahraman hakkında birtakım menkıbelerin varlığı, hattâ Aksu ehrinde onun mezarına rastlanması bunu gösterir; oradaki menkıbeye göre 54, Battal Gazi, H. 81 (M. 700-701)'de Medine'de vefat ederek, Bakü'de defnedilen Muhammedü'l-Hanife'nin dördüncü torunu olup, İmâm Abdu'rrahmân 'Alevî ismiyle tanınmıtır.
VIII. yüzyılda Emevîler'in Bizans'a karı açtıkları savalarda "El-Battal" lakabıyla öhret kazanmış bir savaçının Türkler arasında yayılan kahramanlık menkıbelerinin destanlatırıldığı bir halk hikâyesi olan Battalnâmenin55 yazma nüshaları Menâkıb-ı Gazavât-ı Seyyid Battal Gâzî, Hikâyet-i Seyyid Battal Gâzî gibi isimler taımaktadır. Hikâyenin yazıya geçiriliş tarihi henüz kesin olarak tayin edilmemekle beraber bütün aratırmacıların birlemiş göründükleri zaman dilimi, XI. yüzyılın sonlarından XIII. yüzyılın balarına kadar olan 100 yıldan biraz fazla bir dönemdir56 . Ancak Battalname'den bazı kısımlar almış olup 643'te (1245-46) yazıldığı kesin olarak bilinen Danimendnâme'de Melik Dânimend'in57 Battal
54
A.Y.Ocak (A.Y.Ocak, “Sarı Saltuk ve Saltukname“, Türk Kültürü, Türk Kültürünü Aratırma Enstitüsü Yay., S.195, Yıl XVII, Ocak 1979, s.273-275) eserinde; Saltuknamede ilenen temalarla, özellikle Sarı Saltuk tipolojisiyle, Battal Gazi'nin diğer edebi ürünleri arasında bir benzerliğin olduğu açıklanmaktadır. öyle ki; "Sarı Saltuk, Battal gibi kafirlere karı cihad göreviyle mükelleftir. Asıl adının erif Hızır olduğu bildirilmekle beraber, Seyyid erif, erif Gazi, Sultan Baba, Sarı Saltıh, Saltıh-ı Rumi ve Saltıh Gazi gibi değiik isim ve lakaplarla anılır. Ömrü daima kafirlerle cenk ederek geçen Sarı Saltuk, onları ya Müslümanlığa sokar, veya Müslümanlığı kabul etmedikleri takdirde onları öldürür. Müslüman ettiği kafirlerle oturup yüksek bir âlim kimliğiyle İslamiyetin esaslarını ve değiik yönlerini onlara açıklar. Herhangi bir Hırıstiyan ülkesini fethedeceği zaman oranın kıyafetine bürünür ve dilini mükemmel bir ekilde konuur. Saltuknamede asıl dikkati çeken nokta, Saru Saltuk'un genellikle rahip kılığında dolamasıdır. O, bu kılıkla manastırlara girer, rahip ve keilerle Hırıstiyanlık üzerine tartıır, hatta onları hayran bırakacak vaazlar verir ve İncil okur. Saru Saltuk, aynı zamanda büyük bir velîdir. Birçok kerametler gösterir. Fakat bunlar dümanları ve rakipleri tarafından sihirbazlık, büyücülük diye kabul edilir. Onu cadularla ibirliği yapmakla suçlarlar. O da tıpkı 'öteki Türkler gibi' sihir bilir. Hacı Bekta-ı Velî, Fakih Ahmed, Seyyid Mahmud-u Hayrânî ve Ahi Evran gibi bir çok ünlü evliya ile yakından dostluğu vardır." demektedir. Bundan baka,H.Ethé, bu menkıbeyi Almancaya tercüme etmitir (Die Fahrten des Sajjid Batthal, Leipzig, 1871). Ayrıca, Ethé, eserinin genel muhtevasında O'nu bir Osmanlı kahramanı olarak görür ve kiiliğinin Hırıstiyanlığa karı savaan bir Müslüman olarak ortaya çıktığını vurgular. Ayrıca, Georg Husing (Georg Husing, Zur Rostahmsage, Sajjid Batthal, Leipzig, 1913)'in eseri de dikkate değerdir; bununla beraber, bütün bu aratırmalara rağmen, bu olay derinlemesine bilimsel anlamda incelenmemitir. Ayrıca M.F.Köprülü (M.F.Köprülü, "Abdal" Mad.,Türk Halk Edebiyatı Ansiklopedisi, İstanbul, 1935)'nün verdiği bilgiler de son derece önemlidir.
55
Kavramsal anlamda Battalnamenin anlamını yorumlayan F.Çelikkanat (F.Çelikkanat, Eskiehir, Eskiehir, 1990, s. 96) eserinde; M.Canard'ın bu konudaki yorumunu öyle kaydetmektedir; " Roman, ana çizgileri ile, XI. yüzyılda olumuş ehl-i salip savalarının baş kahramanı Seyyid Battal Gazi'yi alarak, Battal Gazi'nin savalarının, cengaverliklerinin, akla hayale sığmayan atılımlarının gerçek panoroması demektir." 56 F.Çelikkanat (Eskiehir, Eskiehir, 1990, s. 96), romanın zaman bakımından tarihinin saptanması konusunda; yazıldığı dönemin Osmanlı dönemi olmadığını, daha çok Selçuklular zamanına ait olduğunu ve bu yargıya da romandaki anlatımlardan ulaılabileceğini belirtmekte ve gerçek bir tarih vermek istendiğinde bu tarihin XII. yüzyıl olması gerektiğini belirtiyor. 57ükrü Baba'nın anlatımına göre; ....halk arasında mehur olduğu üzere Seyyid Battal Gazi hemire-zadesini Malatya emiri Ömer b.Nu'man b.Ziyad b.Ömer b.Mu'dî'ye vermiş ve bu izdivaçdan Nâzırü'l-Cemal adlı bir kız dünyaya gelmiti. Bu kii ile Türkmen beylerinden Ali b. Mızrab evlenmiş ve bunun ürünü olarak Melik Danimend doğmudur.Melik Danimend Abbasi ordularının düzenledikleri seferlere katılarak yararlıklar göstermiş ve birhayli ün kazanmıtı. Seyyid Battal Gazi gibi bir mücahid kiiyle olan ilikisi, gazalarda görülen yeterliliği sebebiyle Hulefay-ı Abbasiye'den Kâim Biemrillah'dan 450 tarihlerine doğru Diyâr-ı Rum'a gaza için izin almış ve baına topladığı bir ordu ile zabtettiği yerlerde lakabına mensub olan Devlet-i Danimendiyenin esasını kurmudur. (ükrü Baba, Dîvân-ı eyh İlhâmî ve Seyyid Battal Gazi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1334, s. 1-28). 466 tarihinde muskıt-ı re'si (bir kimsenin doğduğu yer) ve mukarrer-i askeriyesi olan Malatya'dan yirmibin kiilik bir ordu ile hareket edip, Sivas ehrini zapdedip kalesini ta'mir edip kendisine karargah yaptı. Bu ekilde yerleip esas beyliği kurduktan sonra Kengiri, Amasya, Çorum, Tokad, Osmancık,
Gazi soyuna bağlandığı dikkate alınırsa, eserin bilinmeyen yazarının kitabını bu tarihten önce yazdığı anlaılmaktadır. Nitekim Battalnâme, Türk destan edebiyatında XI. yüzyılda Hamzanâme ile balayan Ebûmüslimnâme ve Dânimendnâme58 ile devam eden, XV. yüzyılda da Saltuknâme ile son bulan bir zincirin ikinci halkasını tekil etmektedir59 .
Battalnâme, tarihî bir ahsiyet olduğunda üphe olmayan Battal Gazi'nin menkıbevî yaamını, Anadolu'ya yerleen Müslüman Türkler'in gözüyle aksettirir. Bu menkıbelere göre Battal Gazi, Hz. Ali soyundan Hüseyin Gazi'nin oğludur. Çok güçlü ve zekidir. Daha çocukken dinî ilimleri çok kısa bir zamanda öğrenmitir. Savaş yöntemlerini aynı düzeyde iyi bilir. Abdülvehhâb60 Gazi tarafından kendisine ulatırılan Hz. Peygamber'in tükürüğü sayesinde bütün dilleri konuur. Keiş kılığında manastırlara girip İncil'den vaazlar verir. Rahiplerle tartıarak onları mağlup ederek İslama dönmeye mecbur eder. Hızır'la yoldatır; sıkıık zamanlarda ondan yardım görür. Aynı ekilde perilerle de dosttur. Devler ve cadılarla savaır; okuduğu dualarla büyülerini bozarak onları yener. Atete yanmaz. Vahi hayvanlar emrine âmâdedir. Doğa güçlerine hâkimdir. Göz açıp kapayıncaya kadar uzun mesafeler aar. Kullandığı silahlar "Dahhak","Rüstem" ve "Hamza" gibi eski ünlü cengaverlerin silahları, bindiği atlar onların atlarının soyundan gelen atlardır. Bunlarla Hıristiyanlara karı savaır. Onları İslâm'a davet eder, davetini kabul etmeyenleri öldürür.
Battalnâme esas olarak Battal Gazi'nin Anadolu'da Hıristiyanlarla (Rumlar, Ermeniler ve diğerleri) yaptığı savaları konu edinmekle beraber, bunlarla ilgili menkıbeler büyük çapta eski Türk inançlarından ve İran peri masallarından alınan motifler ve sahnelerle süslenmitir. Bunlar ayıklandığı zaman geri kalan savaş menkıbeleri ise VIII. yüzyıldaki Emevî-Bizans mücadeleleri devrinden XI. yüzyılda Anadolu'da Türk fetihlerinin sürdüğü dönemlere kadar uzun bir zaman diliminin anılarını taır61. Bu savalarda merkez alan genellikle Malatya ve
Kastamonu ve Niksar'ı fethetti ve Canik civarında (Halkenbed) denilen kaleyi kuatma ile megul iken vefat etmiş ve Niksar'a defn edilmitir. Yerine 477 senesinde oğlu Melik Gazi Mehmed Gümütekin geçti. Türbesi Niksar'da ziyaretgah oldu. Babasının vefatı ve kendi isteği üzerine Kâim Biemrillah tarafından babası gibi Diyarı Rum'a gazaya me'mur Serasker tayin edildiğinden Kutlanmı-zade Süleyman Bey'den alınan Kayseriye'yi karargah ve beylik merkezi yapıp, babası zamanında vezir ve müaviri olan İltekin veya Ertevhî (Ertuhî)'nin oğlu Halfetî'yi kendisine vezir tayin ettikten sonra 500 tarihinde Malatya'yı istila etti.( ükrü Baba, a.g.e., s. 1-28). Gümütekin ünvanıyla bilinen Melik Gazi Mehmed, Seyitgazi Nahiyesi'nin Arabviran Karyesiyle Çukur Ağıl Karyesi arasında bulunan bir toprak kale civarında vefat ederek (529) buraya defnedildi (ükrü, a.g.e., s. 1-28). emseddin Ahmed Danimend b.Ali b.Mızrabü't-Türkmenî, Malatya emiri bulunan Ömer b. Nu'man b. Ziyâd'ın kızı Nâzırü'l-Cemal adlı kadından doğmutur. Bu Nâzırü'l-Cemal, Seyyid Ca'fer İbn Sultan Hüseyin b. Rebi' b.Ali b.Abbasü'l-Malâtî adlı kiinin kız kardei yani Sultan Hüseyin b.Rebi' in kızı, Seyyidetü'-erifetü'l-Aleviyye'nin kızıdır. Fakat bazı tarih kitabları bu Meliki, Seyyid Battal Gazi'nin evladı; Seyyidetü'-erifetü'l-Aleviyye, Battal Gazi'nin kız kardei olup Malatya emiri Ömer b.Nu'man ile izdivacından olan Nâzırü'l-Cemal Hatun'un semeresi olduğunu kaydetmektedirler (ükrü Baba, Dîvân-ı eyh İlhâmî ve Seyyid Battal Gazi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1334, s. 1-28). 58 İrene Melikoff (İ.Melikoff, La Geste de Melik Danimend, CI, Paris, 1960, Önsöz) eserinde; Danimend destanının XIII. yüzyıl ortalarında kaleme alındığını ve Battalnâmenin de bu destandan önce kaleme alınmış olduğunu belirtir.
59
Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda…………………… s.204,205. 60Kaynaklarda adı sıkça geçen bir diğer Arap savaçısı tarihi bir kahraman olan Abd-el-Vahab'dır.Hüseyin Gazi'nin babası olarak anılır. Mezarı Sivas'tadır . Arap vakanüvistlerine göre 730-731'de Roma topraklarında öldüğü söylenmektedir. Bütün bu kahramanların hemen hepsi, Seyyid Battal Gazi'nin söylencelerinde anılır. Abd-el Vahab, sürekli olarak bahsedilen bir kiidir (F.W.Hasluck, M. A. Christianity and İslam Under the Sultans, vol: 2, Oxford 1929, s.704-716).
61
P.N.Boratav ( "Battal", İ.A., MEB Yay., M.E.Basımevi, CII, İstanbul, 1993, s. 349-351); İ.Melikoff (İ. Melikoff "Al-Battal", Encyclopedie de I'İslam, C.II, Leiden, 1971, s. 1137) eserlerinde; Battalnamenin ana bölümlerinin Haçlı Seferlerinden etkilendiğine inanıldığını ve özellikle Battal Gazi'nin mezarının bulunuuyla ilgili yeni bölümün büyük bir olasılıkla XIII. yüzyıl Selçuklular zamanında eklenmiş olabileceğini belirtirler. Bunun yanında F.Çelikkanat (F.Çelikkanat, Eskiehir, Eskiehir, 1990, s. 96) eserinde; Battalnamenin sonlarına doğru Selçuklular tarafından Anadolunun nasıl kuatıldığını, fethedilen yerleri, kahramanlıkları içeren bölümlerin olduğunu ve ayrıca Battal Gazi'nin mezarının bulunması olayı, Çoban Baba'nın kerametleri ve
yöresidir62. Savalar, eserde, siyasî bir mücadele değil bir din savaı(İslâmiyet-Hıristiyanlık mücadelesi) kimliği taır. Cihad ve gazâ ruhu kendini çok kuvvetli bir ekilde hissettirir. ehirlerde oturan Müslüman Türkler arasında meydana geldiği muhakkak olan bu destanda Battal Gazi "yarı evliya" bir karakter sergiler; bu onun öteki Türk destan kahramanlarıyla olan en önemli ortak yanıdır. Melik Dânimend Gazi ve Sarı Saltuk, Battal Gazi'nin isim değitirmiekillerinden baka bir ey değildir. Bu da Battalnâme'nin tanımıyla Müslüman-Türk geleneklerine göre olumuş destanî bir halk hikâyesi olduğunu gösterir63 .
Battal Gazi efsanesi XIV. ve XV. yüzyıllarda bata Bizans İmparatorluğu ile sınırları olan Germiyanoğulları ve Osmanoğulları döneminde yeniden canlandırılmıtır. Bu dönem boyunca Bizanslılardan fethedilen bölgeler bu Anadolu efsanesinin yaatılmasının nedeni olarak görülebilir. Fethedilen topraklardaki din ve kültürü değitirmekle görevli savaçı derviler, Battal Gazi'nin savaçı kiiliğini rahatlıkla kabullenmiş olmalıdırlar. Bu derviler, kendi "Zaviye" ve "Kağanlık"ları etrafında, bir eyhin liderliğinde toplanmılardır. Bunlar özellikle XIII. yüzyıldan sonra64 . Anadolu'nun gündelik yaamında büyük ölçüde etkili olmulardır. Genel olarak zaviyeler, kurucularının isimleri ile yaamılardır. Ancak, Seyyid Battal Gazi olgusunda yapılar kurulmuş ve geleneksel Anadolu destan kahramanı adı altında yaamış görünmektedir.
Battalnâme Osmanlı döneminde genel anlamdaki vekâyinamelerde malzeme olarak da kullanılmıtır. Örneğin Müneccimbaı, Gelibolulu Mustafa Âlî ve Fındıklılı Süleyman Efendi gibi tarihçilerle Evliya Çelebi, eserlerine Battal Gazi menkıbelerini tarihî olaylar eklinde almılardır. Bundan baka Taberî'nin ünlü tarihini Türkçe'ye tercüme eden Osmanlı müellifleri, eserin Arapça aslında ve Farsça tercümelerinde bulunmadığı halde Türkçe nüshalarına bol miktarda Battal Gazi menkıbeleri koymulardır. Bunun sebebi, herhalde Türkler arasında büyük bir sevgi ve ilgiye mazhar olan Battal Gazi'nin tamamıyla bir Türk kahramanı sayılmış bulunması olsa gerek. Nitekim Saltuknâme müellifi Ebü'l-Hayr Rûmî de 1473-1480 yılları arasında kaleme aldığı eserinde Battalnâme'deki birçok menkıbeyi kahramanın adını değitirerek aynen Sarı Saltuk'a mâl etmitir.
Türk gazi tipini mükemmel bir biçimde aksettiren Battalnâme sadece halk arasında değil, XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlılar'ın Rumeli topraklarında balattıkları fetihler ve mücadeleler çağında da gaziler arasında sevilerek okunmutur. Kısaca O, Anadolu ve Rumeli coğrafyasıyla bütünlemitir. Battalnâme Anadolu dıında yaayan Türk toplulukları arasında da sevilmi, yazılıp okunmutur. Bilhassa XIX. yüzyılda Rus igali altında kalan Asya Türkleri Battalnâme menkıbeleriyle âdeta teselli bulmulardır65 .
Battalnâme daha XIX. yüzyılda Herman Ethé ve Heinrich L. Fleischer'den balayarak bilimsel ve popüler içerikli bazı çalımalara konu olmu, hakkında edebiyat tarihi ve tarih bakımından dikkate değer incelemeler yayımlanmıtır.66 Battalnâme'nin bugün bilinen
Ümmühan Hatun hakkındaki bilgilerin bulunduğunu kaydetmekte, bu bölümlerin de belki sonradan eklendiğini
belirtmektedir.
62 F.Çelikkanat ( Eskiehir, Eskiehir, 1990, s. 96,97) eserinde; yukarıdaki bilgiye ek olarak İstanbul,Kız Kulesi,
Bolu ve Seyitgazi ve çevresini de göstermektedir.

63
Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda......................s.204,205.

64
Ömer Lütfi Barkan, “Vakıflar ve Temlikler I-İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervileri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, C. II, Ankara, 1942, s. 279-353.; A.Y.Ocak, “Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, C. XII, Ankara, 1978, s. 247-269.
65
Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda......................s.204,205. 66Battal Gazi ve Battalnâme ile ilgili ilk bilimsel aratırma ve Almanca çevirisi H. Ethé'nin iki ciltlik H. Ethé (H. Ethé, Die Fahrten des Sajjid Batthal, Eın Alttürkis Wolks und Sitenroman, Leipzig, 1871)'nin eseridir. Onu Georg Husing (Georg Husing, Zur Rostahmasage-Sajjid Battal, Leipzig, 1913)'in eseri takip etmitir. Marius Canard'ın makaleleriyle beraber özellikle H.L.Fleischer (H.L.Fleischer, "Über den Türkischen Volksroman Siret-i Seijid Battal", Sächisichen Akademische, Leipzig, 1848, II, 35-41, 150-169)'in makalesi çok önemlidir. Bunlara ek olarak A.Y.Ocak'ın iaret ettiği gibi (Ocak 1992:206-208), özellikle Henri Grégoire'ın, Bizans halk romanı Digenis Akritas [Bizans sınırında bulunan sınır beyliklerinin savaçılarına Akritoi denmektedir.Akritoi
nüshaları arasında yazıldığı döneme ait olanı yoktur. Ancak bütün nüshaların Türkiye'de ve Türkiye dıındaki nüshalardan ibaret olmadığı, özellikle Anadolu'da bazı özel ellerde de bir hayli tam veya eksik nüshanın var olduğu muhakkaktır. Bilinen en eski nüshalar arasında 840 tarihli iki nüsha zikredilebilir. En kapsamlı nüshalardan biri olan ilk nüsha mensurdur. Manzum olarak bugüne kadar, air Bekâyi'nin 1183'te (1769-70) nazma çektiği Battalnâme'den baka nüsha tesbit edilememitir67 . Battalnâme'nin söz konusu nüshalardan bazı kısımlar çıkarılmak suretiyle68 çeitli tarihlerde yapılmış taş basma yayınları da bulunmaktadır. Bunların bazıları halk ressamları tarafından yapılan ilgi çekici resimlerle süslenmitir69 .
Battalnâme, bata Doğu Anadolu olmak üzere Anadolu'nun bazı bölgelerinde bugün de eski geleneğin bir devamı olarak halk ağzında hâlâ anlatılmaktadır. Ayrıca bazı köylerde zaman zaman Battalnâme nüshalarına rastlanması, eserin Türk kültür yaamıyla ne ölçüde bütünletiğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Öte yandan Battalname, çağdaş Bizans destanı "Digenes Akritas"70 ile de büyük benzerlikler gösterir. Digenes Akritas Destanı Bizans bakış açısını yansıtmak kaydıyla, aynı Bizans-Arap savalarını konu alır ve Digenes Akritas'ın kahramanlıkları ile uydurma tarihi kiiliği Seyyid Battal Gazi'ninki ile büyük benzerlikler gösterir. Bu nedenle her iki efsanenin karılıklı etkileimleri ve benzerlikleri Ortaçağ Anadolusunun toplumsal ve siyasi koulları içinde değerlendirilmelidir. Bunun yanında Battalnamenin ana bölümlerinin Haçlı Seferlerinden de etkilendiğine inanılmaktadır71 .
ünvanı Bizans destanı Digenis Akritas'dan alınmıtır (İ.Hami Danimend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Batı Dillerinde Osmanlı Tarihleri, C. VI, Türkiye Yay., İstanbul, 1971, s. 21)] ile Battalnâme üzerine Byzantion dergisinin çeitli sayılarında yayımladığı tarihî incelemeler ve karılatırmaları içeren makaleler kayda değer çalımalardır. Battal Gazi'nin Türkçe Battalnâme'den baka bir de Arapça Zâtü'l-himme yahut Zü'l-himme (halk Arapçasında Delhemma) adında bir baka destanî romana daha konu olduğu bilinmektedir. Bunun üzerine yapılan çalımalar, bilhassa M. Canard'ınkiler, eserin XI. yüzyıldan sonra peyderpey tamamlanarak yazıya geçirilidiğini, daha önce halk arasında yaamakta olan Emevî-Bizans mücadelelerine ait menkıbelerin Haçlı seferleri sırasında teekkül edenlerle tamamlandığını, dolayısıyla Türkçe Battalnâme'nin Zü'l-himme ile ilgisi bulunmadığını ortaya koymutur. Bu suretle Battalnâme'nin bu Arapça destanî romanın Türkçe'ye tercümesi veya adaptasyonu olmadığı anlaılmıtır. Yalnız burada Arapça "Battal" romanının Türkler arasında yeni menkıbelerin doğmasındaki, dolayısıyla Türkçe Battalnâme'nin olumasındaki ilk tesirini gözden uzak tutmamak gerekir (A.Y.Ocak, "Battal" Mad., İ.A., Türkiye Diyanet Vakfı Yay., C. V, 1992, s. 206-208). Yukarıdaki görülere ek olarak M.Canard (M. Canard, "Al Battal", Encyclopedie de I'İslam, C.II, Leiden, 1953, s. 1136) makalesinde; Battal Gazi'nin Bizanslılara karı gösterdiği kahramanlıkların "irat Zilhimma va'l-Battal" isimli Arapça epik romanın konusunu oluturduğunu ve bu romanın da Türkçe Battalnâmenin ana kaynağını tekil ettiğini düünmektedir. 67 M.Canard ( "Al Battal", Encyclopedie de I'İslam, C.II, Leiden, 1953, s. 1136) eserinde bu epik iirin daha sonra Bekâî (Sultan Mustafa III'nın hükamdarlık döneminde) tarafından yeniden kopya edildiğini söylemektedir.; F.Çelikkanat (F.Çelikkanat, Eskiehir, Eskiehir, 1990, s. 96,97) eserinde; manzum Battalnamenin yalnız air Bakâî'nin eseri olduğunu kaydedip, eserin Mustafa III (1757-1774) döneminde yazılmış olduğunu belirtir. 68 F.Çelikkanat ( Eskiehir, Eskiehir, 1990, s. 96) eserinde; manzum Battalnamenin, mensur kaleme alınmış Battalnamenin manzum biçimi olup, kısaltılmış bir biçimi olduğunu belirtip, bunun da Bakâî'nin, eserinin önsözünde bunu açıkça belirttiğini söylemektedir.
69
Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda......................s.206,208. 70 Bu konuda F.W.Hasluck (F.W.Hasluck, "Graves of the Arabs ın Asia Minor", Bulletin of the British School at Athens, C.XIX, 1912-1913, s. 187.; T.Alangu (Alangu,"Bizans ve Türk Kahramanlık Eposlarının Çıkıı Üzerine", Türk Dili, No:20, Ankatra, 1953, s. 202-219; P.N.Boratav (P.N.Boratav "Battal", İ.A., MEB Yay., M.E.Basımevi, CII, İstanbul, 1993, s. 349)'da bilgi bulunmaktadır. Ayrıca, F.W.Hasluck, yukarıdaki eserinde destanlar arasındaki yakın benzerlikler görülen iki kahramanın aksiyonlarını karılatırmakta ve Digenes Akritas'ın Battal Gazi tarafından öldürüldüğünü iddia etmekte, T.Alangu da yukarıdaki makalesinde; Digenes Akritas ile Battal Gazi efsanelerini analiz etmektedir.
71
P.N.Boratav, “Battal”, İ.A., C. II, İstanbul, 1949, s. 344-351.; İ.Melikoff, La Geste de Melik Danimend, C. I-II, Paris, 1960, s. 1137,1138.
Bunun yanında Dede Korkut destanındaki kahramanlarla da Battal arasında bir benzerlik göze çarpar. Temelde aynı gibi görünen bu benzerlik aslında bazı farklılıkları da bağrında taımaktadır.Burada amanî ve islamî inanç sistemlerinin aynı ortam içinde hem bileimini hem de ayrımlarını ortaya çıkarmaktadır;
Yüksek tabaka İslam medeniyeti içerisinde daha çok İran kültürü etkilerine maruz kalıp onun gelimesinde balıca etken olurken, İslamiyeti farklı bir ekilde (farklı bir yorumla) kabul eden ve sünni İslam merkezlerinden uzak bölgelerde yaayan ve özellikle göçebeliği ve kültürünü devam ettiren Türkler uzun zaman amanî inanış ve düüncelerini İslamiyetle uzlatırmak suretiyle muhafaza etmilerdir. Ulusal destanın bir parçası olan ve İslamî bir toplumdan çok amanî bir toplumun yaayış ve inanılarını aksettiren Dede Korkut destanı bu göçebeler arasında vucut bulmutur. Oğuznâme'nin Câmiü't-Tevârih'e geçmesi bunlar arasında yaayan rivayetlerin toplanması sayesinde mümkün olmutur. Battal Gazi destanı ile Dede Korkut destanındaki kahramanlar aynı İslam ideolojisi uğrunda savaan insanlar olmakla birlikte, birbirlerinden farklı özellikler göstermektedirler. Birinciler, tamamiyle İslamlaan ehirli ve yerleik Türklerin, ikinciler farklı bir ekilde İslamlaan ve eski Türk yaam ve kültürünü yaatan göçer ve yarı göçer Türklerin eseridir. Dede Korkut'da geçen kahramanlar İslamiyet uğrunda Trabzon Rumları ve Gürcülerle savaan, arap içen, kadınlı meclisler kuran insanlar olup, İslamın gazilerinden çok Türklerin Alpleridirler. Bu hikayeler bize, Müslüman göçebelerin hangi kriterlere göre İslamlatıklarını, yaayış ve düünülerinin eski Türk karakterini nasıl devam ettirdiklerini göstermektedir72 .
Bektaî airleri XVI. yüzyıldan itibaren gerek Battal Gazi'yi gerekse babası Hüseyin Gazi'yi hürmetle yâdeden nefesler söylemiler, aynı ekilde Alevî zümreler de onu büyük evliyadan saymılardır. Alevî airleri söyledikleri nefeslerin bir kısmını ona ithaf ettikleri gibi bir kısmında da onu ululamılardır; ayrıca Battal Gazi'nin ve babasının kahramanlıklarını anlatan uzun manzum destanlar da yazmılardır73 .
Battalnamelerde Hüseyin b. Cafer b. Münzer b. Ömer b. Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebi Talip eklinde bir künye verilmektedir74 . Bunlardan baka Georg Jacob75 babasının adının Hüseyin Gazi olduğunu ve Hüseyin Gazi'nin Angora (Ankara)'dan güneye doğru bir günlük mesafede bulunan Hüseyin Gazi ehrine gömüldüğünü söylemektedir.76
72
O.Turan, “Türkler ve İslamiyet”, DTCF, C. IV, S. IV, Ankara, 1946, s. 480, 481.
73
Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda......................s.204,205.

74
H.Hüsameddin, Amasya Tarihi, C. II, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1329-1332, s.211; ükrü Baba Dîvân-ı eyh İlhâmî ve Seyyid Battal Gazi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1334, s.7.
75
G.Jacob, Sejjid Gazi, Zeitschrıft für Assyrıologıe und Verwvandte Gebıete (Herauspegeben Vonn Karl Bezold ın Heıdelberg), Strassburg, 1912, s.245. 76 Bu bilgiyi N.Araz'da doğrulamaktadır (N.Araz, Anadolu Evliyaları, İstanbul, 1984, s.52). G.Jacob'a ek olarak küffar ile yaptığı bir savata ehid olduğunu bildirmekte ve ayrıca G.Jacob'un "Hüseyin Gazi ehri" dediği yere "Hüseyin Gazi Dağı" demektedir. F.W.Hasluck, hikayelerde çatımaların, Arap savaları sırasında önemli bir Bizans kalesi olan Amorium'da (Hergan kale) cereyan ettiğini, ancak, 838'deki büyük Arap kuatması sonunda yıkılmasıyla tarihten de silindiğini belirtmektedir. Ayrıca O'na göre, Kalenin bulunduğu yer, Akronas gibi çok yakın zaman önce belirlenebilmitir. Mehur Arap mezarları buranın yakınında değildir. Arap yazarların Amorium ile Angora'nın Arapçasının benzer olması nedeniyle yanılgıya dütükleri anlaılmaktadır. Bu nedenle hikayeler, Hüseyin Gazi'nin mezarının Angora'da öldüğü, yerin ise Amorium'da olduğuna yer vermektedir (F.W.Hasluck, Christianity and İslam Under the Sultans, vol: 2, Oxford, 1929, s.704-716). Bazı kaynaklarda adına "Shamaspar Tekkesi" denilen ve Hüseyin Gazi ile özdeletirilen tekke hakkındaki bilgiler de birbirini tutmamaktadır.
I. Hamilton'a göre burası; Bektai yönetimi altındaki yarı yıkılmış bir binadır. Hamilton'un tanımlaması, bunun Konya medreseleri gibi kare planlı olması sebebiyle, büyük bir olasılıkla Selçuklular zamanında yapılmış bir tekke olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Abhaza Türklerinin binanın eski bir Yunan manastırı olduğunu söylemeleri önemlidir. Bu tekkede gömülü Seyyid Battal'ın babası Hüseyin Gazi'dir. I.Hamilton, Küçük Asya, C.I, 1979, s.402. Tekkenin adının, Kırehir yakınlarındaki bir kalenin Hıristiyan Valisi ile ilintili olduğu düünülmektedir. Bu vali, Seyyid Battal tarafından tek bir muharebede yenildikten sonra, Müslüman olmutur.
Söylencelerde Hüseyin Gazi'nin ölümünün öcü oğlu Cafer tarafından alınmıtır. Cafer Kırehir yakınlarındaki bir kaleyi tek bir saldırı ile Hıristiyanlardan almı, Vali Shamas'ı İslama döndürmütür . Schumas (Shamas-amas) romantik söylencelerde Battal tarafından İslama döndürülmüş bir rahip olarak yer alır. Amorium valisinin kardei olarak görülen Shamas, Battal tarafından öldürülmütür. Shamas'ın adı Alaca'daki Shamaspur Tekkesi ile korunmutur. Bu tekkede de Hüseyin Gazi'nin mezarı olduğu söylenmektedir. Hasluck'a göre; Cafer, büyük bir olasılıkla Tulumbunar yakınlarındaki tekkede gömülü kahramandır77 .
amas destanında, amas, Battal tarafından Müslüman yapılan bir keiş olarak görülmektedir. Bu isim de yine Alaca'daki emaspur Tekkesinde zikredil mekte olub, burası Hüseyin'in daha baka bir mehur mezarını içermektedir. Sivas'ta da ziyaret edilmektedir. Arap vak'anüvisleri, bunun M. 730-731' de "Bilâd-ı Rûm" da ehid dümüş olduğunu söylemektedirler78 .
Sonuç olarak Battalnameler, birçok kültür ve inanç yapılanmalarından da yararlanarak oluturdukları sosyal yapıyı son derece etkilemiler, gelien toplumsal yapılara yeni katkılar sundukları gibi bu edebi ve hatta dini oluumda yeni ilavelerle toplumsal ve dinsel geliim sürecini devam ettirmilerdir.
Seyyid Battal'ın mezarının yanında Hıristiyan prensesin yer alması gibi, bu tekkede Müslüman kahramanın
yanında bu Hıristiyan valinin mezarının yer almış olması olası görünüyor. Aynı ey Hıristiyanların kutsal
ziyarette bulundukları, Konya'daki Celaleddin türbesi için de geçerlidir. Burada Celaleddin'in yanında bir
Hıristiyan din adamının mezarı bulunmaktadır. (F.W.Hasluck, Christianity and İslam Under the Sultans, vol:
1, Oxford, 1929, s.94, 95). İki kahramanın iskeletlerinin birlikte bulunduğu iddia edilen bir baka yer ise
Beiktaş olarak gösterilmekstedir. (Hasluck, a.g.e., s.94,95.)
77 Hasluck, Chrıstıanıty and Islam ………………..s. 704-716.
78 Hasluck, Bektailik Tedkikleri, ……………………., s.96.

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı