İmadeddin Nesimî
(1369- Halep, 1417)
Büyük Azerî şairi İmadeddin Nesimî, 1369 yılında doğmuştur. Nesimî, mükemmel bir tahsil görmüş, "Seyyid", "Hüseyin" ve "Nesimî" mahlaslarıyla şiirler yazmıştır. Nesimî'nin eserlerinde Bursa, Tebriz vs. şehirlerinin adları sıkça anılır.
Nesimî'nin yaşadığı çağda Emir Timur ile Tohtamış Azerbaycan'ı almış ve Miranşah burada hakimiyet sürmüştür. Bu çağlarda Azerbaycan'da Hurufîlik hareketi geniş ölçüde yaygınlaşmıştır. Bu tarikatın kurucusu Fazlullah Naimi (1340-1394), Miranşah tarafından yakalanarak Elince Kalesi yanında feci bir şekilde öldürülmüştür.
Nesimî, üstadı olan Naimi'den Hurufîliği öğrendikten ve kabul ettikten sonra bu tarikat uğrunda mücadele etmiş, hatta mahlasını bile üstadının mahlasından almıştır. Bütün Hurufîler gibi Nesimî de takip edilmiş ve 1417 yılında Halep'te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Nesimî, Azerbaycan edebiyat tarihinde felsefî şiirin temelini atmış; güzel ve mükemmel eserlerin sanatkârı olarak büyük şöhret bulmuştur. Onun şiirlerinde tasavvufî ve Hurufîliğe ait fikirler, zamanın hakim ideolojisine karşı yöneltilmiştir. Allah-insan fikrini ileri süren şairin bütün eserleri, insan hakkında yazılmış şiirlerden ibarettir. Nesimî, insanı tanrılaştırarak veya Tanrı'yı insanlaştırarak Ortaçağ hayatının beşerî ilişkilerine karşı gelmekteydi. "Kâmil insan" a derin sevgi besleyerek onu ilâhileştiriyordu. Cisim ve can sahibi olan insanın dünya ve kainata sığmamasını, onun aklî ve manevî büyüklüğünde görüyordu.
Nesimî'nin dünyevî ve gerçek konuları işleyen eserleri de vardır. Bu tarzda yazdığı şiirlerinde terennüm ettiği duygular ve düşünceler, samimî ve hayatîdir.
Büyük şairin ölümsüz sanatı, Azerbaycan halkının sanat ve kültür tarihinde yeni bir düşünce tarzının ifadesidir. Onun felsefî fikir ve yüksek sanat örneği olan şiirleri, Yakın ve Ortadoğu ülkelerinin şiirinde de bir uyanışa vesile olmuştur.
Qazel-1
Cânâne menim sevdiyim can bilir ancaq,
Könlüm dileyin dünyâda canan bilir ancaq.
Ey sevgili! Benim sevdiğimi ancak can bilir. Gönlümün dünyadaki dileğini ise ancak sevgili bilir.
Bildim, tanıdım elimde me'bûdu, yeqin ki,
Şöyle bilirem kim, ânı Qur'an bilir ancaq.
İlim sayesinde muhakkak ki, tapılacak olan Tanrı'yı tanıdım ve bildim. Ancak yine de onu Kur'an-ı Kerim'in bildiğini sanırım.
Abdal oluban beylik eden ârîfi gör kim,
Bu seltenetin qedrini sultan bilir ancaq.
Derviş olduğu hâlde beylik eden arif kişiye bak. Bu saltanatın kıymetini ancak sultan bilir.
Sûfî midir ol câm-i müseffâsma meşgul,
Pünhâni içer eyle ki, şeytan bilir ancaq.
Sofuyu sorarsan o süzülmüş içkisiyle meşguldür. Öyle gizli içer ki, ancak şeytan bilebilir.
Ey sâqi, getir dövr ayağın, dövr ele, sun kim,
Bu dövr ayağın dövrünü dövran bilir ancaq.
Ey içki dağıtan güzel! Elden ele dolaştırılarak içilen kadehi getir ve dolaştırarak sun. Çünkü bu dolaştırılan içkinin dolaştırılmasını ancak devrederek içenler bilir.
Könlüm gemisin qerq ede gör eşq denizine,
Kim bu denizin behrini umman bilir ancaq.
Gönül gemisini aşk denizinde batır. Çünkü bu denizin derinliğini ancak okyanus bilir.
Heç kimse Nesîmî sözünü keşf ede bilmez,
Bu quş dilidir, bunu Süleyman bilir ancaq.
Hiç kimse Nesîmî'nin sözünün ne anlama geldiğini bulamaz. Bu dil, kuş dilidir ve ancak Hz.Süleyman bilir.
Qazel-2
Bu cism evine tâlibâ seyr ederek çün çan gelür,
Bu evde bâqî sanma kim, bir-iki gün mehman gelür,
Ey istekli kimse, ruh bu ceset evine gezerek gelir. Ancak onu bu evde devamlı sanma, bir iki gün misafir olarak gelir.
Vardır suâlim çün sana, vergil cavab, qalma dona,
Bu rûh-i qutsîyi bana değil ki, sen qandan gelür.
Sana bir sorum vardır, cevap ver, donakalma. Bana söyle ki, "Bu kutsal ruh sana nereden gelir?"
Çün xâkdan eyler sefer me'den, nebat olur şecer,
Rövşen görür ehl-i nezer, kol töme-yi hey van gelür.
Maden topraktan yolculuğa çıkar ve bitkiler ağaç olur. Görüş sahipleri bunu açıkça görür. Bunlar hayvanlara yiyecek olur.
Çün töme-yi hevyan olur, o da ki, ins ü can olur,
İnsan vâsil olmağa bî-dest ü pâ perrân gelür.
Ne zaman ki, hayvan yiyeceği olur, o zaman in-sanlar ve cinler olur. İnsan hâline kavuşmaya elsiz ayaksız uçucu olarak gelir.
Bî-ixtiyâr ü bî-edad, gelür geder kim, vesl ola,
Tâ vesl olana âdeme, candan geder, candan gelür.
Kendi isteği dışında ve aletsiz olarak gelip gider ki kavuşabilsin. İnsan hâline kavuşuncaya kadar ruhtan gider, ruhtan gelir.
Çün âdeme vâsil olur, meqsûd ona hâsil olur,
Ol nütfeden insan olur, lö'le kimi qeltan gelür.
Ne zaman ki insan hâline kavuşur, o zaman maksadı yerine gelir: O damladan insan olur ve şişe gibi yuvarlanarak gelir.
Çün töme-yi insan olur, insan-i cism ü can olur,
Pes-ruh-i insanî olub, çün sûret-i rehman gelür.
Ne zaman ki, insanın yiyeceği olur, o zaman ruh ve vücut sahibi insan olur.
Ol müshef-i bâ-bismile insân-ı kâmildir kim, ol
Her yerde bilgil kim, yeqin ol ebb-i ins ü can gelür.
O "Bismillah" la başlayan kitap, olgun insandır. Her yerde bil ki, kesin olarak insan ve cinlerin babası gelir.
Qazel-3
Qam Haqqı bilen bir gerçek er kim,
Ola doğru onun dilinde göftâr?
Hakk'ı bilip tanıyan gerçek bir yiğit var mıdır ki, onun dilindeki söz doğru olsun?
Qanı dövranda bir qelbi değalsiz,
Qanı âlemde bir ârîce dinar?
Devrimizde kalbinde hile olmayan var mıdır? Hani dünyada saf altından bir para var mıdır?
Qanı dünyâde iqrar eyleyen kim
Ki, yoxdurur onun qelbinde inkâr
Hani dünyada herşeyi açıkça söyleyen var mıdır? Varsa onun kalbinde inkâr yoktur.
Qanı qeflet serabından bir ayıq?
Qanı esrüklerin cem'inde hûşyâr?
Hani gaflet şarabından içip de ayık kalan kişi var mıdır? Hani sarhoşların topluluğunda aklı başında olan kimse var mıdır?
Qanı ehdinde şol sâbitqedem kim,
Qoyum onun adm doğru, vefâdâr.
Sözünde duran kişi var mıdır? Varsa onun adını "doğru, vefakâr" koyayım.
Qazel-4
Ey yanağın suresi "veşşems" yüzün âyati,
"Hâzihî cenneti-edni-fedxuluhâ xâlidin".
Ey yanağının suresi "ve'ş-şems" ve yüzünün ayeti
"Hâzihî cennatü adnin fedxuluhâ xâlidîn" olan sevgili!
(Ve'ş-şems: Kur'an-ı Kerim'in 91. süresidir. Onlar ebedî olarak adn cennetine girmişlerdir" anlamına gelen "Hâzihî cennâtü adnin fedxulühâ xâlidîn" başta Zümer suresi 73.ayet ve cennetle ilgili bazı başka ayetlerden iktibaslardan meydana gelmiştir.)
"Külli şeyyün xâlike" vechinden ayrı şey deyil,
Ey hidâyet semi yüzün, vey saçi "heblülmetin"
"Küllü şey'in xalike" senin yüzünden başka bir şey değildir. Ey yüzü doğru yolu gösteren mum ve saçı "Hablü'l-metin" olan sevgili! (Küllü şey'in xalike: "Her şeyi O yaratmıştır" anlamında ayet/ Secde süresi 32.ayet. Hablü'l-metin: Sağlam ip demektir ve mecazî olarak İslâmiyet karşılığında kullanılmaktadır.)
Qiblemizder suretin elhemdüllüllah, ey nigar,
Tâ ebed "iyyâke ne'bud, min cemâlek nesteiyn
Ey put gibi güzel! Şükürler olsun ki yüzün kıb-lemizdir. Sonsuza kadar "iyyâke na'bud min cemâlik nesta'în" yani "ancak sana kulluk eder ve senin cemalinden yardım dileriz." (Bu ifade de Fatiha süresi 4. ayete telmihtir.)
Ey eşqe edüv vü hüsne münkir,
Tezvir ile çekme bunca âhı.
Ey aşka düşman ve güzelliği inkâr eden kişi, yalan söyleyip bunca âhı çekme.
Ger nemet-i cavidan dilersen
Heyvanlara qoy bu âb ü gâhı.
Eğer sonsuzluk nimeti istiyorsan bu su ve samanı hayvanların önüne koy.
Qazel-5
Ey eşqe güneh deyen günehkar,
Terk eylemezem men ol günâhı.
Ey aşka günah diyen günahkâr! Ben o günahtan vazgeçmem.
Qazel-6
Qazel-7
Yüzün berk-i gül-i terdür gül-i ter
Boyun serv-i semenberdür semenber
Yüzün taze gül yaprağıdır. Boyun ise beyaz göğüslü bir selvi ağacı gibidir.
Hirman kâmetün büstan-i canda
Sanavberdür sanavberdür sanavber
Can bahçesinde salınarak yürüyen boyun çam fıstığıdır.
Senün şem-i cemâlünden vücûdum
Münevverdir, münevverdir, münevver
Senin yüzünün ışığından vücudum ay-dınlanmıştır.
Hatünden şem-i ruhsârün hemîşe
Mu'anberdir, mu'anberdir, mu'anber
Yüzündeki ince tüylerden yanağının ışığı daima anber kokuludur.
Mana peyveste şol mihrâb-i ebru
Beraberdir, beraberdir, beraber
Kaşların mihrapları daima benimle beraberdir.
Zihî devlet ki, vaslün xah dahi
Müyesserdir, müyesserdir, müyesser
Ne mutlu ki, sana kavuşmayı istemek dahi kolay bulunur.
Dimağüm büy-i ışkundan dem-â-dem
Muattardur, muattardur, muattar
Aşkının kokusundan beynim her zaman güzel kokuludur.
Senin nekş-i hayâlın can içinde
Müsavverdür, müsavverdür, musavver
Senin hayalinin resmi ruhumun içinde resimlidir, tasarlanmıştır.
Sanayiden ne sanatdür Nesîmî
Mükerrerdür, mükerrerdür, mükerrer.
Ey Nesîmî! Güzellikten başka sanatlar tekrardır.
Qazel-7
Şol semi gör ki nûrına pervâneyem yine
Baş oynamakda gör nece merdâneyem yine
Şu mum gibi parlayan sevgilinin ateşi etrafmda yine pervane gibiyim. Başımı yakıp kendimi feda etmekte nasıl yiğitlik göstereceğim, bak.
Sakî lebinden esrümişem şol kadehden uş
Mestâne gözlerin gibi mestâneyim yine
İçki dağıtan güzelin dudağından sarhoş olmuşum. Bu kadehten sevgilinin gözleri gibi yine çakırkeyfim.
"Kâlû belâ" da kuy-ı harabat idi yirüm
Şol mâniden mücâvir-i mey-hâneyem yine
"Kâlû Bela"*da benim yerim meyhane idi. Bu yüzden yine meyhane yakınlarına yerleştim.
* Kâlû Belâ Allah, ruhlara hitaben "Ben Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda kullar bu cevabı verdiler ve "evet" dediler.
Bezm-i ezelde hem nefesüm gerçi câm idi
Şükr iderim ki, hem-dem-i peymâneyem yine
Ezel meclisinde arkadaşım kadeh idiyse de şimdi yine kadeh olduğu için şükrediyorum.
İy bilmeyen bu cân-i azizin hakikatin
Canı bilene sor ki, ne cânâneyem yine
Ey bendeki bu üstün gerçeğin ne olduğunu bil-meyen, canı bilen sor da nasıl bir sevgili olduğunu öğren.
Işkünde iy cemal ile efsâne fi'l-mesel
Halkun dilinde gör ki, ne efsâneyem yine
Ey güzelliğiyle dillerde efsane olan sevgili, senin aşkınla ne efsane olduğumu halkın dilinde gör.
Endîşenün imaretini kılmışam harab
Şol genc-i bî-nihâyete vîrâneyem yine
Düşüncenin yapısını yıkıp harap etmişim. Bu yüzden o tükenmez hazinenin bulunduğu yıkıntı da yine benim.
Yâ Rab ne sihr ider şu peri-şekl ü şîve kim
Zencîr-i cad-i zülfüne dîvâneyem yine
Ey Tanrım, şu peri şekilli ve edalı sevgili, yine bana ne sihir yapmıştır ki, saç kıvrımının zin-cirinde deliye dönmüşüm.
İy gevherin bahâsını miktarını bilen
Astar iç
inde gör ki, ne dürdâneyem yine
Ey cevherin değerini ve ölçüsünü bilen, ka-buğumun içinde nasıl bir inci tanesiyim, bak da gör.
Yüzünde iy sanem göreli zülf ü hâlüni
Dâm-i belâda dâne gibi dâneyem yine
Ey tapılacak kadar güzel olan sevgili, yüzündeki zülüf ile beni göreliden beri bela tuzağmdaki yem gibiyim.
Keşf eyledi Nesîmî dehânun rümûzmı
Miftâh-i qayba gör ki, ne dendâneyem yine
Nesîmî, senin ağzındaki gizli işaretleri anladı. Sırlar âleminin anahtarının nasıl bir dişi olduğumu gör.
DİLAN & HALO
Mehemmed Fuzûlî
(Kerbelâ, 1494 - Kerbelâ, 1556)
Dahi Azerbaycan şairi Mehemmed Fuzûlî 1494 yılında Irak'ın Kerbelâ şehrinde dünyaya gelmiştir. Oğuzların Bayat boyundandır. Babası Süleyman, ileri gelen; bilgili bir kişi olduğu için oğlunun iyi eğitim ve terbiye almasını sağlamıştır. Fuzûlî, daha okul çağlarındayken şiir yazmaya başlamıştır. Hiç kimsenin beğenmediği "Fuzûlî" mahlasını alarak da adının diğer şairlerle karışmasını önlemiştir.
Çocukluk ve gençlik devri, Irak'ın Safevîlerin elinde olduğu bir devreye rastlar. Daha gençlik yıllarmdayken "Beng ü Bade" adlı eserini yazarak Şah İsmail'e sunmuştur. Irak, 1534 yılında Osmanlıların idaresine girer. Fuzûlî 1537 yılında şaheseri olan "Leyla ve Mecnun" adlı mesnevisini Kanunî Sultan Süleyman adına kaleme alır.
Fuzûlî, 1556 yılında Kerbela'da taun hastalığından vefat etmiştir.
Şair, şiir yazmaya çok küçük yaşlarda başlamıştır. "Nazm-i nazik" üstadı Fuzûlî, Türkçe ve Farsça divanlar yazmıştır. Üç dilde de divanı vardır. Onun "Leyla ve Mecnun" adlı romantik âşıkâne mesnevisi, "Bengü Bade", "Yedd-i Cam", "Sohbet-ü'1-Esmar" adlı alegorik mesnevileri, mektupları, "Sıhhat ve Maraz", "Rind ü Zahid" adlı alegorik ve bediî-felsefî mensur eserleri, "Hadis-i Erbaîn", "Hadikat-ü's -Süeda" gibi tercümeleri, "Matla'-ü'l-İ'tikad" adlı bir Arapça felsefî risalesi vardır Daha ziyade gazel tarzında eserler veren Fuzûlî'nin divanlarında kıt'a, rubaî, terkib-i bend, terci'-i bend, müseddes, muhammes, murabba, musammat, müfred, tekbeyt (matla') ve muammaları da vardır.
Bediî sözü dirilik, canlılık kaynağı sayan, can ve ruhla mukayese eden Fuzûlî, lirik şiirlerinde muhabbet, aşk felsefesinin derin ve manalı şerhini yapmıştır. "Leyla ve Mecnûn" mesnevisinde insan sevgi ve kaderinin muhteşem bir abidesini meydana getirmiştir. Epik eserlerinde içtimaî düşünce ve mülahazalarını aksettirmiştir.
Fuzûlî'nin eserleri beş cilt olarak Bakü'de neşredilmiştir. Onun hakkında H. Araslı, Mir Celal, M. Guluzade, M. Cefer ve F. Gasımzade'nin mühim tetkikleri vardır.
Qazel-1
Aldı gülzar içre su eks-i izer-i âlini,
Çekdi güller suretin menzûr edib timsâlini,
Al yanağının aksiyle suyun içi gül bahçesine döndü. Güller senin şeklini, güzelliğini görünce utanıp suretlerini çektiler (kendilerini sakladılar, gizlediler).
Adın etmiş gün, alıb bir eks mir'at-ı felek,
Sübh gösterdikde sen rüxsâr-i ferruxfâlını.
Sabahleyin kutlu, güzel yanağını gösterince feleğin aynası senden bir akis almış ve onun adına gün demiş.
Şerhe bir gün qıldığın bîdâdi çekmez heşredek,
Ol melek kim, yazmaq ister nâme-i e'mâlini.
Â'mal defterini yazmak isteyen melek, bir günde yaptığın zulmü, işkenceyi kıyamete kadar yazamaz, açıklayamaz.
Seyl-i xun xâlm xeyâline pozub göz merdümün,
Merdüm etmiş çeş-i xunbâre xeyâl-i xâlini.
Kan seli, senin beninin hayaliyle göz bebeğini boz-muş ve beninin hayalini kan saçan gözlere göz bebeği etmiş.
Mürğ-i dil qalmadı kim, seyd olmadı, ey xuş-çeşm,
Sakin et pervazden şehbaz-i mişginbâlini.
Ey gönül gözü, av yok, olmadı. Gönül kuşu kalmadı. Misk kokulu kanadı olan doğanını uçurma. (Sevgilinin gönlü kast ediliyor).
Qoymadın bir kimse cövrün çekmeye, rehm et demi,
Men'ı qıl xunrizlikden qemze-i gettâlini.
Senin çevrini artık hiç kimse çekemiyor, (Hiç kimseyi çevrini, nazını çekmeye koymadın, rahmet et). Katil gamzeni kan dökücülükten (kan dökmekten) alıkoy, men'et
Qem günü üstümde senden qeyri yox, ey dud-i ah!
Lütf qıl, menden götürme saye-i iqbâlını.
Ey ahimin dumanı, gam keder günü üstümde sen-den başka bir şey yoktur. Lütfet, ikbalinin, talihinin gölgesini benden çekme (götürme). (Dud-i ah'la sevgili de kastediliyor. Aynı zamanda beddua, ilenç demektir).
Ey Fuzûlî, bes ki, qem-nak oldu ehvâlın senin,
Gemden ölsen, hiç kim sormaz dex-i ehvâlini.
Ey Fuzûlî, yeter artık! Böyle gamlı, kederli halde olman bitsin. Gamdan, kederden ölsen de senin halini hiç kimse sormaz.
Qazel-2
Bilmez idim, bilmek ağzın sirrini düşvâr imiş,
Ağzını derlerdi yox, dediklerince var imiş.
Ağzının sırrını bilmenin zor olduğunu bilmezdim. Ağzının yok olduğunu söylerlerdi. Onların dediğince varmış.
Âciz olmuş yaxmağa âh ile kûh Kûhken
Neylesin miskin onun eşqi hem ol migdâr imiş.
Dağ kazıcı (Ferhad), dağı yakmayı becerememiş. Neylesin o miskin ki, onun aşkı o kadarmış.
Daşe çekmiş xelq üçün Ferhad Şîrin suretin,
Erz qılmış xelqe mehbûbin, eceb bîâr imiş.
Ferhat, halk için Şirin'in suretini (resmini) taşa çekmiş (kazımış). Utanmaz halka sevgilisini arz etmiş, göstermiş.
Ke'be ehrâmine zâhid, dediler bel bağladı,
Eyledim tehqiq, onun bağlandığı zünnâr imiş.
Zahidin (Kaba sofu) Ka'be ehramına bel bağladığını söylediler. Araştırıp gördüm ki onun bağladığı zünnarmış (papazın bel kuşağıymış).
Ömrlerdir eylerem ehvâl-i dünyâ imtehan,
Neqd-i ömr ü hâsil-i dünyâ heman bir yâr imiş.
Ömür boyunca dünya halini imtihan ettim, (sınadım.) Ömrün serveti (Ömürden elde ettiğim) ve dünyadan hasıl ettiğim sadece bir yarmış (yar oldu).
Zövq-i dîdârile dildârın yox etdim vârimi,
Dövlet-i bâgî ki derler, dövlet-i dîdâr imiş.
Gönül sahibi olan yarin yanağının, yüzünün zevkiyle bütün varımı, malımı mülkümü yok ettim. Baki olan devlet, yüz servetiymiş.
Dün Fuzûlî ârizin görgec, revân tapşırdı cân,
Laf edib derdi ki, canım var, emânetdâr imiş.
Fuzûlî dün yanağını görünce akıp giden canını sana havale etti. Benim canım emanetdardır, dermiş.
Qazel-3
Qansı mâhin bilmezem mehrile olmuş zâr sübh.
Her gün eyler xelqe bir dağ-i nihân izhâr sübh.
Sabah, ayın yüzünden mi, yoksa güneşin yüzünden mi bilmem ağlar, inler olmuş. Sabah, her gün halka gizli bir yarasını gösterir, açıklar.
Batdı encüm, çıxdı gün, yâ bir esîr-i eşqdir,
Tökdü dürr-i eşk, çekdi âhi ateşbâr sübh.
Yıldızlar battı, güneş çıktı. Bir aşk esîri olan sabah, bu sırada sürekli gözyaşı incileri döktü; ateş saçan ahlar çekti.
Nola ger emvâte ehyâ verse sübhün demleri,
Zikr-i leyindir kim, eyler dem-be-dem tekrar sübh.
Sabahın nefesi, ölüleri diriltse ne olur. Saban daima dudağının zikrini tekrarlar durur.
Bir müsevvirdir ki, zerrin kilk ile her gün çeker,
Sefhe-i gerdûne neqş-i âriz-i dildâr sübh.
Sabah, öyle bir musavvirdir ki, altın kalemle dün-yanın yüzüne gönül sahibi olan sevgilinin yanağının nakşını (suretini) çeker.
Müjde bir xurşîdden vermiş meğer bâd-i sebâ,
Kim, nisâr eyler ona yüz min dür-i şehvâr sübh.
Sabah rüzgârı güneşten bir müjde verince sabah, ona yüz bin iri inci saçar.
Âşiq-i sâdiqdir, izhâr-i qem eyler her seher,
Âh ile xelqi yuxusundan gılır bîdâr sübh.
Sabah, her seher gam saçan sadık bir âşıktır. "Ah" ile halkı uykusundan uyandırır
Ey Fuzûlî, şâm-i gem encamına yoxdur ümîd,
Bir tesellidir sene ol söz ki, derler var sübh.
Ey Fuzûlî, gam gecesinin sona ereceğine dair bir ümit yoktur. "Sabah var" demeleri sana teselli veren bir sözdür.
Qazel-4
Qebrim daşma kim qem odundan zebânedir.
Te'n oxun atma kim, xeteri çox nişanedir.
Gam, keder ateşi aleviyle yanan kabir taşıma ayıp-lama okunu atma. Çünkü o, tehlikeli bir nişanedir.
Eylen qedeh zemâne gemin def galiba
Dövr-i qedeh müxâlif-i dövr-i zemânedir.
Kadeh zamane gamını defeder, yok eder. Galiba kadeh devri, zamane devrinin muhalifidir
Qaldırdı eşk-i dûn men ol âsitâneden
Kim, meqsedim menim dexi ol âsitânedir.
Beni o eşikten alçak gözyaşı kaldırdı. Fakat, benim maksadım yine o eşiktir.
Vaiz sözüne tutma qulaq, qâfil olma kim,
Qeflet yuxusunun sebebi ol fesânedir
Sen vaiz sözüne kulak verme, gafil olma. Gaflet uykusunun sebebi, o efsanedir, hikâyedir (Gaflet uykusunun sebebi, vaizin o sözleridir).
Nezr etmişem ferâqine kim, yox nihayeti,
Neqd-i sirişkimi ki, tükenmez xızânedir.
Tükenmez hazine olan gözyaşı sermayemi senin sonu olmayan ayrılığına adadım.
Cân vermeyem mi qürbete kim bim-i te'neden
Yâd-i veten feğânima sensiz behânedir.
Gurbette sensizlikten dolayı ağlayıp can vermeyeyim mi? Asıl olan sensin. Vatan yadı utanma korkusu yüzünden bahanedir (Ağlamamın asıl sebebi, sensizliktir. Vatan yâdı bahanedir).
Ey dil hezer qıl ateş-i âhunle yanmasın
Cismin ki, derd quşlarına âşiyânedir.
Ey gönül, dert kuşlarının yuvası olan vücudum, ahinin ateşiyle yanmasın. Sakın, dikkat et.
Menden Fuzûlî, isfeme eş'âr-i medh-ü zem,
Men âşigem hemîşe sözüm âşiqânedir.
Fuzûlî, benden övgü ve yergi şiirleri isteme. Ben âşığım. Bu yüzden sözüm de daima âşıkanedir.
Qazel-5
Dehenin derdime derman dediler cânânın,
Bildiler derdimi, yoxdur dediler dermanın.
Cananın, sevgilinin ağzını derdime derman dediler. Derdimi bildiler. Dermanın yoktur, dediler.
Olsa mehbûbların eşqi cehennem sebebi,
Hur ü gılmanı qalır kendisine rizvânın.
Sevgililerin aşkı cehennem sebebi olsa huri ve gılmanlar cennetin kendisine kalır.
Keçdi meyxâneden el, mest-i mey-i eşqin olub,
Ne meleksin ki, xerâb etdin evin şeytânın?
Bütün halk, aşkının şarabının, sarhoşu olarak meyhaneden geçti. Sen ne biçim bir meleksin ki, şeytanın evini de yıktın.
Urmazam sehhet üçün merhem oxun yâresine,
İsterem çıxmaya zevk elem-i peykânın.
Okunun yarasına sıhhat bulmak için merhem koymam. Temreninin eleminin zevkine çıkmak (ulaşmak) isterim.
Ne bilir oxumayan müshef-i hüsnün şerhin,
Yere gökden ne üçün endiyini Qur'ânın.
Güzelliğinin mushafının açıklamasını okumayan Kur'an’ın gökten yere niçin indiğini ne bilir?
Yerden ey dil göye qavmuşdu şirişkim meleki,
Onda hem qoymayacaqdır oları efğânın
Ey gönül! Gözyaşım meleği yerden gökyüzüne kovmuştu. Yine ağlayıp, inlemen onlara rahat vermeyecektir.
Ey Fuzûlî, oluban qerqe-i girdab-i cünûn,
Gör ne gehrin çekerem döne-döne dövrânın
Ey Fuzûlî, delilik, çılgınlık girdabında suya battım. Gör, devranın ne kahırlarını çekmekteyim.
Qazel-6
Meni candan usandırdı, cefâdan yar usanmaz mı?
Felekler yandı ahimden, muradım şem'i yanmaz
Sevgili beni candan usandırdı. Kendisi bana cefa etmekten usanmayacak mı? Ahımdan gökyüzü (gök kubbesi) yandı, dileğimin, (muradımın) mumu hâlâ yanmayacak mı?
Qamu bîmârine canan, devâ-yi derd eder ehsân,
Neçün qılmaz mene derman, meni bîmâr sanmaz mı?
Sevgili bütün âşıklarının, sevdalılarının derdine bir çare bağışlar da benim derdime neden bir çare bulmaz? Yoksa beni hasta sanmaz mı?
Qemim pünhân tutardım men, dediler yâre qıl rövşen,
Desem ol bîvefâ, bilmen inanar mı, inanmaz mı?
Ben gamımı gizli tutmaktaydım. Sevgiliye açıkla dediler. Bilmem acaba açıklasam, o vefasız sevgili inanır mı, inanmaz mı?
Şeb-i hicran yanar canım, töker qan çeşm-i giryânım,
Oyadar xelqi efgânım, qara bextım oyanmaz mı?
Ayrılık gecesi benim canım yanar. Ağlayan gözlerim kanlı gözyaşları döker. Ağlayıp inlemem bütün halkı uyandırır da uykuda olan kara bahtım hâlâ uyanmaz mı?
Gül-i ruxsârine qarşu gözümden qanlı axar su,
Hebîbim f esl-i güldür bu, axar sular bulanmaz mı?
Yanağının gülüne karşı (Gül gibi olan yanağına karşı) kanlı gözyaşlarını akar. Sevgilim bu gül mevsimidir (ilkbahardır). Bu mevsimde akarsular bulanmaz mı?
Değildim men sene mail, sen etdin eqlimi zail,
Mene te'n eyleyen qâfil seni görcek utanmaz mı?
Ben sana düşkün değildim. Benim aklımı başımdan sen aldın. Beni ayıplayan kişi, acaba seni görünce bundan utanmayacak mı?
Fuzûlî rind-i şeydâdır, hemîşe xelqe rüsvâdır,
Sorun kim, bu ne sevdadır, bu sevdadan usanmaz mı?
Fuzûlî (aşk yüzünden) deli divane olmuş bir rinddir. Her zaman dile düşmüş halka rezil olmuştur. Bu nasıl bir aşktır, sorun. Bu aşktan usanmayacak mı?
Müseddes
Menem ki, qefilesalar-i kârvân-i qemem,
Müsâfir-i reh-i sehrâ-yi möhnet ü elemem,
Heqîr baxma mene, kimseden sağinma kemem,
Feqîr-i pâdşah âsâ gedâ-yi möhteşemem,
Sirişk text-i revandır mene, bu âh elem,
Cefâ vü cövr- mülâzim, belâ vü derd-heşem.
Ben gam kervanının kafile başıyım; mihnet, sıkıntı ve elem sahrasının yolunun konuğuyum. Bana hor bakma, kimseden aşağı olduğumu düşünme. Padişahların muhteşem fakiri, yoklu ve dilencisiyim Gözyaşını bana yürüyen tahttır ve ahım bayraktır. Ezâ ve cefâ, eziyet askerlerim, dert ve belâ hizmetçilerimdir, maiyetimdir.
Ne mülk ü mâl mene çerx verse memnûnem,
Ne mülk ü mâhden âvâre qılsa mehzûnem,
Egerçi müflis ü pest ü müheqqer ü dönem,
Dem-â-dem öyle xeyâl eylerem ki,
Qârûnem. Könülde neqd-i vefa gencilîk pünhânî
Gözüm xezîne-i le'l ü güher, velî fânî.
Ne felek bana mal ve mülk verse sevinirim, ne de malı mülkü alsa üzülürüm. Gerçi her şeyini kaybetmiş, iflas etmiş, zavallı hor görülen düşkün biriyim ama kendimi her zaman Karun gibi düşünürüm, hayal ederim. Gönlümde vefa sermayesinin hazinesi vardı, fakat gizlidir, saklıdır; gözümde inci ve cevher hazinesi var fakat fânî, geçicidir
Heyât serf edüben, derd qümışam hâsil,
Sirişk~i âl ü rux-i zerd qılmışam hâsil,
Zemîr güzgüsüne gerd qılmışam hâsil,
Tebîet-i segi şebgerd qilmışam hâsil, işim
Qara gece tâ sübh nâle vü feryâd,
Ne verseler ona şâkir, ne deseler ona şâd.
Ömrümü verip karşılığında dert elde etmişim. Sonunda kanlı gözyaşı ve sarı bir yüz hasıl etmişim. Gönül aynasını toza toprağa bulaştırdım. Gece dolaşan (bekçilik yapan) köpeğin tabiatına girmişim (görevini üstlenmişim). İşim kara geceden sabaha kadar ağlayıp inlemektir. Ne verirlerse ona şükrederim, ne yaparlarsa ona sevinirim.
Sirişk-riz gülendamlar hevâsîle,
Şikeste-hal siyeh zülfler belâsîle,
Zemane içre qem-i eşq mâcaresîle,
Hemişe meslehetim özgeler rizâsîle,
Ne dövr-i gerdiş-i gerdun menim murâdimle
Ne Qâyeti emelim hüsn-i eti qâdimle
Gül boyluların, endamlıların hevesiyle, aşkıyla gözyaşı dökerim. Kara saçlıların belasıyla kırılırım. Ömrüm, zamanım aşk gamının macerasıyla geçer. Her işim, yaptığım hep başkalarının rızasıyla, isteğiyle olur. Ne dünyanın gidişi, dönüşü benim isteğimledir; ne de emellerimin gayesi inançlarım doğrultusundadır.
Hesûd sûret-i ehvâlime nezer qılmaz,
Cefâ qıhr men-i bîçâreye, hezer qilmaz,
Sanır ki, nâle vü zarım ona eser qılmaz,
Onu mürur ile âlemde derbeder qılmaz,
Zemâne içre mücerrebdir intiqâm-i zaman
Hemîşe yaxşıya yaxşı verer, yamâne yaman.
Kıskanç olanlar kötü halime bakmazlar. Bîçâre olan bana cefâ etmekten çekinmezler. Ağlayıp inlemelerimin ona tesir etmeyeceğini sanır. Dünyada onu da perişan edeceğine inanmaz. Zaman içinde zamanın intikam alacağı tecrübe edilmiştir. O iyiye iyilik, kötüye de kötülük verir.
Muxammes (Muhammes)
Vây, yüz min vây kim, dildârden ayrılmışam,
Fitne-çeşm ü sâhir-i xunxârdan ayrılmışam.
Bülbül-i şûrîdeyem gülzârden ayrılmışam,
Kimse bilmez kim, ne nisbet yârden ayrılmışam,
Bir qedi şümşad ü gülrüxsârdan ayrılmışam.
Vah, yüz binlerce vah! Sevgilimden ayrılmışım. Gözü fitne çıkaran ve kan içici bir sihirbazdan ayrılmışım. Perişan bir bülbülüm ben, gül bahçesinden ayrılmışım. Nasıl bir sevgiliden ayrıldığımı kimse bilmez. Şimşir boylu, gül yanaklı bir güzelden ayrılmışım.
Qeddi tûbâ, le'li firdovsun şerâb-i kövseri
Xülg ü xûyi bir melek, sûretde emsâl-i peri,
Bürc-i eflâkin seâdetli, şerefli exteri.
Hüsn- arâ mecmû-i xubların ser-â-ser serveri,
Bir qedi şümşad ü gülrüxsârden ayrılmışam.
Boyu tûbâ ağacı, dudağı cennetin kevser şarabı, huyu ve yaratılışı melek surette, (görünüşte), peri gibi, gökyüzünün şerefli ve mutlu yıldızı, güzellikte bütün güzellerin serveri, şimşir boylu, gül yanaklı bir güzelden ayrılmışım.
Dûstlar, men nâle vü feryâd qılsam, eyb imes,
Çerx-i bedmehrin elinden dâd qılsam, eyb imes,
Qem diyârm dil arâ âbâd qılsam, eyb imes,
Bu bina birle cahânda ad qılsam, eyb imes,
Bir qedi şümşad ü gülrüxsârden ayrılmışam.
Ey dostlar! Ben ağlayıp, inlesem ayıp değildir. Acımasız feleğin elinden sızlansam, yakınsam ayıp değildir. Gam ülkesini gönlümü şenlendirip, yâd kıl-sam da ayıp değildir. Bu binayla (bu işle, bu halimle) dünyada ad, ün kazansam da ayıp değildir. Çünkü ben şimşir boylu, gül yanaklı bir güzelden ayrılmışım.
Düşmüşem gemxâne-i hicrâne zâr ü derdnâk,
Nâxun-i hesret bilen edib girîbânimi çâk,
Günde yüz gez hicr tiğilen oluram men helak,
Gerdiş-i devvâr cövründen men-i dilxeste nâk,
Bir qedi şümşad ü gülrüxsârden ayrilrraşam.
Ağlayıp sızlayarak, dert çekerek gam evine düşmüşüm. Hasret tırnağıyla yakamı parçalayarak, günde yüz kere ayrılık kılıcıyla Ölüp yok olurum. Dönen feleğin (dünyanın) çevrinden, cefâsından gönlü hasta olan ben şimşir boylu, gül yanaklı bir güzelden ayrılmışım.
Mürebbe
Perişan hâlim oldum, sormadın hâl-i perişanım,
Qeminden derde düşdüm, qilmadm tedbîr-i dermanım,
Ne dersen rûzigârım böyle mi keçsin, gözel xânım!
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!
Senin yüzünden perişan hallere düştüm, fakat perişan halimin sebebini sormadın. Senin gamından derde düştüm hastalandım. Fakat sen derdimin çaresini bulmadın. Ne dersin sultanım, ömrüm (baharım, gençliğim) böyle mi geçsin? Gözüm, canım efendim, sevdiğim yüce sultanım.
Esîr-i dâm-i eşqin olalı, senden vefa görmen,
Seni her qanda qörsem, ehl-i derde âşinâ görmen,
Vefa vü âşinâlıg terkini senden reva görmen,
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!
Aşkının tuzağına tutsak olalı senden vefa görmedim. Seni nerede ve ne zaman görsem dertlilere yakın görmedim. Gerçi vefa ve yakınlığı da (ya-kınlık adetini de) sana uygun görmem. Gözüm, canım efendim, sevdiğim yüce sultanım
Değer herdem vefasız çerx yayından mene bir ox,
Kime şerh eyleyim kim, möhnet ü endûh ü derdim çox,
Sene qaldı mürüvvet, senden özge hiç kimsem yox,
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım
Bana vefasız feleğin yayından her an bin ok doğar. Derdimin, kederimin, sıkıntımın çok olduğunu kime açıklayabilirim? İnsanlık, iyilik, mertlik sana kaldı. Senden başka hiç kimse yok. Gözüm, canım, efendim, sevdiğim yüce sultanım.
Gözümden dem-be-dem bağrım ezib yaşım kimi getme!
Seni terk etmezem çün men, meni sen dexi terk etme!
İken hem zâlim, olma men kimi mezlûmu incitme!
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!
Her an gönlümü yaralayıp gözümden akan gözyaşlarım gibi gitme. Ben seni nasıl terk etmiyorsam, sen de beni terk etme. Öyle zalim olma, benim gibi mazlumu incitme. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, yüce sultanım!
Qatı könlün neden bu zülm ile bî-dâde rağibdir,
Gözeller nisbeti olmaz cefâ, senden ne vâcibdir,
Senen tek nazenine nazenin işler münâsibdir,
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!
Katı gönlün neden zulüm ve haksızlık etmek istiyor? Güzeller senin gibi olmaz. Cefâ etmek sana yakışmıyor. Senin gibi nazlı, zarif güzele ince nazik işler uygundur. Gözüm, canım, efendim, sevdiğim yüce sultanım!
Nezer qılmazsan ehl-i derd gözden axidan şeyle,
Yamanhqdır işin üşşâg ile, yaxşı mıdır böyle,
Gel Allâhı sevirsen âşiqe cövr etme, lütf eyle,
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!
Dertlilerin gözlerinden akıttıkları gözyaşı seline bakmazsın, aldırmazsın. İşin aşıklara kötülük yapmaktır. Bu güzel bir şey mi? Allah'ını seversen gel, kuluna bu kadar eziyet etme; lutfetlik, iyilik yap. Gözüm, canım efendim, sevdiğim, yüce sultanım!
Fuzûlî şîve-i ehsânm ister bir gedâyindir,
Dirildikce senin kûyin yolunda xâk-i pâyindir,
Gerek öldür, gerek qoy hökm-hökmün, re'y re'yindir
Gözüm, canım, efendim, sevdiğim, dövletli sultânım!
Fuzûlî, senin ihsanını görmek isteyen bir dilencidir. Yaşadığı müddetçe kapının köpeği, ölünce de ayağının toprağıdır. İster öldür, ister bırak, fikir senin fikrin, karar senin kararındır. Gözüm, canım, efendim, sevdiğim yüce sultanım!
Rubailer
Rubai-1
Te'mîr-i beqâ vü cem'i mal etdin, tut!
Her arzu edirse, ona yetdin tut
Çün ömr beqâsma tutulmaz ümmîd
Her hâl ile geldiğin kimi getdin, tut!
Farz et ki ülkeler ma'mur ettin ve mal, mülk, servet yığdın; yine farz et ki neyi arzu ettinse ona ulaştın. Çünkü ömrün bakiliğine ümit bağlanmaz. Nasıl geldiysen gittiğini farz et (Fuzûlî, insanın dünya hırsını kapılmamasını istiyor. Neyi olursa olsun sonunda insanın geldiği gibi gideceğini söylüyor)
Rubai-2
Derler ki, qılır qönçe leb-i yâr ile behs,
Gülberg-i ter ol le'l-i güherbâr ile behs.
Ol bir nece dilsizlere töhmetdir bu,
Devâye gele lehçe vü göftâr ile behs.
Goncanın yarin dudağıyla sohbet ettiğini, konuştuğunu söylerler. O taze gül yaprağı mücevher saçan dudakla bahisleşir. O birçok dilsize ithamdır. Zira, bahis, iddia için dil ve söz gerektir.
Rubai-3
Hicrin ciğerini her kimin qan eyler
Tedrîc ile veslin ona derman eyler
Zülfün kimi kim, müddet ile kâfir idi,
Le'lin onu bir demde Müselmân eyler.
Ayrılığın kimin ciğerini parçalarsa, vasim da onu yavaş yavaş tedavi eder. Saçların zamanla kimi kâfir ederse dudağın onu bir anda Müslüman eder.
Rubai-4
Cânân ise metlûb, teme' candan kes,
Metlûb ise cân, ümîd, canandan kes
Cân sevmek ile müyesser olmaz cânân,
Yâ bundan ümîd, yâ teme' ondan kes.
İstediğin sevgili ise candan umudunu kes. Sevdiğin, istediğin can ise canandan umudunu kes. Canı sevince canan nasib olmaz. Ya bundan ümidini kes ya da ondan isteğini kes.
Rubai-5
Cûyinde senin ne daşe kim, vurdum baş,
Qıldım onu qer-i xûn, töküb gözden yaş,
Göz yasine rehm eyle ki, çox müddetdir,
Bîdâdine sebr edib basar bağrına daş.
Senin semtinde ne taşlara başımı vurdum. Gözümden yaş dökerek onu kana boğdum. Uzun süredir senin zulmüne sabredip bağrıma taş bas-maktayım. Gözyaşlarıma rahmet et, onlar için yardım et.
Kıt’alar
Kıt’a-1
Ey müellim, âlet-i tezvirdir eşrâra elm,
Qılma ehl-i mekre te'lîm-i meârif, zînhâr!
Ey muallim, kötüler için ilim, yalan; kovu aletidir. Sakın hile ehline bilgi öğretme.
Hiyle üçün elm telimin qılan müfsidlere,
Qetliam üçün verer cellâde tîğ-i âbdâr.
Hile için fesatlara, kötülere ilim öğreten; temiz, sağlam kılıcını katliam yapması için cellada vermiş gibidir.
Her ne tezvir etse ehl-i cehl ona olmaz sebat,
Mekri ehl-i elmdir, esl-i fesâd-i rûzigâr.
Cahiller her ne yalan, tevzir söylerlerse söylesinler, onlara inanmak olmaz. Dünyanın fesadının aslı ilim ehlinin yalanıdır.
Kıt’a-2
Her kim var ise zâtında şerâret küfrü
İstilâhet-i ulum ile müselmân olmaz
Cevherinde kötülük, şerlik karanlığı olan her kim varsa; ilim tabirleriyle, sözleriyle Müslüman olmaz.
Ger qara daşı gizil gar ile rengin edesen
Teb'e teğyir verib le'l-i Bedehşân olmaz
Kara taşı kızıl kan ile boyasan, süslesen bile tabiatım (özelliğim) değiştirip Bedahşan yakutu (cevheri) olmaz.
Eylesen tûtiye telim edâ-yi kelimât
Nitgi insan olur amma özü insan olmaz.
Tutiye (düzgün) konuşma eğitimi versen de sözü, konuşması insan olur ama; kendisi insan olmaz.
Her uzun boylu şücâet ede bilmez de'vâ
Her ağaç kim boy ata serv-i xuramân olmaz.
Her uzun boylu olan, kavgada yiğitlik gösteremez. Her ağaç da boy atar ama nazla sallanan selvi olamaz.
Kıt’a-3
Ol sebebden Farsi lehzile çoxdur nezm kim,
Nezm-i nâzik Türk lefzile iken düşvâr olur.
Türkçe ile güzel şiir söylemek zordur, güçtür. Bu yüzden Farsça şiir çoktur.
Lehçe-i Türkî gebûl-i nezm-i terkib etmeyib,
Ekseren elfâzi nâmerbutü nâhemvâr olur.
Türk dili nazm ve terkip kabul etmez. Sözlerinden çoğu (ekserisi) bağlı ve düz değildir.
Mende tövfiq olsa bu düşvârı asan eylerem,
Növbahar olgaç tikenden berg-i gül izhâr olur.
Bana Allah'ın yardımı olursa (bende güç; uygunlaştırma gücü olsa) bu güçlüğü kolaylaştırırım. İlkbahar gelince dikenden gül yaprağı meydana gelir.
DİLAN & HALO
Heqir-i Tebrizi
(Tebriz, ? - Tebriz, 1586)
Heqir-i Tebrizî XVI. asır Azerbaycan-Türk şiirinin az tanınan, az araştırılan, az öğrenilen simalarından biridir. Asrın başlarında Tebriz'de dünyaya geldiği tahmin edilmektedir. Burada mükemmel bir tahsil alan ve uzun süre doğduğu şehirde yaşayan sanatkâr, devrinin diğer sanatçıları gibi seyahat etmeyi çok sevdiği için "Şark"ın birçok ülkesini gezmiştir. 60. yılların sonu ile 70. yılların başında Keşan'da olduğunu bilmekteyiz. Sonra oradan Horasan'a gider. Oradan "Gezvin" yolu ile vatanı olan Tebriz'e döner. Heqirî, 1586 yılında Osmanlıların Tebriz'i almaları sırasında şehit olmuştur.
Şair, günümüze ulaşan ve esas eseri olarak kabul edilen "Leyli ve Mecnûn" mesnevisini 1525 yılında yani Fuzûlî'nin "Leyli ve Mecnun"undan 11 yıl önce yazmıştır. Bununla birlikte 'Tuhfe-i Sami" adlı tezkiresini 1550 yılında bitiren Sam Mirze O'nu daha yeni ortaya çıkmış bir şair olarak takdim etmektedir. Bu ifadeden şu çıkmaktadır: Heqirî, mesnevisini bitirdikten 50-60 yıl sonra da hayattadır. "Hülaset-ül-Eş'ar ve Zibdetül-Efkar" tezkiresinin müellifi Teqiyeddin Kaşanî, O'nun altı bin beyit hacminde bir divanı olduğunu yaz-maktadır. M. Terbiyet, şaire kıymet vererek şöyle yazmaktadır: "Heqirî Azerbaycan'ın üstat sanatkârlarındandır. Şirin, tatlı sözlü bir şairdir. Fikirlerini, duygularını ince bir şekilde ustaca beyan eder. Ahlâkının ve davranışının, tutumunun hoşluğunda ve beğenilip takdir edilmesinde eşi, benzeri yoktur."
Heqirî "Leyli ve Mecnun" mesnevisi ile devrinin insana zıt orta asır görüşleri ile yeni hümanist görüşlerin mücâdelesini aksettirmiştir. Bu mücadelede kahramanın beden olarak mağlubiyetini, fakat buna karşılık manevî galibiyetini göstermiştir.
Mesnevinin bilinen tek el yazması, Britanya Müzesi'ndedir. Bu nüshanın fotoğrafları Azerbaycan İlimler Akademisi El Yazmalar Enstitüsü'ndedir. Bu fotoğrafları esas alan X. Yusifov 1968 yılında mesnevinin metnini hazırlayıp neşriyata takdim etmiştir. "XIII-XVI Eserler Azerbaycan Şe'ri" (Bakı, Elm 1984) kitabında Heqirî ile ilgili verilen numuneler, "Yazıcı" neşriyatındaki Yusifov'un elyazmasından alınmıştır. Mesnevî'nin bu metninden bir bölümünü aşağıya aldık. Elyazmasında hatalı olan sözler, ifadeler düzeltilmiş, eksik söz ve ifadeler tamamlanarak parantez () içerisinde yazılmıştır.
Leyli ve Mecnûn Mesnevisi
Olmaq üçün dûr şeytân-i recim
Yazıram bismillâhir-rehmâni'r-rehim.
Mel'un şeytandan uzak olmak için "Bismi'llahi'rrahmânirrahim" yazarım.
Eyledim bünyâd bismillah ile
Tâ ki, pâyine ire dibcâh ile
"Bismillah" ile bünyad ettim ki (temel attım ki) gönlümün dileği ayağına (huzuruna) varmaktır (ermektir- ulaşmaktır).
Her sözün olmasa ilkin nâm-i hegg
Bulmaq olmaz menfeet bilqil zi-heqq
Her sözün başlangıcı "Allah" adı olmazsa; doğrular ondan menfaat, fayda bulamaz, bunu bil.
Eyledim men ibtidâ heqq adına,
Ol yeter vâ-mendeler feryadına.
Ben önce "Allah" adıyla başladım ki, geridekilerin feryadına o yeter.
İhtidası her sözün Allah ola
Gamularçün bu söze dibcâh ola.
Her sözün başı "Allah" olsun. Herkes için bu söz dilek olsun.
Çünki (düşdü) könlüme ihlâm-ii heqq
İbtidâ qıldım sözü bir nâm-i heqq:
Gönlüme Allah'ın ilhamı düştüğü için ilk sözümü Allah'ın adı kıldım (sözüme Allah'ın adıyla başladım).
Gör, odur dârende-i ferr-i huma!
Xâliq-i ins ü peri, erz ü sema
Kaçan hümâ kuşunu getiren ve ins, peri, arz ve se-manın yaratıcısı odur, gör, bil..
"Qulhü-vallâhü ehad" ana sifat!
Baqidir (daim), ana irmez memet!
"Gulhü-vallahü ehad"dır onun sıfatı. Bakîdir; ona ölüm gelez yoktur.
Misli yoxdur, şübhe yoxdur, ziddi yox,
Cümle-i âlemlere eltâfı çox
Eşi, benzeri, zıddı yoktur. Ondan şüphe edilmez. Bütün âlemlerde lütfü, güzelliği çoktur; görülür.
Ol Kerimdir, cümleye feryâdres,
Ol Rehinidir, râziq-i mur ü meges
Bütün feryat edenlere, zor durumda olanlara o ke-rimdir, yardım eder. Bütün karınca ve sineklerin (yürüyen ve uçanların) rızklarını o verir, o rahmet eder.
Lütfü anın cümle xelqin rehberi,
Hikmet ilen yaradır xüşk ü teri.
Onun lütfü cümle halkın kılavuzudur. Kuru-yaş herşeyi hikmetiyle yaratır.
Her kime qelıx eylese eder helak
Fâni olursa cehan, âne ne bak?
Kime gazaplansa, kahretse helak, yok eder. Cihan fani olsa da onun için korku yoktur. (Cihanın faniliğinden onun korkusu olur mu?)
Hem Celildir, hem Qedimdir, hem Kerim
Hem Neimdir, hem Selimdir, hem Rehim.
Hem yüce, başlangıcı olmayan ve cömerttir. Hem de diri, kusursuz ve esirgeyendir.
Hem Semi'dir, sane-i settardır
Hem Qafur ü Qedir ü Qehhardır
Hem he rşeyi duyan (açan, bilen), (gizleyen) yaratandır. Hem bağışlayan, hem her şeye gücü yeten, her şeyi kahredendir.
Oldurur sultan ü heqq-i câvidan.
Lametet ü lâşerîk ü müstean.
Ebedî yaşayacak olanların (kalıcı olanların) sultam O'dur. O, Ölümsüz ortaksız ve kendisinden yardım istenendir.
Yerde, göğde hakim-i ehvâl odur!
Doğru bilgil, âlem-i efâl odur!
Yerde ve gökte her şeyin, her hâlin hakimi; her işi bilen odur. Bunu doğru bil.
Yox ikenâlemleri vâr eyledi,
Cümleye fezlini izhâr eyledi.
Alemleri yok iken var etti. Her şeyde faziletim, lütfunu, erdemini gösterdi.
Odurur heqq-i qedim ü lâyezâl,
Zatına yoxdur yoxdur anın neqs ü zeval
Sonsuzlukta, ebedîlikte kadim olan Hakk odur. Onun zatında noksanlık ve sona erme (son) yoktur.
Lütf edicek âlemi me'mûr eder
Bir nezer qehr eyleye meqhûr eder.
Lütfedince bütün âlemi ma'mur, tamid eder. Bir nazarıyla da (bir bakışıyla da) her şeyi kahreder; bozar, yok eder.
Âlim oldur, hâkim oldur, nâzir ol,
Cümlenin ehvâlı üzre hâzır ol.
Her şeyi bilen, her şeye hükmeden ve her yerde olan odur. Herkesin durumlarına göre hazır olan odur.(Herkesin yardımcısı O'dur).
Sen bilirsen yâ qedîr ü yâ ezim,
Yâ kerim ü yâ semîm ü yâ rehini.
Ey her şeye gücü yeten (Kudret sahibi), ey azmeden, her yerde olan, ey kerem eden, ey samim ve ey rahmet eden sen bilirsin (herşeyi sen bilirsin).
Ey ademden âlemi mövcûd eden
Ey qâm ü exlâge lütf ü cûd eden
Ey yokluktan bütün âlemi var eden (yaratan), ey bütün yaratılmışlara yardım eden, lütfeden, onları yaratın!
Sen meni etme serî etden cüda,
Könlümü etme heqiqetden cüda
Sen beni şeriatten, Allah yolundan ayırma! Gönlümü hakikatten ayırma.
Rehmetinle sen meni mesrur qıl
Şirk ü zilletden meni sen dûr qil
Rahmetinle beni mesrur, memnun et. Sana ortaklık koşmaktan ve aşağılıktan beni sen uzak tut.
Mende üsyân, sende qüfran çoxdurur.
Mende xüsran, sende ehsan çoxdurur.
Bende isyan, sende afv, (bağışlama) çoktur. Bende hüsran, sende ihsan, (bağış) çoktur.
Lütf edirsen, yâ xudâvend-i qeni,
Rehmetinle yad qıl men bendeni.
Lütfet ya varlıkların, zenginliklerin sahibi (Ya Hudavend-i ganî). Rahmetinle ben köleni hatırla, yadet.
Âdemin esma ü elmi heqq içün
Şîtin hem elm ü helmi heqqiçün.
Âdem'in adı ve ilminin hakkı için; Şit'in de ilmi ve yumuşaklığı için.
Yene Nûhun novhezârı heqqiçün
Hem Xelîlin zarnizân heqqiçün.
Yine Nuh'un ağlayıp inlemesinin hakkı için, hem Halil'in ağlayıp inlemesinin hakkı için.
Yene Ismâyilin qurbânı içün,
Lazım idi tökmek öz qam içün,
Yine İsmail'in kurbanı ve dökülecek olan öz kanı için,
Yaqubun hesret-i râhi heqqiçün
Yûsifin bend ile çâhı heqqiçün
Yakub'un yolunun hasreti hakkı için; Yusuf'un bağı ve kuyusunun hakkı için,
Eyyubun çekdigi derdi heqqiçün,
Idrisin şol rûx-i zerdi heqqiçün.
Eyyub'un çektiği derdin hakkı için, İdris'in o sarı, solgun yanağının, çehresinin hakkı için,
Xâcenin uş izz ü nâzı heqqiçün,
Yehyanın zikr ü niyazı heqqiçün.
Hoca'nın nazmın, izzettinin hakkı için, Yahya'nın zikir ve niyazının hakkı için,
Yene Mûsânm asası heqqiçün
Hem Şüeybin eydahası heqqiçün
Yine Musa'nın asasının hakkı için, hem Şuayb'm ejderhasının hakkı için,
Dâvudun hem xûb lefzi heqqiçün
Fehm ilen idrâk hifzi heqqiçün
Davud'un da güzel sözü için, anlayış ve idrak hıfzının hakkı için,
Hem Süleyman izz ü bexti heqqiçün
Xel getiren rexht-i texti heqqiçün
Süleyman'ın da değer, büyüklük ve bahtının hakkı için, yel getiren süslü tahtının hakkı için,
Hem Mesîhânm nefâsı heqqiçün
Çekdigi hezz ü sefası heqqiçün
Mesih'in de nefesinin hakkı için; çektiği haz ve sefanın hakkı için
Mustafâ'nın qövl-i şer'i heqqiçün
Sünneti, hem esli, fer'i heqqiçün
Mustafa'nın doğru sözünün hakkı için, sünneti, aslı ve vacibinin hakkı için,
Hem Elinin Zülfüqârı heqqiçün
Qıldığı qavl-i qerârı heqqiçün
Ali'nin de Zülfikârı’nın hakkı için; kararlı, kesin sözünün hakkı için,
Mustafâ'nun rûh-i pakı heqqiçün,
Dâim âh-i sûznâkı heqqiçün.
Mustafa'nın temiz ruhunun, temiz çevresinin hakkı için; daima yakıcı, yanık olan âhının hakkı için.
Yene ol fexr-i nebûnin heqqiçün,
Cümle övlâdi resûlin heqqiçün.
Yine o Nebî'nin şerefi hakkı için; cümle resul evladının hakkı için,
Çârdah me'sum heqqiçün, ya xudâ,
Şirk ü şekkden könlümi eyle cüda.
Yâ Huda, on dört masumun hakkı için; sana ortaklık koşmaktan ve şüpheden gönlümü uzak tut.
Ya ilâhî, heqqi cümle sâdigan,
Ya ilâhî, heqqi cümle âşıqan,
Yâ ilahî, cümle sadıkların hakkı ve cümle âşıkların hakkı için,
övliyânm cüst ü cûşi heqqiçün,
Hem yetimler qÖzi yaşı heqqiçün.
Evliyaların arayıp sormalarının hakkı için; yetimlerin de gözyaşlarının hakkı için,
Göy yüzünde kökeb ü mah heqqiçün
Hem qeribler qüdıgı ah heqqiçün.
Gökyüzündeki yıldızların ve ayın hakkı için, gariplerin çektiği âhın hakkı için,
Enbiyâ vü övliyâlar câniçün,
Hem şehidlerin tÖkülen qânıçün.
Peygamberlerin ve evliyaların canı için, hem şehitlerin dökülen kanı için,
Qazalar qilan ezanın heqqiçün,
Razılar veren rizânm heqqiçün.
Gazilerin okuduğu ezanın hakkı için; itaat edenlerin (gösterdikleri) rızalar için,
Vâhid ü hem mâcid ü ferd ü möcib,
Hem kefiz ü hem müqit ü ham selib.
Ey bir, yüce, eşi benzeri olmayan, kendisinden istenileni veren, ölçen, rızık veren heybetli Allah!
Bu qemûların(ki) dedim hörmeti,
Axiretde cümleye qıl rehmeti.
Bunların hepsinin hürmeti için ahrette cümleye rahmet et.
Qedir ü qeyyûm-i Rebb-i zülcelal,
Sâne ü sâme' kerîm ü lâyezâl.
Ey kudretli, kâim, dâim olan celâl sahibi Allah!, ey yaradan, işiten, kerim ve ebedî olah Allah!
Bir hekâyet edeyim bünyâd men,
Böyle edim qissede irşâd men.
Esas olarak ben bir hikâye söyleyeyim. Hikâyede, kıssada doğru yolu böyle göstereyim.
İki nâzim uş bunu seyr eyleye,
Hem Nazimi rahmet-ül'lâhi aleyh
Bunu iki nâzım seyretsin. Nazimi - Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun de seyretsin.
Xosrov andan nezm qıldı nâmeni,
Verdiler bes Hâtifiye xâmeni.
Hüsrev ondan nazmetti, nameyi. Sonunda Hatifi'ye verdiler kalemi.
Hatifi de nezm etdi bâ-temam,
Xoş müretteb etdi ol şîrin kelam.
Hatifi de tamamıyla nazmetti. O şirin kelâm, onu güzelce tertip etti.
Şimdi men bîçâre-hâl ü nâtevân,
Aciz ü sergeşte, dur ez xâniman.
Şimdi ben güçsüz, halsiz, biçareyim. Evinden barkından uzak âciz ve serkeşteyim.
Himmetini onlarm ezm ederem,
Türk dilince uş bunu nezm ederem.
Onların himmetini azmederim. Türk dilinde işte bunu nazmederim, söylerim.
Ol zaman ki cümle varım bâd ola,
Menim adım bunlar ile yâd ola.
O zaman ki, bütün varlığım, malım mülküm yel olsun. Benim adım sadece bunlarla hatırlansın.
Xeyr ilen kim yâd ede ol dem meni,
Rehmet ile şâd ede xâliq anı.
Beni o zaman kim hayır ile yadederse, Allah da onu rahmet ile bahtiyar eder,
Hâsil olur dünyada qâmım menim,
Kim ferâmûş olmaya nâmım menim.
Adem hatırdan çıkarılmadığı için benim arzum, isteğim dünyada hasıl olur.
Gerçi ender âlem-i bî-e'tibâr,
Qala uş bu nâme menden yadigâr.
Her ne kadar bu âlem itibarsız ise de bu itibarsız âlemde bu name benden yadigâr, hatıra kalsın.
Dostlar yâd ede tâ âxir zeman,
Olmaya hergiz menem adım nihan.
Dostlar, âhir zamanda da yadetsin. Benim adım hiç bir zaman unutulmasın.
Heq vücûdumun (nesini) qıldı pak!
Könlümün âînesini qıldı pak!
Allah vücudumu ve gönül aynamı temiz, pâk kıldı.
Könlümi qemden çü mestur eyledi,
Cismini eşq ile pürnûr eyledi.
Gönlümü gamıyla Örttü, kararttı, ama aşkıyla da cismimi aydınlattı.
Caııda mesken düşdü derdem mehr-i yâr,
Razımı âfâge etdi aşikâr.
Artık, yarin sevgisi, muhabbeti canımı mesken tuttu ve sırlarımı bütün âleme açtı.
Cümle âlemler çü bildi derdimi,
Gördüler hem uş bu rûy-i zerdimi.
Benim sarı yüzümü gördükleri için cümle âlem derdimi bildi.
Zahirim ger hicr ile mehcûr idi.
Lîk batin eşq ile me'mur idi.
Gerçi zahirim, vücudum hicriyle, ayrılığıyla yaralıydı, fakat gönlüm aşkıyla mamur idi.
Vâcib oldu derdim izhâr eyleyim,
Eşq ilen hemrâh olub kâr eyleyim.
Artık gerekli oldu, derdimi açıklayayım. Aşk ile yoldaş olup iş göreyim.
İbtidâ qildım be-rûz-i âdine,
Söyledim heqq ismini bünyâdine.
İlk olarak Cuma günü yazmaya başladım. Başında Allah adını söyledim.
Âdine güni idi, şehr-i receb,
Uşbu nezmi eyledi könlüm teleb.
Recep ayının cuma günü idi. Bu şiiri gönlüm talep etti.
Târix ol dem "zî" idi, lâm ü elif,
Saet- i se'd idi, eyyâm-i şerif.
O zaman tarih 931 idi. Şerefli günlerin saadet saati idi.
Xâliqi etdim penah ender zaman,
Eyledim bünyâd bu nezmi beyân.
Zaman içinde Allah'a sığınarak bu nazmı beyan et-meye başladım.
Lütf qıldı xaliq-i heqq-i kebîr,
Qoymadı qemde meni zâr ü esir.
Ulu yaradan lütfetti ve beni gamda, kederde perişan koymadı.
Aldı hem qıflı zebanımdan menim,
Enduh-i dur etdi canımdan menim.
Benim dilimden bağı, kılıfı aldı ve benim canımdan sıkıntıyı uzaklaştırdı.
Konulum fezlini çun yâr eyledi,
Yar xeyâlm derde qemxâr eyledi.
Gönlüme faziletini koydu ama, yarin hayaliyle de derdime dert kattı.
Çünki kâmım hâsil oldı bi'1-tamâm,
Şerh etdim şimdi hekâyet vesselam.
Kâmım, neşem tamamıyla hasıl olunca bu hikâyeyi işte böyle şerh ettim.
Müsteme olun siz imdi, dûstân,
Tâki men şerh eyleyim bir dâstân.
Ben şimdi bir destan şerh edeyim ve siz onu dostunuzdan yani benden dinleyin.
Söyleyim Leylî vü Mecnun hâlim,
Onların çekdikleri ehvâlmı.
Söyleyeyim Leyla ile Mecnun'un hâlini, onların çektikleri zorlukları.
Zâr idiler gör nece hicran ilen,
Hemden idiler qem-i efğân ilen.
Ayrılıktan nasıl inlediklerini, figân gamıyla nasıl hem dem olduklarını gör.
Derdi onların müdâm efğân idi.
Gözlerine rûz ü şeb yeksan idi.
Onların derdi ızdırap ile inleme idi. Gece ile gündüzün onlar için farkı yoktu yani onlar için uyku ve rahat yoktu.
Belli bildin ki, budur esl-i süxen,
Böyle gördüm men der exbâr-i kühen.
Şunu bilin ki, sözün aslı budur. Ben eskilerden bu haberleri duydum, işittim.
Kim, Arabda var idi bir pâdşâh,
Cümle-i âcizlere post ü penâh.
Bir zamanlar Arabistan'da bütün âcizlerin sığmağı ve yardımcısı olan bir padişah varmış.
Seyyid-i Amiriyan derler ana,
Külliyesin şerh edem hâlin sana.
Ona "Seyyid-i Amiriyan" derler. Onun bütün halini, bütün hayatını sana anlatayım.
Eznesim idi anın meşhur adı
Âlemi tutmuş idi edl ü dadı.
Onun meşhur adı "Eznesim" idi. Adaleti, doğruluğu bütün âleme yayılmıştı.
Dünyada ehsân ilen meşhur idi,
Bext-i xürrem, mülki hem me'mûr idi.
Dünyada İnsanıyla, lutfuyla bağışıyla meşhur. Bahtı güzel, iyi; mülkü, ülkesi de mamur idi.
Bâ-sehâ vü bâ-kerem, bâ-cûd idi,
Yox idi, nöqsânı vü mövcûd idi.
Cömert, kerem ve eli açık idi. Hiçbir noksanı, eksiği yoktu. Her şeyi tam idi.
Nâmdâr ü şehsüvâr ü şehriyar,
Kâmirân ü kâmiyâb ü kâmkâr.
Ata iyi binen ünlü bir padişah idi. Mutlu, talihli biriydi.
Çox xezîne vermiş idi heqq ana
Vâhid ü heqq-i ebed mütleqq ana.
Sonsuza dek var ve bir olan Allah, ona çok hazine vermişti.
Kimse bilmezdi hesabın mâlının,
Şerh etmek olmaz ânın iqbâlının.
Onun malının hesabını kimse bilmezdi. Onun ikbali, bahtı, talihi açıklanamaz, açıklamaya güç yetmez.
Yox idi lîk onun oğlu, qızı,
Bu sebebden yaş idi iki gözü.
Fakat, ne yazık ki onun oğlu ve kızı yoktu. Bu yüzden iki gözü de yaşlıydı.
Yalvarırdı Xâliqe leyi ü nehâr.
Söyler idi yâ kerem ü kirdigâr.
Allah'a gece ve gündüz yalvarırdı. Sürekli kerem etmesin söylerdi.
Dünyada verdin bana çox sim ü zer.
Bexşiş etdin hem yügüş dür ü göher.
Dünyada bana çok altın ve gümüş verdin. Çok fazla inci ve cevher bahşettin.
Vermedin bir kimse be'd ez merg-i men,
Xânimâmmdan menim dûte veten.
Ocağımda yuvamı vatan tutacak, ölümümden sonra kalacak bir çocuk vermedin,
Bir oğul vergil mana bîçâreyem.
Xesteyem ü derdmend âvâreyem.
Çaresizim hastayım, dertliyim, avareyim bana bir oğul ver.
Olmaya tâ be'd merg adım nihân,
Yadigârım qala der mülk-i cehân.
Ölümden sonra adım yok olmasın, unutulmasın. Cihan mülkünde bir yadigârım kalsın.
Dutalar tâ ânın ile nâmımı,
Yâ ilâhî, hasıl eyle kâmımı!
Onunla benim namımı unutmasınlar, hatırlasınlar. Ya ilahî, kâmımı, mutluluğumu hasıl et.
Heqq qebûl etdi niyazın derzemân,
Dinlegil şimdi hekâyet, ey cavân.
O anda Allah, onun niyazını kabul etti. Ey genç, şimdi hikâyeyi dinle.
Verdi bir oğul ana dem ilâh,
Hüsnünü görüb xecil olurdu mah.
Allah, ona bir oğlu verdi. Oğlunun hüsnünü, güzelliğini gören ay utanırdı.
Çuladüar tifli ol dem der herir,
Şâd oluban goydular ender herir.
Çocuğu hemen o an ipekle sardılar. İpeğin içine çocuğu neşeyle koydular.
Muştuluq apardılar şah yanma,
Qıldılar derman o sâet canına.
Padişahın yanma muştuluğa gittiler. O an padişahın canına derman oldular (kıldılar).
Muştuluq verdi o dem çox sîm uzer,
Hem müresse tâc, hem zerrin kemer.
Padişah, o zaman çok fazla gümüş ve altını murassa süslü taç ve altın kemeri, muştuluk olarak verdi.
Mey içub qıldılar ol dem toydügün,
Eyd hem novruz idi(bilgil) o gün.
O an mey, şarap içip toy-düğün kurdular. O gün nevruz, bayram idi.
Şad oldu Eznesim ol qeyğuden
Qüsseden âzâd idi (can) hem beden.
Eznesim o zaman kaygıdan kurtuldu, şad oldu. Cam ve bedeni gussadan, kederden kurtuldu.
Anda bexş etdi o dem sîm u zeri,
Mâldar etdi qam u miskinleri.
O zaman gümüş ve altınlar bahşetti. Bütün düşkünleri, miskinleri mal-mülk sahibi etti.
Çox kenizin âzad etdi hem gulam,
Xeyr ü ehsân eder idi subh-şam.
Birçok cariyesini ve kölesini azat etti. Sabah, akşam hayır hasenet ederdi.
Oğlunun Qeys etdi ismini evâm,
Yüzünü görmekle oldu şâd-kâm.
Halk oğlanın adını Qays koydu. Onun yüzünü görerek şâd ve kâm (mutlu) oldular.
Dâyeye dapşırdı tâ olsun yesâr,
Perveriş qıla ana Leyi ü nehâr.
Gece ve gündüz terbiye etsin, yetiştirsin diye oğlanı bir dayeye, sütnineye verdi.
Çünki ferrûx oldu doğdu âneden,
Geldi xel'etler ana qemxâneden.
Onun doğumu uğurlu, kutlu oldu. Bütün dünyadan ona hediyeler hil'atler geldi.
Ağlar idi gece gündüz zar zar,
Ata ana oldu ününden bizar.
Oğlan gece gündüz zar zor ağlardı. Atasıyla anası sesinde bizar, rahatsız oldu.
Kimse heç bilmedi anın halını,
Nece bilsin kimse tifl ehvalını
Onun halini, derdini kimse hiç bilmedi, anlayamadı. Küçük çocuğun halini, derdini nasıl bilsinler ki?
Var idi bir zen-i sâhib-i camal,
Hüs ü xub ü le'l-i meygün, müşk(xal).
Misk benli, şarap rengi dudağı olan, iyi, güzellik sahibi bir kadın vardı.
Geldi tâ göre bu tifl ehvâhnı,
Sora hem ol tifl-i zârm hâlim.
Bu çocuğun halini görmek ve inleyen bu çocuğun halini, derdini sormak için geldi.
Geldi Qeysi qucağma aldı hem,
Şâd oldu Qeys sen gel dinle remz(?).
Gelip çocuğu kucağına alınca Qays, mutlu olup sustu. Gel, dinle bunu.
Baxir idi ol nigârın yüzüne,
Gelmez idi hergiz uyxu gözüne.
O güzelin yüzüne bakmaktaydı. Asla gözüne uyku gelmezdi.
Mehd içinde sanır idin mâhdır,
Bu sözüme ol xudâ âgâhdır.
Samurdan beşik içinde bir aydır. Bu sözüme Allah şahittir.
Gormeseydi bir zaman yaxşı didar,
Eder idi nâle vü feryâd ü zar.
Güzel yüzü görmeyince hemen feryad ü figan ederdi.
Çünki gördü yene yaxşı sureti,
Terk ederdi âh u zâr ü hasreti.
Ne zaman güzel sureti görürse ağlayıp inlemeyi bırakırdı.
Kim ki, eşiderdi anın nâlesin,
Bilir idi âxır işin nâlesen
Onun nalesini, ağlamasını kim duyarsa işin hallini bilirdi.
Dediler bu âşiq olur âxiri,
Uş eğer nece yıl qalsa diri.
Eğer bu çocuk canlı kalırsa sonunda âşık olur, dediler.
Yetdi yeddi yasine Qeys-i şerif,
Ol camâlı mâh-i enverden letif.
Mübarek, soylu ve yüzü dolunaydan daha güzel olan Qays, yedi yaşma yetti.
Sanasan kil hüsnü ânın mâhıdır
Vesl-i ruh-i aleme dilxâhdır.
Sanırsın ki, onun hüsnü aydır. Ona kavuşmak, ulaşmak herkesin gönlünün dileğiydi.
Yüzü mâh gedd ü serv ü çeşm-i şux,
Le'l-i qend ü gaşı yay, kirpiği ox.
Yüzü ay, boyu servi, gözleri şuh, dudağı kaşı yay, kirpiği ok gibiydi.
Ulu-kiçi hüsnüne heyrân idi,
Ata-ana canına qurbân idi.
Büyük küçük herkes güzelliğine hayrandı. Atası, anası onun için kurban idi.
Qemzesi şux, qâmeti re'nâ idi,
Zülfü xoşbu, sureti zibâ idi.
Gamzesi şuh, oynak, kameti ra'na, zülfü hoş kokulu, sureti güzel idi.
Çünki on yaşma girdi ol püser,
Cânına eşq âteşi qıldı eser.
O çocuk on yaşma girince canına da, gönlüne de aşk ateşi düştü.
Sünnet üçün Ezesim etdi yarag,
Küfeden Bağdâde gıldırdı sorag.
Eznesim, sünnet için hazırlıklar yaptı. Kufe'den Bağdad'a kadar çağırttı.
Cem oldu bî-gerân ehl-i Areb,
Sünnet etdiler çe bak eyş ü şerab.
Sayısız Arap kalabalığı toplandı. Yiyip içip sünnet ettiler.
Ol zaman şeh-i Areb xan Eznesim
Verdi xelqe ne'met ü mâl-i ezim.
O zaman Arap şahı Eznesim Han, halka fazlasıyla mal, nimet ihsan etti.
Çünki ol toydan ferâğet qıldılar.
Her kes ol dem öz evine geldiler.
O toydan ayrıldıktan sonra herkes evine gitti.( Feragatin manalarından biri de vazgeçecek kadar zengin olmaktır. Beyitte şahın verdiği mallardan zengin olması da kastedilmiştir).
Qeys hem ol zexmden buldu şefâ,
Artdı könlünde anın sidg ü sefa.
Qays o dertten şifa buldu. Gönlünün neş'esi, eğlencesi arttı.
Sünnet işinden çü (nki) buldular ferağ,
Etdiler hem oxumağa (bir) yarâq.
Sünnet işinden ferah, rahat bulunca, okul için de hazırlık yaptılar.
Mektebe gönderdiler Qeysî revân,
Oxur idi cehd edib rûz ü şebân.
Qays'ı mektebe gönderdiler. O da gece gündüz cehtle okur idi.
Hem oxurdu bir nece qızlar dexi,
Qeys ile uş bir arada, ey exi.
Qays'la bir arada birçok kız da okurdu. Ey kardeşler.
Var idi bir nâmdar-i möhterem.
Sâhib-i xeyl-i heşem tâc ü âlem.
Taç, alem ve hayi aile sahibi muhterem namlı biri vardı.
İsmini derlerdi onun Bu İh esen,
Dinle gel candan hekâyetin ez men(?)
Onun adını Bulhesen derlerdi. Dinle, gel, onun hikâyesini benden.
Mal ü mülki var idi ânın ezîm,
Hem Ereb mülkünde olmuşdu müqim.
Onun çok fazla malı mülkü vardı. Arap mülkünde ikamet etmiştir.
Var idi bir Leylî adlı duxteri,
Yetmez idi hüsnüne hûrî, perî.
Hüsnüne, güzelliğine huri ve perilerin yetemediği Leyla adında bir kızı vardı.
Bir saçı sünbül, yüzü mehpâresi,
Var idi çox hüsnünün biçâresi.
Saçı sünbül, yüzü ay parçası olan bu kızın güzelliğine vurgun da çoktu.
Qemzesi hem nâveki dilsûz idi,
Gözleri ânın cehânefrûz idi.
Gamzesi de gönül yakan oktu. Onun gözleri cihanı aydınlatıyordu.
Leblerinden âb-i heyvan münfeil,
Sözlerinden şekkeristan münfeil.
Dudaklarından ab-ı hayvan (canlılık suyu) alınmış (gücenmiş); sözlerinden şekeristan (şeker ülkesi) alınmış.
Dişlerinden dürr, hem mercan xecil,
Yanağından uş meh-i taban xecil.
Dişlerinden inci ve mercan, yanağından dolunay utanmış.
Qâmetinden hem qiyâm etdi eyan,
Fitne vü tezvir elam etdi eyan.
Bütün ileri gelenler, senin boyun karşısında ayağa kalktı. Bu yüzden onlar fitne ve yalan söylediler.
Hüsnüne hemta yox idi der-cehân
Zülf müşkü qâmeti serv-i revân.
Misk kokulu zülfünün, yürüyen selvi gibi boyunun ve güzelliğinin cihanda benzeri yoktu.
Saçlarının vesfidir qedr ü berat,
Lefz içinde çün müheyya mö'cüzat.
Kadir ve berat geceleri saçlarının vasfıdır. Bütün yaratılmışlar amadedir.
Qaşmı görcek meh olurdu hilâl,
Kim yaratmış anın adm zülcelâl.
Celal, ululuk sahibi olan Allah, öyle bir şeyi yarattığı için ay onun kaşını görünce hilâl olurdu.
Kim göreydi hüsnün ânın bir nezer,
Aqlı başından gederdi derbeder.
Onun güzelliğini kim bir kez görse aklını yitirip derbeder olurdu.
Mektebe gönderdi ânı Bulhesen,
Hâlini söylevim ânm, dinle sen.
Bulhesen onu mektebe gönderdi. Onun o halini söyleyeyim, dinle sen!
Bir nece dem onda ol siminbeden,
Dutdu mektebkânade candan veten.
Bir nice vakit o gümüş beden mektebi vatan tuttu.
Oxuyur idi be-elfâz-i fesih,
Söyler idi hem ibâret-i melih.
Fasih, güzel sözler okuyordu. Şirin, tatlı sözler söylerdi.
Derdi herdem lefz-i rengâmiz ol,
Eder idi qemze şûrengiz ol.
O gamzesini oynatarak sürekli türlü türlü güzel sözler söylerdi.
Ehl-i mekteb âne heyrân oldular,
Hesretinden sîne büryân oldular.
Bütün mekteb ona hayran oldu. Hesretinden kalpleri yanıp tutuştu.
Kimseye meyi etmedi ol dilsitân,
Heç kime yar olmadı hem bir zaman
O gönül alıcı güzel, kimseye meyletmedi. Hiçbir zaman kimseye yar olmadı.
Mekteb içre Qeys gördü Leylini,
Ol melek, qılmân, hûrun xeylini.
Qays, mektepte o meleklerden, gılmanlardan ve hurilerden daha güzel olan Leyla'yı gördü.
Mail oldu könlü şol mehpâreye,
Düşdü mehr ilen mehebbet âraye.
Gönlü o ay parçasına meyletti. O güneş ile aşk, muhabbet alanına düştü.
Könlüne yarın xeyâh oldu yâr,
Oldu anda qoymadı sebr ü gerâr.
Gönlüne yarin hayali yar oldu ve onda sabır ve karar kalmadı.
Gece-gündüz fikri yâr oldu anın,
Virdi ah ü növhe, zâr oldu anın.
Onun gece gündüz düşüncesi, fikri yar oldu. Onun virdi, duası ah, ağlama ve inleme oldu.
Netekim Leylî iken Mehbûb idi.
Yüzü rengin, sözü şirin, xûb idi.
Nitekim yüzü güzel, sözü tatlı, güzel olan bu sevgili Leyla idi. (Netice olara Leyla yüzü güzel, sözü tatlı, güzel bir sevgiliydi).
Öyle heyran oldu Qeys ol dilbere,
Hüsn ü mah ü sözü qend ü şekkere.
Qays, güzelliği aya, sözü şekere benzeyen o dilbere tamamıyla aşık oldu.
Bilmez idi ki, nedir ruz ile şeb,
Saldı eşqi dilberin canına teb.
Gece nedir, günler nedir bilmez oldu. O güzelin aşkı canına hararet saldı.
Gıldı bülbül nisbeti, feryâd, zâr,
Oldu heyrân, qaldi hem bî-ixtiyâr.
Bülbül gibi feryad ü zar etti. Aşık olup deli divane oldu.
Gece-gündüz hesret ilen ağladı,
Cümle xalqm ciğerini dağladı.
Gece gündüz hasretle ağladı. Cümle halkın ciğerini dağladı.
Çox texeyyür qıldılar feryadına,
Kimse yox idi irişe dadına.
Onun feryadına herkes çok şaşırdı. İmdadına yetişecek kimse yoktu.
Şöyle valeh oldu ana ol zaman,
Kim, gözünden qanlı yaş oldu revân.
O zaman öyle şaşkın, divane oldu. Gözünden kanlı yaşı akıp sel oldu.
Kimseye demezdi öz ehvâlmı,
Özge bilmez özgenin heç hâlini.
O da derdini, ahvalini kimseye demezdi. El elin halini ne bilsin.
Söyledi bu şe'ri ol dem zâr ilen.
Söz ederdi hem dil-i bîmâr ilen.
O zaman bu şiiri ağlayarak söyledi. Hasta gönlüyle söz de söylerdi.
Qazel
Uğradı tâ ki, sene bir qülüzâr,
Mende hergiz qoymadı sebr ü gerâr.
Sana bir gül yanaklı uğradı ki, o bende hiç sabr ü karar koymadı.
Derde saldı şad iken bu könlümü,
Eyledi zâr ü perişan rûzigâr.
Neşeli, mutlu iken bu gönlümü derde saldı. Dünyâmı mahv ü perişan eyledi.
Fariğ idim men qem u erduhden;
Yüzünü kû müşk qüdı tem bîmâr.
Misk kokulu yüzün beni tam hasta etmeden Önce ben gamdan, kederden uzak idim.
Gözlerime rövşan iken âlemi,
Şol müselsel saçları tek qıldı târ.
Bütün âlem gözlerimin önündeyken uzun saçları gibi karanlık etti.
Bendesin hicr ile bîmâr eyledi,
Qılmadı bîmârine hergiz timâr.
Kölesini ayrılığıyla hasta etti. Hastasını asla iyileştirmedi.
Gündüzüm onsuz şeb ü tarıkdir,
Hem zimistandır menimçün növbahâr.
Gündüzüm onsuz geceyle birdir. İlkbahar da benim için kıştır.
İrmeğe çün vesline yoxdur meded,
Hesretile yanıram leyli nehâr.
Onun vaslına çare yoktur. Gece ve gündüz hasretiyle yanmaktay-------------------------------------MEHMETCAN-------------------------------------
Sürûrî
(XV. - XVI. Yüzyıl)