Ehlibeytin Ocakları
Ehlibeyt yolunda'ki İz bırakan Erenler
1. Hasan El Alevi
2. Hasan El Artuş
3. Dede Korkut
4. Ebul Vefa
5. Hoça Ahmet Yesevi
6. Lokman Perende
7. Pir Baba İlyas (Çar-erkan Ocağı ve Aşireti)
Alevi Ocakları 8. Haçı Bektaşi Veli Ocağı (Dergah)
9. Abdal Musa Ocağı
10. Garib Musa Ocağı
11. Hacim Sultan Ocağı
12. Tencililer (Ali Seyid) Ocağı
13. Kızıl Deli (Seyyit Ali Sultan) Ocağı
14. Müneyik (Zeynel Abidin) Ocağı
15. Ağuiçen Ocağı
16. Karadonlu Can Baba Ocağı
17. Sarı Saltık Ocağı
18. Baba Mansur Ocağı
19. Karaça Ahmet Ocağı
20. Hıdır Abdal Ocağı
22. Derviş Cemal Oçağı 23. Kureyşanlılar( Mahmut Hayrani) Ocağı
24. Hüseyin Abdal Ocağı
25. Şucaeddin Veli Ocağı
26. Koca Haydar (Pir Sultan Abdal) Ocağı
27. Seyyit Safaddin (Erdebil) Ocağı
28. Seyyit Gazi (Battal Gazi) Ocağı
29. Dede Kargın Ocağı
30. Hasan Dede Ocağı
31. Boz Geyikli Ocağı
32. Yan Yatır Ocağı
33. Emirbeyli (Emiroğulları) Ocağı
34. Ibrahim Sani Ocağı
35. Otman Baba Ocağı
36. Akyazılı Sultan Ocağı
37. Demir Baba Ocağı
38. Sarı İsmail Ocağı
39. Seyh Ahmet Dede (Yeseviler) Ocağı
40. Kalender Veli Ocağı
41. Mehmet Abdallar Ocağı
42. Hacı Muradi Veli Ocağı
43. Cebe Ali Ocağı
44. Şah Ibrahim (Çoban İbrahim) Ocağı
45. Şah Şadilli (Şezali) Ocağı
46. Sinemilli (Kantarma) Ocağı
47. Kara Pirbad Ocağı
48. Resul Abdal Ocağı
49. Musa Kazım Ocağı
50. Taptuk Emre Ocağı
51. Üryan Hızır Ocağı
52. Seyyit Sabun Ocağı
53. Hızır Samit Ocağı
54. Celal Abbaslar Ocağı
55. Hubyar Sultan Ocağı
56. Karacalar Ocağı
57. Yağmur (Yağmuroğulları) Ocağı
58. İmam Rızalılar Ocağı
59. Yalıncık Abdal Ocağı
60. Abdullah Horasan-i Ocağı
61. Pir Ebi Sultan Ocağı
Doğrudan Hacı Bektaş Veli Dergah'ına Bağlı olan Ocaklar62. Veli Baba (Sıraçlar-Anşa Bacı) Ocağı
63. Gani Baba Ocağı
64. Durbalı SultanOcağı
65. Şahkulu Ocağı
66. Kerbela Ocağı
67. Kaygusuz Sultan (Mısır) Ocağı
68. Rumeli Hisarı OcağıOcak olarak bilinen Türbeler-Yatırlar 69. Seyyit Baba
70. Sultan Hıdır
71. Koca Saçlı
72. Munzur Baba
73. Seyyit Çoban
74. Kara Şeyh Baba
75. Seyyit Nusret Dede
Aleviliğin büyük Ozanları01. Yunus Emre
02. Kaygusuz Abdal
03. Seyyit Nesimi
04. Şah Hatayi
05. Pir Sultan Abdal
06. Kul Himmet
07. Ozan Yemini
08. Ozan Virani
09. Aşık Veysel
10. Aşık Mahzuni Şerif
Kaynaklar
İz bırakan Erenler ve Alevi OcaklarıKitabın'dan Ocaklarla ilgili alıntılar Sayfa: 1-2-3
Değerli Yazarımız: Veli Saltık
Bektaşilik Alevilik NedirKitabindan Pir Baba İlyas ve Çar-erkan denilen
dört oğlu önemli görevlerde idiler Sayfa: 432Doç Dr.Bedri Noyan ( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin).
----dilane halo----
Pir Baba Ilyas Horasâni
Gerçek adı Ebul Baka Seyyit İlyas, Yani Pir Baba İlyas Horasâni. Babas'ı Seyyit Ali'dir, Nişabûr Dergahı'nın Piri'dir. Kesin olmamakla birlik'te Pir Baba ilyas 1190'larda Horasân Nişabur'da doğdu. Hoca Ahmet Yesevi'nin okulun'da okudu ve onu yetiştiren Lokman Perende'dir. Baba'sı Seyyit Ali Hakka kavuştuk'tan sonra Nişabûr Dergahı'nın başına geçti.
Bir Moğol ticaret kervanının Harzemşah valisi İnalcık tarafından yağmalanması ve geri kalanlarının da sakallarının yakılıp geri gönderilmesi yüzünden Moğollarla ilişkiler bozulmuştur; bu olay tarihe OTRAR FACİASI olarak geçmiştir. Bu olayın özelliği; Harzemşah'lar Moğolları üzerlerine çekmiş; Harzemşah Türk Dünyası üzerinde Moğol tehlikesinin başlamasına neden olmuştur. 1220’de başlayan Moğol istilası Harzem devletinin sonunu hazırlamıştır. Cengizkhan Çin hanedanlığını yok etikten sonra yeni yerler fethetmek zorundaydı kalmış çünkü çok büyük bir yağma ordusu vardı, bunları beslemek barındırmak o günün şartlarında mümkün değildi. Ortar bir bahaneydi o olmasydı bile bir başka sebeple Cengiz'in yağmacı ordusu için yeni yerler lazımdı bu bahaneyle saldırdılar.Harzemşah Hükümdarlığı Kapladığı Alan : İran, Güney Kafkasya, Dağıstan , Umman Denizi, Afganistan, Maveraünnehir, Harzem, Balkaş ile Aral Gölleri arasıdır. (5.000.000 km²).Pir Baba İlyas Horasani Moğol istilasından sonra (1219-1220), kalabalık bir Horasan Erenleri gurubu ve Celaleddin Harzemşah ile önce Azarbaycan'a geldi. Bir süre sonra Pir Baba İlyas Ürümiye Gölü yakınındaki Hoy kentinde amcası Seyyit Haydar Gazi'nin yanında kaldı.
Horasan Erenlerin yakın destekleyicisi Harzemşahlar'ın son Sultanı Celaleddin Harzemşah, 1231 yıllında öldürülünce, Kürtler tarafından, Harzemşah'lar iki kola ayrıldılar.
Harzemşahların bir kolu Suriye diğer kolu ise Celaleddin'in Harzemşah'ın oğlu ile Anadolu'ya yerleş'ti
Anadolu Selcuklu Sultanı l.Alaattin Keykubat gelen Moğol tehlikesini görerek ve Harzemşahlar'dan yararlanmak için Amasıya'ya yerleştir'di ve Amasıya'yı Celaleddin Harzemşah'ın oğlu Emir Bereke'te emiri altına verdi, o'da on bin Çadırlık gücün'ü Amasıy'ya yerleştir'di.
Seyyit İlyas da, Nişabur Dergahı ile bütünleşmiş bu önemli Harzem Alevi Türkmen kitlesiyle birlik'te gelip Amasya yakınlarındaki Çat Köy'e (sonraki adı İlyas Köy olarak değiştirilmiş) yerleşti ve "Mesudiye Dergahı'nı" kurdu. Kısa zaman'da Mesudiye Dergah'sı
Anadolu Aleviliği'nin Merkezi oldu. Baba İshak'da bu dergah'ta yetişen dervişlerden ve önem'li Zât'lardan bir tanesi'dir.
Amasya valisi Hacı Tuğrul Bey, beş yıl Amasya'yı yönetikten sonra, hicri 632, miladi 1234 yılın'da vefat edince, Sultan Alaatin Keykubat, onun yerine Amasya valiliğine Celalettin Harzemşah'ın oğlu Emir Bereket'i vali olarak atadı. Onun akrabaların'dan Emir Seyfettin Kırhan'da Erzincan valiliğine atandı. Emir Seyfettin, daha sonra Sivas valiliğine atan'dı.
Anadolu Aleviliği'nin Merkezi oldu. Baba İshak'da bu dergah'ta yetişen dervişlerden ve önem'li Zât'lardan bir tanesi'dir.
Amasya valisi Hacı Tuğrul Bey, beş yıl Amasya'yı yönetikten sonra, hicri 632, miladi 1234 yılın'da vefat edince, Sultan Alaatin Keykubat, onun yerine Amasya valiliğine Celalettin Harzemşah'ın oğlu Emir Bereket'i vali olarak atadı. Onun akrabaların'dan Emir Seyfettin Kırhan'da Erzincan valiliğine atandı. Emir Seyfettin, daha sonra Sivas valiliğine atan'dı.
Sultan Alâeddin Keykubad zamanı, Türkiye Selçuklularının en kudretli, en müreffeh ve en parlak devri olarak geçti. Anadolu'nun emniyeti içi başta Konya, Kayseri ve Sivas olmak üzere, Şehirleri surlarla tahkim ettirdi. Moğol tehlikesine karşı hudutlarda tedbir aldı. Bu işleri sırasında fetihlere de devam etti. Askerî ve ticarî önemi büyük olan Kolonoras kalesini muhasara altına aldı. 1221 senesinde kaleyi fethetti. Buraya, sultanın ismine nispetle Alâiye denildi. Moğol tehlikesine karşı tahkim ve askerî tedbirler yanında diplomatik yola da başvuruldu. Moğol Ögedey Kağan'a elçi gönderip barış yaptı. Alâeddin Keykubad, saltanatı zamanında Türkiye Selçuklu Devletini, Moğol istilâ ve zulmünden korudu. Alâeddin Keykubad, 1 Haziran 1237 tarihinde Kayseri'de vefat etti. Yerine izzeddin Kılıç Arslan'ı veliaht tayin etmesine rağmen, büyük oğlu 1.Gıyasetin Keyhüsrev, hocası Sadettin Köpek'in teşviki ile Baba’sını zehirliyerek öldürüp, Giyaseddin Keyhüsrev tahta geçti.
Babası Alaaddin Keykubat'ın politikalarına ters düşerek.
Babası Alaaddin Keykubat'ın politikalarına ters düşerek.
Harzemşahlar'la çatışmaya başladı. Hocası Sadettin Köpek baş verzirliğe getirildi. Sultan ve Vesiri, Sivas valisi Emir Seyfettin Kırhan ve Ankara valisi Tacettin İbrahim Bey'i de Konya'ya çağırıp Sivas valisini görevinden aldılar ve Ankara valisini'de "zina" yaptı diğerek "recm" cezası ile cezalandırarak öldürdüler.
Harzemliler'in lideri Bereket Han'ı Amasya valiliğin'den uzaklaştırarak; onun yerine Zahırettin Hurşit Bey'i atadı, o'da önemli ordu gücü ile Amasya'ya hareket eti, Harzemlileri Amasya'dan kovmaktı. Zahirettin Hurşit Bey, Harzemliler ile savaşırken; Pir Baba İlyas ve Baba İshak, İbn. Bibi tarihine göre 30.000'ne kadar olan silahlı gücü ile Amasya Kalesi'ni ele geçirdiler, yıl 1239 ve oraya sığındılar.
Samsat ve Kefersut (Adıyaman) taraflarına da haber göndererek, bölgenin de ayaklanmasını sağladılar. İsyanın ve isyancıların bu denli başarılı olmasının temel nedenlerden biri; baskıcı bir düzen oluşturan bunun adının bir feodal düzen olarak görebiliriz. Bu düzenin karşısın'da Pir Baba İlyas'ın Toplumlara önerdiği yeni bir Toplum düzeni idi.
Harzemliler'in lideri Bereket Han'ı Amasya valiliğin'den uzaklaştırarak; onun yerine Zahırettin Hurşit Bey'i atadı, o'da önemli ordu gücü ile Amasya'ya hareket eti, Harzemlileri Amasya'dan kovmaktı. Zahirettin Hurşit Bey, Harzemliler ile savaşırken; Pir Baba İlyas ve Baba İshak, İbn. Bibi tarihine göre 30.000'ne kadar olan silahlı gücü ile Amasya Kalesi'ni ele geçirdiler, yıl 1239 ve oraya sığındılar.
Samsat ve Kefersut (Adıyaman) taraflarına da haber göndererek, bölgenin de ayaklanmasını sağladılar. İsyanın ve isyancıların bu denli başarılı olmasının temel nedenlerden biri; baskıcı bir düzen oluşturan bunun adının bir feodal düzen olarak görebiliriz. Bu düzenin karşısın'da Pir Baba İlyas'ın Toplumlara önerdiği yeni bir Toplum düzeni idi.
Bu nasıl bir düzen olabilirdi Hak-Muhammet-Ali yolun'daki Hakikatın, Ehlibeyt'in, 12 İmam'ların ve Velilerin Şeriatı'nın (Hak Kanunları idi daha hayata geçirilmemiş'dir) Talip olan toplum, bu düzene duyulan inanç ve özlemi idi. Pir Baba İlyas:
"İnsanların eşit haklara sahip olduğu inancındaydı. Oysa Selcuklular halkı hor görmekte ve ezmekteydiler. Sadece feodal beylerin devleti olmuşlardı. Eşitsizlik ve zulüm üzerine kurulmuş bu devlet yıkılmalıydı. Yerine tüm ezilenlerin eşit haklara sahip olacağı bir düzen kurulmalıydı."
Adıyaman, Maraş, Malatya ve Sivas bölgesinden gelen İsyancılar, Tokat'a yöneldiler ve bu yörelerden kaçan bölgenin egemenleri konya'ya sığındılar, Sultan Gıyasettin Keyhüsrev'e durumun vehametini anlatıyorlardı. Gıyasettin Keyhüsrev, yenilginin sorumluluğunu suç ortağı Sadettin Köpek'e yükleyerek, onu demir bir kafese kabatıp, yanan ateşin önünde diri, diri kızatarak, hunharca öldürüldü. Mühezzebeddün Ali'yi baş vezirliğe atadı. Bir Ordu oluşturarak Amasya üzerine Emir Armağan Şah komutasında gönderdi. Selcuklar'ın komutanı Armağan Şah, İsyancılardan önce Pir Baba İlyas'ı ele geçirip Amasya kalesinin burçlarında astı.
Bu bölgedeki büyük Türkmen boyu Çepniler ve Harzemşahlar da isyancılar'a katıldılar ve öbür taraftan Selcukarda, Bizanzlardan yardım istidi. Bizanzlarda, Keyhüsreve 40.000 kişilik zırhlı bir ordu gönderdiler.
On binlerce İsyancı Türkmenler, Çoluk-çoçuğu ve sürüleri ile Kırşehire doğru koyuldular. Hedefleri Selcuklu başkenti Konya idi. Ehlibeyt'e bağlı olan türkmenler'i zırhlı Bizans ordusu karşıladı ve Türkmenlerin Okları ve Kılınçları, zırhlı Bizans ordusunu etkilemedi. Bizans ordusu ilk kez Türkmenler'i durdurmuştu ve Selcuklar'da bundan cesaret alarak ordusunu toparladı ve Bizans ordusu ile Kırşehir Malya Ovasın'da binlerce, onbinlerce kadın-çoçuk-yaşlı demeden Alevi Türkmen kılıçtan geçiriliyordu. Koca Malya Ovası cesetle dolmuştu.
İsyancılar Türkmenler yenildiler Bizans ve Selcuklu ordusuna karşı ve Baba İshak ve Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Seyyit Menteşi asıldılar.
Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ağu İçen, Üryan Baba, Ahmet Fakih, Muhammet Hayrani... gibi Ehlibeyt soyun'dan Erenler, izlerini bir süre için kaybettirdiler.
Anadolu Selcukları, bu zaferin tadını çıkaramadılar. Moğollar 2 yıl sonra Anadolu'ya girdiler ve Selcukları Sivas Kösedağ'da feci bir şekilde yendiler. Gıyasettin Keyhüsrev, Ankara kalesi'ne saklandı ve elçiler göndererek Moğolların koşularını kabul eti. Moğollar, onu ağır haraca bağladılar.
Pir Baba İlyas Horasâni'nın Türbesi
Bu Resim'de 1- Amasya-Turhul yolu üzerindeki İlyasköy (eski Çat)'da
bulunan Pir Baba İlyas Horosani'nın Türbesi
Bu Resim'de 2- Türbe için'de Baba İlyas Horasan'nın yatırı bulunmak'tadır
Pir Baba İlyas Horasânî'nın Soyağacı
Moğol istilasından sonra Harzemşah Türkmen'lerin ve Ehlibeyt soyundan gelen Seyyit'lerin ve Hak Erenlerin Amasya, Sivas, Erzincan, Erzurum, (Mamahatun ve Dersim) şimdi'ki Tunceli, Malatya, Elbistan dolayları Türkmenlerin, toplu olarak yerleşdikleri yerlerdir. Mes'ûd'un yerine Tâc-ül-din Eb-ül-Vefâ Baba Mâhmûd-el-Hârzemi seçildi. (625 Hiçri) 1227 Milâdi bu zât'a Hakk'a yüryünce Türkmenler, Şüca-ed-din Eb-ül Kabâ İlyas-el-Horasâni'yi, yani Baba Ilyas'ı Horasânı Pir olarak seçtiler.
Amasya dolyalarında oturan Pir Baba İlyas 'a bütün halk saygı gösteriyor, oralardaki Hârzem aşiretleri de onu tutuyordu. Âşıret başkanları, oraların bellibaşlıları ve bütün ileri gelenleri Baba İlyas'ın mûridi idi.Pir Baba İlyas Horasânî'nın, Çar-erkan denilen dört oğlu önemli görevlerde idiler. Bunlardan Muhlis Paşa birçok yerlerde Emîr-ül-ümerâ olmuş idi. Nihayet Amasya ve Kırşehir'de Baba'lar yararına çalışmaya başlamıştır.
Kaynaklar
F
İz bırakan Erenler ve Alevi Ocakları Kitabın'dan Ocak'larla ilgili alıntılar Sayfa: 26-33
Değerli Yazarımız: Veli Saltık
Bektaşilik Alevilik Nedir?Kitabin'dan Pir Baba İlyas ve Çar-erkan denilen
dört oğlu önemli görevlerde idiler Sayfa: 432Doç Dr.Bedri Noyan ( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin).
Anuş Tekin "Moğol ve Harzemşah" İnternet yazılarından (Vikipedi).
Elvan Çelebi'nin Menâkıbu'l-Kudsiyye kitabın'dan
İsmail E. Erünsal Ahmet Yaşar ocak
TÜRK TARIH KURUMU YAYINLARI
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Velibaba Sultan Dergahı ( Anadoludaki ilk ocaklardan)
Seyit Ali Sultan (Kızıl Deli, Seyit Ali Gazi, Uzun Er?, 1290?-1365?): Seyit Ali Sultan hakkındaki bilgilerimiz hemen tamamen menakıblarla sınırlıdır. Bir görüşe göre Seyit Ali Sultan (Timur Taş), Hacı Bektaş’ın oğludur. Rivayete göre Kadıncık Ana’dan burun kanıyla doğmuştur. Hacı Bektaş’ın bel oğlu (öz-oğlu) olduğunu söyleyenler olduğu gibi, sadece ‘yol oğludur’ diyenler de var. Kaynaklarda bazen Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) diye referans verilen aynı kişi olmalıdır. Bazı kaynaklarda Bektaşi postnişini olarak görünür. Bir geleneğe göre ocağı ve mezarı Tekke’de bulunan Abdal Musa, Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) ile Aydınoğlu Umur Paşa (1334-1348)‘yı yoldaş etmiş, Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan)‘nin beline kılıç bağlamıştır (Akt. N. Birdoğan).
Bu geleneğe göre Abdal Musa, Kızıl Deli ve Umur Paşa üçlüsünün kabaca çağdaş (14. Yüzyılın ilk yarısı) olmaları gerek.
[b]Veli Baba Menakıbnamesi’nde Rumeli dahil Bizans topraklarına yapılan Osmanlı seferleri ve Seyit Ali hakkında hayli ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Seyit Ali’nin Zeyd ve Battal Gazi soyundan geldiğini öne süren bu kaynakta enteresan bir rivayete yer verilmektedir (Okuyucuya önerim aşağıdaki rivayeti Zeyd adı yerine Yezdileri, Battal Gazi adı yerine de destanlarda onunla özdeşleştirilmiş olan Danişmend Ahmet Gazi’yi koyarak alternatif bir değerlendirme yapmasıdır) :
Buna göre Malatya’nın Arap valisi Omar zamanında Zeyd soyundan Ali Medeni (Aliyyül Medeni, Medineli Ali) diye biri Medine’den gelip Malatya’ya yerleşir. Onun torunlarından El Hasan es-Şair (lakabı: Uzun Hasan) babası ile birlikte Malatya’dan Bayındır’a göçeder. Miladi 1141‘de geri Malatya’ya geldiğinde Abbasi halifesi Muktazibi-errillah tarafından Bağdat’a çağrılıp asker-başı yapılır. Bir süre sonra Erzurum ve Kayser-i Rum üzerine seferlerle görevlendirilir. Bu Uzun Hasan’ın El Hasan El Gazi (Seyit Hasan Gazi) adındaki bir torununa da Bağdat halifesi tarafından Bizans topraklarına sefer görevi verilir. Ulubor, Kiçibor, Uluköy (Uluborlu, Keciborlu, Uluğbey) vd gibi yerler onun tarafından fethedilir. 1196‘da bu bölgede Yunanlılarla yaptığı savaşlarda öldüğünde Uluköy’de (Isparta-Senirkent-Uluğbey) gömülür. 1227‘de bu köydeki mezarı üzerinde bir dergâh yapılır. Onun torunu Zeyd-eş-Şehid/Sadis zamanında ailesi Malatya’dan gelip dergahın bulunduğu yöreye yerleşir. Zeyd es-Şehid, Selçuklular zamanında Ulubor (Uluborlu) kasabasında bir Bizans pususunda ölür. (1293). Onun Seyyid Cafer (Pir Seyid Cafer, ölm. 1282) adında bir oğlu ve Seyyid Cafer’in de Seyyid Ali Gazi (Ali El-Gazi, lakabı: Uzun Er, 1290-1365) ve Karaca Ahmet Veli adlarında iki oğlu vardır.
Menakıbda anlatılanlar bu Alevi ailenin ve diğer Aleviler’in daha Osman zamanından itibaren Osmanlılar’ın Bizans’a karşı gaza savaşlarına katıldıklarını göstermesi bakımından oldukça önemlidirler. Hacı Bektaş Vilayetnamesi dahil başka menakıblarda da benzer bilgilere rastlarız.
Veli Baba Menakıbnamesi’ne göre az evvel adını andığımız Seyyid Cafer, ilk Osmanlı Sultanı Osman’ın talebi üzerine yanına oğlu Pir Uzun Er (asıl adı: Ali El-Gazi), torunu Gül Battal Gazi (Uzun Er’in oğludur) ve başka bazı Ehlibeyt mensuplarını da alarak Osman Gazi ile birlikte Bursa (İnegöl tarafları) üzerine seferlere katılır. Bu sırada onun fethettiği yerlerden biri Kara Hisar (Karaca Hisar), bir diğeri de Bilecik kalesidir.
Seyyid Cafer, Bilecik Kalesi’nin fethedildiği bu seferde şehit düşer (1282).
Sözünü ettiğimiz menakıbın yazarı olan ve Uluköy’de (Uluğbey) bir zaviyesi/dergahı bulunan Seyit Veli Baba, Seyyid Cafer’in oğlu Uzun Er’i kendi ceddi olarak tanımlamakta ve onun da bir menakıbı olduğunu söylemektedir.
Veli Baba’nın (ölm. 1647, Uluköy) kendi menakıbında verdiği bilgilere göre, Uzun Er, Hz. Pir Hacı Bektaş Veli’ye intisap etmiştir (Veli Baba, Hacı Bektaş’ın 1248-1338 arasında yaşadığını yazıyor). Onun söylemiyle sürdürürsek, Nişabur Sadat-ı Kazımiye‘sinden İbrahim Sani evladından Hacı Bektaş Veli, Uluköy’e gelerek Uzun Er ile görüşmüş, onu kırk gün çilehaneye sokup zikr ettirmiş ve kendisinin çocuğu olmadığı için ona hilafet verip (onu kendi halifesi olarak seçip) Kırşehir’deki halifelik makamına (postuna) oturmaya göndermiştir. Böylece Kırşehir’deki Hacı Bektaş tekkesi postuna ilkin Uzun Er, ondan hemen sonra da Balım Sultan oturmuştur (Bk. Veli Baba Menakıbnamesi, s. 171, Şeyh Şehabeddin’den naklen).
Veli Baba Menakıbnamesi’nin çevirisi oldukça kötü. Ayrıca tamda önemli bilgilerin olabileceği pekçok pragrafının ‘okunamadı’ vs türünden özürlerle atlanmış olması ister istemez çevirinin güvenirliliği konusunda kuşku yaratmaktadır. Bazı önemli bilgilerde netlik de yoktur. Örneğin bir yerde az önceki açıklamalarla çelişen şu satırlara rastlıyoruz:
“Hünkar Hacı Bektaş Veli hazretlerini Pir-i irşad eden Pir Seyyid Uzun Er“dir.
Bu menakıbda Rumeli fethi aşağıdaki gibi anlatılmaktadır:
Sultan Orhan’ın oğlu şehzade Süleyman Paşa Rumeli’ne geçip burayı fethetmeye karar verdiğinde (kaynaklar Gelibolu fethi için Miladi 1352, bazen de 1356 tarihini verirler. SC), onun çağrısı üzerine Pir Uzun Er, kendi oğlu Gül Battal Gazi (Cafer) ve torunu Seyit Hüseyin Gazi (Cafer’in oğludur) ile Evlad-ı Ali’den ne kadar savaşçı varsa alıp bu sefere katılmak üzere Kütahya’dan Bursa’ya gitti. Süleyman’la buluşup Rum Eli yakasına geçtiler.
Bu geçişte Süleyman’ın yanında şu isimler vardı:
Uzun Er, oğlu Gül Battal ve torunu Hüseyin Gazi, ayrıca Ece Bey, Fazıl Bey, Evranus Bey ve Hacı İl Bey.
Ece Bey ile Evranus Bey, Karasi denen Balıkesir’in bahadırları idiler. Hepsi kendi askerleriyle birlikte gelmişlerdi. Bursa’dan hareketle Aydıncık’a gittiler. Belkis için yapıldığı rivayet edilen Kasr-ı Süleymani’ye çıktılar. Sal’ı yapan Ece Bey ile Fazıl Bey, Uzun Er’e dönüp “Ey Pir! Seyyidimiz sen de bizimle gel!“ dediler ve Uzun Er de bindi sala. Sallardan birinde Şehzade Süleyman, Uzun Er, onun oğlu ve torunu, diğerinde de Ece Bey, Fazıl Bey, Hacı İl Bey ve Evrenos varlardı. Hep birlikte Gelibolu civarında karaya çıktılar ve “Destur Ya Pir!“ diyerek karanlık bir gecede Rumeli’ne geçtiler. Gelibolu’yu Ece Bey, Uzun Er, Gül Battal ve Hüseyin Gazi fethettiler. Gül Battal ve oğlu Hüseyin Gazi, Gelibolu fethinde şehit düştüler. Uzun Er onları orada defnedip sonra da Gelibolu’yu fethetti ve ardından Bandırma’ya çıktı.
Böylece Veli Baba’ya göre Gelibolu Fatihi Uzun Er (Seyyid Ali Gazi, Ali El-Gazi)‘dir.
Veli Baba’da anlatılan Seyit Ali (Uzun Er), benim düşünceme göre Kızıl Deli (Seyit Ali Sultan) olarak bilinen kişiyle aynı olmalıdır.
Nejat Birdoğan’ın kendi kitabında yerverdiği Osmanlı belgelerine göre Kızıl Deli, Rumeli fethinden sonra Yıldırım Bayezid döneminde Rumeli’de mülk edinmiş ve bu mülkü oğullarına geçirmiş. Kayıtlarda bundan Kızıl Deli Oğulları Vakfı diye sözediliyor. Vergilerden muaf tutulan bu vakıf 19. Yüzyılda da devam ediyor. Kızıl Sultan (nam-ı diğer: Seyyid Ali)’ın Dimetoka kazasında gömülü olduğuna işaret ediliyor. Kanuni Sultan Süleyman dönemine ait bir diğer belgede Sultan Bayezid zamanında yaşayan Kızıl Deli Oğulları arasında Gülşehri (ve Gülşehri’nin oğulları Ahi Ören Baba ile Bahşayiş Baba), İlyas, Celal, İshak ve Sinan’ın adları geçiyor.
Veli Baba’nın verdiği secerede Uzun Er’in Hızır, Hasan ve Cafer (Gül Battal) adında üç oğlu sayılır. Gülşehri ve Gülbattal aynı olabilir belki. Kırşehri’nin bir adı da Gülşehri’dir.
Bu bilgiler doğru varsayılırsa Hacı Bektaş’ın ilk halefi (Bektaşi tekkesi postnişini) olduğu söylenen Seyit Ali Sultan (1310-1402)‘ın Zeyd soyundan ve Veli Baba’nın atalarından Seyyid Ali (Uzun Er) olması gerekir. Seyit Ali (Uzun Er)’den sonra ise Bektaşi postuna Balım Sultan oturmuştur. Ama Balım Sultan’ın Uzun Er’le ilişkisi nedir söylenmiyor. Uzun Er’in çocukları arasında Balım Sultan diye bir ad geçmiyor.
C. Ulusoy’un aktardığı bilgilere göre Bektaşi postnişini Seyit Ali Sultan, Hacı Bektaş-Fatma Nuriye (Kadıncık Ana) çiftinin oğlu olup asıl adı İbrahim’dir. 1356‘da Sultan Orhan’ın oğlu Süleyman’la birlikte Rumeli’ne geçenlerden biridir. Rumeli’nde Kızıl Deli adıyla bilinmiş. Dimetoka’daki Seyit Ali Sultan Tekkesi’ni kuran odur.
Bu bilgi de benim Seyit Ali Sultan = Kızıl Deli = Uzun Er arasında kurduğum özdeşliği doğrulamaktadır. Böylece bu halka da kesinleşmiş sayılabilir. Bu halkadan geriye ve ileriye doğru yürünerek Hacı Bektaş’ın ve Bektaşi Tekkesi postnişinlerinin tarihi kimlikleri konusunda söyledikleri
Arastirilabilinir.
SİTEYE EKLEYEN Arastiran,VE DÜZENLEYEN : Erkan DURmuş
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
--------------------------HALO...........................................................................................
AZERİ KAYNAKLARDAN..........................
İmadeddin Nesimî (1369- Halep, 1417)
Büyük Azerî şairi İmadeddin Nesimî, 1369 yılında doğmuştur. Nesimî, mükemmel bir tahsil görmüş, "Seyyid", "Hüseyin" ve "Nesimî" mahlaslarıyla şiirler yazmıştır. Nesimî'nin eserlerinde Bursa, Tebriz vs. şehirlerinin adları sıkça anılır.
Nesimî'nin yaşadığı çağda Emir Timur ile Tohtamış Azerbaycan'ı almış ve Miranşah burada hakimiyet sürmüştür. Bu çağlarda Azerbaycan'da Hurufîlik hareketi geniş ölçüde yaygınlaşmıştır. Bu tarikatın kurucusu Fazlullah Naimi (1340-1394), Miranşah tarafından yakalanarak Elince Kalesi yanında feci bir şekilde öldürülmüştür.
Nesimî, üstadı olan Naimi'den Hurufîliği öğrendikten ve kabul ettikten sonra bu tarikat uğrunda mücadele etmiş, hatta mahlasını bile üstadının mahlasından almıştır. Bütün Hurufîler gibi Nesimî de takip edilmiş ve 1417 yılında Halep'te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Nesimî, Azerbaycan edebiyat tarihinde felsefî şiirin temelini atmış; güzel ve mükemmel eserlerin sanatkârı olarak büyük şöhret bulmuştur. Onun şiirlerinde tasavvufî ve Hurufîliğe ait fikirler, zamanın hakim ideolojisine karşı yöneltilmiştir. Allah-insan fikrini ileri süren şairin bütün eserleri, insan hakkında yazılmış şiirlerden ibarettir. Nesimî, insanı tanrılaştırarak veya Tanrı'yı insanlaştırarak Ortaçağ hayatının beşerî ilişkilerine karşı gelmekteydi. "Kâmil insan" a derin sevgi besleyerek onu ilâhileştiriyordu. Cisim ve can sahibi olan insanın dünya ve kainata sığmamasını, onun aklî ve manevî büyüklüğünde görüyordu.
Nesimî'nin dünyevî ve gerçek konuları işleyen eserleri de vardır. Bu tarzda yazdığı şiirlerinde terennüm ettiği duygular ve düşünceler, samimî ve hayatîdir.
Büyük şairin ölümsüz sanatı, Azerbaycan halkının sanat ve kültür tarihinde yeni bir düşünce tarzının ifadesidir. Onun felsefî fikir ve yüksek sanat örneği olan şiirleri, Yakın ve Ortadoğu ülkelerinin şiirinde de bir uyanışa vesile olmuştur.
Qazel-1
Qazel-2
Cânâne menim sevdiyim can bilir ancaq,
Könlüm dileyin dünyâda canan bilir ancaq.
Ey sevgili! Benim sevdiğimi ancak can bilir. Gönlümün dünyadaki dileğini ise ancak sevgili bilir.
Bildim, tanıdım elimde me'bûdu, yeqin ki,
Şöyle bilirem kim, ânı Qur'an bilir ancaq.
İlim sayesinde muhakkak ki, tapılacak olan Tanrı'yı tanıdım ve bildim. Ancak yine de onu Kur'an-ı Kerim'in bildiğini sanırım.
Abdal oluban beylik eden ârîfi gör kim,
Bu seltenetin qedrini sultan bilir ancaq.
Derviş olduğu hâlde beylik eden arif kişiye bak. Bu saltanatın kıymetini ancak sultan bilir.
Sûfî midir ol câm-i müseffâsma meşgul,
Pünhâni içer eyle ki, şeytan bilir ancaq.
Sofuyu sorarsan o süzülmüş içkisiyle meşguldür. Öyle gizli içer ki, ancak şeytan bilebilir.
Ey sâqi, getir dövr ayağın, dövr ele, sun kim,
Bu dövr ayağın dövrünü dövran bilir ancaq.
Ey içki dağıtan güzel! Elden ele dolaştırılarak içilen kadehi getir ve dolaştırarak sun. Çünkü bu dolaştırılan içkinin dolaştırılmasını ancak devrederek içenler bilir.
Könlüm gemisin qerq ede gör eşq denizine,
Kim bu denizin behrini umman bilir ancaq.
Gönül gemisini aşk denizinde batır. Çünkü bu denizin derinliğini ancak okyanus bilir.
Heç kimse Nesîmî sözünü keşf ede bilmez,
Bu quş dilidir, bunu Süleyman bilir ancaq.
Hiç kimse Nesîmî'nin sözünün ne anlama geldiğini bulamaz. Bu dil, kuş dilidir ve ancak Hz.Süleyman bilir.
Qazel-3
Bu cism evine tâlibâ seyr ederek çün çan gelür,
Bu evde bâqî sanma kim, bir-iki gün mehman gelür,
Ey istekli kimse, ruh bu ceset evine gezerek gelir. Ancak onu bu evde devamlı sanma, bir iki gün misafir olarak gelir.
Vardır suâlim çün sana, vergil cavab, qalma dona,
Bu rûh-i qutsîyi bana değil ki, sen qandan gelür.
Sana bir sorum vardır, cevap ver, donakalma. Bana söyle ki, "Bu kutsal ruh sana nereden gelir?"
Çün xâkdan eyler sefer me'den, nebat olur şecer,
Rövşen görür ehl-i nezer, kol töme-yi hey van gelür.
Maden topraktan yolculuğa çıkar ve bitkiler ağaç olur. Görüş sahipleri bunu açıkça görür. Bunlar hayvanlara yiyecek olur.
Çün töme-yi hevyan olur, o da ki, ins ü can olur,
İnsan vâsil olmağa bî-dest ü pâ perrân gelür.
Ne zaman ki, hayvan yiyeceği olur, o zaman in-sanlar ve cinler olur. İnsan hâline kavuşmaya elsiz ayaksız uçucu olarak gelir.
Bî-ixtiyâr ü bî-edad, gelür geder kim, vesl ola,
Tâ vesl olana âdeme, candan geder, candan gelür.
Kendi isteği dışında ve aletsiz olarak gelip gider ki kavuşabilsin. İnsan hâline kavuşuncaya kadar ruhtan gider, ruhtan gelir.
Çün âdeme vâsil olur, meqsûd ona hâsil olur,
Ol nütfeden insan olur, lö'le kimi qeltan gelür.
Ne zaman ki insan hâline kavuşur, o zaman maksadı yerine gelir: O damladan insan olur ve şişe gibi yuvarlanarak gelir.
Çün töme-yi insan olur, insan-i cism ü can olur,
Pes-ruh-i insanî olub, çün sûret-i rehman gelür.
Ne zaman ki, insanın yiyeceği olur, o zaman ruh ve vücut sahibi insan olur.
Ol müshef-i bâ-bismile insân-ı kâmildir kim, ol
Her yerde bilgil kim, yeqin ol ebb-i ins ü can gelür.
O "Bismillah" la başlayan kitap, olgun insandır. Her yerde bil ki, kesin olarak insan ve cinlerin babası gelir.
Qam Haqqı bilen bir gerçek er kim,
Ola doğru onun dilinde göftâr?
Hakk'ı bilip tanıyan gerçek bir yiğit var mıdır ki, onun dilindeki söz doğru olsun?
Qanı dövranda bir qelbi değalsiz,
Qanı âlemde bir ârîce dinar?
Devrimizde kalbinde hile olmayan var mıdır? Hani dünyada saf altından bir para var mıdır?
Qanı dünyâde iqrar eyleyen kim
Ki, yoxdurur onun qelbinde inkâr
Hani dünyada herşeyi açıkça söyleyen var mıdır? Varsa onun kalbinde inkâr yoktur.
Qanı qeflet serabından bir ayıq?
Qanı esrüklerin cem'inde hûşyâr?
Hani gaflet şarabından içip de ayık kalan kişi var mıdır? Hani sarhoşların topluluğunda aklı başında olan kimse var mıdır?
Qanı ehdinde şol sâbitqedem kim,
Qoyum onun adm doğru, vefâdâr.
Qazel-4
Sözünde duran kişi var mıdır? Varsa onun adını "doğru, vefakâr" koyayım.
Ey yanağın suresi "veşşems" yüzün âyati,
"Hâzihî cenneti-edni-fedxuluhâ xâlidin".
Ey yanağının suresi "ve'ş-şems" ve yüzünün ayeti
"Hâzihî cennatü adnin fedxuluhâ xâlidîn" olan sevgili!
(Ve'ş-şems: Kur'an-ı Kerim'in 91. süresidir. Onlar ebedî olarak adn cennetine girmişlerdir" anlamına gelen "Hâzihî cennâtü adnin fedxulühâ xâlidîn" başta Zümer suresi 73.ayet ve cennetle ilgili bazı başka ayetlerden iktibaslardan meydana gelmiştir.)
"Külli şeyyün xâlike" vechinden ayrı şey deyil,
Ey hidâyet semi yüzün, vey saçi "heblülmetin"
"Küllü şey'in xalike" senin yüzünden başka bir şey değildir. Ey yüzü doğru yolu gösteren mum ve saçı "Hablü'l-metin" olan sevgili! (Küllü şey'in xalike: "Her şeyi O yaratmıştır" anlamında ayet/ Secde süresi 32.ayet. Hablü'l-metin: Sağlam ip demektir ve mecazî olarak İslâmiyet karşılığında kullanılmaktadır.)
Qiblemizder suretin elhemdüllüllah, ey nigar,
Tâ ebed "iyyâke ne'bud, min cemâlek nesteiyn
Ey put gibi güzel! Şükürler olsun ki yüzün kıb-lemizdir. Sonsuza kadar "iyyâke na'bud min cemâlik nesta'în" yani "ancak sana kulluk eder ve senin cemalinden yardım dileriz." (Bu ifade de Fatiha süresi 4. ayete telmihtir.)
Ey eşqe edüv vü hüsne münkir,
Tezvir ile çekme bunca âhı.
Ey aşka düşman ve güzelliği inkâr eden kişi, yalan söyleyip bunca âhı çekme.
Ger nemet-i cavidan dilersen
Heyvanlara qoy bu âb ü gâhı.
Eğer sonsuzluk nimeti istiyorsan bu su ve samanı hayvanların önüne koy.
Qazel-5
Ey eşqe güneh deyen günehkar,
Terk eylemezem men ol günâhı.
Ey aşka günah diyen günahkâr! Ben o günahtan vazgeçmem.
Yüzün berk-i gül-i terdür gül-i ter
Boyun serv-i semenberdür semenber
Yüzün taze gül yaprağıdır. Boyun ise beyaz göğüslü bir selvi ağacı gibidir.
Hirman kâmetün büstan-i canda
Sanavberdür sanavberdür sanavber
Can bahçesinde salınarak yürüyen boyun çam fıstığıdır.
Senün şem-i cemâlünden vücûdum
Münevverdir, münevverdir, münevver
Senin yüzünün ışığından vücudum ay-dınlanmıştır.
Hatünden şem-i ruhsârün hemîşe
Mu'anberdir, mu'anberdir, mu'anber
Yüzündeki ince tüylerden yanağının ışığı daima anber kokuludur.
Mana peyveste şol mihrâb-i ebru
Beraberdir, beraberdir, beraber
Kaşların mihrapları daima benimle beraberdir.
Zihî devlet ki, vaslün xah dahi
Müyesserdir, müyesserdir, müyesser
Ne mutlu ki, sana kavuşmayı istemek dahi kolay bulunur.
Dimağüm büy-i ışkundan dem-â-dem
Muattardur, muattardur, muattar
Aşkının kokusundan beynim her zaman güzel kokuludur.
Senin nekş-i hayâlın can içinde
Müsavverdür, müsavverdür, musavver
Senin hayalinin resmi ruhumun içinde resimlidir, tasarlanmıştır.
Sanayiden ne sanatdür Nesîmî
Mükerrerdür, mükerrerdür, mükerrer.
Ey Nesîmî! Güzellikten başka sanatlar tekrardır.
Qazel-7
Şol semi gör ki nûrına pervâneyem yine
Baş oynamakda gör nece merdâneyem yine
Şu mum gibi parlayan sevgilinin ateşi etrafmda yine pervane gibiyim. Başımı yakıp kendimi feda etmekte nasıl yiğitlik göstereceğim, bak.
Sakî lebinden esrümişem şol kadehden uş
Mestâne gözlerin gibi mestâneyim yine
İçki dağıtan güzelin dudağından sarhoş olmuşum. Bu kadehten sevgilinin gözleri gibi yine çakırkeyfim.
"Kâlû belâ" da kuy-ı harabat idi yirüm
Şol mâniden mücâvir-i mey-hâneyem yine
"Kâlû Bela"*da benim yerim meyhane idi. Bu yüzden yine meyhane yakınlarına yerleştim.
* Kâlû Belâ Allah, ruhlara hitaben "Ben Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda kullar bu cevabı verdiler ve "evet" dediler.
Bezm-i ezelde hem nefesüm gerçi câm idi
Şükr iderim ki, hem-dem-i peymâneyem yine
Ezel meclisinde arkadaşım kadeh idiyse de şimdi yine kadeh olduğu için şükrediyorum.
İy bilmeyen bu cân-i azizin hakikatin
Canı bilene sor ki, ne cânâneyem yine
Ey bendeki bu üstün gerçeğin ne olduğunu bil-meyen, canı bilen sor da nasıl bir sevgili olduğunu öğren.
Işkünde iy cemal ile efsâne fi'l-mesel
Halkun dilinde gör ki, ne efsâneyem yine
Ey güzelliğiyle dillerde efsane olan sevgili, senin aşkınla ne efsane olduğumu halkın dilinde gör.
Endîşenün imaretini kılmışam harab
Şol genc-i bî-nihâyete vîrâneyem yine
Düşüncenin yapısını yıkıp harap etmişim. Bu yüzden o tükenmez hazinenin bulunduğu yıkıntı da yine benim.
Yâ Rab ne sihr ider şu peri-şekl ü şîve kim
Zencîr-i cad-i zülfüne dîvâneyem yine
Ey Tanrım, şu peri şekilli ve edalı sevgili, yine bana ne sihir yapmıştır ki, saç kıvrımının zin-cirinde deliye dönmüşüm.
İy gevherin bahâsını miktarını bilen
Astar iç
inde gör ki, ne dürdâneyem yine
Ey cevherin değerini ve ölçüsünü bilen, ka-buğumun içinde nasıl bir inci tanesiyim, bak da gör.
Yüzünde iy sanem göreli zülf ü hâlüni
Dâm-i belâda dâne gibi dâneyem yine
Ey tapılacak kadar güzel olan sevgili, yüzündeki zülüf ile beni göreliden beri bela tuzağmdaki yem gibiyim.
Keşf eyledi Nesîmî dehânun rümûzmı
Miftâh-i qayba gör ki, ne dendâneyem yine
Nesîmî, senin ağzındaki gizli işaretleri anladı. Sırlar âleminin anahtarının nasıl bir dişi olduğumu gör.
-----------------------------------------------HALO-------------------------------------------------------
Kadı Burhaneddin (1344 -1398)
Görkemli şair Kadı Burhaneddin Ahmed, Oğuzların Salur boyundan gelmektedir. Baba tarafı kadı neslidir. Annesi ise devlet adamı Abdullah Çelebi'nin kızıdır. Kadı Burhaneddin, daha çocukluğunda yüksek bilgiler tahsil etmiş; kadı, naip ve hükümdar olarak tanınmıştır. Emir Timur'a karşı çıkmış ve on yedi yıllık hakimiyetini "barış ve savaşlarda" geçirmiştir. 1398 yılında Akkoyunlu hükümdarı Kara Yoluk Osman Bey tarafından öldürülmüştür.
Kadı Burhaneddin, Azerbaycan Edebiyatı tarihinde ana dilinde yazdığı divanı günümüze kadar ulaşan ilk şairdir. Onun divanının kopyası, daha şairin sağlığında 1393 yılında çıkarılmıştır. Divan, 608 sayfadır. Gazellerde mahlas yoktur ve divan da elifba sırasıyla tertip edilmemiştir. Divanda 319 gazel, 20 rubai, 108 tuyuğ ve birkaç da müfret bulunmaktadır. Tuyuğ şeklinde ilk şiir yazanın Kadı Burhaneddin olduğu da dikkat çekicidir.
Kadı Burhaneddin'in şiirleri dünyevî ve beşerî duygularla yazılmış güzel ve orijinal eserlerdir. Bu şiirler Azerî Türkçesi nazım geleneğinin ilk örnekleri olsa bile, muhteva ve sanat değerleriyle ön plana çıkmaktadır. Divanın dili de çok sade, açık, tabii ve tazedir. Bu şiirlerde aksini bulan Terekeme saflığı ve samimiyeti, daha da ilgi çekicidir.
Azerbaycan Edebiyatında ilk şair ve hükümdar sayılan Kadı Burhaneddin, kahramanlık şarkıları yaratmış, mertliği, yiğitliği, savaşçılığı tebliğ etmiştir. Onun lirik kahramanı; erdemli, cesur ve hünerli bir insan tipidir. Sevgi duygularıyla sevilen bu âşık, aynı zamanda kahramanlık gösteren, kılıç çekip mutluluğuna yol açabilen bir yiğittir.
Kadı Burhaneddin'in eserleri, edebî dil tarihi için de zengin malzemeler ihtiva etmektedir. Onun şiirleri, kendinden sonra gelen Nesimî, Hataî ve Fuzûlî'nin sanat anlayışına da tesir etmiştir.
Qazel-1
Nigârine, bu gözlerden nesîbi qanı üşşâqun,
Ki, her dem leblerim içün dökilür qanı üşşâqun.
(Ey eşsiz güzel! Senin bu gözlerinden âşıkların alacağı pay hani? Öyle ki her zaman senin dudakların için âşıkların kanı dökülür.)
Müberqe oluben, şâhâ, nühüfte qıla hüsnüni,
Nevası, rastı yoxdur meğer ki, canı üşşâqun.
Ey güzellerin şahı! "Uşşak"ın cam, madem ki ne-vası ve rastı yoktur, mübarka olunca güzelliğini gizlemelidir. ( Bu beyitteki mübarka, neva, rast ve uşşak kelimeleri musikîde makamları ifade etmektedir.)
Belün kibi xilal oldux, ağızm tek xeyal oldux,
Xeyâlun olalı, şâhâ, bu dem mehmânı üşşâqun.
Ey güzellerin şahı! Hayalin âşıkların misafiri olalı belin gibi hilâle döndük ve ağzın gibi görünmez olduk.
Gel ey eşqine quşanan, dil ü can ver, cefâ cövr al,
Geh assı, geh ziyan eyle, budur dükkânı üşşâqun.
Gel, ey sevgilinin aşkına talip olan kişi! Gönlünü ve ruhunu verip karşılığında eziyet ve sıkıntı al. Bazen kâr, bazen de zarar et. Ancak âşıkların dükkânı böyledir.
Egerçi âma îmânın tamam eyler şehâdetler,
Kemâle irmeye sensüz, şehâ, îmânı üşşâqun.
Ey güzeller şahı, eğer halkın imanını kelime-i şehadet tamamlıyorsa âşıkların imanı da sensiz olgunluğa ulaşmaz.
Qazel-2
Canumı eşqüne satdum dexi behâ ne gerek,
Bana xo yoluna can vermeğe behâne gerek.
Canımı aşkına karşılık olarak sattım, bana başka karşılık gerekmez. Bana onun yoluna can vermek için bahane, sebep gerekir.
Nigâra, qâmetüne qılmuşuz könüli feda,
Zira ki, serv-i revane revan revâne gerek.
Ey eşsiz güzel! Gönlü senin boyuna feda etmişiz. Çünkü yürüyen selvi gibi boyuna karşılık can gitmesi gerektir.
Dükâne baxmadı, bazarı olmadı könlüm,
Ve leyk le'l-i lebünçün varam dükâne gerek.
Gönlüm şimdiye kadar pazara çıkmadı, dükkânlara bakmadı. Ancak şimdi kırmızı lal taşı gibi dudağın için dükkâna gitmem gerekir.
Qanumı lebleri içdi vü düşdü araye qan,
Canum dexi quşanuban bu qana qane gerek.
Sevgilinin dudakları kanımı içti ve aramıza kan girdi. Canımın da isteyerek bu kana kanması ge rektir.
Nigâra zülfüni tağıd, qarası çoğ olsun,
Ya ada, ya sana layiq çeri yasane gerek.
Ey eşsiz sevgili! Saçlarını dağıt, siyah rengi çok olsun. Ya adına , ya da sanına lâyık asker toplamak gerekir.
Kenarı andan ü andan kenare istemegil,
Miyane derd-i dil ehli işi miyane gerek.
Onun kucağını ve ondan uzaklaşmayı isteme. Gönül dertlerinin işinin ortada olması gerekir.
Çü lütfüni bilürem ger günah qıldım ise,
Yazana qılma cefayı, cefa yazane gerek.
Madem ki onun bağışını bilirim; eğer günah iş-lediysem, bunun cefasını yapana verme. Bu cefa, onu kader olarak yazana gerektir.
Qazel-3
Çin edelüm saçı çini xetâya saldı beni,
Sebeb nedür ecaba ki, cezaya saldı beni.
Sevgilinin saçını kıvrım kıvrım edelim. Saçının kıvrımı beni yanlışlığa sürükledi. Acaba beni cezalandırmasının sebebi nedir?
Dodağı buse dedi ve hevâle qıldı yüze,
Egerçi neqd idi vechi bir âya saldı beni.
Dudağı öpme dedi ve yüze havale etti. Madem ki çok kıymetliydi, neden beni bir ay yüzlüye gönderdi?
Gözüyle ki, könül xestedür davam umaram,
Tebib bilmedi nebzi, davaya saldı beni.
Sevgilinin gözlerinden dolayı gönül hastadır ve ben ilaç beklerim. Ancak doktor nabzımdan anlamadı ve beni çare bulmaya gönderdi.
Könüli gendüye qullab ilen getürdi saçı,
İrağa atmağ içün qaşı yaya saldı beni.
Sevgilinin saçı gönlümü çengeliyle kendine çekti. Sevgilinin kaşı beni uzağa atmak için yaya koydu.
Ne dem durur ki, mis altun degül vücudun ile
Feda olmaz oduna, kimyaya saldı beni.
Ne zaman ki bakır, senin ateşine kendini feda edip senin vücudunla altın olmadı, o an beni kimya ilmiyle uğraşmaya mecbur etti.
Qazel-4
Xub cananda çox velî nâzik ü dilrübâ gerek,
Cana vida qıluban eşqine merhaba gerek.
Dünyada güzel çok, ama nazik ve gönül çalan olmalı. Öyle ki cana veda edip onun aşkına merhaba demek gerekir.
Ben kim olam ki, depremdem bir qılmı gîsusunun,
Başın eline alıban ol iş içün sebâ gerek.
Ben kimim ki, sevgilinin başını elime alarak saçının bir kılını kıpırdatayım? Bunu yapmak için doğudan esen hafif ve tatlı bir rüzgar gerekir.
Qonça ağızın açmağa kimün eli irişiser,
Ateş- i eşq mevsümi irişiben hevâ gerek.
Goncaya benzeyen ağzını açmaya kimin gücü yetebilir? Bunun için aşk ateşi mevsiminin gel-mesi ve o mevsimin iklimi gerekir.
Ta ki, sefa gire ele Ke'be yüzinde ol bütün,
Cünne dexi qeba olub yene qeba ebâ gerek.
Ne zaman ki, o put gibi güzel sevgilinin Kabe'yi andıran yüzünde mutluluk bulurum, o zaman tülden dahi elbise olur. Ancak yine de elbisenin kaim kumaştan olması gerekir.
Derdi ile çü esrüken dürdi ile yazam xumar,
Pes nedelüm çü xesteyüz derdümüze deva gerek.
Sevgilinin derdiyle sarhoşken şarabın tortusuyla sarhoş yazayım. Ancak ne yapalım ki, hastayız ve derdimize ilaç gerekir.
Qazel-5
Serxoş gözü bilür ki, mestâne-yi eşqem ben.
Bir âqil-i me'nîyem dîvâne-yi eşqem ben.
Sevgilinin sarhoş gözleri bilir ki, ben aşk sarhoşuyum. Bir mânâ akıllısı ve aşk delisiyim.
Her bixiredün sözi ki, te'ne qılur bana,
Senden beni ayırmaz, ez xane-yi eşqem ben.
Her akılsızın sözü beni ayıplar. Ancak beni senden ayıramaz, ben aşk hanesindeyim.
Cananeye ben canı çoxdur ki, revan etdüm,
Canum benüm oldur ki, canane-yi eşqem ben.
Ben sevgiliye çok defa canımı vermek istedim. Çünkü benim canım odur ve ben aşk sevgilisiyim.
Gencîne-yi hüsnini püshan edeli dilde,
Gökçeklikle bay oldur, vîrâne-yi eşqem ben.
Güzelliğinin hazinesini gönülde saklayalı güzellik zengini odur. Ben ancak aşk hazinesinin bulunduğu viraneyim.
Rövşen bu durur, yanmaq oldu yüzine vâcib,
Şem olmağa her cana pervane-yi eşqem ben.
Yüzün için yanmak bana şart oldu, bu açıktır. Her gönüle mum olmayabilir. Ben aşk pervanesiyim.
Qazel-5
Can olur ise bari canâne-yi eşq olsa,
Mest olur ise kişi mestane-yi eşq olsa.
Can olursa aşka gönül vermiş olsun. İnsan, sarhoş olursa aşk sarhoşu olsun.
Gözlerüm axıdur dür, serraf getür urdur,
Dürdane olur ise dürdâne-yi eşq olsa.
Gözlerim inci akıtır, sarraf getirip göster. Eğer süs taşı olarak inci hâline gelecekse bari aşk incisi olsun.
Her bir kişi dünyada erlikden eder deva,
Merdâne olur ise merdane-yi eşq olsa.
Her kişi dünyada yiğitlik iddiası güder. İnsan yiğit olursa, bari aşk yiğiti olsun.
Herçend ki, her seme pervane düşer olur,
Yoldaş bize bu yolda pervâne-yi eşq olsa.
Nasıl ki, her muma bir pervane tutulur. Yoldaş d bu yolda bize aşk pervanesi olsa.
Qddı lebi ol yarun şerbetlerini hazır,
Dîvâne içün liyken dîvâne-yi eşq olsa.
O yârin dudağı divane deli için şerbetlerini hazırladı. Keşke bu divane, aşk divanesi olsa.
Rubai-1
Dedüm lebüni sorsam ü emsem ola mı?
Bu derdüme benüm eceb em-sem olamı?
Çün irmez elüm veslüne, düşmişem irax,
Düşde xeyâlünün lebin emsem ola mı?
Sevgiliye dudağını emsem, benim bu derdime acaba ilaç olur mu, dedim. Madem ki senden uzak düşmüşüm, sana kavuşamam, rüyamda hayalinin dudağını emsem olur mu?
Rubai-2
Şâd olur isem, veslün ile, qem ola mı?
Ben irmez isem, nesne size kem ola mı?
Sed pare vü mecruh eder idüm ciğeri,
Le'lün ile bilsem ana merhem ola mı?
Bu senin kavuşmanla mutlu olursam, üzülür müsün? Ben kavuşmazsam malınız azalır mı? Ciğerimi yüz parça ve yaralı ederdim. Kırmızı lâl taşı gibi dudağın ona merhem olur mu?
Rubai-3
Şâhâ, yüzünün gülini dersem, ola mı?
Ne çekdigümi yüzüne dersem ola mı?
Püste lebünün dileği benden candur,
Redd eyleyüben sözüni sirsam, ola mı?
Ey şah! Yüzünün gülünü dersem, toplasam olur mu? neler çektiğimi senin yüzüne karşı söylesem olur mu? Fıstık dudağının benden istediği candır. Ben onu reddedip
Rubai-4
Mestane gözün dane-yi badam ola mı?
Xal ile saçun dane-yi ba dam ola mı?
Şirin dodağun baxdum idi baxtumdur,
İşbu azacux dünyada bir kam ola mı?
Sarhoşça bakan gözlerin tanesi midir? Benim ile saçın tuzaktaki buğday tanesi midir? Tatlı dudağın talihim idi, yine talihimdir. Bu kısacık dünyada bir mutluluk var mıdır?
Rubai-5
Servün ki, revan oladı, revana vereler mi?
Le'lüni bu dünyâ tolu cana vereler mi?
Ben canı feda qılur isem, baxmağa bir kez
Hüsnüne senün şer' ile qana vereler mi?
Serviye benzeyen boyun yürüse, onu cana verirler mi? Lâl taşı gibi kırmızı dudağını, bu dünya işleriyle dolu olan cana verirler mi? Ben senin güzelliğine bir kez bakmak için canımı feda edersem Tanrı buyruğuyla doyana kadar bakmama izin verirler mi?
Rubai-6
Könlüm yene ol Leylîye Mecnûn olmış,
Yaşum yene yar yoluna Ceyhun olmış,
Baxdum aralarında meğer xûn olmuş.
Lebleri çekişmiş konlümi ola mı?
Gönlüm yine o Leylâ'ya Mecnun olmuş. Gözyaşım yine sevgili yolunda Ceyhun nehrine dönmüş. Sevgilnin dudakları gönlümle çekişip savaşmış mı ki, çünkü aralarında kan bulunduğunu gördüm.
Rubai-7
Şükr ana ki, ben dilber-i narin severem,
Könlümü yar yoluna narin severem.
Bu gün severem ağzını ki, ölem anunçün,
Ta yene dirilem deyü yarın severem.
Ona şükür olsun ki, ben narin, ince dilberi severim. Gönlümü de sevgili yoluna narin, in citmeden severim. Bu gün ağzını severim ki, onun için ölmeye razıyım ve yine dirileyim diye yarın da severim.
Rubai-8
Le'lün, senama, derdüme em-sem olur ise,
Bir sınamağ içün, nola, emsem olur ise,
Dem qüdı lebün yüregümi nûşdur ana,
Can dexi fedâdur nola dem dem olur ise.
Ey put gibi güzel sevgili! Lâl gibi dudağın dertlerime ilaç olursa bir denemek için emsem ne olur? Dudağın yüreğimi tamamen kana çevirdi. Yüreğim ona içki oldu. Sevgiliye can dahi feda olsun. Kan üstüne kan olsa ne olur?
Rubai-9
Xettün ki, xetâ eyledi, şâhâ ne qılam ben,
Ol ortada barı, senemâ, ben ne qılam ben.
Könlüm quşı içün eğer anı tuzağ etdi,
Hacet degül ansuz dexi zîrâ ki, ilem ben.
Ey padişahım! Yanağında beliren ayva tüyleri hata ettiyse ben ne yapabilirim? Ey tapılacak derecede güzel olan sevgili, bir defa o hata meydanda, ben ne yapabilirim? Gönül kuşunu avlamak için o ayva tüylerini tuzak olarak kurmuş. Buna gerek yok. Çünkü ben zaten onlara tutulmuş bir dostum.
Rubai-10
Könülde gizli bolsa bir tasadür,
Ömür ile ecel dexi hemkasedür
Dünya bezminde iki alem dexi,
Eşq eri gatmda hem bir kasedür.
Gönülde bir başa geçme hevesi gizli olsa da hayat ile ölüm aynı kâsededir. (Kâse; burada beyni örten kemik kısım anlamındadır) . Dünya meclisinde iki âlem dahi, aşk erlerinin gözünde bir kâsedir.
Rubai-11
Belüdür Haq qatında girdarümüz,
Eyle kim var mismü ü murdarumuz.
Saqi, vergil elüme tolu eyax,
Kim gede bu könülden Jengarumuz.
Allah'ın nazarında durumumuz bellidir. Öyle ki, kirli ve temiz taraflarımız vardır. Ey içki sunan güzel! Elime dolu bir kadeh ver ki gönlümüzden kirli yönlerimiz gitsin.
Rubai-12
Söz deyem sana eğer inanasın,
Yar gözündür gözüne, ne sanasın.
Yarum anda bilesin ne durur,
Ger qerime qarşu sen yasanasm.
Eğer inanırsan sana bir söz söyleyeyim: Sevgili gözüne gözündür, sen ne sanırsın. Eğer rakibe karşı meyledersen sevgilinin ne olduğunu o zaman bilirsin.
Rubai-13
Görmedüm sen tek letif, nazik cevan,
Tapuna olsun feda can u cehan.
Qetrece lütfün bize irer bolsa,
Qetre tek ola qatumda bin uman.
Senin gibi lâtif ve nazik bir genç görmedim. Can ve cihan sana feda olsun. Bir damlacık lütuf bize erecek olsa, benim gözümde bin okyanus bile bir damlacık gibi olur.
Rubai-14
Könlüni qaraxladı göz qarası,
Gör meni nene saldı göz qarası.
Dirilmek yeg tağmğan imkanı var,
Necesi dirile eşq avarası.
Sevgilinin gözlerinin karası gönlünü yağmaladı. Kara gözleri gör beni ne hâle koydu? Toplanmak iyi, ancak dağılmak ihtimali de vardır. Aşk sersemlerinin ne kadarı toplanabilir?
Rubai-15
Sohbet etdük bu gece şol yar ile,
Şol qaraxcı gözleri eyyar ile.
Anı qılmalum anunla bu dem,
Kir- qılmmadux dexi deyyar ile.
Bu gece o sevgiliyle; o gözleri yağmacı ve hileci sevgiliyle sohbet ettik. Onunla bu an esir olalım. Çünkü başka kimse ile olmadık.
Rubai-16
Tutmağıl bizge, ey can sen deg dexi,
Tutmağay köp mücrime deh Heq dexi.
Adem olduğ ise tapunda, nola,
Bülbül olmuşdur hele leqleq dexi.
Ey can! Bize sen de kusur bulma. Allah da çok günahkârı iyi,hoş tutmayacak. Senin mekânında insan olduksa ne oldu? Üstelik leylek dahi bülbül olmuştur.
Rubai-17
Hemişe aşiq könlü biryan bolur,
Her nefes qerib gözi giryan bolur.
Sufilerin dileqi mehrab, nemez
Er kişinün arzusu meydan bolur.
Âşığın gönlü daima kebap hâline gelir. Garibin gözü ise her nefes alışında yaş döker. Sofu in-sanların diliği mihrap ile namazdır. Yiğit kişinin arzusu ise savaşacağı bir meydandır.
Rubai-18
Yene can bir ummana talısardur,
Talıban köp güherler alısardur.
Otanuzdan çıxıban qara qılıc,
Düşmenden köp illeri alısardur.
Can, yine bir okyanusa dalacaktır. Dalıp da çok inciler alacaktır. Kara kılıç odanızdan çıkınca düşmandan çok ülkeleri alacaktır.
Rubai-19
Dövletinden qaçan olur xaksar,
Aşiq olur me'şuqmdan şermsar.
Himmetümüz iki alemde gezer,
Nolısar Amasiya ya Nikisar.
Senin devletinden, saadetinden kaçan perişan olur. Âşık, sevgilisinden utanır. Himmetimiz iki âlemde dolaşır, Amasya ya da Niksar nedir ki?
Rubai-20
Can bu meydan içre agâh ola gah,
Eşq erinün varlığı âh ola, ah.
Kim bu yolda toğru ger varur ise,
Erligün evreninde şâh ola, şah.
Can, bu meydan içinde bazen uyanık olmalıdır. Aşk yiğidinin bütün varlığı da "âh" çekmek olmalıdır. Eğer bu yolda doğru olan kimse varsa o yiğitlik âleminde padişah olur.
Rubai-21
Bu dünya bir nef s üçün olmış yalax
Dibi yaxındur onun degül irax.
Zülfüni tağıtma cem eyle, begüm,
Yoxsa olur bu cahan alax bulax
Bu dünya bir nefis için yalak gibidir. Onun dibi uzak (derin) değil, yakındır. Ey beyim! Saçlarını dağıtma, topla; yoksa bu cihan allak bullak olacak.
Rubai-22
Tenimi hökm ede yar ya canımı?
Eşq eri tene cana yacanımı?
Yar yoluna can ü ten oynamayan
Erenler yasaqma yasana mı?
Sevgili vücuduma mı, ruhuma mı hükmeder? Aşk yiğidi vücut ve can vermekten çekinir mi? Sevgili yolunda canından ve vücudundan vazgeçmeyen, ermişlerin töresine dayanabilir mi?
Rubai-23
Meclisi kim xoş tutar enber, enber.
Könüli kim aparur dilber, dilber.
Dünya ehlinün başını kim çeker,
İşini toğru qılan server, server.
Anber kokusu, toplanma yerini hoş hâle getirir. Dilber ise gönlü alıp götürür. İşini doğru yapan başkan, dünya insanlarının başını çeker.
Büyük Azerî şairi İmadeddin Nesimî, 1369 yılında doğmuştur. Nesimî, mükemmel bir tahsil görmüş, "Seyyid", "Hüseyin" ve "Nesimî" mahlaslarıyla şiirler yazmıştır. Nesimî'nin eserlerinde Bursa, Tebriz vs. şehirlerinin adları sıkça anılır.
Nesimî'nin yaşadığı çağda Emir Timur ile Tohtamış Azerbaycan'ı almış ve Miranşah burada hakimiyet sürmüştür. Bu çağlarda Azerbaycan'da Hurufîlik hareketi geniş ölçüde yaygınlaşmıştır. Bu tarikatın kurucusu Fazlullah Naimi (1340-1394), Miranşah tarafından yakalanarak Elince Kalesi yanında feci bir şekilde öldürülmüştür.
Nesimî, üstadı olan Naimi'den Hurufîliği öğrendikten ve kabul ettikten sonra bu tarikat uğrunda mücadele etmiş, hatta mahlasını bile üstadının mahlasından almıştır. Bütün Hurufîler gibi Nesimî de takip edilmiş ve 1417 yılında Halep'te derisi yüzülerek öldürülmüştür.
Nesimî, Azerbaycan edebiyat tarihinde felsefî şiirin temelini atmış; güzel ve mükemmel eserlerin sanatkârı olarak büyük şöhret bulmuştur. Onun şiirlerinde tasavvufî ve Hurufîliğe ait fikirler, zamanın hakim ideolojisine karşı yöneltilmiştir. Allah-insan fikrini ileri süren şairin bütün eserleri, insan hakkında yazılmış şiirlerden ibarettir. Nesimî, insanı tanrılaştırarak veya Tanrı'yı insanlaştırarak Ortaçağ hayatının beşerî ilişkilerine karşı gelmekteydi. "Kâmil insan" a derin sevgi besleyerek onu ilâhileştiriyordu. Cisim ve can sahibi olan insanın dünya ve kainata sığmamasını, onun aklî ve manevî büyüklüğünde görüyordu.
Nesimî'nin dünyevî ve gerçek konuları işleyen eserleri de vardır. Bu tarzda yazdığı şiirlerinde terennüm ettiği duygular ve düşünceler, samimî ve hayatîdir.
Büyük şairin ölümsüz sanatı, Azerbaycan halkının sanat ve kültür tarihinde yeni bir düşünce tarzının ifadesidir. Onun felsefî fikir ve yüksek sanat örneği olan şiirleri, Yakın ve Ortadoğu ülkelerinin şiirinde de bir uyanışa vesile olmuştur.
Qazel-1
Qazel-2
Cânâne menim sevdiyim can bilir ancaq,
Könlüm dileyin dünyâda canan bilir ancaq.
Ey sevgili! Benim sevdiğimi ancak can bilir. Gönlümün dünyadaki dileğini ise ancak sevgili bilir.
Bildim, tanıdım elimde me'bûdu, yeqin ki,
Şöyle bilirem kim, ânı Qur'an bilir ancaq.
İlim sayesinde muhakkak ki, tapılacak olan Tanrı'yı tanıdım ve bildim. Ancak yine de onu Kur'an-ı Kerim'in bildiğini sanırım.
Abdal oluban beylik eden ârîfi gör kim,
Bu seltenetin qedrini sultan bilir ancaq.
Derviş olduğu hâlde beylik eden arif kişiye bak. Bu saltanatın kıymetini ancak sultan bilir.
Sûfî midir ol câm-i müseffâsma meşgul,
Pünhâni içer eyle ki, şeytan bilir ancaq.
Sofuyu sorarsan o süzülmüş içkisiyle meşguldür. Öyle gizli içer ki, ancak şeytan bilebilir.
Ey sâqi, getir dövr ayağın, dövr ele, sun kim,
Bu dövr ayağın dövrünü dövran bilir ancaq.
Ey içki dağıtan güzel! Elden ele dolaştırılarak içilen kadehi getir ve dolaştırarak sun. Çünkü bu dolaştırılan içkinin dolaştırılmasını ancak devrederek içenler bilir.
Könlüm gemisin qerq ede gör eşq denizine,
Kim bu denizin behrini umman bilir ancaq.
Gönül gemisini aşk denizinde batır. Çünkü bu denizin derinliğini ancak okyanus bilir.
Heç kimse Nesîmî sözünü keşf ede bilmez,
Bu quş dilidir, bunu Süleyman bilir ancaq.
Hiç kimse Nesîmî'nin sözünün ne anlama geldiğini bulamaz. Bu dil, kuş dilidir ve ancak Hz.Süleyman bilir.
Qazel-3
Bu cism evine tâlibâ seyr ederek çün çan gelür,
Bu evde bâqî sanma kim, bir-iki gün mehman gelür,
Ey istekli kimse, ruh bu ceset evine gezerek gelir. Ancak onu bu evde devamlı sanma, bir iki gün misafir olarak gelir.
Vardır suâlim çün sana, vergil cavab, qalma dona,
Bu rûh-i qutsîyi bana değil ki, sen qandan gelür.
Sana bir sorum vardır, cevap ver, donakalma. Bana söyle ki, "Bu kutsal ruh sana nereden gelir?"
Çün xâkdan eyler sefer me'den, nebat olur şecer,
Rövşen görür ehl-i nezer, kol töme-yi hey van gelür.
Maden topraktan yolculuğa çıkar ve bitkiler ağaç olur. Görüş sahipleri bunu açıkça görür. Bunlar hayvanlara yiyecek olur.
Çün töme-yi hevyan olur, o da ki, ins ü can olur,
İnsan vâsil olmağa bî-dest ü pâ perrân gelür.
Ne zaman ki, hayvan yiyeceği olur, o zaman in-sanlar ve cinler olur. İnsan hâline kavuşmaya elsiz ayaksız uçucu olarak gelir.
Bî-ixtiyâr ü bî-edad, gelür geder kim, vesl ola,
Tâ vesl olana âdeme, candan geder, candan gelür.
Kendi isteği dışında ve aletsiz olarak gelip gider ki kavuşabilsin. İnsan hâline kavuşuncaya kadar ruhtan gider, ruhtan gelir.
Çün âdeme vâsil olur, meqsûd ona hâsil olur,
Ol nütfeden insan olur, lö'le kimi qeltan gelür.
Ne zaman ki insan hâline kavuşur, o zaman maksadı yerine gelir: O damladan insan olur ve şişe gibi yuvarlanarak gelir.
Çün töme-yi insan olur, insan-i cism ü can olur,
Pes-ruh-i insanî olub, çün sûret-i rehman gelür.
Ne zaman ki, insanın yiyeceği olur, o zaman ruh ve vücut sahibi insan olur.
Ol müshef-i bâ-bismile insân-ı kâmildir kim, ol
Her yerde bilgil kim, yeqin ol ebb-i ins ü can gelür.
O "Bismillah" la başlayan kitap, olgun insandır. Her yerde bil ki, kesin olarak insan ve cinlerin babası gelir.
Qam Haqqı bilen bir gerçek er kim,
Ola doğru onun dilinde göftâr?
Hakk'ı bilip tanıyan gerçek bir yiğit var mıdır ki, onun dilindeki söz doğru olsun?
Qanı dövranda bir qelbi değalsiz,
Qanı âlemde bir ârîce dinar?
Devrimizde kalbinde hile olmayan var mıdır? Hani dünyada saf altından bir para var mıdır?
Qanı dünyâde iqrar eyleyen kim
Ki, yoxdurur onun qelbinde inkâr
Hani dünyada herşeyi açıkça söyleyen var mıdır? Varsa onun kalbinde inkâr yoktur.
Qanı qeflet serabından bir ayıq?
Qanı esrüklerin cem'inde hûşyâr?
Hani gaflet şarabından içip de ayık kalan kişi var mıdır? Hani sarhoşların topluluğunda aklı başında olan kimse var mıdır?
Qanı ehdinde şol sâbitqedem kim,
Qoyum onun adm doğru, vefâdâr.
Qazel-4
Sözünde duran kişi var mıdır? Varsa onun adını "doğru, vefakâr" koyayım.
Ey yanağın suresi "veşşems" yüzün âyati,
"Hâzihî cenneti-edni-fedxuluhâ xâlidin".
Ey yanağının suresi "ve'ş-şems" ve yüzünün ayeti
"Hâzihî cennatü adnin fedxuluhâ xâlidîn" olan sevgili!
(Ve'ş-şems: Kur'an-ı Kerim'in 91. süresidir. Onlar ebedî olarak adn cennetine girmişlerdir" anlamına gelen "Hâzihî cennâtü adnin fedxulühâ xâlidîn" başta Zümer suresi 73.ayet ve cennetle ilgili bazı başka ayetlerden iktibaslardan meydana gelmiştir.)
"Külli şeyyün xâlike" vechinden ayrı şey deyil,
Ey hidâyet semi yüzün, vey saçi "heblülmetin"
"Küllü şey'in xalike" senin yüzünden başka bir şey değildir. Ey yüzü doğru yolu gösteren mum ve saçı "Hablü'l-metin" olan sevgili! (Küllü şey'in xalike: "Her şeyi O yaratmıştır" anlamında ayet/ Secde süresi 32.ayet. Hablü'l-metin: Sağlam ip demektir ve mecazî olarak İslâmiyet karşılığında kullanılmaktadır.)
Qiblemizder suretin elhemdüllüllah, ey nigar,
Tâ ebed "iyyâke ne'bud, min cemâlek nesteiyn
Ey put gibi güzel! Şükürler olsun ki yüzün kıb-lemizdir. Sonsuza kadar "iyyâke na'bud min cemâlik nesta'în" yani "ancak sana kulluk eder ve senin cemalinden yardım dileriz." (Bu ifade de Fatiha süresi 4. ayete telmihtir.)
Ey eşqe edüv vü hüsne münkir,
Tezvir ile çekme bunca âhı.
Ey aşka düşman ve güzelliği inkâr eden kişi, yalan söyleyip bunca âhı çekme.
Ger nemet-i cavidan dilersen
Heyvanlara qoy bu âb ü gâhı.
Eğer sonsuzluk nimeti istiyorsan bu su ve samanı hayvanların önüne koy.
Qazel-5
Qazel-6
Ey eşqe güneh deyen günehkar,
Terk eylemezem men ol günâhı.
Ey aşka günah diyen günahkâr! Ben o günahtan vazgeçmem.
Yüzün berk-i gül-i terdür gül-i ter
Boyun serv-i semenberdür semenber
Yüzün taze gül yaprağıdır. Boyun ise beyaz göğüslü bir selvi ağacı gibidir.
Hirman kâmetün büstan-i canda
Sanavberdür sanavberdür sanavber
Can bahçesinde salınarak yürüyen boyun çam fıstığıdır.
Senün şem-i cemâlünden vücûdum
Münevverdir, münevverdir, münevver
Senin yüzünün ışığından vücudum ay-dınlanmıştır.
Hatünden şem-i ruhsârün hemîşe
Mu'anberdir, mu'anberdir, mu'anber
Yüzündeki ince tüylerden yanağının ışığı daima anber kokuludur.
Mana peyveste şol mihrâb-i ebru
Beraberdir, beraberdir, beraber
Kaşların mihrapları daima benimle beraberdir.
Zihî devlet ki, vaslün xah dahi
Müyesserdir, müyesserdir, müyesser
Ne mutlu ki, sana kavuşmayı istemek dahi kolay bulunur.
Dimağüm büy-i ışkundan dem-â-dem
Muattardur, muattardur, muattar
Aşkının kokusundan beynim her zaman güzel kokuludur.
Senin nekş-i hayâlın can içinde
Müsavverdür, müsavverdür, musavver
Senin hayalinin resmi ruhumun içinde resimlidir, tasarlanmıştır.
Sanayiden ne sanatdür Nesîmî
Mükerrerdür, mükerrerdür, mükerrer.
Ey Nesîmî! Güzellikten başka sanatlar tekrardır.
Qazel-7
Şol semi gör ki nûrına pervâneyem yine
Baş oynamakda gör nece merdâneyem yine
Şu mum gibi parlayan sevgilinin ateşi etrafmda yine pervane gibiyim. Başımı yakıp kendimi feda etmekte nasıl yiğitlik göstereceğim, bak.
Sakî lebinden esrümişem şol kadehden uş
Mestâne gözlerin gibi mestâneyim yine
İçki dağıtan güzelin dudağından sarhoş olmuşum. Bu kadehten sevgilinin gözleri gibi yine çakırkeyfim.
"Kâlû belâ" da kuy-ı harabat idi yirüm
Şol mâniden mücâvir-i mey-hâneyem yine
"Kâlû Bela"*da benim yerim meyhane idi. Bu yüzden yine meyhane yakınlarına yerleştim.
* Kâlû Belâ Allah, ruhlara hitaben "Ben Rabbiniz değil miyim?" diye sorduğunda kullar bu cevabı verdiler ve "evet" dediler.
Bezm-i ezelde hem nefesüm gerçi câm idi
Şükr iderim ki, hem-dem-i peymâneyem yine
Ezel meclisinde arkadaşım kadeh idiyse de şimdi yine kadeh olduğu için şükrediyorum.
İy bilmeyen bu cân-i azizin hakikatin
Canı bilene sor ki, ne cânâneyem yine
Ey bendeki bu üstün gerçeğin ne olduğunu bil-meyen, canı bilen sor da nasıl bir sevgili olduğunu öğren.
Işkünde iy cemal ile efsâne fi'l-mesel
Halkun dilinde gör ki, ne efsâneyem yine
Ey güzelliğiyle dillerde efsane olan sevgili, senin aşkınla ne efsane olduğumu halkın dilinde gör.
Endîşenün imaretini kılmışam harab
Şol genc-i bî-nihâyete vîrâneyem yine
Düşüncenin yapısını yıkıp harap etmişim. Bu yüzden o tükenmez hazinenin bulunduğu yıkıntı da yine benim.
Yâ Rab ne sihr ider şu peri-şekl ü şîve kim
Zencîr-i cad-i zülfüne dîvâneyem yine
Ey Tanrım, şu peri şekilli ve edalı sevgili, yine bana ne sihir yapmıştır ki, saç kıvrımının zin-cirinde deliye dönmüşüm.
İy gevherin bahâsını miktarını bilen
Astar iç
inde gör ki, ne dürdâneyem yine
Ey cevherin değerini ve ölçüsünü bilen, ka-buğumun içinde nasıl bir inci tanesiyim, bak da gör.
Yüzünde iy sanem göreli zülf ü hâlüni
Dâm-i belâda dâne gibi dâneyem yine
Ey tapılacak kadar güzel olan sevgili, yüzündeki zülüf ile beni göreliden beri bela tuzağmdaki yem gibiyim.
Keşf eyledi Nesîmî dehânun rümûzmı
Miftâh-i qayba gör ki, ne dendâneyem yine
Nesîmî, senin ağzındaki gizli işaretleri anladı. Sırlar âleminin anahtarının nasıl bir dişi olduğumu gör.
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
|
Muhlis Paşa ( Emir-ül-ümera )
Yüçe Allahım senin müsadenle Cebrail (AS) kanatların üstündan, bizleri zor hayatın şartlarının üstünden tüm Çarerkan toplulukalarını ve ona bağlı olan tüm taliblerini ve topluluklarını, tüm Alevi toplumunu, tüm Türk halklarının ve Türkiyeli halklarının ve dünya halklarının ezilmiş olan halklarını, onlara doğruluk ve sevgi nasib eyle ve onları kendi ilk nefsinden koru ve elin herzaman onların üzerlerinde olsun yüçe mevlam.
Değerli Canlar sizlere belkide hiç tanımadığınız birisini veya zanettiğiniz bir kişiyi, Emir-ül-ümera olmuş olan bir zatı sizlerle tanıştırmak vasıfı fakir kardeşinize nasib olmuştur.
Doç Dr.Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir? Kitabından yazmış olduğu kaleminden Muhlis Paşa birçok yerlerde Emir-ül ümera olmuş olan, O zatın hakındaki tarih açıklamalarını kısa da olsa, sizlere sunucağız değerli Canlar.
( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin).
Pir Baba İliyas Horasani’nin Çâr-erkan ( Çar-erkan lağabı Harzemşahlar tarafından verilmiştir ) denilen dört oğlu önemli görevlerde idiler. Bunlardan Muhlis Paşa birçok yerlerde Emîr-ül-ümerâ olmuş idi ve Doç Dr.Bedri Noyan kitabında böyle başlar.
Muhlis Paşa, Baba İlyas Horasâni’nin oğludur.
Böyle devam eder Doç Dr.Bedri Noyan
702 Hiçri de Mahmud Gazan Han’ın Tebriz’den bozularak dönüşünde. Babasının, derviş ve halifelerine Selçukluların zulüm ve baskı yapması üzerine, silaha sarılmış. Konya’yı ele geçirmiş. Selçuk tahtına oturmuştur. Kendisine, Selçuklulara benzetilerek ( Muhliseddin Mûsâ Hân) ünvanı verilmişti. Bir müddet bu hükümdar tahtında oturmuştur.
( Bektaşilik ve Alevilik Nedir? Sayfa 433-434)
Bu Tarih gerçeği devamını yazmadan, sizlerle bir başka Muhlis Paşa ile ilgili manevi değerini paylaşmak isterim. Buda ançak Muhlis Paşa’nın tornu olan Elvan Çelebi’nin kaleminden ve Elvan Çelebi' nin Hayatı, Tasavvufî ve Edebî Şahsiyeti MENÂKIBU'L-KUDSÎYYE ... kitabından ançak ola bilir, çünkü zamanın şahididir.
Değerli Canlar sizlere belkide hiç tanımadığınız birisini veya zanettiğiniz bir kişiyi, Emir-ül-ümera olmuş olan bir zatı sizlerle tanıştırmak vasıfı fakir kardeşinize nasib olmuştur.
Doç Dr.Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir? Kitabından yazmış olduğu kaleminden Muhlis Paşa birçok yerlerde Emir-ül ümera olmuş olan, O zatın hakındaki tarih açıklamalarını kısa da olsa, sizlere sunucağız değerli Canlar.
( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin).
Pir Baba İliyas Horasani’nin Çâr-erkan ( Çar-erkan lağabı Harzemşahlar tarafından verilmiştir ) denilen dört oğlu önemli görevlerde idiler. Bunlardan Muhlis Paşa birçok yerlerde Emîr-ül-ümerâ olmuş idi ve Doç Dr.Bedri Noyan kitabında böyle başlar.
Muhlis Paşa, Baba İlyas Horasâni’nin oğludur.
Böyle devam eder Doç Dr.Bedri Noyan
702 Hiçri de Mahmud Gazan Han’ın Tebriz’den bozularak dönüşünde. Babasının, derviş ve halifelerine Selçukluların zulüm ve baskı yapması üzerine, silaha sarılmış. Konya’yı ele geçirmiş. Selçuk tahtına oturmuştur. Kendisine, Selçuklulara benzetilerek ( Muhliseddin Mûsâ Hân) ünvanı verilmişti. Bir müddet bu hükümdar tahtında oturmuştur.
( Bektaşilik ve Alevilik Nedir? Sayfa 433-434)
Bu Tarih gerçeği devamını yazmadan, sizlerle bir başka Muhlis Paşa ile ilgili manevi değerini paylaşmak isterim. Buda ançak Muhlis Paşa’nın tornu olan Elvan Çelebi’nin kaleminden ve Elvan Çelebi' nin Hayatı, Tasavvufî ve Edebî Şahsiyeti MENÂKIBU'L-KUDSÎYYE ... kitabından ançak ola bilir, çünkü zamanın şahididir.
Elvan Çelebi, dedesi hakında büyük bir sevgi ile konuşur ve dedesi Muhlis Paşa’nın Allah tarafından korunduğunu nasılki 4. İmam Zeynel Abidin korunduysa Muhlis Paşa öyle korunmuştur ve nasılki Hz. Musa (a.s) nasıl saklanmış ise Muhlis Paşa öyle saklanmıştır.
Değerli yazarımız Veli Saltık Elvan Çelebiden alınıtı alarak şöyle yazmaktadır:
Baba İlyas’ın dört oğlu vardı. Bunlardan Yahya Paşa, Mahmut Paşa, Halia Paşa babaları ile birlikte asıldılar. Henüz beşikte bir çocuk olan Muhlis Paşa’yı ise; Şerafettin adında bir mürit ( talip ) kaçırarak sakladı. Daha sonra onu Mısır’a götürdü. Sonra Mısır sultanı Baybars ile birlikte Anadolu’ya geldi’’ diyor.
(İz bırakan erenler ve Alevi Ocakları sayfa: 31)
Değerli Canlar Pir Baba İlyas’ı tanımıyan veya müçadelesini ve maneviyetini kavramıyan Muhlis Paşa’yı müçadelesini ve maneviyetini hiç kavrıyamaz, onun içinde bu iki zat’ı anlamak için gene 4. İmam Zeynel Abidini Allah tarafından yezid karşısında korunmasında 12 İmamların tamamlamasına sebeb olmuştur ve böylelikle 12. İmam Mehdi’ye müçadelesine ve maneviyetinede sebeb olmuştur.
Elvan Çelebi beyt olarak bizlere şöyle anlatıyor Muhlis Paşa’yı bize:
01 Görür ağlar bişikde bir oğlan
02 Ay u gün gibi hurrem ü taban
03 Mehd içinde bu mah u mihr ‘aceb
04 ‘Acaba bu işe ne oldı sebeb
05 Bildi iş nice vâki’ oldı-y-ısa
06 Şürete ma’niye ne geldi-y-ise
07 On sekiz yıl Çalap ana ferzend
08 Virmemiş kalmış ol hemişe nijend
09 Çün ünin işidür bu sultanun
10 Eyle ki canını alur anun
11 Alur iletür evine ‘izzet-ile
12 Yidi yıl besler anda kıymet-ile
13 Can içinde gönül gibi sakınur
14 Gönül içinde can gibi bakınır
15 Köre kadi evinde gör paşam
16 Buldı hakdan ‘inayet ü in’am
17 Köre kadi evinde Şerefü’d-din
18 Bi-tehaşi mukarreb idi emin
19 Bu sebebden düni güni paşam
20 Ohşanur-ıdı ellerinde müdam
21 Minnet iderdi şükr kılar-ıdı
22 Sevdügin cümle halk bilür-idi
23 Kankı mahfilde olsa zikr kılur
24 Kankı meclisde konsa şükr kılur
25 Kethüdama Çalap bir ay virdi
26 K’ancılayın ne ay ne gün gördi
27 Kudrete tan degül bu şürete iş
28 Hükm anun düni gün kılur yaz u kış
29 Oldı bin bin helak inaş u zükür
30 Ta ola Musi ortada makhür
31 Haşa li’llah ki Musi ola helak
32 Çün anı saklar ol münezzah ü pak
33 Yine fir’avne bisledür anı
34 Böyle gelmiş bu hükm-i Rabbani
35 Şeyh çün yidiye irişdi tamam
36 Mışrı kılur Boz atlu şeyhe makam
37 Kılur irdaf-ı şeyh Boz atlu
38 Ol Çalapdan ulu mürüvvetlü
39 Mışra iletür Boz ardına aluban
40 Lutf-ıla hoş dutar bile oluban
41 Lik şüretce ol Melik Zahir
42 Otağına kılur anı hazır
43 Sebebi şol ki dürlü dil bilür
44 Birbiriyle şol iki göz gibi olur
45 Şüreta ger yidi yaşar oğlan
46 Ma’nide şah-ı ‘alem-ı irfan
47 Mışr içinde kamu fakih ü hakim
48 Dirler-idi ki < fevka ‘ilmin ‘alim>
49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile
50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile
51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi
53 Tahta vü bahta müjdegani kılur
54 Melikü’z-Zahir ol nihan bilür
55 Gayb oldur ki Hak gözi göredür
56 Hak görür hem hem gör ne gösterdür
(Menakıbu’l- Kudsiyye Fi Menasıbi’l-Ünsiyye Baba ilyas-ı Horasanı ve Sülalesinin Menkabevi Tarihi ,Türk Tarih Kurumu sayfa: 70, 71, 72 )
Beyt şeklinde , yada şiir şeklinde yazılan bu tarih gerçekler bizlere yüz yıllar boyunca aktarılmaya çalışılmıştır ve bu fakir kulunuz geleçeğin ışığı yanmasına rahmen, daha da büyümesi ve yayılması için müçadele vermekte. Bu ışığın yayılmasında katkısı olan değerli Prof.Dr. Bedri Noyan dedemize ve değerli yazarımız Veli Saltık dedemizde katkıları için minnet ve şükran borçluyuz.
Yavuz Selim’den itibaren gelmiş olan Pahdişalar ve Halifeler İslamiyete verilen en büyük darbeler ve yapmış oldukları tahribat düzeltilmiyecek kadar ağır tahki Muhammed Mehdi’nin hakk yolunun gerçeleştirmesiyle ve gelmesiyle düzelmesini beklemekteyiz.
Muhlis Paşa’nın gayb’da olan mücadelesi
Neden insanlar o kadar inançla Baba İhsak isyanına katıldı bunu sormadan devam edemeyiz, çünkü Pir baba ilyas Giyasettin Keyhüsrev’in saldırgan siyaseti isyana sebeb oluşturmuştur.
Tarihçi ibn Bibi’ye göre: ‘İsyana her ırk ve mezhepten yoksul halk katıldı. İsyan’a katılanların üçte ikisi Hırıstiyan’dı. İsyancılar, karıncalar ve çekirgeler kadar çoktular’ .
Nedenini sormak lazım, neden? Çok basit, olan bir gerçektir Pir Baba İlyas Horasanın köleçi toplum sistemine karşı ve hertürlü adeletsizliğe ve sömürüye karşı olduğu, var olan iktidarların duyarlı davranmadığından dolay Pir Baba İlyas memnuniyetini göstermemiştir. Halkların desteğ ile isyan harekete geçirmiştir. Ama ne yazıki Pir Baba İlyas ve üç oğlu Yahya Paşa, Mahmut Paşa, Halis Paşa Amasıya kalesinde Selcuklu komutanı Armağan Şah tarafından asılarak hakk’a yürüdüler.
Bu bölgedeki büyük Türkmen boyu Çepniler ve Harzemşahlar da isyancılar'a katıldılar ve öbür taraftan Selcuklarda, Bizanzlardan yardım istidi. Bizanzlarda, Keyhüsreve 40.000 kişilik zırhlı bir ordu gönderdiler.
On binlerce İsyancı Türkmenler, Çoluk-çoçuğu ve sürüleri ile Kırşehire doğru koyuldular. Hedefleri Selcuklu başkenti Konya idi. Ehlibeyt'e bağlı olan türkmenler'i zırhlı Bizans ordusu karşıladı ve Türkmenlerin Okları ve Kılınçları, zırhlı Bizans ordusunu etkilemedi. Bizans ordusu ilk kez Türkmenler'i durdurmuştu ve Selcuklar'da bundan cesaret alarak ordusunu toparladı ve Bizans ordusu ile Kırşehir Malya Ovasın'da binlerce, onbinlerce kadın-çoçuk-yaşlı demeden Alevi Türkmen kılıçtan geçiriliyordu. Koca Malya Ovası cesetle dolmuştu.
İsyancı Türkmenler yenildiler Bizans ve Selcuklu ordusuna karşı ve Baba İshak ve Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Seyyit Menteşi asıldılar.
Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ağu İçen, Üryan Baba, Ahmet Fakih, Muhammet Hayrani... gibi Ehlibeyt soyun'dan Erenler, izlerini bir süre için kaybettirdiler.
Aynısı Muhlis Paşa için’de geçerlidir, çünkü babasını ve üç abisini asan bir zihniyet kendisininde pesinde olduğunu anlamıyan beşikteki Muhlis Paşa, kendisini kutaran Pir Baba İlyas’ın müridi olan bir ismiyle Şerafettin ve diğer ismiyle Nuri Sufi adları verilen bu şahıs karıştırılmakta veya o zaman gizlenmekte olduğu içindirki gerçek ismi ile ortaya çıkmamaktadırlar Şerafettin veya Nuri Sufi isimleri, Muhlis Paşa’yı kurtardığı bu isimlerde bütünleşmektedir ve Kör Kadı’ya beşikteki yatmakta olan Muhlis Paşa’yı, kimliğini bildirmeden çocuğu Kör Kadı’ya Şerafu’Din teslim eder ve yedi yaşına kadar burada yetişir ve Kör kadı ile arası iyi olan Şerafetin yedi sene sonra sebebi Selcuklardan hakikatın anlaşılması sonucunda, Mısıra kaçırılması anlatılır. Tabi’ki burada Pir Baba İlyasın Kör kadı ile hiç anlaşmadığı ( Kör Kadı Pir Baba İlyası sürekli selcuklara fitneliyordu, çekmediğinden dolay) ortada olamsına rağmen, gene’de Şerafettin Muhlis Paşa’yı kör kadı’ya teslim etmiştir, nasıl ki Hz. Musa’nın annesi, Hz. Musa’yı Firavun’a teslim etmiş ise Serafettin’de aynısını Kör Kadı ile yapmıştır.
11 Alur iletür evine ‘izzet-ile
12 Yidi yıl besler anda kıymet-ile
13 Can içinde gönül gibi sakınur
14 Gönül içinde can gibi bakınır
15 Köre kadi evinde gör paşam
16 Buldı hakdan ‘inayet ü in’am
17 Köre kadi evinde Şerefü’d-din
18 Bi-tehaşi mukarreb idi emin
Elvan Çelebi kendi yazmış olduğu beytinde anlatmakta olduğundan dolay, ikna olmakta zorlanmamaktayım.
29 Oldı bin bin helak inaş u zükür
30 Ta ola Musi ortada makhür
31 Haşa li’llah ki Musi ola helak
32 Çün anı saklar ol münezzah ü pak
Elvan Çelebi’den öyle anlaşılıyorki, nasıl o yüçe mevlam Hz. Musa (a.s) korudu ve sakladı ise Muhlis Paşa’yıda öyle var olan, o pak olan yüçe tanrım öyle korumuştur ve saklamıştır.
49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile
50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile
51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi
Bu Beytin’de anlaşıldığı gibi Elvan Çelebi’den bir sebeb’den dolay Muhlis Paşa yedi yaşında Mısır’a Memluk Devletine kaçırılmıştır ve yirmi bir yaşına kadar orda kalmış ve her konuda eğitimini orda devam etmiştir.
Memlûk Devleti, Memlûk Saltanatı Saltanat al-Mamālīk ya da Dawla al-Mamālīk) kölelikten gelen Memlukların Mısır'da oluşturduğu bir askeri aristokrasıdevletidir. "Memlûk" Arapçada "köleler" demektir. İsmi Türkçe’de Köle Devleti olarak da geçer.
1159 yılında Mısır'da yönetimi ele geçiren Selahaddin Eyübbi, ordusunda kölelerden oluşturulan birliklere, Abbasi halifelerinin bu geleneğine giderek ağırlık vermiştir Moğul İmparatörluğu'nun istilası sonucunda esir düşen ve Mısır tarafına satılan memluklar, çoğunlukla Kıpkaçlar ve Çerkesler'den oluşturulmaktadır.
Selahaddin Eyübbi 'den sonra, orduda köle unsurların kullanılması uygulamasına devam edilmiş, giderek bu usurlara ağırlık verilmiştir. İçlerinden yetenekli olanlar, üst düzey kamu görevlerinde de çalışmışlardır.
Kendilerini, bir bakıma kölelikten kurtaran devlete ve orduya karşı ölümüne bir bağlılık içinde olan bu askeri birlikler, hafif süvari tarzında örgütlenmişlerdir ve savaş tarzları da, sıkı disiplinli kütlesel hareketlere dayanmakla birlikte, bireysel atılganlığı öne çıkaran bir tarzdır.
Bu köle askerler iki kışlada eğitim görürlerdi. Bazı (özellikle Batı) kaynaklara göre bu garnizonlardaki askerler iki etnik kökenden geliyordu. Kahire yakınlarındaki, Nil üzerindeki Ravda adasındaki garnizonda, Türk, çoğunlukla Kıpçak askerler bulunur ve bunlara Memalik-i Bahriye (deniz köleleri) denirdi. Yine Kahire'deki başka bir garnizonda ise Çerkez kökenli askerler bulunur ve bunlara da Memalik-i Çerakise denirdi.
Yalnız, diğer çalışmlar o dönemde 'Çerkes' ('Çerkeş', 'Çerkas') Kıpçak boylarından birine verilen isim olduğu için, bu iki grup arasında köken bakımından bir fark olmadığını gösteriyor
Memluk hanedanlığını kuranlar Memalik-i Bahriye unsurlar olmuştur. Hanedanlığın ilerleyen yıllarında ise Memalik-i Çerakise unsurlar, iktidarı kontrollerine almışlardır.
1249 yılında kanlı bir ayaklanmayla, Eyyubi hanedanlığının son sultanı Turan Şah'ın, ordu ve devlet yönetiminde giderek etkin olmaya başlayan bu köle unsuralara karşı kesin tavır alması üzerine, şahı öldürerek iktidarı ele geçiren bu unsurlar, eski sultanlardan Melik Necmettin Salih'in dul karısı Şecer-üd-dür'ü sultan ilan ettiler. Ordu komutanlığına ise bir memluk komutanı olan Muizzüddin Aybeg getirildi. Kısa bir süre sonra Şecer-üd-dür, Aybeg'le evlenerek sultanlığı ona devredecektir. Böylece 250 yıldan fazla sürecek bir memluk (köle asker, köle kamu görevlisi) hanedanı başlamış oldu.
Memluk hanedanlığının, tarihte üç önemli etkisi olmuştur. Askeri planda, Haçlı ordularının bölgeden atılması ve Moğol akınlarının durdurulmasıdır. Her iki olay da Arap - İslam devletini kaçınılmaz bir yıkımdan kurtarmıştır. Memluk hanedanlığının üçüncü etkisi ise toplumsal ve ekonomik alanda olmuştur, bir dizi düzenleme getirmeleri, askeri ve politik anlamda bölgede bir istikrar oluşturmaları sonucu, Mısır yeniden önemli bir ticaret yolu haline gelmiştir.
1260 yılında, Bağdat'ı alarak Halifeyi öldüren Moğol orduları Ortadoğuda hızla ilerlemişler ve Mısır sınırlarına dayanmışken, Memluk sultanı Sultan Kutuz, emrindeki memluk ordusuyla Moğol akınını karşılamak üzere harekete geçmiştir. Ayn Calut denilen bölgede karşı karşıya gelen iki ordunun çatışması, Moğolların bozguna uğramasıyla sonuçlandı.
Ayn Calut savaşında öncü birliklerin komutanı olan Baybars, Sultan Kutuz'u öldürüp kendi hükümranlığını 1260 yılında ilan ettikten sonra 1261yılında El-Muntasır'ı halife ilan etmiştir. Böylece halifelik, Bağdat'dan Kahire'ye geçmiş olmakta,Memluk devletinin himayesine girmektedir. (Memlük Devleti Vikipediya’dan alıntılar)
Değerli yazarımız Veli Saltık Elvan Çelebiden alınıtı alarak şöyle yazmaktadır:
Baba İlyas’ın dört oğlu vardı. Bunlardan Yahya Paşa, Mahmut Paşa, Halia Paşa babaları ile birlikte asıldılar. Henüz beşikte bir çocuk olan Muhlis Paşa’yı ise; Şerafettin adında bir mürit ( talip ) kaçırarak sakladı. Daha sonra onu Mısır’a götürdü. Sonra Mısır sultanı Baybars ile birlikte Anadolu’ya geldi’’ diyor.
(İz bırakan erenler ve Alevi Ocakları sayfa: 31)
Değerli Canlar Pir Baba İlyas’ı tanımıyan veya müçadelesini ve maneviyetini kavramıyan Muhlis Paşa’yı müçadelesini ve maneviyetini hiç kavrıyamaz, onun içinde bu iki zat’ı anlamak için gene 4. İmam Zeynel Abidini Allah tarafından yezid karşısında korunmasında 12 İmamların tamamlamasına sebeb olmuştur ve böylelikle 12. İmam Mehdi’ye müçadelesine ve maneviyetinede sebeb olmuştur.
Elvan Çelebi beyt olarak bizlere şöyle anlatıyor Muhlis Paşa’yı bize:
01 Görür ağlar bişikde bir oğlan
02 Ay u gün gibi hurrem ü taban
03 Mehd içinde bu mah u mihr ‘aceb
04 ‘Acaba bu işe ne oldı sebeb
05 Bildi iş nice vâki’ oldı-y-ısa
06 Şürete ma’niye ne geldi-y-ise
07 On sekiz yıl Çalap ana ferzend
08 Virmemiş kalmış ol hemişe nijend
09 Çün ünin işidür bu sultanun
10 Eyle ki canını alur anun
11 Alur iletür evine ‘izzet-ile
12 Yidi yıl besler anda kıymet-ile
13 Can içinde gönül gibi sakınur
14 Gönül içinde can gibi bakınır
15 Köre kadi evinde gör paşam
16 Buldı hakdan ‘inayet ü in’am
17 Köre kadi evinde Şerefü’d-din
18 Bi-tehaşi mukarreb idi emin
19 Bu sebebden düni güni paşam
20 Ohşanur-ıdı ellerinde müdam
21 Minnet iderdi şükr kılar-ıdı
22 Sevdügin cümle halk bilür-idi
23 Kankı mahfilde olsa zikr kılur
24 Kankı meclisde konsa şükr kılur
25 Kethüdama Çalap bir ay virdi
26 K’ancılayın ne ay ne gün gördi
27 Kudrete tan degül bu şürete iş
28 Hükm anun düni gün kılur yaz u kış
29 Oldı bin bin helak inaş u zükür
30 Ta ola Musi ortada makhür
31 Haşa li’llah ki Musi ola helak
32 Çün anı saklar ol münezzah ü pak
33 Yine fir’avne bisledür anı
34 Böyle gelmiş bu hükm-i Rabbani
35 Şeyh çün yidiye irişdi tamam
36 Mışrı kılur Boz atlu şeyhe makam
37 Kılur irdaf-ı şeyh Boz atlu
38 Ol Çalapdan ulu mürüvvetlü
39 Mışra iletür Boz ardına aluban
40 Lutf-ıla hoş dutar bile oluban
41 Lik şüretce ol Melik Zahir
42 Otağına kılur anı hazır
43 Sebebi şol ki dürlü dil bilür
44 Birbiriyle şol iki göz gibi olur
45 Şüreta ger yidi yaşar oğlan
46 Ma’nide şah-ı ‘alem-ı irfan
47 Mışr içinde kamu fakih ü hakim
48 Dirler-idi ki < fevka ‘ilmin ‘alim>
49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile
50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile
51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi
53 Tahta vü bahta müjdegani kılur
54 Melikü’z-Zahir ol nihan bilür
55 Gayb oldur ki Hak gözi göredür
56 Hak görür hem hem gör ne gösterdür
(Menakıbu’l- Kudsiyye Fi Menasıbi’l-Ünsiyye Baba ilyas-ı Horasanı ve Sülalesinin Menkabevi Tarihi ,Türk Tarih Kurumu sayfa: 70, 71, 72 )
Beyt şeklinde , yada şiir şeklinde yazılan bu tarih gerçekler bizlere yüz yıllar boyunca aktarılmaya çalışılmıştır ve bu fakir kulunuz geleçeğin ışığı yanmasına rahmen, daha da büyümesi ve yayılması için müçadele vermekte. Bu ışığın yayılmasında katkısı olan değerli Prof.Dr. Bedri Noyan dedemize ve değerli yazarımız Veli Saltık dedemizde katkıları için minnet ve şükran borçluyuz.
Yavuz Selim’den itibaren gelmiş olan Pahdişalar ve Halifeler İslamiyete verilen en büyük darbeler ve yapmış oldukları tahribat düzeltilmiyecek kadar ağır tahki Muhammed Mehdi’nin hakk yolunun gerçeleştirmesiyle ve gelmesiyle düzelmesini beklemekteyiz.
Muhlis Paşa’nın gayb’da olan mücadelesi
Neden insanlar o kadar inançla Baba İhsak isyanına katıldı bunu sormadan devam edemeyiz, çünkü Pir baba ilyas Giyasettin Keyhüsrev’in saldırgan siyaseti isyana sebeb oluşturmuştur.
Tarihçi ibn Bibi’ye göre: ‘İsyana her ırk ve mezhepten yoksul halk katıldı. İsyan’a katılanların üçte ikisi Hırıstiyan’dı. İsyancılar, karıncalar ve çekirgeler kadar çoktular’ .
Nedenini sormak lazım, neden? Çok basit, olan bir gerçektir Pir Baba İlyas Horasanın köleçi toplum sistemine karşı ve hertürlü adeletsizliğe ve sömürüye karşı olduğu, var olan iktidarların duyarlı davranmadığından dolay Pir Baba İlyas memnuniyetini göstermemiştir. Halkların desteğ ile isyan harekete geçirmiştir. Ama ne yazıki Pir Baba İlyas ve üç oğlu Yahya Paşa, Mahmut Paşa, Halis Paşa Amasıya kalesinde Selcuklu komutanı Armağan Şah tarafından asılarak hakk’a yürüdüler.
Bu bölgedeki büyük Türkmen boyu Çepniler ve Harzemşahlar da isyancılar'a katıldılar ve öbür taraftan Selcuklarda, Bizanzlardan yardım istidi. Bizanzlarda, Keyhüsreve 40.000 kişilik zırhlı bir ordu gönderdiler.
On binlerce İsyancı Türkmenler, Çoluk-çoçuğu ve sürüleri ile Kırşehire doğru koyuldular. Hedefleri Selcuklu başkenti Konya idi. Ehlibeyt'e bağlı olan türkmenler'i zırhlı Bizans ordusu karşıladı ve Türkmenlerin Okları ve Kılınçları, zırhlı Bizans ordusunu etkilemedi. Bizans ordusu ilk kez Türkmenler'i durdurmuştu ve Selcuklar'da bundan cesaret alarak ordusunu toparladı ve Bizans ordusu ile Kırşehir Malya Ovasın'da binlerce, onbinlerce kadın-çoçuk-yaşlı demeden Alevi Türkmen kılıçtan geçiriliyordu. Koca Malya Ovası cesetle dolmuştu.
İsyancı Türkmenler yenildiler Bizans ve Selcuklu ordusuna karşı ve Baba İshak ve Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Seyyit Menteşi asıldılar.
Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ağu İçen, Üryan Baba, Ahmet Fakih, Muhammet Hayrani... gibi Ehlibeyt soyun'dan Erenler, izlerini bir süre için kaybettirdiler.
Aynısı Muhlis Paşa için’de geçerlidir, çünkü babasını ve üç abisini asan bir zihniyet kendisininde pesinde olduğunu anlamıyan beşikteki Muhlis Paşa, kendisini kutaran Pir Baba İlyas’ın müridi olan bir ismiyle Şerafettin ve diğer ismiyle Nuri Sufi adları verilen bu şahıs karıştırılmakta veya o zaman gizlenmekte olduğu içindirki gerçek ismi ile ortaya çıkmamaktadırlar Şerafettin veya Nuri Sufi isimleri, Muhlis Paşa’yı kurtardığı bu isimlerde bütünleşmektedir ve Kör Kadı’ya beşikteki yatmakta olan Muhlis Paşa’yı, kimliğini bildirmeden çocuğu Kör Kadı’ya Şerafu’Din teslim eder ve yedi yaşına kadar burada yetişir ve Kör kadı ile arası iyi olan Şerafetin yedi sene sonra sebebi Selcuklardan hakikatın anlaşılması sonucunda, Mısıra kaçırılması anlatılır. Tabi’ki burada Pir Baba İlyasın Kör kadı ile hiç anlaşmadığı ( Kör Kadı Pir Baba İlyası sürekli selcuklara fitneliyordu, çekmediğinden dolay) ortada olamsına rağmen, gene’de Şerafettin Muhlis Paşa’yı kör kadı’ya teslim etmiştir, nasıl ki Hz. Musa’nın annesi, Hz. Musa’yı Firavun’a teslim etmiş ise Serafettin’de aynısını Kör Kadı ile yapmıştır.
11 Alur iletür evine ‘izzet-ile
12 Yidi yıl besler anda kıymet-ile
13 Can içinde gönül gibi sakınur
14 Gönül içinde can gibi bakınır
15 Köre kadi evinde gör paşam
16 Buldı hakdan ‘inayet ü in’am
17 Köre kadi evinde Şerefü’d-din
18 Bi-tehaşi mukarreb idi emin
Elvan Çelebi kendi yazmış olduğu beytinde anlatmakta olduğundan dolay, ikna olmakta zorlanmamaktayım.
29 Oldı bin bin helak inaş u zükür
30 Ta ola Musi ortada makhür
31 Haşa li’llah ki Musi ola helak
32 Çün anı saklar ol münezzah ü pak
Elvan Çelebi’den öyle anlaşılıyorki, nasıl o yüçe mevlam Hz. Musa (a.s) korudu ve sakladı ise Muhlis Paşa’yıda öyle var olan, o pak olan yüçe tanrım öyle korumuştur ve saklamıştır.
49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile
50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile
51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi
Bu Beytin’de anlaşıldığı gibi Elvan Çelebi’den bir sebeb’den dolay Muhlis Paşa yedi yaşında Mısır’a Memluk Devletine kaçırılmıştır ve yirmi bir yaşına kadar orda kalmış ve her konuda eğitimini orda devam etmiştir.
Memlûk Devleti, Memlûk Saltanatı Saltanat al-Mamālīk ya da Dawla al-Mamālīk) kölelikten gelen Memlukların Mısır'da oluşturduğu bir askeri aristokrasıdevletidir. "Memlûk" Arapçada "köleler" demektir. İsmi Türkçe’de Köle Devleti olarak da geçer.
1159 yılında Mısır'da yönetimi ele geçiren Selahaddin Eyübbi, ordusunda kölelerden oluşturulan birliklere, Abbasi halifelerinin bu geleneğine giderek ağırlık vermiştir Moğul İmparatörluğu'nun istilası sonucunda esir düşen ve Mısır tarafına satılan memluklar, çoğunlukla Kıpkaçlar ve Çerkesler'den oluşturulmaktadır.
Selahaddin Eyübbi 'den sonra, orduda köle unsurların kullanılması uygulamasına devam edilmiş, giderek bu usurlara ağırlık verilmiştir. İçlerinden yetenekli olanlar, üst düzey kamu görevlerinde de çalışmışlardır.
Kendilerini, bir bakıma kölelikten kurtaran devlete ve orduya karşı ölümüne bir bağlılık içinde olan bu askeri birlikler, hafif süvari tarzında örgütlenmişlerdir ve savaş tarzları da, sıkı disiplinli kütlesel hareketlere dayanmakla birlikte, bireysel atılganlığı öne çıkaran bir tarzdır.
Bu köle askerler iki kışlada eğitim görürlerdi. Bazı (özellikle Batı) kaynaklara göre bu garnizonlardaki askerler iki etnik kökenden geliyordu. Kahire yakınlarındaki, Nil üzerindeki Ravda adasındaki garnizonda, Türk, çoğunlukla Kıpçak askerler bulunur ve bunlara Memalik-i Bahriye (deniz köleleri) denirdi. Yine Kahire'deki başka bir garnizonda ise Çerkez kökenli askerler bulunur ve bunlara da Memalik-i Çerakise denirdi.
Yalnız, diğer çalışmlar o dönemde 'Çerkes' ('Çerkeş', 'Çerkas') Kıpçak boylarından birine verilen isim olduğu için, bu iki grup arasında köken bakımından bir fark olmadığını gösteriyor
Memluk hanedanlığını kuranlar Memalik-i Bahriye unsurlar olmuştur. Hanedanlığın ilerleyen yıllarında ise Memalik-i Çerakise unsurlar, iktidarı kontrollerine almışlardır.
1249 yılında kanlı bir ayaklanmayla, Eyyubi hanedanlığının son sultanı Turan Şah'ın, ordu ve devlet yönetiminde giderek etkin olmaya başlayan bu köle unsuralara karşı kesin tavır alması üzerine, şahı öldürerek iktidarı ele geçiren bu unsurlar, eski sultanlardan Melik Necmettin Salih'in dul karısı Şecer-üd-dür'ü sultan ilan ettiler. Ordu komutanlığına ise bir memluk komutanı olan Muizzüddin Aybeg getirildi. Kısa bir süre sonra Şecer-üd-dür, Aybeg'le evlenerek sultanlığı ona devredecektir. Böylece 250 yıldan fazla sürecek bir memluk (köle asker, köle kamu görevlisi) hanedanı başlamış oldu.
Memluk hanedanlığının, tarihte üç önemli etkisi olmuştur. Askeri planda, Haçlı ordularının bölgeden atılması ve Moğol akınlarının durdurulmasıdır. Her iki olay da Arap - İslam devletini kaçınılmaz bir yıkımdan kurtarmıştır. Memluk hanedanlığının üçüncü etkisi ise toplumsal ve ekonomik alanda olmuştur, bir dizi düzenleme getirmeleri, askeri ve politik anlamda bölgede bir istikrar oluşturmaları sonucu, Mısır yeniden önemli bir ticaret yolu haline gelmiştir.
1260 yılında, Bağdat'ı alarak Halifeyi öldüren Moğol orduları Ortadoğuda hızla ilerlemişler ve Mısır sınırlarına dayanmışken, Memluk sultanı Sultan Kutuz, emrindeki memluk ordusuyla Moğol akınını karşılamak üzere harekete geçmiştir. Ayn Calut denilen bölgede karşı karşıya gelen iki ordunun çatışması, Moğolların bozguna uğramasıyla sonuçlandı.
Ayn Calut savaşında öncü birliklerin komutanı olan Baybars, Sultan Kutuz'u öldürüp kendi hükümranlığını 1260 yılında ilan ettikten sonra 1261yılında El-Muntasır'ı halife ilan etmiştir. Böylece halifelik, Bağdat'dan Kahire'ye geçmiş olmakta,Memluk devletinin himayesine girmektedir. (Memlük Devleti Vikipediya’dan alıntılar)
Baybars Dönemi
DEVAMI YAKINDA
Kaynaklar
İz bırakan Erenler ve Alevi Ocakları Kitabın'dan Ocak'larla ilgili alıntılar Sayfa: 26-33
Değerli Yazarımız: Veli Saltık
Bektaşilik Alevilik Nedir?
Kitabin'dan Pir Baba İlyas ve Çar-erkan denilen
dört oğlu önemli görevlerde idiler Sayfa: 432Doç Dr.Bedri Noyan ( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin).
Anuş Tekin "Moğol ve Harzemşah" İnternet yazılarından (Vikipedi).
Elvan Çelebi'nin Menâkıbu'l-Kudsiyye kitabın'dan
İsmail E. Erünsal Ahmet Yaşar ocak
İz bırakan Erenler ve Alevi Ocakları Kitabın'dan Ocak'larla ilgili alıntılar Sayfa: 26-33
Değerli Yazarımız: Veli Saltık
Bektaşilik Alevilik Nedir?
Kitabin'dan Pir Baba İlyas ve Çar-erkan denilen
dört oğlu önemli görevlerde idiler Sayfa: 432Doç Dr.Bedri Noyan ( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin).
Anuş Tekin "Moğol ve Harzemşah" İnternet yazılarından (Vikipedi).
Elvan Çelebi'nin Menâkıbu'l-Kudsiyye kitabın'dan
İsmail E. Erünsal Ahmet Yaşar ocak
SÜCEADDİN VELİ OCAĞI BELGELERİ
Şücaaddin Veli, XIV. Yüzyılın sonu ile XV. Yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan önemli ve karizmatik Türkmen dedelerindendir. Anadolu’da dört büyük Veli’den birisidir. Şücaaddin Veli’nin Türbe ve zaviyesi, Eskişehir’e bağlı Seyyidgazi ilçesinin, Arslanbeyli köyünde bulunmaktadır.
İmam Rıza soyundan olan Süceaddin Veli, İran’ın Horasan bölgesinden Anadolu’ya gelmiştir.
Süceaddin Veli’nin yaşadığı dönem hakkında kesin tarih olmamakla birlikte, aşağıda verilen bilgilerden 14. asrın ikinci yarısı ile 15. yüzyılın 1. nci yarısında yaşamış olduğu anlaşılmaktadır.
Şücaaddin Veli, yaşadığı dönemde etkin faaliyetlerde bulunmuş, çok önemli bir velidir. Bu önemli veli hakkında en önemli bilgileri, Otman Baba Velayetnamesinden anlıyoruz.
Velâyetnamede yazıldığına göre: O kani velayet ve Kutb-ül Aktab Otman Baba günlerden bir gün, bütün abdallarını bir yere topladı: “Biz bu mülkte iki kişiyiz ki, birimize Hüssem Şah ve birimize de Şefküllü Bey derler ve o benim koçumdur. Şefküllü Bey dediği, Sultan Şücâaddin Veli’dir” diyerek, dervişlerine Şücaaddin Veli hakkında bilgi veriyor.
Otman Baba velâyetnamesinde, Otman Baba’nın 1430 yılında Anadolu’ya geldiği yazılıdır. 1478 yılında da Hakk’a yürüdüğünü biliyoruz. Buna göre Otman Baba, 1430-1478 yılları arasında İstanbul ve genellikle Balkanlarda yaşamıştır. Süceaddin Veli, Otman Baba ve Karpuzu Büyük Hasan Dede, her üçü de Kalenderi Şeyhi idiler.
Süceaddin Veli, sadece bir şeyh veya yerel halkın arasında yaşayan bir eren olmayıp, yüksek Osmanlı komutanları ile de yakın ilişkisi bulunan bir kimse idi.
Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Evrenos Gazi, Seyit Ali Sultan’ın (Kızıldeli) yanında yer almıştı. Evrenos Bey’in işgal ettiği yerlere, yani Edirne, Dimotoka, Selanik, Kırcali, Arnavutluk, Makedonya ve Macaristan bölgeleri, Kızıldeli’ye bağlı “Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgeleridir.
Yine Balkanların fethi sırasında Gazi komutanlardan Timurtaş Paşa’ın işgal ettiği bölgeler, yani Edirne, Haskova, Kırcali, Şumlu, Razgrad, Silistre ve Varna (Deliornman ve Dobruca) bölgeleri ise Sarı Saltık, Otman Baba ve Süceaddin Veli’ye bağlı “Babai Bektaşilerin” yoğun olduğu bölgelerdir ve bugün bu bölgelerde yaşayan veya muhtelif tarihlerde Türkiye’ye göç etmiş olan “Babai Bektaşiler”, Süceaddin Veli’ye bağlıdırlar.
Evrenos Paşa, Seyit Ali Sultan’ın yanında yer alırken, Timurtaş Paşa da Süceaddin Veli’nin yanında yer almıştı. Çünkü Timurtaş Paşa da Şücaaddin Veli’in müridi idi. Daha sonra da Timurtaş Paşa’nın oğlu “Mürvet Ali Paşa”, Süceaddin Veli’nin müridi olmuş ve bugünkü Şücaaddin Veli külleyesi Müvrvet Ali Paşa yaptırmıştır ve onun türbesi de Süceaddin külliyesinde ve Süceaddin Veli türbesinin yanındadır. Mürvet Ali Paşa ile Sücaattin Veli arasında geçen vaka şöyle naklolmuştur. Osmanlı ordusunun komutanı olan Demirtaş paşa, askerleri ile savaşa çıkar. Yolu şimdiki şücaattin köyünden geçer. Ve köyde konaklaması gerekir. Köyün şeyhi Seyit Şücaattin Veli, garip fakir kulübesinde oturmaktadır. Köye gelinceye kadar kendisinden bahsedilen Şeyh’ten hayır himmet almak isteyen Demirtaş Paşa, Şeyh’in huzuruna çıkar; elini öper sefere çıkacaklarını, hayır duasını almak isteyen Demirtaş Paşa, bir gece de köyde misafir olmak istediklerini belirtir. Bu duruma sevinen şeyh, misafirlerinin Tanrı misafiri olduğunu onları ağırlayabileceklerini söyler. Böylece köyde konaklarlar. Konaklamadan önceki olaylar olağan üstülüklerle doludur. Demirtaş Paşa dört büyük Veliden biri olan Seyit Şücaattin Veli’nin yanına gelir. Hünkarım biz çok kalabalığız görüyorumki köyünüzün askere yetecek kadar ne ekmeği nede suyu var. Seyit Şücaattin Veli: paşa! Zaman her şeyi çözümler biz hele biraz gezinelim ne kadarsınız bir görelim. Şimdiki adı “çayırlık” olan askerlerin bulunduğu mevkiye gelirler. Kudretine inandığımız o güzel veli elindeki asayı yere vurur; asayı vurduğu yerden suyla birlikte arpa gelmeye başlar. Bu atlarınızın suyu ve yemi olsun der. Yüz metre ileriye gidilir, tekrar asasını batırır. Bu sefer suyla birlikte bal akmaya başlar. Buda askerlerin yiyeceği olsun der, ( burası şu anda çeşme haline getirilmiş imside bal pınarı olmuştur. )suları aynı kaynaktan gelir ama dışarı akarken birirsi daha koyu renktedir. Birlikte kulübesine gelirler. Sohbet etmeye başlarlar. Demirtaş Paşayı çok etkileyen Seyyit Şücaattin Veli Hazretleri ekmekçisini çağırır. Bir tekne un ister onu dualayıp ekmekçiye verir. Hamur yapılır fırına verilir. Bir tekne hamurdan bir tabura yetecek kadar ekmek alınır. Bu durum paşanın dikkatini çeker. Fırına eğilip bakar bir mum yanmaktadır. Fırının ateşi sadece budur. Tabii şaşırıp şeyhe sorar. Şeyh’im bu mum nasıl olurda bu fırını ısıtır? Seyyit Şücaattin Veli yapığım dua, Nur suresinin 35 ayeti idi sönmeyen ışık olan alemlerin kalbinide aydınlatan, kibritsiz de yanan bu ateş sayesinde ekmekler pişti der. Demirtaş Paşa çok etkilenir ve sabaha kadar Seyyit Şücaattin Veli ile sohbet eder. Paşa hasta olan hayvanlara ve Askerlere de himmet etmesini ister. Seyyit Şücaattin Veli arpa ile akan suda banyo yapmalarını ve hayvanlarını geçirmelerini ister. Bu suyun onlara şifa vereceğini söyler Bu olağan üstü olayların sonunda: Seyyit Şücaattin Veli’den memnun olan Demirtaş Paşa sabah müsaade isteyip ayrılırken Şeyh’in yeşil taşlı yüzüklü elini öper, hayır duasını alır. Şeyh’te Demirtaş Paşa’nın Atını okşar ve muzfferiyetler dileyerek Allah’ın yardımcı olmasını diler. Yola çıkan Demirtaş Paşa muharebe alanına gelir. Alanda çok yüksek kayalar vardır. At ürker ve yüksek bir kayaya fırlar, At kayadan inmez Paşa kızar Ben bir ulu veliye uğradım medet sende ey pir der. Atını mahmuzlayıp at cesarete gelir ve aşağıya inmeye başlar. Atını sevip okşayıp mükafatlandırmak isteyen Paşa, eğildiğinde bir bakar. Atının döşünde elini Öptüğü Seyit şücaattin Veli’nin yeşil taşlı yüzüklü elini görür. Aşağı inince el kaybolur. İşte o zaman demirtaş paşa kendi kendine söz verir: bundan sonra kimseyi öldürmeyip ömrümün geri kalan kısmını seyit Şücaattin Velinin huzurunda geçireceğim ona hizmet edeceğim diye söylenir. Savaş bitiminde askerlerini toplayan Demirtaş Paşa savaş ganimetlerini askerleri arsında eşit olarak dağıtır. İsteyen dilediği yere gidebilir, benimle gelmek isteyenler Seyyit Şücaattin Veli köyüne gelsin der. Yanında Menezgah baba, Tokmakçı baba, Davulcu Baba, ve Saciyak Baba ile birlikte köye gelir. Derviş olup ikrar verip hizmet ederler. Demirtaş Paşan’nı adı değişir Mürvet Ali Paşa olur. Çok zengin olan mürvet Ali paşa Şeyh’ten rıza alıp memleketine gider. Bütün malını mülkünü satar, tekrar köyüne döner. Seyit Sultan Şücaattin Veli’ye Şeyhim senin mezarının bir taşı altın bir taşı gümüş olarak ben yaptıracağım der. Seyyit Şücaattin Veli Sen o şekilde mezar yaptırırsan benim başıma yıkarlar. Benim mezarımı yaptıracaksan bir sırası sarı taş bir tarafı beyaz taş olsun der.
Sultan Sücaeddin Veli, Balkanlarda da faaliyet göstermiş olmasına rağmen genellikle, Eskişehir-Seyit Gazi Merkez olmak üzere Bursa, Afyon, Kütahya, Isparta, Manisa ve Ankara bölgeleri, faaliyet alanları içersinde bulunuyordu.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Otman Baba süreklileri ve Karpuzu Büyük Hasan Dede ocaklıları aracılığı ile hem Balkanlarda hem de Anadolu'da örgütlenmiş, etki ve denetim kurmuş, demografik hacmi oldukça büyük bir inanç-kültür merkezi konumundadır.
ŞücaaddinVelî Ocağı, Alevî-Bektaşî inanç ritüelleri açısından da önemli özellikler gösterir. "ikrar" olarak tanımlanan ritüel, ocağın talip topluluğuna katılmanın başlangıcıdır. "Görgü Kurbanı", "Dar Kurbanı" ŞücaaddinVelî ocaklılarının gerçekleştirdiği diğer cem ayinleridir.
ŞücaaddinVelî Ocağı, "pençeli" ocaklar grubuna dâhildir. Bu bağlamda ŞücaaddinVelî Ocağı'nm önemli bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır. Gerek Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı ve bu ocağa bağlı Şah Kalender Velî, Cibâlî Sultân, seyyid Hacı Ali Turabî, Seyyid Hacı Murâdî ve Mehemmed Abdal Ocakları, gerekse Otman Baba süreğini takip eden Alevî-Bektaşî toplulukları "tarıklı", "erkânlı" ocaklar grubundadır. Tarıklı ocaklar, ocak tâlipliğinin başlangıcına, "musahiplik" ritüelini alan ocaklardır. Bu karakteri ile ŞücaaddinVelî Ocağı merkezli Otman Baba Süreği ve Karpuzu Büyük Hasan Dede Ocağı bağlantılı ocak Pîramit yapılanışı, "pençeli" ve "tarıklı" inanç-dede ocaklarını bünyesine alan bir özellik göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'na bağlı inanç-dede ocaklarının dışında direkt bağlı Alevi-Bektaşi toplulukları da bulunmaktadır. Bu topluluklar Eskişehir, Kütahya ve Bilecik yörelerinde yoğunluk göstermektedir.
ŞücaaddinVelî Zaviyesi, Eskişehir-Kütahya-Bilecik ve Afyon yöresi Alevî-Bektaşî toplulukları açısından önemli bir inanç-kültür merkezidir. Yöre, Alevî-Bektaşîlerinin Seyyid Battal Gazi Zaviyesi sonrası, yoğunluklu olarak ziyaret edip kutsadıkları, adak adadıkları, kurban ritüelini gerçekleştirdikleri kutsal mekânların başında, ŞücaaddinVelî Zaviyesi gelmektedir.
ŞücaaddinVelî Ocağı'nın özelliklerinden biri de "post-nişînlik" uygulamasıdır. Arslanbeyli köyünde yerleşik "Demirtaş sülalesi" ŞücaaddinVelî Ocağı dede ailesidir. Demirtaş sülalesine mensup her erkek üye "dede" kimliği taşımaktadır; fakat aileye mensup bir kişi ocağın post-nişînlik görevini yürütmektedir. Benzer yapılanışlar, Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibalî Sultân Ocakları'nda da bulunmaktadır. Karpuzu Büyük Hasan Dede ve Cibali Sultân Ocakları'nda "post-nişîn", "Ulu" olarak adlandırılmaktadır.
Günümüzdeki ŞücaaddinVelî Ocağı Postnişini Sayın Nevzat Demirtaş Dede'den Eskişehir ŞücaaddinVelî Kültür ve Tanıtma Derneği Başkanı Sayın Nusrettin Demirtaş aracılığı ile Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Velî Araştırma Merkezi'ne gönderilen, vakıf senedi, ferman, berat, icazet türü tarihî belgeler üzerine yapılan belgebilim çalışmalarıyla, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili belli kritikler yapma imkânı oluşmuştur. ŞücaaddinVelî ocaklı dedeleri, günümüze kadar ulaşan sözlü bilgiler bağlamında, ŞücaaddinVelî'nin İmâm Rıza soyundan geldiğini belirtmektedirler. Merkezimize ulaşan belgelerden biri de özel vakıflara ait bir senet taslağı olup, bu senet taslağında ŞücaaddinVelî, İmâm Ali Rıza soyundan bir seyyid olarak tantılmaktadır. (Belge 1).
ŞücaaddinVelî ocaklıları, yörede tarihsel anlamda üç önemli Alevî-Bektaşî zaviyesi bulunduğunu ve bunların Seyyid Battal Gazi, ŞücaaddinVelî ve Üryan Baba Zaviyeleri olduğunu ifade etmektedirler. Yapılan belgebilim çalışmalarıyla, özellikle Üryan Baba Zaviyesi ile ilgili önemli bilgiler ortaya çıkmıştır.
Bulgulardan çıkan sonuçta, her üç zaviyenin de birbiriyle bağlantılı ve ilişkili olduğu görülmektedir. Üç zaviyede de post-nişînlik kurumu var olup, üç post-nişînin de aynı düşünce ekseni içerisinde yer aldığı görülmektedir. (Belge 7-10).
Belgeler üzerinde yapılan analiz çalışmaları sonucunda, üç zaviyenin de vakıflara sahip oldukları tespit edilmiştir. Özellikle "Sultân Suca' Baba Vakfı" yörede geniş bir sahada etkinlik ve denetime sahiptir. (Belge 7-8).
Belgebilim çalışmamızla ortaya çıkan en önemli tespit ise, Anadolu ve Balkan Alevî-Bektaşî inanç-dede ocakları arasında önemli bir yere sahip ŞücaaddinVelî Ocağı'nın, bir üst zaviye olarak Hacı Bektaş Zâviyesi'ne bağlı olan "Çelebiler" ekolünü takip ettiğinin belirlenmiş olmasıdır. Tarihsel süreçte ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Çelebilerini kutsadıkları ve Pîr kabul ettikleri görülmektedir.
Belgelerde, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Dergâhı'na gelip, evliyanın yolunu kabul ettikleri, kendilerine post ve halifelik verildiği, Bektaşi tarikatında kutsal emanetler olarak bilinen, "sofra", "çerağ", "kılıç" ve "teslim taşı"nın kendilerine verildiği ve halifeliğe layık görüldükleri belirtilmektedir. Bu belgelerin veriliş sebebi açıklanırken şu ifade veya benzer ifadelere yer verilmektedir;
" Mübarek dedem, ariflerin sultânı, âşıkların en yücesi Hacı Bektaş Velî hazretlerinin mübarek dergâhlarına gelip evliyanın yolunu kabul eden Derviş Kerim Dede'ye icazet, sofra, çerağ, kılıç ve telsim taşı verilerek halifeliğe layık görülmüştür." (Belge 4-5-6).
Belge 4 'teki şahitler kısmına ve belgeyi verenin bulunduğu bölüme bakıldığında, belgenin Feyzullah Çelebi tarafından verildiği ve Hacı Bektaş Dergâh'ından çıktığını açık bir şekilde anlaşılmaktadır.
Belgelerin tarihleri incelendiğinde, en eskisinin 18.yüzyıla kadar (1791) gittiği görülmektedir. (2) Buradan hareketle, ŞücaaddinVelî ocaklı dedelerinin, Hacı Bektaş Velî Çelebileri ile tarihsel bir ilişki içerisinde olduğu tespit edilmektedir.
2005 yılında, Arslanbeyli köyünde yaptığımız saha çalışmaları sırasında, tespit ederek inceleme olanağı bulduğumuz bu tarihî vesikalar üzerinde yaptığımız bu çalışmanın, ŞücaaddinVelî Ocağı ile ilgili yeni bilimsel açılımlar sağlayacağını umuyoruz.
Şücâaddîn Velî Sultân Belgeleri Belge 1 Vakıf senedi Evkâf-ı Müstesnaya Mahsus Senedir 4 Kuruş
Bismillahirrahmânirrahim. Seyyidi Sultân Şücâaddîn Velî, kutbu evliya İmâm Rıza neslinden üçüncü torunudur. 1255 yılında 90 yaşında olup lakabına Pîr-i Fânî derlerdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
Kayıd mevcûd Tekke Kütüphanesi iki Mühür var(okunamadı)
Günümüz Türkçesine Çevirisi Özel Vakıflara Ait Vakıf Senedidir
Dünya'da tüm insanları ve canlıları, ahirette ise, sadece inananları bağışlayıp koruyan Allah'ın adıyla başlarım.
Seyyit Şücâaddîn Sultân Velî, evliyanın başı imâm Rıza'nın soyundan olup, üçüncü kuşaktan torunudur. 1255/1839 yılında 90 yaşında olup, lakabına Rr-i Fâ-nî(Yaşlı ve bilgili kişi) denirdi. Amasya tarihinde dört oğlu olduğu mevcuddur.
(Bu bilginin)Kaydı Tekke kütüphanesinde vardır. Mühür
SEYİYD SULTAN ŞÜCEADDİN VELİ DERGÂHI
VE POST-NİŞİNLER
Aşağıdaki bilgilere dayanarak, yaklaşık olarsak iki yüz kırk beş yıl öncesine kadar Şüceaddin Veli Dergâhı’nın başında bulunan post-nişinler ve bugün dergâhın başında bulunan Nevzat Demirtaş Dede.
Sultan Seyyid Battal Tekkesi’nde Pir Mehmet Dede, onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu Ali İlhâmi Dede geçiyor.
Sultan Şüceaddin Veli Tekkesi’nde Mehmet Şüceaddin Dede ve onun Hakk’a yürümesinden sonra yerine oğlu şair Ali Rıza Hadi Dede geçiyor. [1][1]
Sadrazam Yusuf Kâmil Paşa’nın zevcesi Zeynep Hanım, ikrar bent olmak için, yukarıda isimleri geçen Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede’yi, İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görmek emeliyle, İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep hanımın konağında müteaddit Bektaşi âyinleri açılmıştır.
Bu arada, konağın belli başlı müdavimlerinden bir Bektaşi, ahbabı olduğu bir divan kâtibini de Zeynep Hanım’ın konağına getirir ve dedelerle görüştürür. Bu aziz, misafirlerin sohbet ve muhabbetlerinden pek ziyade mahzur ve müteleziz olan divan kâtibi, ziyaretlerini sıklaştırır ve her gün yanlarına gelip gitmeye başlar.
Bu genç kalem efendisi, bir aralık dedelere ikrar-bent olmak arzusunu açarsa da: “Evlât, dur bakalım! Biraz yan yakıl! Öyle ca’li bir isteyiş, kuru bir arzu ile adamı hemen Bektaşi yoluna alıvermezler” diye mukabelede bulunurlar.
Bu târize hedef olan divan kâtibi, sarsılır. Gün gectikçe bu zatlara olan meftunluğu artar. Muhabbetlerine olan mey’ü rağbeti daha da ziyade çoğalır. Git gide tahammülfersa bir hal alır. O sırada, artık memleketlerine dönmek üzere hazırlanmakta olan dedelerin eteklerine sarılarak göz yaşları akıtmağa ve: “El’eman, medet, mürüvvet erenler! Beni mahrum bırakmayın, gerçekler yoluna alın beni” diye yalvarmağa başlar.
Bu gençteki yüksek kabiliyet ve istidadı, sarsılmaz azm-ü itikadı gören dedeler, artık dayanamazlar; İstanbul’lu Bektaşilerin de şefaat ve kefaletleri üzerine, bu sadık Türk çocuğuna, Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında meydan açarak, nasip verirler.
Beş sene Sultan Seyid Battal Tekkesinde hizmet ettikten sonra, Pir Mehmet Dede’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Sultan Şücaaddin Veli Tekkesi’ne gelerek postunu serer. Bu sırada Mehmet Şücaaddin Dede Hakk’a yürümüş, yerine oğlu şair Ali Rıza Hâdi geçmişti. Genç Abdal, bu defa bu zâta bağlanır, dergâhın hizmetlerine can-ı gönülden koşar ve Hadi Dede’nin her emrine itaat eder. [2][2]
Şair Ali Rıza Hâdi’yi, Zeynep hanım bir aralık İstanbul’a davet etmiş, mumaileyh bu davete icabed ederek, İstanbul’a gelirken yanında Genç Abdal’ı da götürmüştür. Zeynep Hanım, misafirlerini, uzun müddet konağında alıkoymuştu. Bu hanımefendinin de şiirle ülfeti olduğu, söylediği bir şiirinden anlaşılmaktadır. Bu şiiri, Genç Abdal misafirliği esnasında kendi cönk defterine kaydetmiştir. [3][3]
Gudemayı Üdabâ’dan Veysi Paşazade Zeynel Abidin, Reşit Bey merhum, bu muhterem kadını, “Zübdetün-nişa” namıyla yad etmektedir. Mehmet Ali Paşa, evladı arasında akl-ü fitnat ve kerem-ü mürüvvet ile kendisine benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, evlât ve akrabinin (akrabalarının) muhalefetine rağmen, Yusuf Kâmil Paşa’ya tenkih (nikah) eyledi. Hicri, 1261/Miladi, 1845’te Yusuf Kâmil Paşa, Zeynep Hanımla evlenince, Drama’lı şair Hüseyin Kâzım Efendi, şu tarihi söylemiş:
Eder Tahsin (Kâzım) ümm-i dünya böyle tarihi
Aziz-i Mısr’a Yusuf oldu izzetle güzel damat
Hicri 1261/ Miladi 1845. O sırada Mısır’da tahsilde bulunan Münif Paşa’da:
Zehi oldu aziz-i Mısr’a bir Yusuf-Şiyem damat
Hicri, 1261/Miladi, 1845 mısraları ile tarih koymuştur. [4][4]
Genç Abdal, Hicri 1290/Miladi 1874 tarihinde 85 yaşında Hakk’a yürümüştür. Kabri, Sücaaddin Veli Dergâhı’nda bulanan garipler mezarlığındadır. [5][5]
Özetleyecek olursak, Mısır’da kendi hükümdarlığını ilan etmiş bulunan Mehmet Ali Paşa, evlatlarının ve akrabalarının karşı çıkmasına rağmen, mizaç bakımından kendisine çok benzeyen üçüncü kızı Zeynep Hanımı, 1845 yılında Yusuf Kâmil Paşa ile evlendiriyor.
Sadrazamlığa kadar yükselen Yusuf Kâmil Paşa’nın eşi Zeynep Kâmil Hanım, ikrar bent olmak, yani ikrar vererek Hakk, Muhammed, Ali yoluna girmek istiyor. Bunun için de Battal Gazi Tekkesi Post-nişini olan Pir Mehmet Dede ile Şüceaddin Veli Tekkesi Post-nişini olan Mehmet Şüceaddin Dede’yi İstanbul’a çağırmış ve dedeleri misafir olarak konağında aylarca alıkoymuştu.
Anadolu’nun en maruf iki post-nişini olan bu mümtaz şahsiyetleri görebilmek için İstanbul’un hemen bütün Bektaşileri, güruh güruh ziyaretlerine gelmişler. Bu vesile ile Zeynep Hanım’ın konağında defalarca Bektaşi meydanları açılmıştır.
Bu arada bir dostu ile birlikte Genç Abdal’da bu ayinlere katılmış, pek çok etkilenerek ikrar-bent olmak istemiş ve sonunda bu emeline kavuşarak önce Seyid Battal Tekkesine, daha sonra da Şücaaddin Veli Tekkesine yerleşerek 85 yaşında bu Dergâh’ta Hakk’a yürümüştür. [6][6]
Ancak Genç Abdal sağlığında Zeynep Hanım’ın konağına l874 yılından önce ikinci bir defa daha gelmiştir. Genç Abdal, 1874 yılında ve 85 yaşında Hakk’a yürüdü ise 1789 yılında doğmuş demektir. Genç Abdal Zeynep Kâmil Hanım’ın konağında dedelerle tanıştığı zaman, genç bir divan kâtibi olduğuna göre, dedeler, ondan çok daha yaşlı olmalıdır. Bu duruma göre dedelerin doğum tarihleri, yaklaşık olarak 1760 veya 1765 yılına tekabül eder. Zeynep Hanım’ın Pir Mehmet Dede ile Mehmet Şüceaddin Dede tarafından ikrar-bent olduğu tarih ise 1845-1850 yılları olabilir. Bu bilgilerin dışında daha sonra da şu aşağıdaki bilgiye ulaşıyoruz.
Ariflerin sultanı, âşıkların burhanı, Hazret-i Hünkâr Hacı Bektaş Veli (Allah Sırrını mukaddes kılsın) Efendimiz hazretlerinin dergahına gelip Sultan Şücâaddin Baba post-nişini Şüca Dede, evliyanın yolunu kabul idüp, kendisine sofra ve çerağ ile icazet ve inabet ve halifelik virildi. Kendisine safa ve nazar olundu. Müritler kendisine tutuna, muhipler onu bile. Yüce tarikatımız üzere ola ve icazetnamenin gereği ile işler işleye. Bu işlerinde kimse ona engel olmasın. Tarikat dışı hareket edenlerin hakkından gelsin. Hakk’a tabi olanlara selam olsun. 1206/1791 yılının cemaziyet evvel ayını ortaları. [7][7]
Ali YÜCE Dede
Kaynak: Hakkı SAYGI ( Baba)
Mehmet DEMİRTAŞ (Dede)
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
[8][1] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 15, 1945 -İstanbul
[9][2] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 1945 -İstanbul
[10][3] Mehmet Tefik Oytan Bektaşiliğin iç yüzü, Cilt 1. S. 18, 19, 1945 -İstanbul
[11][4] İbnl Emin Mahmud Kemal İnal. Cüz. 2. Osmanlı devrinde son sadrazamlar.
[12][5] İsmail Onarlı, Yusuf Paşa ve zevcesi Zeynep Kâmil Hanımla ilgili olarak yukarıdaki bilgileri vermektedir. Cem Dergisi Mart 2002 sayı 119, sayfa 36
[13][6] Zeynap Kamil Hanım, 1845 yılında evlendiğine göre, Dedeleri İstanbul’daki konağına getirtip, ikar vermesi, bu tarihten sonradır. Zeynep Hanım’ın konağına ilk olarak gelen ve dedelerle tanışan Genç Abdal, “genç bir kalem efendisi olarak tanıtılıyor.” Verilen tarihlere göre Genç Abdal, 1789 yılında doğmuştur. Buna göre 1845 yılında, yani Zeynep Kamil Hanım’ın evlendiği yıl olan 1845’te (45+11= 56) yaşındadır. Burada bir çelişki olabilir.
[14][7] Türk Kültür ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi Sücaaddin Veli Özel Sayı. S. 28 Bahar 2006/37
Kaynak: Hakkı SAYGI
Mehmet DEMİRTAŞ
Türk Kültürü Hacı Bektaşı Veli Araştırma dergisi (Gazi Üniversitesi)
----------------------------dilane halo---------------------------- Muhlis Paşa ( Emir-ül-ümera )
Yüçe Allahım senin müsadenle Cebrail (AS) kanatların üstündan, bizleri zor hayatın şartlarının üstünden tüm Çarerkan toplulukalarını ve ona bağlı olan tüm taliblerini ve topluluklarını, tüm Alevi toplumunu, tüm Türk halklarının ve Türkiyeli halklarının ve dünya halklarının ezilmiş olan halklarını, onlara doğruluk ve sevgi nasib eyle ve onları kendi ilk nefsinden koru ve elin herzaman onların üzerlerinde olsun yüçe mevlam.
Değerli Canlar sizlere belkide hiç tanımadığınız birisini veya zanettiğiniz bir kişiyi, Emir-ül-ümera olmuş olan bir zatı sizlerle tanıştırmak vasıfı fakir kardeşinize nasib olmuştur. Doç Dr.Bedri Noyan, Bektaşilik Alevilik Nedir? Kitabından yazmış olduğu kaleminden Muhlis Paşa birçok yerlerde Emir-ül ümera olmuş olan, O zatın hakındaki tarih açıklamalarını kısa da olsa, sizlere sunucağız değerli Canlar. ( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin). Pir Baba İliyas Horasani’nin Çâr-erkan ( Çar-erkan lağabı Harzemşahlar tarafından verilmiştir ) denilen dört oğlu önemli görevlerde idiler. Bunlardan Muhlis Paşa birçok yerlerde Emîr-ül-ümerâ olmuş idi ve Doç Dr.Bedri Noyan kitabında böyle başlar. Muhlis Paşa, Baba İlyas Horasâni’nin oğludur. Böyle devam eder Doç Dr.Bedri Noyan 702 Hiçri de Mahmud Gazan Han’ın Tebriz’den bozularak dönüşünde. Babasının, derviş ve halifelerine Selçukluların zulüm ve baskı yapması üzerine, silaha sarılmış. Konya’yı ele geçirmiş. Selçuk tahtına oturmuştur. Kendisine, Selçuklulara benzetilerek ( Muhliseddin Mûsâ Hân) ünvanı verilmişti. Bir müddet bu hükümdar tahtında oturmuştur. ( Bektaşilik ve Alevilik Nedir? Sayfa 433-434) Bu Tarih gerçeği devamını yazmadan, sizlerle bir başka Muhlis Paşa ile ilgili manevi değerini paylaşmak isterim. Buda ançak Muhlis Paşa’nın tornu olan Elvan Çelebi’nin kaleminden ve Elvan Çelebi' nin Hayatı, Tasavvufî ve Edebî Şahsiyeti MENÂKIBU'L-KUDSÎYYE ... kitabından ançak ola bilir, çünkü zamanın şahididir.
Elvan Çelebi, dedesi hakında büyük bir sevgi ile konuşur ve dedesi Muhlis Paşa’nın Allah tarafından korunduğunu nasılki 4. İmam Zeynel Abidin korunduysa Muhlis Paşa öyle korunmuştur ve nasılki Hz. Musa (a.s) nasıl saklanmış ise Muhlis Paşa öyle saklanmıştır.
Değerli yazarımız Veli Saltık Elvan Çelebiden alınıtı alarak şöyle yazmaktadır: Baba İlyas’ın dört oğlu vardı. Bunlardan Yahya Paşa, Mahmut Paşa, Halia Paşa babaları ile birlikte asıldılar. Henüz beşikte bir çocuk olan Muhlis Paşa’yı ise; Şerafettin adında bir mürit ( talip ) kaçırarak sakladı. Daha sonra onu Mısır’a götürdü. Sonra Mısır sultanı Baybars ile birlikte Anadolu’ya geldi’’ diyor. (İz bırakan erenler ve Alevi Ocakları sayfa: 31) Değerli Canlar Pir Baba İlyas’ı tanımıyan veya müçadelesini ve maneviyetini kavramıyan Muhlis Paşa’yı müçadelesini ve maneviyetini hiç kavrıyamaz, onun içinde bu iki zat’ı anlamak için gene 4. İmam Zeynel Abidini Allah tarafından yezid karşısında korunmasında 12 İmamların tamamlamasına sebeb olmuştur ve böylelikle 12. İmam Mehdi’ye müçadelesine ve maneviyetinede sebeb olmuştur. Elvan Çelebi beyt olarak bizlere şöyle anlatıyor Muhlis Paşa’yı bize: 01 Görür ağlar bişikde bir oğlan 02 Ay u gün gibi hurrem ü taban 03 Mehd içinde bu mah u mihr ‘aceb 04 ‘Acaba bu işe ne oldı sebeb 05 Bildi iş nice vâki’ oldı-y-ısa 06 Şürete ma’niye ne geldi-y-ise 07 On sekiz yıl Çalap ana ferzend 08 Virmemiş kalmış ol hemişe nijend 09 Çün ünin işidür bu sultanun 10 Eyle ki canını alur anun 11 Alur iletür evine ‘izzet-ile 12 Yidi yıl besler anda kıymet-ile 13 Can içinde gönül gibi sakınur 14 Gönül içinde can gibi bakınır 15 Köre kadi evinde gör paşam 16 Buldı hakdan ‘inayet ü in’am 17 Köre kadi evinde Şerefü’d-din 18 Bi-tehaşi mukarreb idi emin 19 Bu sebebden düni güni paşam 20 Ohşanur-ıdı ellerinde müdam 21 Minnet iderdi şükr kılar-ıdı 22 Sevdügin cümle halk bilür-idi 23 Kankı mahfilde olsa zikr kılur 24 Kankı meclisde konsa şükr kılur 25 Kethüdama Çalap bir ay virdi 26 K’ancılayın ne ay ne gün gördi 27 Kudrete tan degül bu şürete iş 28 Hükm anun düni gün kılur yaz u kış 29 Oldı bin bin helak inaş u zükür 30 Ta ola Musi ortada makhür 31 Haşa li’llah ki Musi ola helak 32 Çün anı saklar ol münezzah ü pak 33 Yine fir’avne bisledür anı 34 Böyle gelmiş bu hükm-i Rabbani 35 Şeyh çün yidiye irişdi tamam 36 Mışrı kılur Boz atlu şeyhe makam 37 Kılur irdaf-ı şeyh Boz atlu 38 Ol Çalapdan ulu mürüvvetlü 39 Mışra iletür Boz ardına aluban 40 Lutf-ıla hoş dutar bile oluban 41 Lik şüretce ol Melik Zahir 42 Otağına kılur anı hazır 43 Sebebi şol ki dürlü dil bilür 44 Birbiriyle şol iki göz gibi olur 45 Şüreta ger yidi yaşar oğlan 46 Ma’nide şah-ı ‘alem-ı irfan 47 Mışr içinde kamu fakih ü hakim 48 Dirler-idi ki < fevka ‘ilmin ‘alim> 49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile 50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile 51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi 52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi 53 Tahta vü bahta müjdegani kılur 54 Melikü’z-Zahir ol nihan bilür 55 Gayb oldur ki Hak gözi göredür 56 Hak görür hem hem gör ne gösterdür (Menakıbu’l- Kudsiyye Fi Menasıbi’l-Ünsiyye Baba ilyas-ı Horasanı ve Sülalesinin Menkabevi Tarihi ,Türk Tarih Kurumu sayfa: 70, 71, 72 ) Beyt şeklinde , yada şiir şeklinde yazılan bu tarih gerçekler bizlere yüz yıllar boyunca aktarılmaya çalışılmıştır ve bu fakir kulunuz geleçeğin ışığı yanmasına rahmen, daha da büyümesi ve yayılması için müçadele vermekte. Bu ışığın yayılmasında katkısı olan değerli Prof.Dr. Bedri Noyan dedemize ve değerli yazarımız Veli Saltık dedemizde katkıları için minnet ve şükran borçluyuz. Yavuz Selim’den itibaren gelmiş olan Pahdişalar ve Halifeler İslamiyete verilen en büyük darbeler ve yapmış oldukları tahribat düzeltilmiyecek kadar ağır tahki Muhammed Mehdi’nin hakk yolunun gerçeleştirmesiyle ve gelmesiyle düzelmesini beklemekteyiz. Muhlis Paşa’nın gayb’da olan mücadelesi Neden insanlar o kadar inançla Baba İhsak isyanına katıldı bunu sormadan devam edemeyiz, çünkü Pir baba ilyas Giyasettin Keyhüsrev’in saldırgan siyaseti isyana sebeb oluşturmuştur. Tarihçi ibn Bibi’ye göre: ‘İsyana her ırk ve mezhepten yoksul halk katıldı. İsyan’a katılanların üçte ikisi Hırıstiyan’dı. İsyancılar, karıncalar ve çekirgeler kadar çoktular’ . Nedenini sormak lazım, neden? Çok basit, olan bir gerçektir Pir Baba İlyas Horasanın köleçi toplum sistemine karşı ve hertürlü adeletsizliğe ve sömürüye karşı olduğu, var olan iktidarların duyarlı davranmadığından dolay Pir Baba İlyas memnuniyetini göstermemiştir. Halkların desteğ ile isyan harekete geçirmiştir. Ama ne yazıki Pir Baba İlyas ve üç oğlu Yahya Paşa, Mahmut Paşa, Halis Paşa Amasıya kalesinde Selcuklu komutanı Armağan Şah tarafından asılarak hakk’a yürüdüler. Bu bölgedeki büyük Türkmen boyu Çepniler ve Harzemşahlar da isyancılar'a katıldılar ve öbür taraftan Selcuklarda, Bizanzlardan yardım istidi. Bizanzlarda, Keyhüsreve 40.000 kişilik zırhlı bir ordu gönderdiler. On binlerce İsyancı Türkmenler, Çoluk-çoçuğu ve sürüleri ile Kırşehire doğru koyuldular. Hedefleri Selcuklu başkenti Konya idi. Ehlibeyt'e bağlı olan türkmenler'i zırhlı Bizans ordusu karşıladı ve Türkmenlerin Okları ve Kılınçları, zırhlı Bizans ordusunu etkilemedi. Bizans ordusu ilk kez Türkmenler'i durdurmuştu ve Selcuklar'da bundan cesaret alarak ordusunu toparladı ve Bizans ordusu ile Kırşehir Malya Ovasın'da binlerce, onbinlerce kadın-çoçuk-yaşlı demeden Alevi Türkmen kılıçtan geçiriliyordu. Koca Malya Ovası cesetle dolmuştu. İsyancı Türkmenler yenildiler Bizans ve Selcuklu ordusuna karşı ve Baba İshak ve Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Seyyit Menteşi asıldılar. Hacı Bektaş Veli, Sarı Saltuk, Ağu İçen, Üryan Baba, Ahmet Fakih, Muhammet Hayrani... gibi Ehlibeyt soyun'dan Erenler, izlerini bir süre için kaybettirdiler. Aynısı Muhlis Paşa için’de geçerlidir, çünkü babasını ve üç abisini asan bir zihniyet kendisininde pesinde olduğunu anlamıyan beşikteki Muhlis Paşa, kendisini kutaran Pir Baba İlyas’ın müridi olan bir ismiyle Şerafettin ve diğer ismiyle Nuri Sufi adları verilen bu şahıs karıştırılmakta veya o zaman gizlenmekte olduğu içindirki gerçek ismi ile ortaya çıkmamaktadırlar Şerafettin veya Nuri Sufi isimleri, Muhlis Paşa’yı kurtardığı bu isimlerde bütünleşmektedir ve Kör Kadı’ya beşikteki yatmakta olan Muhlis Paşa’yı, kimliğini bildirmeden çocuğu Kör Kadı’ya Şerafu’Din teslim eder ve yedi yaşına kadar burada yetişir ve Kör kadı ile arası iyi olan Şerafetin yedi sene sonra sebebi Selcuklardan hakikatın anlaşılması sonucunda, Mısıra kaçırılması anlatılır. Tabi’ki burada Pir Baba İlyasın Kör kadı ile hiç anlaşmadığı ( Kör Kadı Pir Baba İlyası sürekli selcuklara fitneliyordu, çekmediğinden dolay) ortada olamsına rağmen, gene’de Şerafettin Muhlis Paşa’yı kör kadı’ya teslim etmiştir, nasıl ki Hz. Musa’nın annesi, Hz. Musa’yı Firavun’a teslim etmiş ise Serafettin’de aynısını Kör Kadı ile yapmıştır. 11 Alur iletür evine ‘izzet-ile 12 Yidi yıl besler anda kıymet-ile 13 Can içinde gönül gibi sakınur 14 Gönül içinde can gibi bakınır 15 Köre kadi evinde gör paşam 16 Buldı hakdan ‘inayet ü in’am 17 Köre kadi evinde Şerefü’d-din 18 Bi-tehaşi mukarreb idi emin Elvan Çelebi kendi yazmış olduğu beytinde anlatmakta olduğundan dolay, ikna olmakta zorlanmamaktayım. 29 Oldı bin bin helak inaş u zükür 30 Ta ola Musi ortada makhür 31 Haşa li’llah ki Musi ola helak 32 Çün anı saklar ol münezzah ü pak Elvan Çelebi’den öyle anlaşılıyorki, nasıl o yüçe mevlam Hz. Musa (a.s) korudu ve sakladı ise Muhlis Paşa’yıda öyle var olan, o pak olan yüçe tanrım öyle korumuştur ve saklamıştır. 49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile 50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile 51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi 52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi Bu Beytin’de anlaşıldığı gibi Elvan Çelebi’den bir sebeb’den dolay Muhlis Paşa yedi yaşında Mısır’a Memluk Devletine kaçırılmıştır ve yirmi bir yaşına kadar orda kalmış ve her konuda eğitimini orda devam etmiştir. Memlûk Devleti, Memlûk Saltanatı Saltanat al-Mamālīk ya da Dawla al-Mamālīk) kölelikten gelen Memlukların Mısır'da oluşturduğu bir askeri aristokrasıdevletidir. "Memlûk" Arapçada "köleler" demektir. İsmi Türkçe’de Köle Devleti olarak da geçer. 1159 yılında Mısır'da yönetimi ele geçiren Selahaddin Eyübbi, ordusunda kölelerden oluşturulan birliklere, Abbasi halifelerinin bu geleneğine giderek ağırlık vermiştir Moğul İmparatörluğu'nun istilası sonucunda esir düşen ve Mısır tarafına satılan memluklar, çoğunlukla Kıpkaçlar ve Çerkesler'den oluşturulmaktadır. Selahaddin Eyübbi 'den sonra, orduda köle unsurların kullanılması uygulamasına devam edilmiş, giderek bu usurlara ağırlık verilmiştir. İçlerinden yetenekli olanlar, üst düzey kamu görevlerinde de çalışmışlardır. Kendilerini, bir bakıma kölelikten kurtaran devlete ve orduya karşı ölümüne bir bağlılık içinde olan bu askeri birlikler, hafif süvari tarzında örgütlenmişlerdir ve savaş tarzları da, sıkı disiplinli kütlesel hareketlere dayanmakla birlikte, bireysel atılganlığı öne çıkaran bir tarzdır. Bu köle askerler iki kışlada eğitim görürlerdi. Bazı (özellikle Batı) kaynaklara göre bu garnizonlardaki askerler iki etnik kökenden geliyordu. Kahire yakınlarındaki, Nil üzerindeki Ravda adasındaki garnizonda, Türk, çoğunlukla Kıpçak askerler bulunur ve bunlara Memalik-i Bahriye (deniz köleleri) denirdi. Yine Kahire'deki başka bir garnizonda ise Çerkez kökenli askerler bulunur ve bunlara da Memalik-i Çerakise denirdi. Yalnız, diğer çalışmlar o dönemde 'Çerkes' ('Çerkeş', 'Çerkas') Kıpçak boylarından birine verilen isim olduğu için, bu iki grup arasında köken bakımından bir fark olmadığını gösteriyor Memluk hanedanlığını kuranlar Memalik-i Bahriye unsurlar olmuştur. Hanedanlığın ilerleyen yıllarında ise Memalik-i Çerakise unsurlar, iktidarı kontrollerine almışlardır. 1249 yılında kanlı bir ayaklanmayla, Eyyubi hanedanlığının son sultanı Turan Şah'ın, ordu ve devlet yönetiminde giderek etkin olmaya başlayan bu köle unsuralara karşı kesin tavır alması üzerine, şahı öldürerek iktidarı ele geçiren bu unsurlar, eski sultanlardan Melik Necmettin Salih'in dul karısı Şecer-üd-dür'ü sultan ilan ettiler. Ordu komutanlığına ise bir memluk komutanı olan Muizzüddin Aybeg getirildi. Kısa bir süre sonra Şecer-üd-dür, Aybeg'le evlenerek sultanlığı ona devredecektir. Böylece 250 yıldan fazla sürecek bir memluk (köle asker, köle kamu görevlisi) hanedanı başlamış oldu. Memluk hanedanlığının, tarihte üç önemli etkisi olmuştur. Askeri planda, Haçlı ordularının bölgeden atılması ve Moğol akınlarının durdurulmasıdır. Her iki olay da Arap - İslam devletini kaçınılmaz bir yıkımdan kurtarmıştır. Memluk hanedanlığının üçüncü etkisi ise toplumsal ve ekonomik alanda olmuştur, bir dizi düzenleme getirmeleri, askeri ve politik anlamda bölgede bir istikrar oluşturmaları sonucu, Mısır yeniden önemli bir ticaret yolu haline gelmiştir. 1260 yılında, Bağdat'ı alarak Halifeyi öldüren Moğol orduları Ortadoğuda hızla ilerlemişler ve Mısır sınırlarına dayanmışken, Memluk sultanı Sultan Kutuz, emrindeki memluk ordusuyla Moğol akınını karşılamak üzere harekete geçmiştir. Ayn Calut denilen bölgede karşı karşıya gelen iki ordunun çatışması, Moğolların bozguna uğramasıyla sonuçlandı. Ayn Calut savaşında öncü birliklerin komutanı olan Baybars, Sultan Kutuz'u öldürüp kendi hükümranlığını 1260 yılında ilan ettikten sonra 1261yılında El-Muntasır'ı halife ilan etmiştir. Böylece halifelik, Bağdat'dan Kahire'ye geçmiş olmakta,Memluk devletinin himayesine girmektedir. (Memlük Devleti Vikipediya’dan alıntılar)
Baybars Dönemi
DEVAMI YAKINDA
Kaynaklar
İz bırakan Erenler ve Alevi Ocakları Kitabın'dan Ocak'larla ilgili alıntılar Sayfa: 26-33 Değerli Yazarımız: Veli Saltık Bektaşilik Alevilik Nedir? Kitabin'dan Pir Baba İlyas ve Çar-erkan denilen dört oğlu önemli görevlerde idiler Sayfa: 432Doç Dr.Bedri Noyan ( Son Mürşidimiz Hakka kavuşmuştur Allah Rahmetini bol eylesin). Anuş Tekin "Moğol ve Harzemşah" İnternet yazılarından (Vikipedi). Elvan Çelebi'nin Menâkıbu'l-Kudsiyye kitabın'dan İsmail E. Erünsal Ahmet Yaşar ocak Baybars dönemi en güçlü dönemdir. Halifeliğin merkezi Mısır’a taşınmıştır. Baybars Bey, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır. 1276’da Anadolu beyliklerine yardım etmeye gitmiştir. 1277 yılında Anadolu erenlerin, Muhlis Paşa’nın ve Ehlibeyt’in safında savaşarak Elbistan’da Moğolları 2. kez yenmişlerdir ve sonunda kendi Mısır Memluk Devletine geri çekilmeyi uygun görmüşlerdir.
Neden Baybars yedi yaşındaki bir çocuğu himayesine alsın ve korusun?
35 Şeyh çün yidiye irişdi tamam 36 Mışrı kılur Boz atlu şeyhe makam 37 Kılur irdaf-ı şeyh Boz atlu 38 Ol Çalapdan ulu mürüvvetlü 39 Mışra iletür Boz ardına aluban 40 Lutf-ıla hoş dutar bile oluban 41 Lik şüretce ol Melik Zahir 42 Otağına kılur anı hazır 43 Sebebi şol ki dürlü dil bilür 44 Birbiriyle şol iki göz gibi olur 45 Şüreta ger yidi yaşar oğlan 46 Ma’nide şah-ı ‘alem-ı irfan 47 Mışr içinde kamu fakih ü hakim 48 Dirler-idi ki < fevka ‘ilmin ‘alim> 49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile 50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile
51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi Beyt 35`den 52`ye kadar bize bu konuda beli açıklamalar getirmekte, neden Baybars ( Melik Zahir beyt’e Baybars bu isimle anılıyor ) yedi yaşındaki Muhlis Paşa’ya himayesinde hizmete kusur etmemektedir ve neden sonradan Muhlis Paşa ile Rum diyarına ( Anadolu’ya ) girmktedir sorusuna gelince ? |
Baybars dönemi en güçlü dönemdir. Halifeliğin merkezi Mısır’a taşınmıştır. Baybars Bey, din ve devlet işlerini birbirinden ayırmıştır. 1276’da Anadolu beyliklerine yardım etmeye gitmiştir. 1277 yılında Anadolu erenlerin, Muhlis Paşa’nın ve Ehlibeyt’in safında savaşarak Elbistan’da Moğolları 2. kez yenmişlerdir ve sonunda kendi Mısır Memluk Devletine geri çekilmeyi uygun görmüşlerdir.
Neden Baybars yedi yaşındaki bir çocuğu himayesine alsın ve korusun?
35 Şeyh çün yidiye irişdi tamam
36 Mışrı kılur Boz atlu şeyhe makam
37 Kılur irdaf-ı şeyh Boz atlu
38 Ol Çalapdan ulu mürüvvetlü
39 Mışra iletür Boz ardına aluban
40 Lutf-ıla hoş dutar bile oluban
41 Lik şüretce ol Melik Zahir
42 Otağına kılur anı hazır
43 Sebebi şol ki dürlü dil bilür
44 Birbiriyle şol iki göz gibi olur
45 Şüreta ger yidi yaşar oğlan
46 Ma’nide şah-ı ‘alem-ı irfan
47 Mışr içinde kamu fakih ü hakim
48 Dirler-idi ki < fevka ‘ilmin ‘alim>
49 Yedi yıl dakı uşbu şüret-ile
50 Sürdi dirlik Mışırda hikmet-ile
51 Ba’d ez-an çün işaret-i gaybi
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi
Beyt 35`den 52`ye kadar bize bu konuda beli açıklamalar getirmekte, neden Baybars ( Melik Zahir beyt’e Baybars bu isimle anılıyor ) yedi yaşındaki Muhlis Paşa’ya himayesinde hizmete kusur etmemektedir ve neden sonradan Muhlis Paşa ile Rum diyarına ( Anadolu’ya ) girmktedir sorusuna gelince ?
52 Sırrına ma’lum oldı bi-sebebi
Beyt 35`den 52`ye kadar bize bu konuda beli açıklamalar getirmekte, neden Baybars ( Melik Zahir beyt’e Baybars bu isimle anılıyor ) yedi yaşındaki Muhlis Paşa’ya himayesinde hizmete kusur etmemektedir ve neden sonradan Muhlis Paşa ile Rum diyarına ( Anadolu’ya ) girmktedir sorusuna gelince ?