5 Aralık 2011 Pazartesi

İlk Kur'an Tefsiri Olarak Hz. Ali (a.s)'ın Mushafı

İlk Kur'an Tefsiri Olarak Hz. Ali (a.s)'ın Mushafı

Hz. Ali (a.s)'ın mushafı, İslâm tarihinde Kur'an ve Kur’an ilimlerini ihtiva eden ilk kitap oluşu hasebiyle büyük öneme sahiptir.
Bu kitabın en belirgin özelliği, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’a ait oluşudur.
İmam Ali (a.s) vahyin şahidi, kitap ilminin sahibi, Peygamber’in ilminin varisi, onun daimî arkadaşı ve ilim şehrinin kapısıdır. Sahabe içerisinde Kur'an'ın tefsiri ve tevilini, her ayetin zahiri ve batınını en iyi bilendir. Kur'an'ın nazil olduğu dönemlerde Peygamber (s.a.a)'in yanında en çok hazır bulunun ve Peygamber (s.a.a)'in ilmini kavrayıp anlamada diğer sahabîlere apaçık bir üstünlüğü olan kimsedir. Onun Kur'an ilmine geniş ve engin bir biçimde vâkıf olduğu, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), sahabe ve diğerleri tarafından defalarca ve ısrarla belirtilmiştir.
Allah (c.c) Kur'an'da şöyle buyuruyor:
"Kâfirler, sen peygamber değilsin, derler. De ki: Sizinle aramda tanık olarak Allah ve kitap bilgisine sahip olan yeter." (Ra’d/43)
Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde olduğu gibi Ehl-i Sünnet rivayetlerinde de "Kitap bilgisine sahip olan kimse"den maksadın Hz. Ali (a.s) olduğu vurgulanmıştır.[1]
Kur'an'ın çeşitli yerlerinde Hz. Ali’(a.s)’ın ve evlâtlarının (a.s) ilmî dereceleri vurgulanmış ve başkaları onlardan ilim öğrenmeye teşvik edilmiştir. "İlimde derinleşenler" ve "Zikir ehline sorun" ayetleri ile benzeri diğer ayetler, bu yüce insan ve evlâtlarının Kur'an hakkındaki derin ve engin bilgilerine tanıklık etmektedir.
Peygamber (s.a.a) de defalarca konuşmalarında Hz. Ali (a.s)'ın Kur'an'a olan ilmi derinliğini vurgulamıştır. Örneğin bir konuşmasında şöyle buyurmaktadır: "Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Kim bu şehre girmek ve hikmet isterse, kapıya gelsin." Yine buyurmaktadır: "Ali Kur'an iledir, Kur'an da Ali ile. Onlar havuzun başında bana kavuşuncaya dek birbirinden asla ayrılmazlar.” [2]
Bu anlamda Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'den diğer birçok hadis de nakledilmiştir. Hz. Ali (a.s)'ın Kur'an bilgisi sahabe ve dostlarının dillerinde de destanlaşmıştı. İbn-i Abbas şöyle diyor:
"Halkın bilgisi beş kısma ayrılmıştır. Dört kısmı Ali’de, bir kısmı da diğer bütün insanlarda. Ayrıca Ali, o bir kısımda da onlara ortaktır ve hatta onlardan daha bilgindir." [3]
İbn-i Mes’ud şöyle diyor: "Eğer Allah'ın Kitabı’nı benden daha iyi bilen birini tanısaydım, uzun yollara (zahmetlere) düşecek olsam bile, onun hizmetine koşardım." Birisi ona; "Ali'yi nasıl buluyorsunuz?" diye sorduğunda; "Ben onunla başladım ve Kur'an'ı onun yanında öğrendim."[4] cevabını verdi.
Suyutî şöyle yazıyor: "Muammer b. Veheb b. Abdullah, Ebu’t-Tufeyl'den naklediyor; diyor ki Ebu’t-Tufeyl: “Hz. Ali’nin bir konuşmasına şahit oldum; ‘Sorun benden! Allah'a andolsun, soracağınız her sorunun cevabını vereceğim. Kur'an'dan sorun bana! Allah'a andolsun, Kur'an'daki her bir ayetin gece mi, yoksa gündüz mü, dağda mı, yoksa çölde mi nazil olduğunu çok iyi biliyorum.’ diyordu.” [5]
Şehristanî, Mefatîh'ul-Esrar adlı tefsirin giriş bölümünde şöyle yazıyor: "Sahabe, Kur'an ilminin Ehl-i Beyt’e mahsus olduğu konusunda söz birliği içindedirler.” [6]
Şevahid'ut-Tenzil adlı eserde Ömer, İbn-i Mes’ud, Ayşe, Abdullah b. Ömer, Ebu Abdurrahman Selemî ve Ata b. Ebî Rubah'tan Hz. Ali'nin Kur'an'ı en iyi bilen kişi olduğunu rivayet etmiştir.[7]
Hz. Ali (a.s)'ın kendisi şöyle buyuruyor: "Resulullah'a nazil olup da bana okumadığı bir ayet yoktur. O okuyor ve ben de yazıyordum; daha sonra o ayetin tevil ve tefsirini, nasih mi yoksa mensuh mu olduğunu bana öğretiyordu."[8]
Defalarca minberden halka seslenerek; "Beni kaybetmeden önce sorun benden!" buyurmuşlardır. Bu rivayet, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında mütevatirdir.
İbn-i Asakir, Tarih-i Dimaşk adlı eserinde bu başlık altında özel bir bölüm açmış ve “Ali’den başka hiç kimse, ‘Şu iki kapak arasındakinden (Kur’an’dan) sorun benden soracağınızı!’ diyememiştir.” demiştir. Konuyla ilgili birçok rivayeti de bu bölümde zikretmiştir.[9]
Ali (a.s) bütün bu özellikleri ve sınırsız ilmi ile İslâm'da ilk müellif unvanıyla mushafı yazmıştır. Gerçi Hz. Ali (a.s)'ın bu değerli mushafı maalesef bizim elimizde değildir, ancak böyle bir eserin var olduğunu tarihçiler, hadisçiler ve tefsirciler kaydetmişler, ayrıca İmam'ın kendisi ve diğer Ehl-i Beyt İmamları da belirtmişlerdir.
Birçok yazarlar böyle bir kitabın varlığından ve bazı özelliklerinden söz etmişlerdir. Bu kitap hakkında nakledilen sözler, gerçi teferruatta bir miktar farklı da olsalar, genel itibarla hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Bu kitap hakkında ortak görüş şudur: Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra Hz. Ali (a.s), Kur'an'ı toplamadıkça sırtına aba almayacağına ve başka hiçbir işle uğraşmayacağına dair yemin etti. Kur'an'ı yazdıktan sonra onu alıp Mescid'ün-Nebi'ye getirdi, zamanın hâkimlerine ve halka sundu ve buyurdu ki: "Bu Kur'an'dır. Peygamber'in vefatından sonra ben onu toplamakla meşgul oldum ve şimdi onu size getirdim." Cevap olarak; "Bizim ona ihtiyacımız yoktur!" denildi. O da onu kaldırıp eve geri götürdü. Onun yazdığı Kur'an, ayetlerin nassını, tevil ve tefsirini kapsıyordu. O Kur'an'da surelerin tertibi, nüzul sırasına göre idi. Bugün elde olan Kur'an dizilişinde değildi.
Şimdi bu konuyla ilgili çok önemli birkaç rivayeti inceleyelim: İbn-i Nedim şöyle yazıyor: "Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra halktan vefasızlık görünce Kur'an'ı toplayıncaya kadar sırtına aba almayacağına dair yemin etti. Sonra bu isteğini yerine getirebilmek için üç gün evde oturdu. Böylece bu kitap, Ali (a.s)'ın göğsünden aktardığı ilk kitap idi. Bu kitap, Cafer (a.s) oğullarının (Ehl-i Beyt İmamlarının) yanındadır." Ve şöyle ekliyor: "Ben bu dönemlerde Ebu Hamza Ya'lî el-Hasanî'nin yanında bir kitap gördüm; birkaç yaprağı da düşmüştü. O kitap, Hz. Ali (a.s)'ın hattı ile yazılmıştı ve Hasan'ın çocuklarına miras kalmıştı."[10]
Muhammed b. Sirin, İkrime'den şöyle nakletmektedir: "Ebu Bekir'in hilâfetinin ilk günlerinde Ali b. Ebî Talib (a.s) evde oturup Kur'an'ı toplamakla meşgul oldu." Ben İkrime'den: "Acaba o zaman aynı nüzul sırasına göre başka bir Kur'an da yazılmış mıydı?" diye sordum. "Eğer cinler ve insanlar hepsi bir araya gelselerdi, böyle bir Kur'an vücuda getiremezlerdi." cevabını verdi. İbn-i Sirin diyor ki: "Bu kitabı araştırmaya koyuldum; Medine'ye mektup yazdım, ancak ona ulaşamadım."[11]
İbn-i Cezzî Kelbî şöyle yazıyor: "Kur'an, Peygamber zamanında sahifelerde ve kişilerin sinelerinde (hafızalarında) perakende ve dağınık bir hâldeydi. Peygamber (s.a.a)'in vefatından hemen sonra Ali b. Ebî Talib (a.s) onu ayetlerin iniş sırasına göre toplayıp düzenledi. Bu değerli kitapta saklı nice ilimler vardı; ama ne yazık ki elimizde değil."[12]
Şeyh Müfid şöyle yazıyor: "Müminlerin Emiri (a.s) Kur'an'ı baştan sona bir araya getirdi; yapması gerektiği gibi de yaptı: Mekkî ayetleri Medenî ayetlerden önce, nesholunmuş ayetleri nesheden ayetlerden önce yazmak suretiyle her ayeti olması gereken yerde yazmıştı."[13]
Şirazî Kur'an'ın nüzulü hakkında İbn-i Abbas'tan şöyle naklediyor: Allah (c.c), Peygamber (s.a.a)'e ondan sonra Ali (a.s)’ın Kur'an'ı toplayacağına dair garanti verdi. Sonra Allah Kur'an'ı Ali (a.s)'ın göğsünde karar kıldı ve Ali (a.s) da Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra altı ay içinde Kur'an'ı derleyip topladı."[14]
Yine o şöyle yazıyor: Ebu'l-A’lâ Attar ve Harezm hatibi Muvaffak, kendi kitaplarında Ali b. Rubah'tan şöyle naklediyorlar: "Peygamber (s.a.a) Hz. Ali (a.s)'a Kur'an'ı toplamasını buyurdu. Ali (a.s) da toparlayıp yazdı. Yine Ali (a.s) buyurdu ki: "Eğer bana destek olunsa, Peygamber (s.a.a)'in imlâ ettiği ve benim yazdığım kitabı halka sunarım." [15]
Birçok Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynaklarında nakledildiğine göre, "Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)'a yanında bulunan Kur'an ile yatağının başucunda perakende ve dağınık hâlde bulunan sahifeleri bir araya getirmesini, böylece Kur'an'ın da Tevrat ve İncil gibi bozulmasına engel olmasını buyurdular. Sonra Ali (a.s) bu sahifelerin hepsini sarı bir bez parçasına sarıp mühürledi ve şöyle buyurdu: "Bundan sonra bunları toparlayıncaya kadar sırtıma aba almayacağım." O günden sonra Kur'an'ı toplayıncaya kadar yanına gelenleri üzerine aba giymeden karşılıyordu."[16]
İbn-i Ebi'l-Hadid şöyle yazıyor: "Hz. Ali’(a.s)’ın Peygamber (s.a.a) zamanında Kur'an hafızı olduğu ve ondan başka hiç kimsenin Kur'an'ın tamamına hafız olmadığı ve Peygamber (s.a.a)'den sonra ilk Kur'an'ı toplayan şahıs olduğu, görüş birliğine varılmış bir konudur."[17]
İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: "Halktan hiç kimse Kur'an'ı nüzul sırasına göre topladığını iddia etmemiştir, etmişse de yalan söylemiştir. Ali b. Ebî Talib (a.s) dışında hiç kimse, Kur'an'ı Allah'ın indirdiği şekilde hıfzedip toparlamamıştır."[18]
Yine şöyle rivayet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s) Kur'an'ı toparlayıncaya kadar omzuna aba almayacağına dair yemin etti. Sonra bu iş için bir müddet onlardan (zamanın hâkimlerinden) uzak durdu. Zamanı gelince yazmış olduğu Kur'an'ı bir parçaya sarılmış olarak -onlar mescitte oldukları bir sırada- mescide getirdi. Herkes Hz. Ali’(a.s)’ın bunca zaman sonra gelmesine hayret etmişlerdi. Onların arasına girince kitabı ortaya koyup şöyle buyurdu: "Peygamber (s.a.a) buyurmuşlardı ki: "Ben sizin aranızda kendi yerime bir şey bırakacağım, eğer ona yapışırsanız doğru yoldan sapmazsınız. O, Allah'ın Kitabı ve benim İtret’im ve Eh-i Beyt'imdir. Şimdi, bu Kitap’tır ve ben de Ehl-i Beyt'im." Ömer kalkıp şöyle dedi: "Eğer senin Kur'an'ın varsa, onun benzeri bizde de vardır." Hz. Ali (a.s), hücceti tamamladıktan sonra (delil ile mazeret yolunu kapadıktan sonra) kitabını alıp geri döndü."[19]
 Şeyh Saduk şöyle diyor: "Kur'an'ı onların yanına götürüp şöyle buyurdu: "Bu, Rabb'inizin kitabıdır, tıpkı Peygamberinize indirdiği gibidir. Bir harf dahi ondan azaltılıp çoğaltılmamıştır." Onlar dediler: "Bizim ona ihtiyacımız yoktur, sende olanın aynısı bizde de vardır." Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şu ayeti okuyarak oradan ayrıldı: "Sonra onlar Kur'an'ı arkalarına attılar ve onu çok ucuza sattılar. Ne de kötü bir ticaret yaptılar!"[20]
Bazıları diyorlar ki: "Hz. Ali (a.s)'ın Kur'an'ının kabul görmemesinin nedeni şuydu: Ebu Bekir Kur'an'ı açtığında Muhacirler ve Ensar’dan bazılarının yanlış davranışlarının bu kitapta yazılı olduğunu gördü. Bunun, maslahata uygun olmayacağı korkusuyla onu reddetti."[21]
Özet olarak söylemek gerekirse; Ali (a.s)'ın Kur'an'ı toplaması olayı, birçok Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilmiştir. [22]
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur'an'ı toplama ve onu Müslümanlara sunma işinin, o büyük ve eşsiz insan tarafından gerçekleştirildiği apaçık bir gerçektir.
Gerçi bu arada bazı cüz’î konularda birtakım ihtilaflar da vardır. Örneğin; Kur'an üç günde mi, yoksa altı ayda mı toplandı? Peygamber (s.a.a)'in vefatından üç gün sonra mı, yoksa altı ay sonra mı halka sunuldu? Acaba Ali (a.s) Kur'an'ı, onun tefsir ve tevilini kendi göğsünde saklı ilimle mi kâğıda döktü? Yoksa tahta parçalarına, taşlara, hurma yapraklarına, deve kemiklerine, kâğıt ve deriler üzerine yazılmış olan Kur'an ayetlerini bir araya toplamak suretiyle mi bu işi gerçekleştirdi? Yoksa her ikisinden de mi yararlandı? Zira rivayetler, her iki kaynağa da işaret etmektedirler. Diğer bir deyişle; acaba Hz. Ali (a.s) Kur'an'ı toplamada, daha önce yazılanları bir araya getirip düzenlemekle mi yetindi, yoksa baştan sona bizzat yazmak suretiyle düzenli bir mecmua mı meydana getirdi?
Bunlar, birtakım açık olmayan ayrıntılardır ki, bu konularda doğru bir hüküm verebilmek, tarihi bütün yönleriyle araştırmak ve söylenmemiş gerçekleri keşfetmek suretiyle mümkün olabilir. Ancak bu iş, başlı başına bir araştırma ve çalışmayı gerektirmektedir.
Kur'an'ın toplanma müddeti hakkında çoğu rivayetler suskun kalmışken bazılarında Kur'an'ın üç günde, bazılarında ise altı ayda toplandığı belirtilmektedir. (Bir veya iki rivayette altı ay nakledilmiş, üç gün olduğunu söyleyen rivayetler birçok kaynaklarda zikredilmiştir.) Ne var ki, Kur'an'ın tamamının bütün tefsir ve teviliyle bu kısa müddet içerisinde toplanılmış olması, gerçek dışı bir görünüm arz etmektedir. Ancak, “Kur'an, Peygamber (s.a.a) zamanında bir şekilde yazılmış veya imlâ edilmiş, fakat Resul-i Ekrem’in ömrünün son anlarına dek vahiy nazil olabileceği ihtimali göz önünde bulundurularak bir araya toplatılmamıştı. Ancak ayrı ayrı bölümler hâlinde yazılı olarak korunuyordu. İşte bu bölümlerin tertip, düzen ve bir araya getirilmesi, bu üç gün içerisinde tamamlanmıştır.” denirse, o başka.
İkinci rivayete, yani Kur'an'ın altı ayda toplanılmış olmasına gelince; Hz. Ali (a.s)'ın bu müddet içerisinde bütün Kur'an'ı baştan sona bizzat yazmış olması, ya da dağınık hâlde bulunan Kur'an'ı bir araya toplayıp tefsir ve tevili ile uğraşmış olması, uzak bir ihtimal değildir.

Kitabın Yazılması Yahut Kur'an'ın Bir Araya Toplanması

Şüphesiz, Peygamber (s.a.a)'in yanında parçalar ve cüzler hâlinde (perakende ve dağınık bir durumda) bulunan Kur'an ilk olarak Hz. Ali tarafından bir araya toplanılmıştır. Yalnız bu kitabın her ayetin tefsir ve tevilini de içermesi, (bu tefsirlerin çoğu Allah tarafından nazil olmuş olsa bile) içerdiği şeylerin çoğunun Kur'an'dan olmadığı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu kitap, Hz. Ali (a.s) tarafından kaleme alınmış başlı başına bir kitaptır; yalnızca Kur'an ayetlerinin toplanılması olayı değildir.
Seyyid Şerefuddin Amulî şöyle yazıyor: "Ali (a.s) Kur'an'ı nüzul sırasına göre toplamış ve ondaki nasih ve mensuhu, umum ve hususu, mutlak ve mukayyedi, muhkem ve müteşabihi, azimet ve ruhsatı, sünnet ve adabı belirlemiş, nüzul sebeplerine işaret etmiş ve anlaşılması zor olan yerlere açıklamalar getirmişti... Anlaşılacağı üzere, Hz. Ali (a.s) tarafından toplanmış Kur'an daha çok bir tefsir niteliği taşımaktadır."[23]
Önceki rivayetlerden de iyice anlaşıldığı üzere, bu Kur'an içerik ve tertip açısından halifeler döneminde yazılan Kur'an ile farklı özelliklere sahiptir. Çünkü onun çoğunu tefsir ve teviller oluşturmaktadır. Ehil-i Beyt İmamlarından gelen rivayetlerde de bu noktaya işaret edilmiştir. İmam Bâkır (a.s), "Ali (a.s) dışında hiç kimse Kur'an'ı nazil olduğu şekliyle toplamadı." buyurmuştur.
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Eğer halk Kur'an'ı nazil olduğu üzere okusaydı, kesinlikle iki kişi arasında ihtilâf söz konusu olmayacaktı."[24] Yine şöyle buyurmuştur: "Eğer Kur'an nazil olduğu gibi (Hz. Ali'nin tefsir ve tertibi ile) okunsaydı, bizim adımızı Kur'an'da bulacaktınız."[25] Yine buyurmuştur ki: "Bizim Kaim'imiz –Hz. Mehdi- kıyam ettiğinde Kur'an'ın nazil olduğu gibi okutulması için çadırlar kurduracak. O gün, en zor gündür. Zira Kur'an, bugünkü tertip ve düzenin dışında, bambaşka bir hâlde olacaktır.” [26]
Şüphesiz, nazil olduğu şekilde denilmesinden maksat, onun özel tertip, tefsir ve teviliyle okunmasıdır. (Hz. Ali (a.s)'ın tertip ve tefsir ettiği şekliyle.)
Bu rivayetlerin çoğu -gerçi sağduyu sahibi olmayanların Kur'an'ın tahrif olduğu görüşünü ileri sürmelerine neden olmuşsa da- gerçekte Hz. Ali (a.s)'ın mushafında yazılmış olan tefsir ve yorumlara işaret etmektedir.
Buna göre, bu rivayetleri reddetmek, senetlerini zayıf saymak, yahut onları Kur'an'ın hıfzı veya anlaşılmasına ilişkin kabul etmek doğru değildir. Zira bütün bunların anlamı çok açıktır. Gerçi bu konuyla ilgili birçok asılsız hadis de mevcuttur ki, yeri geldiğinde onlara da işaret edeceğiz.

Ali (a.s)’ın Mushafı ve Sahîfesi

Hz. Ali (a.s)'a izafe edilen kitaplardan biri de "Hz. Ali (a.s)'ın Sahîfesi"dir. Ehl-i Sünnet tarafından da bu isim ile tanınan bu eserden, Ehl-i Beyt kaynaklı rivayetlerde ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında bahsedilmiştir. Ayrıca, Ehl-i Sünnet'in Sahih-i Buharî, Müslim, Sünen-i Ebî Davud, Müsned-i Ahmed gibi temel kaynaklarında bu kitaptan nakillerde bulunulmuştur. Bu sahîfe çok öz olarak yazılmış ve Hz. Ali’(a.s)’ın kılıcının kılıfında saklı idi.[27]
Hadisçiler arasında meşhur olan "Ali (a.s)'ın Kitabı" adıyla başka bir kitap daha vardır ki, birçok rivayetlerde bu eserden söz edildiği gibi, Ehl-i Beyt mektebine mensup alimler bu kitaptan nakillerde bulunmuşlardır. Bu kitap Sahîfe, Camia, Cifr ve Sahîfe-i Camia gibi adlarla zikredilmiştir.
Bu kitabın yetmiş zira (yaklaşık otuz beş metre) uzunluğunda olup Hz. Ali (a.s)'ın hattıyla yazıldığı ve kendisinden sonra Ehl-i Beyt İmamlarına miras kaldığı rivayet edilmiştir. Bu kitapta, hatta kaşımak suretiyle deride oluşan çizintinin diyetine kadar, büyük-küçük her hükmün yazılı olduğu zikredilmiştir.[28]
Bazı rivayetlerde Ehl-i Beyt İmamlarından şöyle naklediliyor: "İlim bize mahsustur. Biz ilim ehliyiz. Bütün ilimler bizim yanımızda korunmuştur. Kıyamete kadar olacak her şeyin -hatta derideki çizintinin- hükmü, Peygamber (s.a.a)'in imlâsı ve Ali (a.s)'ın hattı ile yazılmış olarak bizim yanımızda mevcuttur." [29]
Bu sözlerin hepsi adı geçen kitap hakkındadır. Zira bu kitabın bir kısmı diyet ile ilgilidir. Bu bölüm, İbn-i Nasih'in kitabıyla tanınmıştır. Bu kitap hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ancak Ali (a.s)'ın mushafı bu iki kitaptan ayrıdır. Mushaf’ın bu iki kitaptan biri olduğu hakkında hiçbir delil yoktur. Bu kitapların hangisinin ilk yazılmış olduğu da kesin olarak bilinmiyor. Zira, bu kitaplardan hiçbirinin ne zaman yazıldığı kesinlikle belli değildir. Acaba Peygamber (s.a.a)'in zamanında mı, yoksa daha sonra mı yazılmış, bilinmiyor. Ancak mushafın Peygamber (s.a.a) zamanında yazıldığı, hatta o hazret tarafından imlâ edildiği hakkında birçok rivayet vardır. Ama eldeki kaynaklardan hiçbirinde bu iki kitaptan herhangi biri hakkında kesin bir bilgiye rastlanmamıştır. Yalnızca Seyyid Şerefuddin şöyle yazıyor: "Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)'in cenaze işlerini tamamladıktan sonra Kur'an'ı toplayıncaya kadar namaz dışında sırtına aba almayacağına dair yemin etti ve söylediği gibi de yaptı... Bu kitap bittikten hemen sonra Hz. Fatıma (a.s) için bir kitap yazdı. Bu kitap, Fatıma (a.s) evlâtlarınca "Mushaf-ı Fatıma (a.s)" adıyla bilinmektedir. Birtakım meseller ve hikmetli sözlerden ibarettir. Daha sonra diyet hakkında bir kitap yazdı ve onu "Sahîfe" diye adlandırdı..." [30] Ne var ki, bu yazdığı tertip için kaynak belirtmemiştir.

Kur'an'ın "Mushaf" Olarak Adlandırılması

Bu konuda başka önemli bir nokta da, Hz. Ali tarafından toplanılmış olan Kur'an'a "Mushaf" adının verilmiş ve bu isim ile tanınmış olmasıdır. Yalnız, bu ad, yazıldığı zaman mı bu kitaba verildi, yoksa daha sonraları bu adla anıldığı için mi böyle bir unvana sahip oldu, kesin değildir?
Bu sorular İbn-i Mes’ud, Übey ve Muaz gibi bazı sahabîlerin mushafları için de geçerlidir. Hatta bazı rivayetlerde ashaptan bazılarının kendi mushaflarını Peygamber (s.a.a)'e sundukları da nakledilmiştir.[31]
Peygamber (s.a.a)'den nakledilen birtakım rivayetlerde de Kur'an'dan "Mushaf" diye bahsedildiği görülmektedir.[32] Öyle görülüyor ki, Hz. Ali’(a.s)’ın zamanında bu isim meşhur idi. Kur'an'ın Peygamber (s.a.a) zamanında bugünkü şekliyle toplanmış olduğunu iddia edenler de bu rivayetlere dayalı olarak konuşmaktadırlar. Bazı rivayetlerde şöyle nakledilmektedir: Kur'an ilk defa Ebu Bekir zamanında bir araya toplanıldı ve "Mushaf" olarak adlandırıldı. Zira, toplanıldıktan sonra ad koyma konusunda ihtilâfa düşmüşlerdi. İbn-i Mes’ud, Habeşe civarında "Mushaf" olarak adlandırılmış bir kitap gördüğünü söyledi. Ebu Bekir, bunun güzel bir ad olduğunu söyledi ve o günden sonra Kur'an "Mushaf" adıyla anılmaya başladı.[33]
Her ne kadar bilimsel bir sonuca ulaşma ihtimali düşük de olsa, bu konuda gerçeğe ulaşmak için tarihte nakledilen konular üzerinde çok geniş bir araştırma yapılması gerekir.
Yalnız, denilebilir ki: Hz. Ali ve diğer sahabîlerin kitapları yazılıp "Mushaf" tabiri şöhret bulduktan sonra bu kitaplar "Mushaf" adıyla meşhur oldular. Çünkü tâ başından beri bu kitapların "Mushaf" adıyla anıldıklarına dair hiçbir tarihi delile rastlamamaktayız. Elbette Peygamber (s.a.a)'den nakledilen bazı rivayetlerde "Mushaf" kelimesinin zikri, nakl-i mana yönüyle de mümkündür. Yani, Peygamber (s.a.a) Kur'an olarak söylemiştir ama, yıllar sonra o sözü nakledildiği zaman -Mushaf kelimesi şöhret bulduğu için- Mushaf oluruk nakledilmiştir. Özellikle de aynı kişiden nakledilen aynı rivayette, farklı nüshaların birinde "Mushaf" denirken, diğerinde "Kur'an" denmektedir. Bu durum, yukarıdaki söze bir şahit ve delil konumunda olabilir.[34]

Hz. Ali (A.S)'ın Mushafının Özellikleri

Hz. Ali (a.s)'ın mushafı hakkında söylenenlerden edinilen birkaç özelliği şöyle sıralayabiliriz:
a) Sureler nüzul sırasına göre tertiplenmiştir.
b) Mensuh ayetler (hükmü kaldırılmış) nasih ayetlerden (hükmü kaldıran) önce getirilmiştir.
c) Onda ayetler hiçbir değişikliğe uğramaksızın, dikkatle yazılmıştır.
d) Her bir ayet, harf harf aynen Peygamber (s.a.a)'in okuduğu şekilde yazılmıştır.
e) Ayetler Peygamber (s.a.a)'in imlâsı ve Ali (a.s)'ın hattı ile yazılmıştır.
f) Ayetlerin tefsirleri, Allah tarafından nazil olduğu kadarıyla yazılmıştır. Bu husus, "Tenzil'in Hakikati" diye adlandırılmıştır. Zira Allah tarafından gelen her vahiy, Kur'an değildi. Bazıları tefsir niteliği taşımaktaydı.
g) Ayetlerin tevili onda zikrolunmuştur.
h) Ayetlerin indirilmesinin nerede, ne zaman, ne münasebetle olduğu, ayetten kimlerin kastedildiği gibi bütün özellikleri zikredilmiştir. Bu özellikler "Ayetlerin Tenzili" diye adlandırılmıştır.
ı) Bazıları da bu mushafta umum-husus, mutlak-mukayyet, muhkem-müteşabih, nasih-mensuh, azimet-ruhsat, sünnet ve adap ile ilgili açıklamaların da yazılı olduğunu rivayet etmişlerdir.
k) Ehl-i hak ile ehl-i bâtılın kim oldukları, ayrıca Muhacirlerden ve Ensar’dan bazı kimselerin veya münafıkların işlediği suçlar da bu kitapta yazılmıştır.
Şehristanî "Mefatîh'ul-Esrar" kitabının giriş bölümünde şöyle yazıyor: "Hz. Ali (a.s)'ın kitabının metin ve haşiyelerden oluştuğu söylenmektedir."[35]
Evet, Ali (a.s)'ın mushafı bütün bu sayılan özellikleri eksiksiz bir şekilde bir araya getirmiş olduğu gerekçesiyle Hz. Ali’(a.s)’ın telifi ve eseri olarak diğer mushaflardan tamamen farklı olarak değerlendirilmesi gerekir.
Şüphesiz, Kur'an'ın bu şekilde toplanılması (kitabın başında belirtildiği gibi) ancak Kur'an hakkında geniş bir ilmi kariyer gerektirir ki bu, yalnızca Ali (a.s)'a özel bir durumdur. Burada Ahmed Emin'in sözüne bir bakınız: "Sahabeden çok az bir grup Kur'an tefsiri ile tanınmışlardır. Bunlardan önde gelenler: Ali b. Ebî Talib, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud, Übey b. Kâb olarak rivayet olunmuşlardır. Onlardan sonra da, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa Eş'arî ve Abdullah b. Zübeyr gelir. Bu konuda aslına bakılırsa, yalnızca ilk dört kişiyi saymak gerek. Çünkü, farklı mektep ve mezheplerin tefsir alanında dayanakları genel olarak bu dört kişidir. Tefsir alanında bu derinliği bu dört kişiye has kılan ndenler genel olarak şunlardır: Onların Arap dilini çok iyi bilmeleri ve onun çeşitli üslup ve özelliklerine vâkıf olmaları, Peygamber (s.a.a) ile uzun müddet bir arada olmaları, sonuçta ayetlerin nüzul sebepleri, yerleri hakkında olan bilgileri ve onların kendi bilimsel güçlerini Kur'an üzerinde tereddüt etmeksizin sarf etmeleridir."[36]
Hatırlatmak gerekir ki, İbn-i Abbas ve İbn-i Mes’ud, Kur'an tefsiri konusunda Hz. Ali (a.s)'ın öğrencileri idiler. İbn-i Abbas, Kur'an ile ilgili bilgisinin Hz. Ali (a.s)'dan bir yansıma olduğunu söylüyordu ve kendi ilminin Ali (a.s)'ın ilmine kıyasla deryada bir yaprak misali olduğunu söylüyordu. İbn-i Mes’ud da Kur'an tefsiri üzerine çalışmalarıyla birlikte birçok surelerin tefsirlerini Hz. Ali (a.s)'dan öğrenmiştir.

Hz. Ali (a.s)'ın Mushafında Surelerin Tertibi

Bu hususta surelerin tertibi hakkında meşhur söz, surelerin nüzul sırasına göre dizildiği görüşüdür. Bunun niteliği de yalnızca iki veya üç kaynakta belirtilmiştir.
Öncelikle İbn-i Nedim, el-Fihrist'inde Ali (a.s)'ın mushafını zikrettikten sonra diyor ki: "Bu mushafta surelerin tertibi şöyledir..."
İkinci kaynak, Tarih-i Yakubî'dir ve şöyle yazıyor: "Bazıları Ali b. Ebî Talib (a.s)'ın Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra Kur'an'ı topladığını, devenin sırtına yükleyip getirdiğini ve "Bu benim topladığım Kur'an'dır." dediğini söylemişlerdir. O, Kur'an'ı yedi cüzde toplamıştı."
Yakubî, daha sonra bu yedi cüzü sırasıyla sayıyor: “1. cüz sırasıyla Bakara, Âl-i İmran, Nisâ, Mâide, En’âm, A’râf ve Enfâl sureleri ile başlıyor ve her cüz on dört ilâ on sekiz sure kapsıyordu ve her cüz başlangıç suresinin adını almaktaydı. Bunların toplamında da üç sure eksiktir." [37]
Böylesi özellikler, bilinen meşhur nüzul tertibi ile uyum içinde olmadığı gibi, diğerlerinin Ali (a.s)'ın mushafı hakkında söyledikleri ile de örtüşmemektedir. Zira söylenenlere göre Ali (a.s)'ın mushafının başında İkra (Alak), sonra Müddessir, Kalem, Muzzemmil... sureleri yer almaktaydı. Yukarıdaki tertip, tarihçilerin dedikleriyle de uyum içinde değildir.[38] Aynı şekilde Şehristanî de Mefatîh'ul-Esrar kitabında mushafın tertibini Mukatil b. Süleyman'dan naklediyor.[39]

Kur'an'ın Toplanılma Zamanı

Geçen bölümdeki açıklamalarımızdan Kur'an'ı ilk toplayanın Hz. Ali (a.s) olduğu anlaşılmaktadır. Ama Kur'an'ın ne zaman toplandığı hakkında tarih, tefsir ve Kur'an ilimleri ile ilgili eserlerde çok çeşitli sözler söylenmiştir. Bu konuda söylenen sözler, ilk bakışta çok uyumsuz ve birbirine zıt iddialarla doludur. Bu yüzden birçok araştırmacı gerçeğe ulaşmakta zorlanmıştır. Bazı rivayetler, Kur'an'ın toplanması işini Peygamber (s.a.a)'in kendi zamanına, bazıları Ebu Bekir dönemine, bazıları Ömer dönemine ve diğer bazıları da Osman dönemine ait olduğunu kabul etmektedirler. Ancak bu işin Osman döneminde yapıldığına dair rivayetler meşhurdur.
Uyumsuzlukların bulunduğu diğer bir durum da, Kur'an'ın toplanması işindeki bazı özellikler ve cüz’î konulardır. Hatta Kur'an'ı ilk toplayanın Ali (a.s) olduğu konusu bile bütün bu söylenenlere rağmen ilk bakışta uyumsuzlukla doludur.
Dr. Muhammed Ali Sağir şöyle yazıyor: "Kur'an'ın toplanması ile ilgili rivayetlerde hayret edilecek derecede birbirine zıt tarihlere rastlanmaktadır." Daha sonra birbirine zıt rivayetleri sıralıyor.[40]
Ayetullah Hoî, bu konuyla ilgili rivayetleri bir arada toplamış ve yirmi iki rivayet nakletmiştir. Daha sonra da bu rivayetlerin hepsinin birbirine zıt ve haber-i vahit olduklarını belirtmiştir.
Merhum Belâğî de kendi tefsirinin giriş bölümünde "Kur'an'ın toplanması hakkındaki rivayetlerin zıtlığı" adı altında bu konudan bahsetmiş ve bu rivayetlerde görülen zıtlıkları saymıştır. Sonuçta bu rivayetlerin tarih açısından bir değer ifade etmediğini vurgulamıştır.[41]
Bütün bu eleştirilerin ışığında şöyle denilebilir: Gerçi Ehl-i Sünnet kanalıyla nakledilen rivayetlerin çoğu birbiriyle zıtlık arz etmektedir, fakat en çok üzerinde ihtilâf edilen rivayetler Kur'an'ın toplanma zamanı ile ilgilidir. Zira bu rivayetlerin bir kısmında Kur'an'ın toplanma işleminin Peygamber (s.a.a)’in zamanında gerçekleştiği belirtilirken, bir kısmında bu işi Ali (a.s), Ebu Bekir, Ömer, Osman, Zeyd b. Sabit, Benî Huzeyfe'nin azatlısı Salim gibi kişilerin yaptığı söylenmiştir. Bunların bazısında ise bu işin Hz. Ali (a.s) zamanda altı kişi tarafından yapıldığı ifade edilmiştir.
Evet, bu izafeler görünüşte birbiriyle uyum içinde değillerdir. Ancak bu rivayetler incelikleriyle tahlil edilirse, bu zıtlıkların çoğunun yok olup gittiği görülecektir.
Bu rivayetler çok yönlü olarak tahlil edildiğinde en az altı sonuç ortaya çıkmaktadır:
1- Kur'an'ın ezberlenip göğüslerde saklanıyor olması.
2- Kur'an'ın parçalar hâlinde yazılmış olduğu.
3- Kur'an'ın sayfalar hâlinde tam olarak (tertipli veya tertipsiz) toplandığı.
4- Kur'an'ın başı ve sonu belli bir kitap olarak düzgün bir şekilde toplanması.
5- Kur'an'ın tefsir, tevil, nüzul sebepleri, zahirî ve batınî anlamlarıyla birlikte toplanması.
6- Kur'an'ın yazılı olduğu mushaflarda yazım ile kıraat açısından birlik sağlanması.
Bu sonuçların her birini Kur'an'ı toplama işlemi olarak sayabileceğimiz gibi, toplama merhalelerinden biri olarak da değerlendirebiliriz.
Şimdi bu merhalelerin her birinin ne zaman ve kim tarafından gerçekleştirildiğine bakmak gerekmektedir.
Herkesin üzerinde görüş birliğine sahip olduğu konu, ayetlerin Peygamber (s.a.a)'in zamanında tertiplendiğidir. Ancak acaba surelerin sırası da bizzat Peygamber (s.a.a) tarafından mı belirlenmiştir? Kur'an bugünkü hâliyle Peygamber (s.a.a) tarafından mı sıralandı? Yoksa Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra sahabenin rey ve içtihadına göre mi dizildi? Bunlar, ihtilâflı konulardır.
Birinci görüşe, Şia ve Ehl-i Sünnet'ten katılım oldukça fazladır. Birçok deliller getirmekteler ve Ayetullah Hoî bu konuda ısrarlı olanlardandır.[42]
İkinci görüşü daha çok tahkik ehli ve araştırmacılar benimsemektedir. "el-İtkan" adlı eserde de bilim adamlarına izafe edilmektedir. Üstat Marifet de “et-Temhid” adlı eserinde bu ihtilâflara genişçe yer vermiş ve ikinci görüşü tercih etmiştir.[43]
Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra Ali (a.s) Kur'an'ı düzenli bir şekilde toplama yolunda ilk adımı attı ve onu halka sundu. Kabul görmeyince onu kendi yanında sakladı. Bu arada hâkim sınıfın ellerinde derli toplu bir Kur'an olmadığı hâlde İbn-i Mes’ud, Übey b. Kâb gibi kimselerin ellerinde olanı kabule de yanaşmadılar. Öte yandan Yemame Savaşı'nda yetmiş veya dört yüz Kur'an hafız ve karisinin öldürülmesiyle Kur'an'ın tamamen yok olup gitmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalındı. İşte böyle bir durumda hâkim sınıf, genç bir vahiy kâtibi olan Zeyd b. Sabit'i -kendi söylediğine göre- büyük ısrarlar sonucu Kur'an'ı toplamakla görevlendirdiler. Bunun için, "Her kimin yanında Kur'an'dan bir ayet varsa, şahidiyle birlikte getirsin, ondan kabul edilecek ve Kur'an'a yazılacaktır" diye ilân ettiler.
Böylece, Ebu Bekir için bir Kur'an toplanıldı. Bu Kur’an önce Ebu Bekir, sonra Ömer'in yanındaydı. Ömer'den sonra bu Kur'an Hafsa'nın eline geçti. Osman, Hafsa’dan onu isteyince kendisine vermedi. Ancak geri vereceğine dair söz verince onu Osman’a verdi.
Bu Kur’an’la ilgili rivayetlerde de birtakım küçük ihtilâflar görülmektedir. Bazıları; “Bu Kur'an'ı toplama işi Ebu Bekir zamanında son buldu.” derken, bazıları; “Bu iş Ömer'in zamanına kadar devam etti.” diyorlar. Diğer bir grup da; "Ömer vefat etmişti ama, Kur'an toplama işi henüz tamamlanmamıştı." diyor.
Ömer'den sonra da Osman, Kur'an'ın kıraatindeki ihtilâfları görünce, bazı sahabîler ve başkalarının da ısrarı üzerine dağınık hâlde bulunan Kur'an'da yazım ve kıraat açısından birlik oluşturmak için harekete geçti.
Bütün bu söylenenler, Kur'an'ın toplanma macerasının bir özeti ve bu alandaki önemli kaynaklardan elde edilen bilgilere dayanılarak yapılan kısa bir tahlildir.
Üzerinde çalıştığımız konuda görülen ihtilâflar ve uyumsuzlukların birçoğu da, “toplama” kelimesinin farklı anlamlarda kullanılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Çünkü bu kelime birçok yerde farklı anlamlarda kullanılmıştır.
Örneğin; eğer biri Kur'an'ın Peygamber (s.a.a) zamanında toplanmış olduğunu söylüyorsa, maksadını ayrı ayrı parçalar hâlinde yazılmış olan surelerin tertip gözetilmeksizin bir araya getirilmiş olmasıdır. Bu sözün bu anlamda, Hz. Ali (a.s)'ın Peygamber (s.a.a)'in emriyle Kur'an'ı toplayıp yazmasıyla hiçbir zıtlığı söz konusu değildir. Veyahut eğer Peygamber (s.a.a) zamanında birtakım kimseleri Kur'an'ı toplayanlar adıyla anıyorlarsa, maksatları Peygamber (s.a.a) zamanındaki Kur'an hafızlarıdır. Nitekim bazı rivayetlerde Kur'an'ın Peygamber (s.a.a) zamanında toplanılmasından, Kur'an'ın hıfzedilme ve ezberlenmesinin kastedildiği açıkça belirtilmiştir. Zerkeşî, el-Burhan adlı eserinin on üçüncü bölümünü "Kur'an'ın toplanılması ve sahabe tarafından ezberlenmesinin beyanı hakkında" diye adlandırmaktadır.
Evet, bu grubun kaç kişi olduğu konusunda ihtilâf vardır. Bazıları dört kişi, bazıları altı kişi ve bazıları da sayıca çok fazla olduğu kanısındadırlar.
Bu ihtilâf üzerine araştırmacılar şöyle diyorlar: "Hafızları dört veya altı kişi olarak nakleden rivayetler, yalnızca bu grubun başta gelen tanınmış isimlerini zikretmekle yetinmişlerdir veya Kur'an'ın tamamını ezberlemiş olanları kastetmişlerdir."
Evet, bazı vahiy kâtipleri -belki de diğer sahabîlerden de bazı kişiler- vahyolunan ayetlerden kendileri için de ayrıca bir nüsha yazıyorlardı. Fakat onların yazdıkları Kur'an, kesinlikle istenen tertip ve düzene sahip değildi. Her ne kadar bazı rivayetlerde bu şahıslardan bazılarının, yazdıkları Kur'an'ı Peygamber (s.a.a)'e sundukları nakledilmişse de, bizim bildiğimiz düzenli olarak toplanmış bir Kur'an kastedilmemiştir. Bu rivayetler, o zamanda böyle bir Kur'an'ın varlığını da ispat etmemektedir.
Bu toplama işini Ebu Bekir, Ömer veya Zeyd'e ait bilen rivayetler de aynı gruptandırlar. Çünkü Kur'an'dan yalnızca bir nüshanın hilâfet unvanındaki yönetime sunulması olayı, bu işin onlara izafe edilmesine neden olmuştur. Yani bu iş, Ebu Bekir'in emri, Ömer'in desteği ve Zeyd'in eliyle -yalnız başına veya bir grupla birlikte- yapılınca, bu üç kişiden her birine ayrı ayrı izafe edilebilmiştir. Dolayısıyla bu konuda rivayet edilen diğer sözlerle hiçbir ihtilâf da söz konusu değildir.
Bu toplama işinin yukarıda sayılan altı anlamdan üçüncü veya dördüncüsüne ait olacağı da açıktır. Yani, bu dönemde Kur'an ayrı ayrı sayfalar hâlinde -sureler arasındaki tertibe riayet edilerek veya edilmeyerek- bir araya getirilmiştir. Bundan dolayı bazıları Kur'an'ın Ebu Bekir ve Ömer zamanında sayfalar hâlinde olduğunu, henüz mushaf, yani kitap şekline getirilmemiş olduğunu nakletmişlerdir. Bazıları da bunları mushaf diye adlandırmışlardır. Çünkü bu gruba göre, Kur'an ilk defa bu dönemde bugünkü düzeniyle toplanmıştır.
Kur'an'ın ilk defa Ebu Bekir zamanında toplandığını söyleyenlerin maksadı, bugünkü düzeniyle Kur'an'ın ilk defa Ebu Bekir'in emriyle bir araya getirilip düzenlenmiş olduğudur. Bu söz, diğer rivayetlerle de uyum içindedir.
Kur'an bilimleri üzerine yazılmış eserlerin çoğunda Kur'an'ın toplanma ve derlenmesi ile ilgili konularda, Hz. Ali (a.s)'ın mushafından niçin bahsedilmediği de böylece açıklık kazanmış oluyor. Çünkü bu mushaf, ne tertip ve ne de içerik yönünden bugünkü Kur'an ile uyum içinde değildi. O Kur'an'ın düzeni nüzul sırasına göre tertiplenmiş, içeriği de tefsir ve tevili ile birlikte hazırlanmıştı. Bu itibarla, Kur'an'ı ilk önce Hz. Ali (a.s) toplamasına rağmen günümüzde olduğu şekliyle ilk defa Ebu Bekir toplamıştır, denilebilir. Bu arada, garaz ve taassup yüzünden Ali (a.s)'ın mushafını zikretmekten çekinmiş olanlar da yok değildir.
Bunları dikkate alarak, Osman'ın Kur'an'ı toplatması olayı da aydınlanmış oluyor. Çünkü bundan da maksat, Kur'an'ın bir nüshada toplatılıp, bu nüshanın çoğaltılarak İslâm beldelerine dağıtılması ve farklı nüshaların ortadan kaldırılıp mümkün olduğunca metin ve kıraatte birlik oluşturulması olayıdır.
Bu hareket, tarihte kabul edilmiş ve bilinen bir gerçektir ve çoğu kimseler bu hareket karşısında olumlu veya olumsuz tepkiler göstermişlerdir. Bu ihtimale göre, surelerin bugünkü şekliyle düzenlenmesi, bazı rivayetlerden de anlaşıldığı gibi, Osman zamanına aittir, ondan öncesine değil. İhtilâf, yalnızca Osman'ın bu hassas işi ne kadar başarıyla yapıp yapmadığı ve tarihte nasıl yankı yaptığı hususundadır.
İlginç olan şu ki, bazı tabirler şöyle nakledilmiştir: "Osman herkesi halifenin toplatmış olduğu Kur'an'ları okumaya mecbur etti." Bazıları; "Ebu Bekir, Kur'an'ı sayfalarda topladı, Osman ise mushafta, yani kitap hâline getirdi." Ve diğer bazıları da; "Ebu Bekir, Kur'an'ı mushaf (kitap) olarak topladı, Osman ise mushaflar şeklinde (yani onu çoğalttı)." diyorlardı.
Burada şunu da belirtmek gerekir ki, Kur'an'ın bu merhalesi de Zeyd b. Sabit'in eliyle yapılmış, Osman ise yalnızca gözcülük etmiştir. Bu nedenledir ki, Zeyd ile ilgili rivayetler, bazen Ebu Bekir ve Ömer ile, bazen de Osman ile ilgili olarak zikredilmiştir. Zira bunlar, iki ayrı döneme işaret etmektedirler. Dolayısıyla ortada bir zıtlık söz konusu değildir.
Son olarak; Kur'an'ın toplanması (cem edilmesi) ile ilgili olarak Şia kanalıyla nakledilen bazı rivayetlerde, Kur'an'ı toplama işinin Ali (a.s)'a, başka birtakım rivayetlere göre de, Ali (a.s) ve evlâtlarına, yani Ehl-i Beyt’e özgü bir iş olduğu bildirilmiştir.[44]
Bu rivayetlerin maksadı da açıktır. Zira burada toplama işinden anlaşılan, Kur'an'ı metni, tefsiri ve teviliyle toplama işidir. Yani Kur'an'ın Allah'ın indirdiği şekliyle düzenlenmesidir ki bu, sadece Ali (a.s) ve evlâdına aittir.
Kur'an'ın toplanılmasının çeşitli anlamlarda kullanıldığına, Kur'an bilimleri ve tefsir kitaplarında da işaret edilmiştir. Suyutî, Hâkim'in Müstedrek'inden şöyle naklediyor: "Kur'an üç defa toplandı: İlki, Peygamber (s.a.a)'in zamanında; dağınık şekilde bulunan ayetler -Peygamber (s.a.a)'in emriyle- belirli surelerde bir araya getirilip düzene koyuldu. İkincisi, Ebu Bekir zamanında; daha önceden deri, taş, ağaç ve kemik levhalar üzerine yazılı olan Kur'an, onun zamanında sayfalar üzerine yazılmaya başlandı. Sahih ve benzeri rivayetler, bu olaya delâlet etmektedir. Üçüncü toplanma işlemi de, surelerin düzene sokulması şeklinde olmuştur ki bu da, Osman zamanında yerine getirilmiştir."[45]
Hâkim, bu sözün devamında bu üç merhalenin her biriyle ilgili rivayetleri de hatırlatmıştır.
Zerkeşî de İbn-i Faris'ten şöyle nakletmiştir: "Kur'an'ı toplamak işi iki kısımdır: Biri, surelerin diziliş sırasıdır; altı uzun surenin başta gelmesi, yüz ayeti olan surelerin bundan sonra yer alması gibi. Bu iş, sahabenin sorumluluğunda ve onlar tarafından yapılmıştır. Diğeri ise, ayetlerin surelerde toplanması ve diziliş sırası işlemidir ki bu, vahiy yoluyla kesinlik kazanmış bir şeydir ve Peygamber (s.a.a) bizzat bu işi üstlenmişti."[46]
Zerkanî de Menahil'ul-İrfan'da, Kur'an'ın toplanılmasını, ezberlemek ve sinelerde korumak, diğeri de ayet ve surelerin yazılarak korunması şeklinde iki anlamda değerlendirmektedir. Daha sonra Kur'an'ın toplanılma işlemini ikinci anlamıyla üç merhaleye ayırarak bu konuyla ilgili şüpheli soruları yanıtlamaya çalışıyor.[47]
Molla Huveyş Ali Gazî de, Beyan'ul-Meanî'de Kur'an'ın toplanılma merhaleleri ve "Kur'an'ın toplanılması" ifadesinin anlamları üzerinde  bir miktar açıklamada bulunmuştur.
Allâme Tabatabaî bu konuda şöyle yazıyor: "Bazı rivayetlerde Ensar’dan dört kişi, bazılarında beş, bazılarında altı ve bazılarında daha fazla kişi tarafından Kur'an'ın toplandığı iddiasından maksat, bu kişilerin Kur'an'ı tamamıyla öğrenip ezberlemiş olmalarıdır. Yoksa onun ayet ve surelerini düzenleyerek yazmış oldukları değildir."[48]
Ne yazık ki, Kur'an'ın toplanılma tarihi üzerinde araştırma yapanlar, bazı inceliklere dikkat etmediklerinden bu konuda gelen rivayetlerin uyumsuzluklarına bakarak bu rivayetlerin yalan olduklarını ileri sürerek birçoğunu reddetmişlerdir. Halbuki bütün yönleriyle tahlil ve incelemeye tâbi tutulmak suretiyle bunları bir arada tutabilecek şekilde yorumlamak gerekiyordu. Yoksa her rivayeti ilk karşılaştığında diğeriyle biraz uyumsuz görür görmez onu rivayet edenin cahilliğine veya kasıtlı biri olduğuna atfetmek doğru bir hareket değildir.
Şunu belirtmek gerekir ki, böylesi alanlarda araştırma yapmak, birçok alanda kapsamlı ve bütün yönleriyle bir araştırmaya ihtiyacı vardır. Buna ek olarak bazı alanlardan habersiz olmak veya yüzeysel bakışlar, doğru inceleme yapmayı imkânsız kılmaktadır. İncelenmesi gereken ilgili konuları şöyle sıralayabiliriz:
Peygamber (s.a.a)’in siyerinin incelenmesi; Hz. Ali (a.s)’ın zamanında Kur'an'ın toplanılması; Sadr-ı İslâm'da kâtipler ve yazı aletleri; Kur'an'ın toplanma ve yazılma tarihi; ayet ve surelerin derlenmesi; kıraatlerdeki çeşitliliğin tarihi; Kur'an'ın resm'ül-hattı (yazım şekli); Kur'an'ın noktalama işaretleri ile harekelendirilmesi işlemi; Kur'an'ın tefsir, tevil ve tahrifi; halifeler tarihi; Hz. Ali (a.s)'ın siyeri; vs...
Hiç şüphesiz, bu gibi odaklık arz eden noktalarda az veya çok müdahale edildiği zaman tahlil ve araştırmanın yönü değişmekte, olması gerekenin dışında sonuçlara varılmaktadır.

Zaman Akışı İçinde Ali (a.s)'ın Mushafı

Zamanın halifesi ve halk, Hz. Ali (a.s) tarafından toplanmış Kur'an'ı kabul etmedikleri için İmam Ali (a.s) toplamış olduğu Kur'an'ı evine götürdü. Ancak bu mushafın ne olduğu hakkında, bazı rivayetlerin dışında, elde doğru düzgün bir bilgi yoktur. Bazı rivayete göre, İmam Ali (a.s) yazmış olduğu Kur'an'ı kabul etmediklerinde; "Allah'a andolsun, bundan sonra onu bir daha görmeyeceksiniz! Benim görevim Kur'an'ı toplamak ve sizi bundan haberdar etmek idi."[49] buyurdular.
İbn-i Nedim şöyle diyor: "Ali (a.s)'ın mushafını Hz. Hasan (a.s)'ın çocukları birbirlerine miras bırakıyorlar."[50]
Şunu belirtmekte yarar var: Ravi ya yanlışlıkla Hz. Hüseyin (a.s) yerine Hz. Hasan (a.s)'ı zikretmiş veya ayrı bir kitabı kastetmektedir. Zira Şia kaynaklı rivayetlerde, Hz. Ali (a.s)'ın mushafını, o hazretten sonra vasilik ve imamlık makamını haiz kimselerin -on iki imamın- birbirlerine miras bıraktıkları ve onu hiç kimseye göstermedikleri belirtilmiştir. Yine açıktır ki, Ehl-i Beyt İmamları İmam Hasan (a.s)'ın değil, İmam Hüseyin (a.s)'ın soyundandır.
Geçen bölümde İbn-i Sirin'in de; "Bu kitabı araştırmaya koyuldum; Medine'ye mektup yazdım, ancak ona ulaşamadım." dediğini ve devamında o kitabı görmeye çok iştiyaklı olduğunu da her hâliyle belli ettirmeye çalıştığını okumuştuk.
İbn-i Ebu Nasr Bezentî'den şöyle dediği rivayet ediliyor: "İmam Rıza (a.s)'ı Kûfe'ye doğru götürdüklerinde benim yanıma bir mushaf (kitap) gönderdi. Onu açtığımda "Beyyine" suresini onda gördüm. Çok geniş yazılmıştı. Kureyş'ten yetmiş kişinin adının, babalarının adlarıyla yazılı olduklarını gördüm. Bir müddet sonra İmam'ın kitabı geri istediği haberini aldım..."[51]
Bazıları bu kitabın Hz. Ali (a.s)'ın mushafı olabileceği kanısındadırlar. Çünkü bu mushaf, İmamların ellerinde korunmaktaydı. Özellikle de Bezentî, İmam'ın sır ashabındandı ve İmam (a.s)'ın yanında özel bir makama sahipti. Fakat bu konuyu kesin delil ve senetlere dayalı olarak ispat etmek mümkün değildir.
Feyz-i Kaşanî bu rivayetle ilgili olarak şöyle yazıyor: "Belki o kitapta olan, vahiy yoluyla elde edilmiş tefsirlerden ibaretti."
Dünyanın bazı kütüphanelerinde ve müzelerinde görüldüğü gibi, bazı Kur'an'ların Hz. Ali (a.s)'ın hattıyla yazılmış olduğu iddia edilmektedir. Ama bu iddiaların hiçbirisi ispatlanabilmiş değildir. Bazıları, bu Kur'an'ların özellikleri hakkında tafsilatlı beyanlarda bulunmuşlardır.[52] Sonuçta rivayetlerden elde edilen, Masum İmamlar tarafından bu mushafın birbirlerine miras bırakıldığı ve şimdi de İmam Mehdi (a.f)'in yanında olduğu ve zuhur ettiği zaman onu halka sunacağı konusudur.[53]
Birçok rivayette İmam (a.s)'ın, üzerinden halka ders verdiği Kur'an ile bu mushafa işaret edildiği belirtilmiştir.
Bazı rivayetlerde, Ömer'in Hz. Ali (a.s)'dan mushafını kendisine vermesini istediği, ancak İmam’ın bunu kabul etmediği ifade edilmiştir.[54]
Ebuzer-i Gıfarî'den şöyle rivayet ediliyor: "Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra, Peygamber (s.a.a)'in isteği ve emri üzerine Hz. Ali (a.s) Kur'an'ı Muhacirler ve Ensar topluluğuna getirip sundu. Ebu Bekir bu kitabı açınca kavmin ayıplarını da onda gördü. Ömer kalkıp dedi: “Ey Ali, onu geri götür, bizim ona ihtiyacımız yoktur!” Ali (a.s) da onu alıp gitti. Sonra kari ve Kur'an kâtiplerinden olan Zeyd b. Sabit'i getirdiler. Ömer; “Ali (a.s) Kur'an'ı bize getirdi. Ensar ve Muhacirlerin suç ve ayıpları da o kitapta yazılı idi. Biz ise Kur'an'ı kendi bildiğimiz şekilde toplamak ve böylesi şeyleri ondan atmak istiyoruz.” dedi. Zeyd, bu teklifi kabul etti ve; “Eğer ben sizin istediğiniz gibi Kur'an'ı yazsam, sonra da Ali (a.s) koymuş olduğu Kur'an'ı ortaya koysa acaba bu plânınız suya düşmeyecek mi?” dedi. Ömer; “Çaresi nedir?” deyince Zeyd; “Siz daha iyi bilirsiniz.” diye cevap verdi. Ömer; “Onun elinden rahat olabilmek için onu öldürmekten başka çare yoktur.” dedi. Daha sonra Halid b. Velid'in eliyle o hazreti öldürtme plânları yapıldı. Fakat o, böyle bir şeye cesaret edemedi. Ömer hilâfete geldiğinde Ali (a.s)'dan yazmış olduğu Kur'an'ı -onda değişiklikler yapmak için- istedi. Ali (a.s) buyurdu ki: “Kesinlikle, onu elde etmeniz mümkün değildir. Ben, hüccet size tamamlansın ve mazeret yolu kapansın diye onu Ebu Bekir'in yanına getirdim; kıyamet günü ‘Biz görmedik veya bilmiyorduk’ demeyesiniz diye. Bu Kur'an'a benim temiz halifelerim ve evlâtlarımdan başkası el süremeyeceklerdir.” Ömer; “Acaba belli bir zaman sonra açığa çıkacak mı?” diye sorduğunda, Ali (a.s) şöyle buyurdu: "Evet, benim Ehl-i Beyt'imden Kaim -Mehdi (a.f)- kıyam ettiği zaman onu açığa çıkaracak, halkı ona uymaya mecbur edecek ve sünnet, bu temel üzerinden icra edilecektir."[55]
Bir rivayette şöyle nakledilmiştir: "Mushafların çeşitliliği Osman döneminde bir hayli arttığı için Talha, Hz. Ali (a.s)'dan, önceleri halka sunmuş olduğu Kur'an'ı niçin tekrar halka sunmadığını sordu. İmam bu soruyu cevapsız bıraktı. Talha soruyu tekrar edip; "Benim cevabımı vermedin!" diye üsteleyince İmam şöyle buyurdu: "Ey Talha, kasıtlı olarak cevap vermedim. Acaba halkın bu okuduklarının hepsi Kur'an mıdır, yoksa onda Kur'an'dan olmayan bir şey de var mı?" Talha; "Hepsi Kur'an'dandır." dedi. İmam; "Eğer bu kitabı alıp ona amel edecek olursanız, ateşten kurtulmuş ve cennettekilere karışmış olursunuz." buyurdu. Talha; "O hâlde, bu Kur'an bana yeterlidir." dedi.”[56]
Burada şöyle bir soru akla gelmektedir: Halk, İmam Ali (a.s)’a biat edip kendisini hilâfet makamına getirdikleri zaman niçin kendi yazmış olduğu Kur'an'ı halka sunup onları bunu okumaya davet etmedi?!
Denilebilir ki İmam (a.s), Osman tarafından çoğaltılan Kur'an'ı onaylatmıştı. Hatta bazı rivayetlerde İmam şöyle buyuruyor: "Eğer kudret bulsaydım -mushaflar arasında birlik oluşturma işinde- Osman'ın yaptığını yapardım." Bunun nedeni, halkın arasında bölücülük ve gruplaşmaya neden olacak şeylerden onları uzak tutup Müslümanlar arasında birlik sağlamak amacıydı. Bu yüzden İmam, Talha'nın isteğine cevap vermemişti. Bu nedenledir ki, diğer İmamlar da Kur'an'ın iniş sırasına göre okunmasını yasaklamışlardır.
Salim b. Seleme diyor: "Bir kişi İmam Sadık (a.s)'ın yanında Kur'an okudu. Ondan birtakım şeyler duydum ki, halkın okuduğu Kur'an'da yoktu. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: "Böyle okumaktan sakın ve Kaim'in kıyamına dek halkın okuduğu gibi oku. O gün geldiğinde Kur'an gerektiği gibi -Hz. Ali (a.s)'ın mushafında olduğu üzere- okunacak."[57]
Allâme Tabatabaî bu konuda şöyle yazıyor: "Ali (a.s) gerçi daha önceleri Kur'an'ı nüzul sırasına göre toplamış ve topluma sunmuş, lâkin kabul görmemiştir. Hatta bundan sonraki Kur'an'ın toplanılma işinde her iki defasında da davet edilmemiş olmasına rağmen hiçbir muhalefette bulunmamış, revaçta olan mushafları kabul etmiş ve hayatı boyunca hatta hilâfeti döneminde dahi ihtilâflı bir söz zikretmemiştir.”
“Ehl-i Beyt İmamları (a.s) da, Hz. Ali (a.s)'ın evlâtları ve halifeleri unvanıyla aynı davranış biçimini sergilemiş, Kur'an'ın itibarını sarsacak hiçbir şey söylememişlerdir. Hatta sırdaşları olan ashaplarına ve Şia'nın ileri gelenleri sayılan kişilere dahi özel olarak böyle bir şey söylememişlerdir. Konuşmalarında daima eldeki kitabı göstererek sözlerini ona dayandırmışlardır. Şia’ya halkın okuyuş ve kıraatini takip etmelerini emretmişlerdir. Burada cüretle diyebiliriz ki, Ali (a.s)’ın kendi mushafıyla tertip yönüyle muhalif olmasına rağmen bu mushaf karşısında susmasının nedeni, Ehl-i Beyt'in prensibine uygun ve onlar nezdinde muteber olan, Kur'an'ın Kur'an ile tefsiri yöntemiydi. Bu yöntemde surelerin tertibinin, Mekkî ve Medenî ayetlerin sıralanış şeklinin Kur'an'ın yüce hedeflerine ulaşması yönünden hiçbir tesiri yoktur. Dolayısıyla her bir ayetin tefsiri için Kur'an'daki diğer bütün ayetlerin nazarda tutulması gerekmektedir."[58]

Hz. Ali (a.s)'ın Mushaf'ı ve Tahrif Efsanesi

Tarih ve rivayetlerin şehadeti ile Ali (a.s)'ın mushafı, yöntem ve tertip-düzen açısından Kur'an'ın bugünkü şeklinden farklıydı. Hatta geçen konularda zikredildiği gibi, günümüzdeki Kur'an'a nispeten tefsir ve açıklamalar yönünden fazlalıkları vardı. Bununla ilgili birçok rivayetler de nakledilmiştir.
Bu tarihî gerçek, bazı kötü düşünceli veya kısa görüşlü kimselerde Kur’an’ın tahrif edildiğine dair bir fikir uyandırmış ve Kur'an'ın eksildiği veya tahrif edildiği üzerinde saplantıya düşmelerine neden olmuştur. Şia muhaddislerinden birisi, tahrif konusunda bir şüphe icat ederek yukarıda zikredilen hususun Kur'an'ın tahrif edildiği yolunda bir delil sayabileceğini ileri sürüp bu konuyu enine boyuna irdelemiştir.[59]
Bu şüpheye büyük bilim adamları tarafından geniş ve açıklamalı cevaplar verilmiştir. Bu konuyla ilgili şahit getirilebilecek rivayetler üzerinde derin incelemelerde bulunulmuştur.
Şeyh Müfid elde bulunan Kur'an ile Ali (a.s)'ın mushafını şöyle karşılaştırıyor: "Ali (a.s)'ın mushafında olan ayetlerin manalarının tefsir ve tevili Kur'an'ın nüzul sırasına göre düzenlenmiş olup, bugünkü Kur'an'dan atılmıştır. Bu tefsir ve açıklamaların Kur'an'ın bir cüz’ü olmadığı, ancak vahiy kanalıyla geldiği ve semavî olduğu bir gerçektir."[60]
Bu tahlilin bir benzeri de Feyz-i Kaşanî'nin sözünde Bezentî'nin rivayetinde geçmişti. Allâme Fanî, bu konuyla ilgili tafsilatlı bir konuşma yapmıştı. O, bu konuşmasında şöyle diyordu: "Hadislerden anlaşıldığı kadarıyla Hz. Ali (a.s)'ın yazdığı Kur'an'da ilâhî vahiy olarak nazil olan ayetlerin yanında onların tefsir ve tevilleri de zikredilmiş, ayrıca dinî ahkâmın detaylarına da inilmişti. Şimdi bu hadisleri, nasıl Kur'an'ın tahrif olunduğuna veya eksiltildiğine atfedebilirsiniz?!"[61]
Ayetullah Hoî de şöyle yazıyor: "Hz. Ali (a.s)'ın, bugünkü Kur'an'dan farklı bir düzene sahip başka bir mushafının olduğu şüphesizdir. İlim sahiplerince bu konunun kabul edilmiş olması, bu konuda bizleri delil getirmekten gani kılmaktadır. Zira bazı fazlalıkların o mushafta varlığı doğrudur. Yalnız, bunlar kesinlikle Kur'an'ın aslından bir tahrif veya eksiltmeye delâlet etmemektedir. Sözün doğrusu şudur ki, bu zikredilen fazlalıklar, tevil ve tefsir unvanıyla Hak Tealâ’nın kelâmın yorumları veya bazı ayetlerin açıklanması maksadıyla vahyolunmuş sözlerdi... Buna göre, Allah (c.c) tarafından vahiy unvanıyla gelen her şey, Kur'an'dan bir cüz olacak diye bir kural yoktur. Rivayetlerden elde edilen de şudur: Ali (a.s)'ın fazladan yazdıkları, ayetlerin tevil veya tefsirinden ibaretti. Hiçbir rivayet, bu fazlalıkların da ayet olduğuna delâlet etmemektedir. Bazı rivayetlerde münafıkların, Hz. Ali (a.s)'ın mushafında isimleriyle zikredildiği nakledilmiş ise, bundan maksat, bu grubun isimlerinin ayetlerde değil, tefsir bölümünde zikredilmiş olduğudur."[62] Ayetullah Hoî, bu sözün devamında bu konuyla ilgili şahitler de zikretmektedir.
Şeyh Saduk ise şöyle yazıyor: "Kur'an'dan başka birtakım konular da vahyedilmiştir ki, eğer Kur'an'ın yanına konulsaydı, on yedi bin ayeti geçerdi." O bu sözden sonra bir numune ve örnek de getirmek suretiyle bu açıklamaların vahiy olduğunu, ama Kur'an'dan bir ayet olmadığını ispat ediyor.[63]

Son Söz

Hz. Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra halkın yoldan çıkması, onun hak halifesinden yüz çevirmesi, İslâm'ın gidişatını asıl hedefinden saptırdı ve ümmetin rehberliği ehil olmayanların eline düştü. İşte İslâm ümmetinin başına ne geldiyse bu yüzden geldi. Aynı şekilde Ali (a.s)'ın mushafını kabul etmemeleri de, Hak Tealâ’nın kelâmının tefsirinin saptırılmasına, saf ve berrak vahyin gelecek kuşaklar nazarında karanlık görünmesine, anlaşılmamasına sebep oldu. Öyle ki, bugün her bir ayetin tefsirine baktığımızda bir yığın yorumlar ve ihtimaller zikredilmiştir. Peygamber (s.a.a)'in Sakaleyn (Kur’an ve Ehl-i Beyt) konusundaki vasiyetlerini görmezlikten gelenler ve "Kur'an bize yeter!" diye sesini yükseltenler, Peygamber'den sonra Kur'an'ı da görmezlikten gelmiş ve onu ucuz bir değere (dünya makamı karşılığında) satmışlardır. Ayette buyurduğu gibi, "Onu arkalarına attılar ve az bir fiyata sattılar."[64] Onun içindeki bilgileri, ona aşinalığı olmayanların yanında elde etmek yoluna gittiler ve gönüllerini vahiyden habersiz kimselere verdiler. Bu yüzden de vahye gerçek imanı olmayanlar, Kur'an'ı yalan yanlış görüşleriyle karıştırıp nice saf gönülleri bu vahyin ruhuna yabancı olan tefsirler ve İsrailiyat ile doldurdular.
Böylece İslâm ümmetine telafi edilemeyecek büyük zararlar verildi, bütün sapıklıkların, yanlışlıkların, Kur'an'ı yalan yanlış anlamaya neden olan şeylerin hepsinin temeli atıldı ve doğru olmayan tefsirlere, yakışmayan tevillere kapılar açılmış oldu. İslâm ümmeti o günden beridir dağınık bir hâlde, yetmiş iki millete bölünmüş ve hurafeler kurbanı olarak yaşamaktadırlar.
Bu yüzden de Kur'an, çeşitli fırkaların elinde, kendi görüşlerini ispatlamak için bir vesile olmuş, ehliyetsiz kimseler ehil oldukları iddiasıyla öne çıkarak bu ilâhî vahiyden binlerce görüş ve yol türetmişlerdir. Böylece insanlık namına büyük bir zulüm ve cinayet işlenmiştir.
Bu arada az bir grup yolu tanımış ve bu yola can koymuşlardır. Bunlar canları pahasına ve bütün zorlukları göğüsleyerek onun gerçek tefsirini ehlinden almış, onu bu yolun kendilerinden sonra gelecek yolcularına miras bırakmışlardır. Her ne kadar bu değerli mirası yığınlar arasından bulup teşhis etmek o kadar kolay değildir ama, yine de zahmetine değer.
Evet, Kur'an'ın korunması yolunda ilk günden beri büyük çabalar sarf edilmiş, bu çabalar sonucunda değiştirilme, azaltılıp çoğaltılmaya karşı korunabilmiştir. Ancak, bu arada gerçekten ifade edilmek istenen manalar gizli kalmıştır. İmam Bâkır (a.s), "Kur'an'ı arkalarına attılar..." ayetinden sonra buyuruyor: "Kur'an'ı arkalarına atmaları şöyle olmuştur: Onun harflerini korumuş, ama sınırları bırakmışlardır. Yani onlar, Kur'an'ın rivayet edicileridirler, riayet edicileri değil. Cahiller rivayetleri ezberlemekle hoşturlar, ama bilginler o vahy-i ilâhî'nin emrine gerçekten riayet edemediklerinin üzüntüsü içindedirler."[65]



[1] - Haskanî, Abdullah, Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.400, Vizaret-i İrşad-ı İslâmî, Tahran; Kunduzî, Yenabî'ul-Mevedde, c.1, s.307, Beyrut basımı, A’lemî Müessesesi; İbn-i Şehrâşub, Serv-i Mazenderanî, Menakıb-i Ali b. Ebî Talib, c.2, s.255, Tahran basımı, Mustafevî Müessesesi.
[2] - Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn, c.3, s.124 ve 134, Beyrut basımı, Dar'ul-Marifet; Taberanî, el-Mucem'us-Sağir, c.1, s.255, Kahire basımı, Dar'un-Nasr Matbaası.
[3] - İbn-i Asakir, Tarih-u Medinet-i Dimaşk, c.3, s.45-46.
[4] - Aynı eser, c.3, s.25-26.
[5] - Suyutî, Celaludddin, el-İtkan Fî Ulum'il-Kur'an, c.4, s.233, Beyrut basımı, el-Mektebet'us-Sakafiyye; Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve'l-Müfessirun, c.1, s.90, Beyrut basımı, Dar-u İhya'it-Turas'il-Arabî.
[6] - Şehristanî, Muhammed b. Abdulkerim, Mefatîh'ul-Esrar ve Mesabîh'ul-Ebrar, elyazması nüshasının fotoğrafı.
[7] - Haskanî, Abdullah, Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.34-50.
[8] - Hilalî Kûfî, Süleyman b. Kays, s.313; Saduk Kummî, Muhammed b. Ali b. Babeveyh, Kemal'üd-Din, s.284, Kum basımı, Neşr-i İslâmî Müessesesi.
[9] - İbn-i Asakir, Tarih-u Medinet-i Dimaşk, c.3, s.22-25.
[10] - İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.41-42, Beyrut basımı, Dar'ul-Marife.
[11] - Suyutî, Celaluddin, el-İtkan, c.1, s.58; İbn-i Sa’d, et-Tabakat'ul-Kubra, c.2, s.101, Liden basımı ve c.2, s.338, Beyrut basımı, Dar-u Sadır; Endülüsî, İbn-i Abdulbirr, el-İstîab Fî Marifet'il-Ashab, el-İsabe’nin hamişinde, c.2, s.253; Zerkanî, Abdulazim, Menabi'ul-İrfan, c.1, s.247, Beyrut, Dar-u İhya'il-Kutub'il-Arabiyye; Sadr, Hasan, Tesis'uş-Şîa Li Ulum'il-İslâm, s.317, Tahran basımı, A’lemî; Heytemî, İbn-i Hacer, es-Sevaik'ul-Mahrika, s.126, Kahire basımı, Dar'ut-Tabaet'il-Muhammediyye; Zencanî, Ebu Abdullah, Tarih'ul-Kur'an, s.48, Beyrut basımı, A’lemî Müessesesi; Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid Fî Ulum'il-Kur'an, c.1, s.289, Kum basımı, Neşr-i İslâmî Müessesesi.
[12] - Kelbî, İbn-i Cezzî, et-Teshil Li Ulum'it-Tenzil, c.1, s.4.
[13] - Şeyh Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-Mesail'us-Serviye, s.79, Kum basımı, Kongre-i Şeyh Müfid; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.88, hadis: 27, Beyrut basımı, el-Vefa Müessesesi.
[14] - İbn-i Şehrâşub, Serv-i Mazenderanî, Menakıb-ı Ali b. Ebî Talib, c.2, s.40; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.95, s.51.
[15] - Aynı kaynak.
[16] - Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.48; Tefsir-i Kummî, s.2451; Mukaddeme-i Tefsir-i Burhan, s.36; Feyz-i Kaşanî, Muhammed b. Murtaza, el-Meheccet'ül-Beyzâ, c.2, s.264; Suyutî, el-İtkan, c.1, s.57; es-Sırat'ul-Mustakîm, s.366; Feyz-i Kaşanî, el-Vafî, c.2, s.273-274; Zencanî, Tarih'ul-Kur'an, s.44-64; Askalânî, İbn-i Hacer, Feth'ul-Bari, c.9, s.10; Aynî, Umdet'ul-Kari, c.20, s.16 vs...
[17] - Mutezilî Hanefî, İbn-i Ebi'l-Hadid, Nehc’ül-Belâğa Şerhi, c.1, s.27, Kahire basımı.
[18] - Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.88.
[19] - İbn-i Şehrâşub, Serv-i Mazenderanî, Menakıb-i Ali b. Ebî Talib, c.2, s.40-41.
[20] - Saduk, Kummî, Muhammed b. Ali b. Babeveyh, el-İtikadat, el-İtikad Fî Mebleğ'il-Kur'an, s.93.
[21] - Tabersî, Fazl b. Hasan, el-İhticac, c.1, s.227; Saffar Kummî, Muhammed b. Hasan, Besair'ud-Derecat, s.196, Kum basımı, Mektebet-ü Ayetillah Mer’aşî Necefî; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.42-43.
[22] - Bu konuyu işleyen bazı Sünnî tefsirci, tarihçi ve yazarları zikredelim:
Belâzurî, Ensab'ul-Eşraf, c.1, s.586; İbn-i Ebî Davud, el-Mesahif, s.10; İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.30; Abdurrezzak, el-Musannef, c.5, s.45; Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyet'ül-Evliyâ, c.1, s.67; İbn-i Sa’d, et-Tabakat, c.2, s.38; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, c.1, s.545; İbn-i Cezzî, et-Teshil Li Ulum'it-Tenzil, c.1, s.4; Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek, c.2, s.611; Teyalisî, Müsned, s.270; İbn-i Abdulbirr, el-İstîab, el-İsabe’nin hamişinde, c.2, s.253; Sahih-i Buharî, İlim Kitabı, s.39, Cihad Kitabı, s.171 ve Cizye Kitabı, s.10; Tarih-i Yakubî, c.2, s.154; Hâkim Haskanî, Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.26-28; Askerî, el-Evail, c.1, s.214; Harezmî, el-Menakıb, s.49; Sibt b. Cevzî, Tezkiret'ul-Havas, s.148; Taberî, Muhibuddin, er-Riyaz'un-Nazıra, c.1, s.242; Kunduzî, Yenabî'ul-Mevedde, c.1, s.149; İbn-i Ebi'l-Hadid, Nehc'ül-Belağa Şerhi, c.1, s.27; İbn-i Haym, el-Fasl, s.3; İbn-i Kesir Tefsiri, c.4, s.28-29; MuttakîHindî, Kenz'ül-Ummal, c.2, s.373; İbn-i Hacer Heytemî, es-Savaik'ul-Muhrika, s.126; Kandehlevî, Hayat'us-Sahabe, c.3, s.355; Suyutî, el-İtkan, c.1, s.57 ve 72 ve Tarih’ul-Hulefa, s.185; Nuveyrî, Nihayet'ul-İrb, c.5, s.104; Tarih-i Şam, c.7, s.210; Kastalânî, İrşad'us-Sarî, c.7, s.459; Askalânî, İbn-i Hacer, Feth'ul-Bari, c.9, s.10; Aynî, Umdet'ul-Kari, c.20, s.16; İbn-i Nizamuddin Ensarî, Fevatih'ur-Rahamât, el-Mustesfa'nın şerhi, c.2, s.12; Ebyarî, Tarih-i Kur’an, s.84 ve 106; Zerkanî, Menabi'ul-İrfan, c.1, s.247; Abdussebur Şahin, Tarih'ul-Kur’an, s.71.
Şia alimlerinden de büyük bir grup Ali (a.s)'ın mushafından bahsetmişlerdir. Örnek olarak:
Şeyh Müfid, el-İrşad, s.365 ve el-Mesail'us-Serviyye, s.79; Şeyh Saduk, el-İtikadat, s.93 ve Kemal'ud-Din, c.1, s.284; Saffar Kummî, Besair'ud-Derecat, s.193, 198; Kuleynî, el-Kafî, c.1, s.178; Tabersî, el-İhticac, c.1, s.223, 228; İbn-i Şehrâşub, Menakıb, s.41, 402 ve Mealim'ul-Ulema, s.2; Seyyid b. Tavus, Sa’d'us-Suud; Feyz-i Kaşanî, el-Vafî, c.2, s.130, 273-274 ve el-Meheccet'ül-Beyzâ, c.2, s.264; Bihar'ul-Envar, c.92, s.40, 74; Behranî, Tefsir-i Burhan, c.1, s.16; Muhaddis-i Kummî, Sefinet'ul-Bihar; Seyyid Şerefuddin Amulî, el-Müracaat, s.411 ve Müellifi'ş-Şia Fî Sadr'ıl-İslâm, s.13; Seyyid Muhsin Emin, A’yan'uş-Şia, c.1, s.89; Seyyid Hasan Sadr, Tesis'uş-Şia, s.316-317; Allâme Tabatabaî, Kur'an Der İslâm, s.165; Allâme Fanî İsfahanî, Ârâ’un Havle'l-Kur'an, s.97, 100; Zencanî, Tarih'ul-Kur'an, s.26, 44, 48, 64; Allâme Belâğî, Âla'ur-Rahman, s.19; Ayetullah Hoî, el-Beyan, s.242-243; Muhammed Hadî Marifet, et-Temhid, c.1, s.288-296 ve Siyanet'ul-Kur'an An'it-Tahrif, s.211; Seyyid Cafer Murtaza Amulî, Hakaik-u Hamme Havl'el-Kur'an'il-Kerim, s.153-172; Tefsir-i Kummî, c.2, s.451; Süleym b. Kays'ın Kitabı, s.99.
[23] - Şerefuddin Amulî, Abdulhüseyin, el-Müracaat, Beyrut basımı, Hüseyin Razî Tahkikiyle, s.411; Müellifi’ş-Şia Fî Sadr'ıl-İslâm, s.14, Necef basımı, Matbaat'un-Numan.
[24] - Kummî, Tefsir'ul-Kummî, c.2, s.451; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.48.
[25] - Ayyaşî, Muhammed b. Mes’ud, c.1, s.47, Tahran basımı, Dar'ul-Kutub; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.55.
[26] - Numanî, el-Gaybet, s.318-319, Tahran basımı, Mektebet'us-Saduk; Şeyh Müfid, el-Mesail'us-Serviyye, s.79, 81 ve el-İrşad, s.356.
[27] - Celalî Hüseynî, Muhammed Cevad, Tevhid'us-Sünnet'iş-Şerife, s.52-61, Kum basımı, Mektebet-u A’lâm'ul-İslâm.
[28] - Aynı kaynak, s.62-76; Bu kitapta Ali (a.s)'ın bu iki kitabı geniş ve tafsilatlı bir araştırmaya tâbi tutulmuştur.
[29] - Tabersî, Fazl b. Hasan, el-İhticac, s.155; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.44, s.100.
[30] - Şerefuddin Amulî, Abdulhüseyin, el-Müracaat, s.411.
[31] - Zerkeşî, Bedruddin, el-Burhan Fî Ulum'il-Kur’an, c.1, s.242-243, Beyrut basımı, Dar'ul-Marife.
[32] - Allâme Seyyid Cafer Murtaza Amulî, bu konudaki rivayetleri, Müsned-i Ahmed, c.2, s.173, Kenz’ül-Ummal, c.1, s.477, el-İtkan, c.1, s.108, el-Burhan, c.1, s.462, Mucem-i Taberanî, Beyhakî'nin Şuab'ul-İman'ı, Heysemî'nin Mecma'uz-Zevaid'i, ve Ebu Nuaym İsfahanî'nin Hilyet'ul-Evliyâ'sı, Hâkim'in Nevadir'ul-Usul ve Müstedrek'i, Sahih-i Müslim, c.6, s.30 ve Sahih-i Buharî, c.2, s.109, Malik'in Muvatta'sı, c.2, s.5 ve diğer kaynaklardan bir araya toplamıştır. Bu konuyla ilgili olarak yine bkz: Hakaik-u Hamme Havl'el-Kur’an'il-Kerim, s.82, 86, Kum basımı, Neşr-i İslâmî Müessesesi.
[33] - Zerkeşî, Muhammed Bedruddin, el-Burhan, c.1, s.281; Suyutî, Celaluddin, el-İtkan, c.1, s.58; Sicistanî, el-Mesahif, c.11, s.14.
[34] - Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid, c.1, s.288.
[35] - Bu zikredilen özelliklerin bazıları şu kaynaklarda görülmektedir:
Şeyh Müfid, Evail'ul-Makalât, s.55 ve el-Mesail'us-Serviyye, s.79; Aştiyanî, Muhammed Hasan, Behr'ul-Fevaid, s.99, Kum basımı, Mektebet-u Ayetillah Necefî Mer’aşî,; Hoî, Ebulkasım, el-Beyan, s.244; Şerefuddin Amulî, Abdulhüseyin, el-Müracaat, s.411; Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid, c.1, s.292; Amulî, Cafer Murtaza, Hakaik-u Hamme Havle'l-Kur'an'il-Kerim, s.160-161.
[36] - Ahmed Emin, Fecr'ül-İslâm, s.202, Beyrut basımı, Dar'ul-Kitab'il-Arabî.
[37] - Yakubî, Ahmed b. Ebî Yakub, Tarih-i Yakubî, c.2, s.22-23, Beyrut basımı, A’lemî Müessesesi.
[38] - Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid, c.1, s.294-295.
[39] - Şehristanî, Muhammed b. Abdulkerim, Mefatîh'ul-Esrar, elyazması nüshasının fotoğrafı.
[40]- Sağir, Muhammed Hüseyin Ali, Tarih'ul-Kur'an, Kum baskısı, Mektebet'ül-Alâm'il-İslâmî, s.69
[41]- Hoî, Ebu’l-Kasım, el-Beyan, Beyrut baskısı, Dar'uz-Zehra, c.1, s.239-253; Belâğî, Muhammed Cevad, Âlâ'ur-Rahman fî Tefsir'il-Kur'an, s.19
[42]- Hoî, el-Beyan, s.249-251
[43]- Suyutî, Celâluddin, el-İtkan, Beyrut, Dar'ul-Kütüb, c.1, s.135
[44]- Tefsir-i Kummî, c.2, s.451; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.485; Feyz-i Kaşanî, el-Vafî, c.5, s.274; Behranî, Haşim, el-Burhan fi Tefsir'il-Kur'an, c.1, s.15; Muttaki Hindî, Kenz'ül-Ummal, c.2, s.373; Saffar Kummî, Muhammed b. Hasan, Besair'ud-Derecat, s.193; Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kafî, c.1, s.78
[45]- Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek, c.2, s.228; Suyutî, el-İtkan, s.126-130
[46]- Zerkeşî, el-Burhan, Kahire baskısı, c.1, s.273; Beyrut baskısı, Dar'ul-Marife, c.1, s.331
[47]- Zerkanî, Muhammed Abdulazim, Menahil'ul-İrfan, Beyrut baskısı, Dar'ul-Kütüb'il-İlmiye, c.1, s.240
[48]- Tabatabaî, Muhammed Hüseyin, Kur'an Der İslâm, Tahran baskısı, Bonyad-ı Kur'an, s.173-174; Asifî, Ali Muhammed, Dirasatun fi’l-Kur'an'il-Kerim, Necef baskısı, Matbaat'un-Numan, s.246-249; Ramyar, Mahmud, Tarih-i Kur'an, Tahran baskısı, İntişarat-ı Emir Kebir, s.211, 212
[49]- Feyz-i Kaşanî, Muhammed b. Murtaza, Tefsir-i Safî, c.1, s.25
[50]- İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.42
[51]- Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kafî, c.2, s.631; Feyz-i Kaşanî, el-Meheccet'ül-Beyza, c.2, s.262; el-Vafî, c.5, s.273; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.54
[52]- Daha fazla bilgi için bkz: Zencanî, Tarih'ul-Kur'an; Ramyar, Tarih-i Kur'an, s.373-379
[53]- Saffarî Kummî, Besair'ud-Derecat, s.193; Kuleynî, el-Kafî, c.2, s.263; Tabersî, el-İhticac, c.1, s.228; Feyz-i Kaşanî, el-Meheccet'ül-Beyza, c.2, s.263; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.42-43; Hemedanî, Rıza, Misbah'ul-Fakih, s.275; Amulî, Cafer Murtaza, Hakikatun Hamme, s.160
[54]- Meclisî, Bihar'ul-Envar, s.92, s.42
[55]- Kitab-ı Selim b. Kays, s.110; Tabersî, el-İhticac, s.81; Feyz-i Kaşanî, Tefsir-i Safî, c.1, s.27, 6. Mukaddime; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.43
[56]- Kitab-ı Selim b. Kays, s.110; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.42
[57]- Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kafî, c.1, s.633
[58]- Tabatabaî, Muhammed Hüseyin, Kur'an Der İslâm, s.165-166
[59]- Nurî, Mirza Hüseyin, Fasl'ul-Hitab, Taş basması, s.120-134; Marifet, Muhammed Hadî, Siyanet'ul-Kur'an An'it-Tahrif, Kum baskısı, Neşr'ül-İslâmî Müessesesi, s.211
[60]- Şeyh Müfid, Evail'ul-Makalât, s.55; Aştiyanî, Muhammed Hasan, Bahr'ul-Fevaid, s.99
[61]- Fanî İsfahanî, Ali, Âraun Havl'el-Kur'an, Beyrut baskısı, Dar'ul-Huda, s.102
[62]- Hoî, Ebu’l-Kasım, el-Beyan, s.223-225; Sağir, Muhammed Hüseyin Ali, Tarih'ul-Kur'an, s.172
[63]- Şehy Saduk, Muhammed b. Ali Babeveyh, el-İtikadat, s.93
[64]- Âl-i İmrân, 3
[65]- Kuleynî, Muhammed b. Yakub, Ravzat'ul-Kafî, c.8, s.53; Feyz-i Kaşanî, Tefsir-i Safî, c.1, s.34


toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı