31 Mart 2010 Çarşamba

neyzen tevfik şiirleri

ABDÜLHAMİD'İN AĞZINDAN BİR NUTK-I HÜMÂYUN (İdam cezası almasına sebep olan şiir)



Kal'a-i âsâr-ı zulme verdim istihkâm-ı tam

Ettim istibdad ile tarihe ibka-ı nâm



Öyle tarsîn eyledim olsa cihan zir ü zeber

Attığım üss-i mezâlim haşre dek eyler devam



Ben o cellâdım, vatanda açtığım her yârenin

İltihâbı bir zaman etmez kabul-i iltiyâm



Nerde Cengiz, Engizisyon, nerde Haccac ü Yezid,

Nerde Timur, Hülâgû, nerde ecdâd-ı izâm



Nerdedir Şeddâd ü Nemrûd, nerdedir Ad-u Semûd

Her cihetçe zâlimân-ı dehre ben oldum imâm



Ben ölürsem mülk-ü millet bitmeden volkan gibi

Ka'r-ı lâhdimden tüter eflâka dûd-i intikam!



Ol kadar ezdim şu miskin milleti ki etmesin

Fasl-ı dâvâ eylemek'çün rûz-i mahşerde kıyâm!



--------------------------------------------------------------------



Dörtlükleri



Kime sordumsa seni, doğru cevap vermediler;

Kimi hırsız, kimi alçak, kimi deyyus! dediler...

Künyeni almak için, partiye ettim telefon,

"Bizdeki kayda göre, şimdi o meb'us!" dediler...



Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,

Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.

Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,

Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.



Kim demiştir kanun alınmıştır ayak altına,

Böyle bir halin vukuunda hamiyyet çiğnenir.

Devleti yolsuz görenler halt eder bir beldede,

Kaldırım olmazsa kanun-ı hükûmet çiğnenir.



Felsefemdir kitab-ı imânım,

Taparım kendi rûhumun sesine.

Secde eyler hâkikatim her ân,

Kalbimin âteş-i mukaddesine.



Gözünü aç daha meydan var iken,

Dizginin canbaz elinde Neyzen!

Girmedim ya kapısından baktım,

Cennet'i at pazarı sandım ben.



Bî-namaz deyip beni Hak'dan uzak gören,

Sığmaz senin hayâline mihrâb ü mübrem.

Sen sade beş vakitte ararsın Allahını,

Ben her zaman onunla emîn ol beraberim.





Asrın yeni bir umdesi var, hak kapanındır.

Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.

Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,

Kürsî-i liyakat pezevenk, puşt olanandır!







Hayliden hayli kalınlaştı yobazlık yeniden,

Softalık zorlu anırtı ile aldı yürüdü.

Kara bir kinle taassub pusudan çıktı yine,

Yurdu şâhâne cehâlet yeni baştan bürüdü.







----------------------------------------------------------------------



İkilikler



Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,

Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!







*

Kâbe'den maksat varmaktır yâra,

Kör gibi tapınma kuru duvara.







*

Mey'de Bektâşi göründüm, Ney'de oldum Mevlevî,

Meşrebim Mollâ-yi Rûmî, mezhebim Bektâşidir







*

Üstüne alma fakat dinle samur kürkçüyü sen,

Nasıl olsa kabahat sahibini terk etmez.



Koşma



Dudağında yangın varmış dediler,

Tâ ezelden yayan koşarak geldim.

Alev yanaklara sarmış dediler,

Sevdâ seli oldum; taşarak geldim.



Kapılmışım ak oduna bir kere,

Katlanırım her bir cefâya, cevre

Uğraya uğraya devirden devre

Bütün kâinatı aşarak geldim.



Yapmak, yıkmak senin bu gamlı ömrü.

Ben gönlümü sana verdim götürü.

Sana meftûn olduğumdan ötürü

Sarhoş oldum Neyzen, coşarak geldim.



SAHNE-I ÖMRÜMDEN NEFS-I EMMAREYE HİTÂBIM !



Alemin bağızârını ....yim,

Sünbül-ü verd-ü hârını ....yim,

Andelib-i nizârını ....yim,

Hasılı nevbâharını ....yim!



Bana yoktur, lüzumu gülşeninin,

Şeb-i tarik-ü rûz-ı rû’ şeninin,

Ne gülâmanın, ne de zeninin,

Hepsinin tâ mezarını ....yim!



Ağlamam ben, ben erkeğim erkek,

Hayli güçtür bana cefâ etmek,

Minnet bu ömrü de be felek,

Atını al tımarını ....yim!



Güççedir bu fakiyi aldatmak,

Yüzdürüp sonra künteden atmak,

Gözünü aç da sen bana bir bak,

Ben senin i’tibârını ....yim!



Sâkıy-i mâh-rûyına ....yım,

Gülünün reng-ü bûyuna ....yım,

Mutribin hây-u hûyuna ....yım,

Sâgar-ı neşvedârını ....yim!



Yok safâsı hezâr-ı dem-gerinin,

Gül-sitanda şükûfe-i terinin,

Bezm-i sahba-yı rûh perverinin,

Neşvesile humarını ....yim!



Feleğin uğradımsa vartasına,

....yım ağzının tam ortasına;

Bunu yazsın cihan da hartasına;

Kıta’at-ü bihârını ....yim!



Çukurçeşme – İstanbul, 1317



İSKELET



Sen, ey tarih-i millet, ey şehâdetnâme-i ecdâd,

Haber ver böyle günlerde, ederdin kimden istimdâd?



Uyan bir kerre bak mülke sen ey pürşân olan mazi,

Yıkıldı üstüne halin şu kanlı kirli enkazı.



Şu binlerce zinâ-zâde vatan bâziçe olmuştur.

Ocak’ lardan esâs-ı devlete kundak konulmuştur.



Sunuldu millete zehrâb-ı şer câm-ı cehâletle,

Yed-i İblis’i bûs etti eşekler hüsn-i niyyetle.



Mületevvestir bugün cümle devair siyn-ü zilletle,

Yazılmıştır vukûat-ı ahire hun-ı milletle.



Nezâretler, irâdetler verildi usta Cavid’ e.

O demde başladı aylıkları ehlince tezyîde.



Uyup her dâire kanuna çevrildi fırıldıklar,

Usûl-i darbı tuttu Meclis-i Milli’ de yardaklar.



Çıkıp kürsi-i istikrâza keşkûl dest-i devlette,

Beyân-ı nutkeden bir cenfedâdır râh-ı millete.



Davul boynunda halkın, parsayı bir kaç şakıy toplar,

Ki onlar da Cemâl, Enver ile Tal’ât gibi hoplar.



Kaçarlar, dîdeden olmak nihân onlarca bir şey mi?

Vatan uğrunda tebdil-i mekân onlarca bir şey mi?



Sadedden çıktım amma hâtıra bir fıkra gelmiştir,

Eğer tasdi’ edersem de geçilmez, çünkü pek nâdir.



Var imiş çingenede bir ayı, bir de maymun,

Oynatır bunları gündüz üçü birden memnun.



Olarak avdet ederler ahıra her akşam,

Gel, yoğurtsuz durmazmış, acıkırmış bu ağam.



Yolda bir kâse yoğurdu alarak saklarmış,

O çıkınca dışarı maymun onu haklarmış.



Her ne artarsa dibinde ayının çehresine,

Sürerek hem çekilirmiş köşede hücresine.



Kahveden vakti gelince çıkarak çingâne,

Uzanırmış, ahıra doğru, yoğurtla nâne.



Bir bakarmış ki içinde çanağın yeller eser,

Bu işi hangisinin yaptığını aklı keser;



Öyle yâ işte na maymun, yatıyor başta yular,

Ağzını burnunu durmaz öteki vîra yalar.



Yapışırmış sobaya çingene işte o zaman,

Dayağı yer ayı maymun köşede hande-kûnân.



Şu bir fıkra, fakat insan için şayân-ı ibrettir,

Gülüp de geçme, tetkik et, tamamen bir hakiykattir.



Adem – abâd-ı mâziden gelir bir nevha-i efsüs,

Sımâh-ı millete çarpar, duyan kim? Mevce-i kâbûs.



Bu halkın ruhunu, iz’anını boğmuş cehâletle,

Çakal doğmuştur aslandan beşer şeklinde bir kitle.



Kanında kalmamış, ecdâdının aşâr-ı vicdânı,

Takılmış boynuna lavk-ı esâret, işte bürhanı.



Berât-ı acz-ü zillet cephesinde hilkaten mestûr,

Necât-û fevz-ü hürriyyet, zafer indinde hep menfûr.



Tereddüd gözlerinde bi kararîye işârettir,

Sözünden tab’-bî rengi nükûle bir alâmettir.



Koşar ser-der hevâ her bir leîmin mâverâsından,

Nedir maksad sorulsa bî haberdir mâcerâsından.



Edâninin elinde şerre âlet, hakk-ı mazlûma,

Ocak’larda tüner her dem müşâbih bûm-ı meş’ûma.



Dilinde metu-i fetvâ-yı cinâyet vird-i dâimdir,

Zulümle kan akıtmak sanki dinî bir merâsimdir.



Belâ-yı kahr-u istibdada teşne şu’lesiz gözler,

O kâbûs-ı girânı vuslat-ı canân gibi özler.



Ocak’da and içirmişler bu hun- lisan-ı ma’lüme,

Hep onlar âşinâ Merkez’ deki esrâr-ı mektûme.



Biçer elbette kendi ektiğin herkes bu âlemde,

Bekaa yok sûr-ı şâdîde ve nâşâdî-i mâtemde.



Fakat kaanun-ı hikmette budur şer nâme-i defter;

Fazîlet muhyi-i şâdî, cehâlet mâteme müncer.



Esâs-ı pâydâri-i vatan, devlet adâlettir,

Maarif- ilm-ü fen, san’at, birer bâb-ı sa’adettir.



Belâ-yı cû’ ile endîşe-i ferdâ sokaklardan,

Temessül eylemiş, şekl-i ahâlide geçer her an.



Bütün gün milleti ta’kib eder bir div-i nevmîdî,

Girer sakf-u cidârından büyûtun tayf-ı tehdidi.



Emeller tîşe-i gamla kazılmış hufrede medfün,

Gönül küskün, kararmış dîdeler, erbâb-ı hak mescûn.



Açılmış dest-i eytâm-u erâmil arş-ı Rahman’a,

Kapanmış perde-i bu zulmistan-ı hüsrâna.



Şikâyet var, mehâkim yok; maraz çoktur, devâ mefkûd,

Belâ çok, def’ eden yoktur, yanar belde, sular mesdûd.



Giden gelmezse serhadde gelen de dönmez elbette,

Firâr etmişse askerden karar eyler şakavette,



Sadakat, hüsn-i hizmet hep mükâfata mukabildir.

Güler yüz, iltifât, ihsan-u eltâfa muadildir.



“Görüp ahk3am-ı asrı münhârif sıdk-u selâmetten

Çekildim izzet-ü ikbâl ile bâb-ı hükûmetten.”



Deyen şu Dâhî-i â’zam, rehâ peymâ-yı millettir.

Açıp tarihi kabristanda say emsâlini bir bir:



Dayak, zindan, nefiy, gurbet, mezâlim, katl-u istibdâd.

Hakiykat ehline tatbiyk olunmak bizdedir mu’tad



Evet üç beş deni meydân-ı idlâle atılmıştır.

Hemen beş on beyinsiz bu eracîfe takılmıştır.



Cehâlet perde-pûş-i nazra-i idrâk-ü isti’dad.

Rezilet, sâlib-i şerm-ü hacâlet herçibâdabâd.



Âtaletten uyuşmuş mâr-i sermâ-dideye benzer,

Hazîz-i meskenetten sem saçar bu mel’anet göster.



İnanmaz ilme, takdire, kulak asmaz tedâbire,

Pes-ü belâsını görmek gelir güç çünkü hınzîre.



Şu on yıllık idâre sarstı mülkü taâ esâsından.

Anasır da vilâyetler gibi ayrılmada her an.



Açıldı saf-be saf harb-ü sefer hâriçte, dâhilde,

Kuruldu heymeler merkezde, serhadde, menâzilde



Vatan evlâdı önce başlandı mahv-u i’dâma,

Büründü serteser her yer sehâb-ı zulm-ü âlâma.



Zuhûra yüz tutunca bizdeki asâr-ı izmihlâl,

Görüldü başlarında hepsinin sevdâ-yı istiklâl



Cehâletten serîr-i hâkimiyyet çöktü alçaldı

Hulâsa mülk-ü milletten kuru bir iskelet kaldı.



Eskişehir, 5/2/1335



ŞÜPHE



Şüphemin dalgaları her dini boğdu, aştı,

Gönlümün yolları gittikçe karanlıklaştı.



Bir teselli veremez bilgi denen şu kötürüm,

Hele imân ise, o köhne yular, mahz-ı cürüm.



Sû-i kasd eylemiyen aklına iyman edemez,

Takılıp bir masalın ardına mantık gidemez.



İşte su nâmütenahi denilen varlıklar,

Sevdiğim fâhişenin bir piçi dersem ne çıkar?



Kâinatı doğuran kahbe bilir iç yüzünü,

Önü zulmet, sonu zulmet, nideyim gündüzünü?



Sen takıl da peşine bir sürü ehl-i tarabın,

Korkmadan gir kanına hikmetin, aşkın şarabın!



Beyoğlu, 1938



O ÖLMEDİ!



Tanrı ölmez, O dilerse görünür bir müddet,

Kaybolunca O’nu kalbinde bulur her millet.



Biliyormuş kaderin cilvesini evvelce,

Bütün ecrâm-ı semâ yasla büründü o gece.



Yaklaşan bir acı önce güneşi korkuttu,

Ay tutuldu diyemem gökyüzü mâtem tuttu.



Ata geçtin ebedin mevki-i müstahkemine

Bir direktif veriyor arza, beşer âlemine!



Bize ilhâm ile isâl ediyor her haberi,

Ki O’nun kudret-i külliye, emirber neferi.



Bağladı dâr-ı fenânın ebede telsizini,

Güdelim açtığı yollardan mübârek izini.



Atatürk’ ün beşere sunduğu peymânı budur:

Atatürk’ e inananlar er olur, sulhu korur!



Beyoğlu, 1938



AÇMAZ



Ulu Tanrı’m, bu Arap açmazı Türkü yendi

Tam bin üç yüz sene bîcareye Müslim dendi



Altı bin yıl maval gezdi ağızdan ağıza

Kapılan yandı bu iman denilen mıhladıza



Aslı yok, astarı yok, esteri yok, kervanı var

Aklı yok, rehberi yok, varlığı yok, şeytanı var



Bu uğurda sürünenler tamam üç yüz milyon

Hepsi de birbirinin zıddı ve şer’an mel’un



Bin bir uçlu kazığı çak diye verdin deliye

Bağladın hem de yularsız biz kâl ü belîye



Gece bastı kara kaplı kitap oldu hâkim

Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim



Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır

Razıdır yaptığına az buçuk elden utanır



Utanırdan garazım menfaatinden korkar

Yoksa her şeye müsait o sarık, kanlı yular



Sargı sarmış gibi bir kör çıbana, manzarası

O kızıl fes, o Grek damgası, yüzler karası



Taşıdı yüz sene bu illeti bîçare vatan

O cinayet sürüsü gitti sılaya karadan



Âdem’ in hasleti temsil edemez bu piyesi

Türke düştü beşerin zaviye-i tesviyesi.



Balıkesir, 1926



O’ NA



Değil binlerce milyonlarca, milyarlarca aşıklar

Senin hep gölgeni sevmiş, yüzünden bîhaber gitmiş



Dem vurmuş enbiyalar nâr-ı aşkından

Tutuşmuş hepsi kül olmuş, özünden bîhaber gitmiş



Bütün edyânı gûna-gûn’ a olmuş kaşların mihrap

Kapanmış secdeye bunlar gözünden bîhaber gitmiş



Elindeki körlerin şu ilm ü mantık kör ışık olmuş

Düşenler dam-ı davaya sözünden bîhaber gitmiş



Şarabı “Len-terânî” den içermiş sâki-i hikmet

Bizim leyl-i firakın gündüzünden bîhaber gitmiş



ANLADIN MI?



Hicran destanını kendinden oku,

Mecnundan duyupta rivayet etme,

Aşkın leylâsını gördünse söyle,

Söz temsili bulup hikâyet etme,



Yüz bin leylâ doğar âlemde her gün,

Senin aradığın zevk, safa, düğün.

Tutacağın işi önden düşün;

Daha ilk adımda nedamet etme.



Sevdanın önünde pek güvenilmez,

Tutuşursan eğer kolay sönülmez.

Bu yolun hükmüdür geri dönülmez,

Canına kıymazsan seyahat etme.



İyi bak kabına olmasın delik,

Boşuna taşırsın gider gündelik.

Ânında ölmedi, ettiğin iyilik,

Alem duysun diye inat etme.



Kâbe’den maksadın varmaktır yara,

Kör gibi tapınma, kuru duvara,

Hızırı istersen kendinde ara,

Bulamadım gibi rezalet etme!



Muhabbet herkesin aklını çelmez,

Gönül viranesi kolay düzelmez,

Alemden çekinme bir zarar gelmez,

Sen kendi kendine hiyanet etme.



Sen, şatır gönlüne hicran dolmasın,

Gençliğin gülseni gamla solmasın,

“Neyzen” gibi aklın yarda olmasın,

Özründen çok büyük kabahat etme!



Tıp Fakültesi Hastanesi 1337





ÖZ DUYGUM



Zat-ı sultan-ı beka, yani meâni husrevî

Saz ve söz ahengin etmiş aşka bûrhan-ı kavî

Ben ezel sermestiyim, meydanım arş-ı müstevî

Aksedince gönlüme şems-i hakikat Pertevî

Meyde Bektaşî göründüm neyde oldum Mevlevî



Nur-ı hüsnün, nâr-ı aşkın şem’ine pervane var

Ömrümü vakfeyledim, birdir bana mehd ü mezar

Varsa kalmış sırr-ı hilkatten yegâne yadigâr

İşve-i ney, neşve-i mey etti gönlümde karar

Gûş edince bezm-i vahdette rumûz-ı Bişnevî



Hubb-ı Haydar bu tarîkın hem sonu, hemde başıdır

Cavidan ü Mesnevî, misbâh-ı şu’ le-pâşıdır

Suret-i manada Hünkâreyn sır kardaşıdır

Meşrebin Molla-yı Rumî, mezhebim Bektaşîdir

Ta ezelden yandı dilde bu çerâğ-ı manevî



Rişte-i ömrüm rebâb-ı cismimin evtârıdır

Her rek-i can perde dest-i hecr, bestegârıdır

Zahm-ı sinem lâledir gözyaşlarım enhârıdır

Hamse-i âl-i abâ esrarının gülzarıdır

Bu iki nurun tecellâsı ile gönlüm evi



Olmadım meftunu mâlin, rütbenin sim ü zerin

Zevki, şevki neyle meydir rind-i azade-serin

Dest-i cûdundan çekip kallâvî-yi Peygamberin

Mazhar oldun feyzine Neyzen Cenab-ı Hayder’ in

Kilk-i irfan-ı beyanın yazdı bu şi’r-i nevi.





ÇAR NİKOL’ A



Ateş-i zulmü başından burc-ı tahta çıkmada

Bunca vâhın, nâlenin, derdin, gamın, âhın, ofun

Dübb-i ekber kutbuna baktım tefe’ül eyledim

Taht-ı çarın tersine dönmüş semada Moskof’ un



İnfilak eylesinde çeşm-i ezel

Bu hayasız diyarâ yağsın ecel

Kıl tecelli ya....,ya Kahhar

Kalsın erbâb-ı mel’ anet nâçâr



Aç bıraktın milleti, hırsızlığı sürdün öne

İsterim Allah’tan tez günde ikbalin söne

Bin musibet, bin belâ yağmaktadır günden güne

İsterim Allah’ tan tez günde ikbalin söne



Bazı gençler seni taklit ediyormuş duydum

Pek fena bir çığır açtın Neyzen

Serserilik denilen mahbubu

Alamaz koynuna her boşta gezen





İKİ KIT’ A



Şu doksan milyon Alman, hikmetiyle, ilm ü fenniyle

Tasavvuf ıstılahınca fenâfi’l-Hitler olmuştur

Feragat tacının altında vahdet sırrı zâhirdir

O yerlerde bu gün sulhun perisi asker olmuştur



Hangi ıslahata başvursan düzelmez memleket

Bir giderse fışkırır bin mertekip, bin muhtelis

Kanlı hendekler kazar devletle millet beynine

Saltanattan yadigâr-ı mel’ anettir her....



AYDEDE



Takdirin tasvibin bollaşır oldu,

Hüsufe uğrama, aman ay dede!

Nimetler, hizmetler kapalı geçsin,

Şüpheye düşmesin zaman, ay dede!



Saptın mı acaba tuttuğun yoldan?

Dualar almışsın yetimden, duldan,

....

Şu dümen kırışın yaman, ay dede!



O pembe bulutlar, sarardı, soldu;

Muhâlif rüzgârla yelkenler doldu;

İşaret feneri görünmez oldu,

Her yanı bastırdı duman, ay dede!



Yetişir gurbetten aldığın öğüt;

Kim sola yanaştıysa kalmıştır züğürt;

Sen suya yular tak, altından yürüt;

Sesini çıkarmaz saman, ay dede!



1948



MEVLANA



Yaş elli beş, boy boyunca, imiş biraz kanbur,

Demek ayıb değil amma edepte hayli kusûr



Bir inhinâ ki sevimli şu devr-i pirîde,

Fenâ-yı mutlak içinde bir ölmeyen zinde.



Başında bir keçeden takke amma, sivri ucu,

Pek öyle dikkat edilmez, şi’ârı göz yorucu.



İner o takkenin altından omza dek saçlar,

Kıvırcık uçları, pek çok değilse de ak var.



Kulakların küpesinden yukarısını perçem

Kapatmış, ondaki ma’na, bir uzlet-i mübhem.



Alın açık gibi amma görünmüyor o kadar,

Ve takye haylice inmiş ki nâsiye pek dar.



Hutût-ı cephe mukavvesce ince, sık ve derin

Kaşında bir iki ak var, çatık değil de yakın.



Sakal da nîm-kıvırcık, uzunca, kır düşmüş,

Dururdu sol kulağında bir ince halka, gümüş.



Bıyıklar ağzını örtmüş, bu bir süküt-ı belîğ,

Firaak-ı Şems’i eder sabr-u aşk ile teblîğ.



Ten esmerimsi, yanaklarda sâye-i sufret,

Bu gölge zıll-i ledünden hâyal-i mahviyyet.



Kaş uçları kapamış, göz kapakları mestûr,

Bu gölgelikde ki kirpiklerin zılâli, fütûr.



Nazarlarında tahâkküm var amma nâ-mahsûs,

Akardı her nigehinden nice cihân-ı şümûs.



Bakışlarında meâni akar, coşar, köpürür,

Bir ân-ı lemhada kalbi ebedlere götürür.



Yeşil, pamukları çımış solukça hırkası var,

O vardı sâdece sırtında bir de bir şalvar.



Zemîni yerden epeyce yukarda bir taş oda,

İçinde musluk, ocak var, tavan, taban tahta.



Bir enli pencere şark-ı şimâliye nazır,

Bina da Devre-i Selçuk’a ait, anlaşılır.



Basit içindeki eşya, pek azdı mefrûşât,

Bu hücreden çok uzaktı gam-ı hayât-ü memât.



Girince pencerenin karşısındaki köşeyi

Tutan bu pîr idi, peşinde vardı neyle meyi.



Önünde râhleye benzer ve oyma bir kürsî

Derûn-ı hücre bütün bir mehâbet-i kudsî.



Bu akdesiyyeti i’ lâ ederdi Mevlânâ,

Yazan serâiri işte bu nûr-ı arz-ü semâ,



Fakat bilir misiniz, bû huzûr-ı izzette,

Bu kûşede ve bu ayn-el-yakin hakiykatte.



Dikilmiş arşa kadar bir sütûn-i ıtmi’nân,

Bu nûr, nûr-ı Ali’dir, emânet-i Kur’an,



Ulûm-ı zâhire burda güneşte bir yarasa,

Fezâ-yı lâyetenâhiyyet acizden de kısa,



Uyûn-i felsefe a’ma, vukuf-ı fen kötürüm,

Bu yerden ben şunu bildim demek cahîm, uçurum



Serîr-i saltanatı fakr, ihtişamı dehâ,

Şehi bir aşk-ı müebbed ki hep firaak-u bükâ.



Semâsı hîç-i mutlak, şihâb-ı sâkıbı gâm,

Terâneler ile mülhem, yağar hayâl-i elem.



Mesîl-i hâme-i ma’nâ nedir? Kelâm-ı sübût,

Lafızda yer tutabilsin serâir-i lâhût.



Bu dinde düzah-u cenneti, azâblar yanıyor,

Bırak hayâtı, ölüm, ra’ şelerle kıvranıyor.



Mezârı hufre-i vuslet, taşı hayâl-i emel,

Harâbe-i şubehâtın içinde yok meş’al.



Bu yerde yok olabilmek kadar bir emr-i asîr

Tahayyül eyliyemem ben ki eyleyim tasvir.



Dehâ-yı hârikanın bu, harîm-i hikmetidir,

Kader bu hikmete bigânedir, maiyyetidir.



Fakat bu hikmete sermâyedir vücud-ı adem,

Heman bu yokluğa karşı bütün sücûd-ı kıdem.



Bir izdihâm-ı müebbed değil, bu, sırr-ı vücûd,

Bu sırda oldu nümâyân hakaayık-i mevcûd.



Demek ki kendini bilmekte vâr imiş hikmet,

Muhabbet ehli olan, kendini bilir elbet.



Bilirse al neyi vakt-i terânedir Neyzen,

Hayât bir dem-i sıhhat, kaçırma fırsatı sen!



Tıp Fakültesi Hastahanesi 16/2/1337



FELEK



Yamansın her zaman aldattın beni

Hem düşürdün, hem de kaldırdın felek

Mecnun’sun diyerek Leylâ peşinden

Issız vadilere saldırdın felek



Rehberimsin dedin, benise kördüm

Elimle başıma çok çarap ördüm

Kendimi unuttum âlemi gördüm

Hesapsız günahlar aldırdın felek



Bir devadır dedin zehir tattırdın

Gençliğin okunu boşa attırdın

Körlerin yurdunda ayna sattırdın

Çıkmaz sokaklara daldırdın felek



Uyuşmadı gönlüm mert ile zenle

Ne bir iş bilenle, ne boş gezenle

Hicran köşesinde bozuk düzenle

Neyzen’e her telden çaldırdın felek











BANA NE



Serseri bir herifim, kevn-ü mekândan bana ne,

Ezelî derbederim, hükm-î zamandan bana ne,

Kendimi ... lemedim pir-ü cevandan bana ne,

Bir mümessel ölümüm kâr-ü ziyandan bana ne,

Kaniim hiçliğe âsâr-ı cihandan bana ne?



Nefsimin ecnebisi olduğumu anlayalı,

İlmi, fenni hiçe saydım ve bütün mahasalı,

Medeniyet benim indimde bugün bakla falı,

Sen gözetle bitecektir köse dehrin sakalı,

Bu oyundan, o koyundan, karamandan bana ne?



Baş siyasetçi olan şu ( Klemanso ), ( Askit )

Alaman, Yunan, İtalyan sürerek her yere fit,

Ördüler serhad-i vicdana ölümden bir çit

Beşeri soymak için dalga ile bir sürü it,

Hırlaşırlar o o yandan, bu bu yandan bana ne?



Gerçi gittim ... min doğrusuna ben kırk yıl,

Gel .ötün varsa humarından o sahbanın ayıl,

Bir boğaz tokluğuna her şeye oldum da kail

Serserisin diye iş vermediler; gül de bayıl,

Muktezası bu olan arz-u beyandan bana ne?



Berk-i aşkın ... oldu siper-i saikası,

Nefsimin santralında babamın hârikası,

Ne vakit geçmiş ise, destime fırsat yakası,

Kendimi sanmış idim âb-ı hayatın sakası,

Şimdi vuslat arayan servi revandan bana ne?



Olmuşum vâd-i hayretteki aczimle alil,

Edemez hikmet-i esrarını insan-ı gavil,

Göremez gördüğümü, şerh-ü beyan-ü tafsil,

Bu muallim, bu muharrir, bu muhacir, bu asil,

Bu zavallı, bu siyasi bu yamandan bana ne?



Bulamaz derdime çare babam olsa lokman,

Satılır beş paraya din pazarında iman,

Düşünün halimi bir kere ne çektim ihvan,

Romatizma, metelik yok, rakısız aç ve yayan,

Kanlı tacı taşıyan taht-ı revandan bana ne?



Gün olur ki bulamazsın ne bir ekmek, ne tütün,

Parçalanmış ceketin, belki açıktır da .ötün,

Bana ne bundan efendim? ... beni dinle ve bütün,

Nâz-ı ibda-ı zaferle bizim illerde bu gün,

Esiyor bâd-ı sabâ toz koparandan bana ne?



....yim kalp dinini kahbe, gâvur Avrupa’ nın,

Onu ıslah-ı adalet diye hâkim yapanın,

Vatikan’ da öperiken .ötünü kart papanın,

Ararım aslını İncil’ e gönülsüz tapanın,

Çekemezsin beni, bu sendeki kandan bana ne?



Çalabın birliğine can-ü gönülden taparım,

Türemin gayrisi hiç bir yola gitmem saparım,

Karımı Salih efendi diye dursun yaparım,

Yakasından, sakalından o gün elbet kaparım,

Bu yavuklum var iken o kezibandan bana ne?



Derd-i mâzi ile bir ökseye kasden bastık,

Vatanı, halkı cehaletle kavurduk, kastık,

San’ atı, ilmi siyaset ile boğduk, astık,

Yoksa şimdi başımı koymak için bir yastık,

O fırından, şu hamamdan ve bu candan bana ne?



Müslümanlıkta tasavvuf geriyor cehle göğüs,

Râfızî, şîa ve sünnî tanıma hepsine küs,

Bunları suret-i zâhirdeki alâyişi süs,

Kerbelâ, Mekke, Medine, Horosan, Kilise, Kudüs,

Medrese, tekke, manastır, Vatikan’ dan bana ne?



1933



HAYAT ARMONİSİ



Suçlu elbette ceza-dîde olur, olsa bile

Çiftliği, fabrikası, bankası, hatta vapuru

Onu mahkûm edemez emr-i adalet bile

Var ise şayet elinde mütehassıs raporu



Anladın ya bu işin iç yüzünü, kes sesini

Kimseye açma sakın, nefsini dikkatle koru

Sözüm ver de kulak git sazını eyle akort

Bil hayat armonisinde şu minor la majoru



Böyledir şartı hayatın şu cihan-ı gamda

Para verdinse yerinme, vapuru sanma boru

Alınır taht-ı tedaviye azab-ı vicdan

Korkmasın katil ve gaddarın eğer varsa zoru



Fahrî üstad-ı cihan olsa gerektir Neyzen

Ki onun sanatıdır sahne-i tıbbın dekoru



GEÇER



Izdırabın sonu yok sanma, bu âlem de geçer,

Ömr-i fâni gibidir, gün de geçer, dem de geçer,

Gam karar eyliyemez hânde-i hurrem de geçer,

Devr-i şâdi de geçer gussa-i mâtem de geçer,

Gece gündüz yok olur, ân-ı dem âdem de geçer.



Bu tecellî-i hayat aşk ile büktü belimi,

Çağlayan göz yaşı mı, yoksa ki hicrân seli mi?

İnliyen sâz-ı kazânın acaba bam teli mi?

Çevrilir dest-i kaderle bu şu’ ünun filimi,

Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer.



İbret aldın, okudunsa şu yaman dünyadan,

Nefsini kurtara gör masyâd-ı mâfihâdan.

Niyyet-i hilkâtı bu aşk-ı cihân-arâdan,

Önü yokdan, sonu .oktan, bu kuru da’ vâdan

Utanır gayret-i gufranla cehennem de geçer.



Ne şerîat, ne tariykat, ne hakiykat, ne türe,

Süremez hükmünü bunlar yaşadıkça bu küre,

Câhilin korku kokan defterini Tanrı düre!

Mâ’ rifet mahkemesinde verilen hükme göre,

Cennet iflas eder, efsâne-i Adem de geçer.



Serseri Neyzen’ in aşkınla kulak ver sözüne,

Girmemiştir bu avâlim, bu bedyi’ gözüne.

Cehlinin kudreti baktırmadı kendi özüne.

Pir olur sâkiy-i gül çehre bakılmaz yüzüne,

Hâk olur pîr-i mugan, sohbet-i hemdem de geçer.



1943





AYGIR İMAM



Ben nasihat veremem gerçi size Aygır İmam

Kafa tutma saz için sen de bize Aygır İmam

Su-i niyyet taşıyan alçağa lânet olsun

Yoktur asla garazım zatınıza Aygır İmam



Sana karşı kötülük varsa eğer kalbimde

Atarım varlığımı Akdeniz’ e Aygır İmam

Sayarım hatırını, hem de seni incitmem

Korkarım taş atamam ben kerize Aygır İmam



Saldırışlarda soğukkanlılığın mucizedir

Hani örnek gibisin İngilize Aygır İmam

Bu akort olmadı, dersin üzülürsün boşuna

Kulak asma olur olmaz pürüze Aygır İmam



.... rurdun içine orgu akort etmek için

Kardinal olsaydın Portekiz’ e Aygır İmam

Gel düzen meselesinde adını b.. latma

Dokuza çıktı mı inmez sekize Aygır İmam



Şu kulaksızlığını radyo da ilân ettin

Bu rezalet foyası çıktı dize Aygır İmam

Bir çelik parçası davanızı tekzip etti

Sustuk amma hepimiz, ben geveze Aygır İmam



Musikî servetinin haznesi, ardiyyesi yok

Yüklemiştir onu hak bir öküze Aygır İmam

Bu da gül pembesi derdin de kırardın, rekoru

Kadı olsaydın eğer sen Serez’e Aygır İmam



Paraca pulca bu yıl hayli kalınlaştın ha

Ateş-i “ Veylün likülli hümeze ” Aygır İmam

Pek zebûn-küs diyemem amma ezersin zayıfı

Lüpe geldi mi taparsın semize Aygır İmam



Yan bakarsın biraya, konyağa amma geriden

Kıç atarsın, şaraba, sertçe düze Aygır İmam

Bayılırsın pilice zannederim tilki gibi

Lüferin tazesi olmaz mı meze Aygır İmam



Saldırırsın boğarak nağmelerinle bezme

Köfteye, meyveye, bolca çereze Aygır İmam

Katakulli okuma, nağmelerin kaşkariko

Hilede taş çıkarırsın Muiz’e Aygır İmam



Bir kütüksün bu ilimde fakat aslın meçhul

Benzemezsin meşeye, pınala, hatta cevize Aygır İmam

Bir sicillin sayılır bu yazılar varlığına

İşte müsveddesi, sen çek temize Aygır İmam



Beyoğlu, 1936



BU DA BULUNSUN



Öpüldükçe be levs-âlûd etekler

Bükülmez bir zaman hain bilekler

Dualar, hüsnüniyetler, dilekler

Şifabahş olmadı gitti emekler

Bu ....den beka her kim ki bekler

Güler, ahvâline itler, eşekler



Bakan müstakbele, maziye, hâle

Görür, mahkûmdur millet zevale

Girer zanneylemek mızrak çuvale

Teşebbüs etmedir emr-i muhale

Bu.... beka her kim ki bekler

Güler ahvâline itler, eşekler





HAVÂLE



Düzelmiyen şu âlemin işini,

Ulu Tanrı’m olan nûra bırakım,

Sabreyledim, kırk yıl sıktım dişimi,

Gün görmeyi Nefh-i Sûra bıraktım.



Avrupa’yı, siyaseti, plânı,

Devletlerce uydurulan yalanı,

İngiliz’i, Fransız, Yunan’ı,

Felek denen şu kanbura bıraktım.



Enver’ ini, Topal’ ını, Şaşı’ yı,

Sakallı’ yı, bizim Çeribaşı’ yı

Malla’ daki tavşanlara aşıyı

Vurmak için bir doktora bıraktım.



Tetkik ettim her mesleği, her dini,

Bulamadım gamsız bir tek ferdini,

Anlatmak için Siyonist’ e derdimi,

Marko Paşa ile Tur’ a bıraktım.



Binbir aşrı doğururken bir gece,

Güvenilmez bu feleğe zerrece,

Bak tarihe saltanatlı bir nice

Süleyman tahtını mura bıraktım.



Çok krala çalkalayınca eleği,

Hâkim ettim kazma ile küreği

Mişlyarlarca mehpâreyi, meleği

Mezâr gibi bir çukura bıraktım.



Görsün cihan serseriler pirini,

Vermem Türk’ ün yerini

Müselleste olan üçün birini,

Konstantin’ le Anzavur’ a bıraktım.



Kulak asmam gürültüye, sese ben,

Baktım kalbim eli pişe, pese ben.

Yeri göğü yapan mühendise ben

İrfân adlı bir mezura bıraktım.



Feylesofa kaptan etsem Papi’ yi,

Göremezler fırtınayı tipiyi.

İspermeçet-zâde ile Kirpi’ yi

Mihrân ile Haçador’ a bıraktım.



Dilencilik yetmez gibi eline,

Dâr-ül hikme çıktı hakkın halline,

İstibrâyı sürsün frenk eline,

Mes’eleyi bir kubura bıraktım.



Yeni sahne zannetme ki bozuktur,

Piyesine hırlayanlar buçukutur.

İnci midir sancı mıdır ne .oktur.

Kemiğini direktöre bıraktım.



Deli Neyzen al mansuru destine,

Terâneyle selâm yolla dostuna,

Matbuatın masasının üstüne

Seyyâh iken kırık billûr bıraktım.



Haydarpaşa, 1337



MEŞIME-I ÜMMID



Deli gönül, daldın yine engine,

Hatırından neler gelip geçiyor?

Şarktan garba, garbdan şarka uçuşan

Bulutlardan haber gelip geçiyor.



Sevir’ deki muâhede, siyaset,

Çoktan çöktü, bunu bilmek mâharet.

Kerâmete kıç attıran ferâset

Postası her sefer gelip geçiyor.



Baktım harbin yıldızına, şebine:

Emperyalist kaynayacak dibine.

Derin duyan her devletin kalbine

Yırtıcı bir hatar gelip geçiyor.



Bir siyaset, bu saltanat, bu nişan,

Avlanan vicdana bir kanlı kapan,

Altı bin yıl bu, lâf değil, çarpışan

Kılıçlardan beşer gelip geçiyor.



Bu bayrağın mızrağının ucunda

Bir el gördüm, küre var avucunda,

Kehânetin Türk’ e ait burcunda,

Yeni bir şahaser gelip geçiyor.



Mebdeine kadar baktım hilkatin,

Göz gezdirdim düşturuna vahdetin

Milletine yâr olmayan devletin

Kapısından zafer gelip geçiyor.



Neyzen! İnsanların her bir katında

Gönül gözü az, gencinde, kartında,

Üniforma sandığımız sırtında

Pıhtıdan bir semer, geşip geçiyor.



Tıp Fakültesi Hastahanesi 1337



AKIN



Esselâm ey ulucan, İbn-i Süreyya Kör Ali

Bâb-ı Haydar’ da tevârüsle müheyyâ Kör Ali

Nam-ı zatın Ali İhsan da olur ya Kör Ali

Künyeni böylece yazmaktaki mana Kör Ali

Her muhatap nazar-ı dilde serâpâ Kör Ali



Künyeniz ailece; eski Kızılbaşoğlu

Kökünüzden başınız Babıâli’ ye bağlu

Bilirim ki yüreğin derd-i vatanla oğulu

Gerçi devlet ile hemsin, bu siyaset, bu gulû

Bence tarihi de bıktırdı bu dava Kör Ali



Pek kolaylık ile olmaz bu işin tesviyesi

Şekl-i milliyeti bozmuş, tepeden zaviyesi

Yeni baştan yapınız sahneyi, fikri, piyesi

Dolmasın bir sürü sırtlanla amel nahiyesi

Bir iken tecrübeniz oldu dü-bâlâ Kör Ali



Her taraftan yine cûşân oluyor, ehl-i hulûl

Semtiniz olmada çok alçağa mersâ-yı vusûl

Bulmasın fikr-i edânî vü fiten cây-ı husûl

Çevirin ters yüzüne bunları ettirme kabul

Oluyor hemdeminiz bir sürü ednâ Kör Ali



Açmazın hurdesi malûm ya dışarıdan görünür

Rûh-ı maksat bilenin fikrine her an görünür

Tecrübe ehline âyîne-i devrân görünür

Hall-i esrar-ı muamma sana rahşân görünür

Münkeşiftir sana bu ka’r-ı muamma Kör Ali



Rehberin şule-i tarih-i mükerrer olsun

Maksadın hikmet-i azminle mukadder olsun

Tarh u zâidle bu iş vahdete müncer olsun

Geçen âsâr-ı vekâyi’ sana ezber olsun

Ortadan kalkar adamla bu belâya Kör Ali



İhityaç artmalı takdîs ile ehl-i hünere

Nazar-ı gaye uzandıkça, huzur-ı beşere

Verme yüz sanata bîgâne olan derbedere

Olmalı hisle mücehhez yazılan bu sefere

Etmeyin soysuzu ikdâr ile bâlâ Kör Ali



Almayın mahfel-i fikre edevât-ı kenefi

Seçin eşhâs-ı hıyanet ile ehl-i şerefi

Çıkmasın ahd-ı karibin yine şerrü’ l- halefi

Size atfen, kokuyor bir nice âmâl-i hafî

Hakka karşı ürüyor eski heyûlâ Kör Ali



Fikr-i icad-ı hayat-ı nev olursa hidemât

Yok, değildir, bu cihetçe, elinizde âlat

Sı..lan b..ları tathîre gerek tensîkât

Ediniz ehl-i fezâille bu sa’yi ispat

Olmasın sahn-ı vatan alçağa me’va Kör Ali



Herkesin lokması bir cevher olursa, işine

Uyar edvâr-ı siyaset feleğin gerdişine

Takmayın her “it” i bu mevkib-i sa’yin peşine

Bu demir leblebidir, gelmez esâfil dişine

Ehl-i hak belli olur lâhzada ra’ na Kör Ali



Beslenir rûy-ı melâhat diye bin şahs-ı kabîh

Bunların varlığıdır millet için zulm-ı sarîh

Sine-i devleti tarih ile ettik teşrîh

Aşikâr oldu, maraz, geçti, nezaket, telmîh

İş bu merkezde diyor cümle etibbâ Kör Ali



Haladan geldi a sor aklıma ey merd-i metin

Gösteriş, akıbeti her vakit eyler tayin

Istıfâ’ ya o kadar teşne ki bu fikr ü zemin

İşinizde hak erenler ola himmetle mu’în

Doğruya yardım eder Hazret-i Mevlâ Kör Ali



Tıp Fakültesi Hastahanesi Haydarpaşa 1337





BAKTIM, AĞLADIM



Yâd-ı hayâl-i yar ile

Gülzâra baktım, ağladım,

Andım şemim-i kâkülün,

Ezhâra baktım, ağladım,



Kalbim esir-i aşk-ı yâr,

Gönlüm hevayı bî-karar,

Eşkim misâl-i cuybar,

Asâra baktım, ağladım.



Hicrân ile dil oldu hun,

Bahtım yaman, tali’ zebun,

İkbali gördüm ser-nigun

İdbâra baktım, ağladım.



Müstekbelim olmuş hebâ,

Hâlim belâ-ender belâ,

Mâzideki bî-intihâ,

A’sâra baktım, ağladım.



Bir bî-kesim, bî-hânımân,

Şimdi bana dağlar mekân,

Feryâdıma ma’kes olan

Kühsâra baktım, ağladım.



Kalb-i hazînim ye’s – pûş,

Hemrazım oldu hep vuhûş,

Karşımda pür cûş-u hurûş

Enhâra baktım, ağladım.



Firkatle ney feryâd-zen,

Tanbur ise sevdâ-füken,

Mızrâb-ı gamdan inliyen

Evtâra baktım, ağladım.



Sen nerdesin ey nazlı yâr,

Sinemde aşkın paydâr,

Kalbimde senden yadgâr

Esrâra baktım, ağladım.



Çukurçeşme-İstanbul, 1317





NE DESEM ?



Acaba ben de bugün kendime insan mı desem

Yoksa emsalimi temsil ile hayvan mı desem



Her yanından kemirir yurdumu azgın bir hırs

Çekilen kahra lütuf, çileye ihsan mı desem



Dahli yok kimseciğin, hep kabahat kendimde

Delilik min-tarafillâh bana bir şan mı desem



Gözünü açma da sen var elin efkârına uy

Eli dinle, ele bak, el sözüne kan mı desem



Şu sadakat denilen köhne tuzak yok mu bugün

Yeni dinde buna ben sure-i şeytan mı desem



Dalkavukluk denilen ilm-i hulûlün sırrı

Bilinirse apışır servet ü sâmân mı desem



İşte yüz bulduların yağtığı iş, bildiği söz

İstikamet karaborsa, çala tırpan mı desem



Gizli bir el izi var her dolabın çarhında

Ser dümen dalgada, gel bak şuna kaptan mı desem



Soramaz kimse cesaretle şerîrin işini

Astığı astık olur; kestiği kurban mı desem



Yedi Eylül ile fethetti refahın yolunu

Topatan kal’asına işte kumandan mı desem



Eski bir ekzemadır şimdiki Van meselesi

Çok karıştırma yalandır, bu da bühtan mı desem



Karagözcü ne komuş perdeye göstermeye bak

Sen bırak da sözü git dertlerine yan mı desem



İsterim ben de öğünmek hani bilgi nerede

Her kelin perçemine sünbül ü reyhan mı desem



Vâizin sunduğu kevserle cemaat sarhoş

Camiye bar mı desem, mescide dükkân mı desem



Yaptırır âdeme her şeyi geçim dünyası

Kara kaplı kitabın falları ferman mı desem



Sonu yoktur, bu didişmek ezelîdir Neyzen

Hikmetin buyruğu elân kemâkân mı desem





TÜRK’ E BİRİNCİ ÖĞÜT



Şimdi geldin az buçuk aslından imana Türk

Çekmek isterdim seni çoktan beri divana Türk

Sinede mihrab-ı Beytullah’ ı bul, virane Türk

Bî-tekellüf gir harîm-i Hazret-i Yezdan’a Türk

Bastığın yerlerde şan ver cinsine, vicdana Türk



Dizginin canbaz elinde olmasın bak dikkat et

Çektiğin âlâm-ı istibdadı vird-i ibret et

Davran artık, nefsini öğrenmeye son gayret et

Kalbini aşk-ı vatanla mabed-i milliyyet et

Ateş-i hicranla ver su hançer-i giryâna Türk



Arş-ı âlâya asıldı huccet-i milliyyetin

Kendi nefsinde görülsün halka, hakka hizmetin

Ehl-i zulme kulluk etmekle onulmaz illetin

Madrabaz kumpanyasından farklı kalmaz devletin

Zorla anlat bunları aza-yı Mebusâna Türk



Himmet-i pir-i zamanla tayy-i eb’ad eyledin

Hâk olan ecdadını ihya edüp şad eyledin

Ölmeyen tarihini dünyaya inşâd eyledin

Sâyesinde dipçiğin bir varlık icad eyledin

Dehre eyvallah dedirttin yazdığın fermana Türk



Cevher-i hilkat senin askerliğinle müftedir

Ma’bed-i milliyyetinde oldu mabudun demir

Arş-ı mevcudiyetinde âlem-i imkân nedir

Yaptığın şu inkılâbı ölçemez hikmet, cebir

Gıpta eyler saha-i icadına efsane Türk



Bir belâsın İtilaf’ ın kuvvet-i mağruruna

Bir kırık kağnıyla çıktın fenn-i harbin Tûr’una

Bunca devlet oldu mağlûp akıbet mahsuruna

S..tın amden ilm ü fennin hikmet-i düsturuna

Doğrusu açlık pes etti sendeki idmana Türk



Hikmet-i hilkat seni kılmış temeddünden muaf

Bir beis yok etsen âsâr-ı asırdan inhirâf

Hacc-ı Ekber’ se muradın, kalbini eyle tavaf

Varsa cürmün, bilmemektir kendini, et itiraf

Kendin attın kendini her zillete, hüsrana Türk



İşte Mekke, Müslümanlık inhisâr altındadır

Hacca niyyet eyleyen katl ü hasar altındadır

Bak vatan baştan başa bin iftikâr altındadır

Yuttuğun bir lokma, halv ihtikâr altındadır

Bir nazar kıl bunca yıldır verdiğin kurbana Türk



Bir ceza çektin ki on beş yıl sebepten bî-habîr

Üç buçuk mülhid rezilin keyfine oldun esir

Padişah alçak, kumandan fahişe, hain vezir

Sû-i idrakinle Azrail’i zannetin sefîr

Böyle girdin suretâ âyîne-i devrana Türk



Kendi yurdunda, evinde kaç asır kaldın garib

Başına oldu musallat bin heyûlâ-yı acîb

Medrese, tekke, mekâtib, hepsi de millet firîb

Aldığın kâfi sana Gazi-i Ekber’ den nasib

Katma esrar-ı Hüda’ ya bir zaman bîgâne Türk



Sıdk ile askerliğin kâfi rızaullah için

Üzme artık kendini bir şeyh için, dergâh için

Eğme başın suret-i iblise eyvallah için

Çektiğin çille yekûnen bilki, illallah için

Kanma âyin-i Cem’ e, irşada, bir meydana Türk



Varsa aslı bunların âlemde ....ler beni

Aşikâr etmiş sana eşyayı Hallâk-ı ganî

Beklenen esmâ-i Hak’ dan bil ki mangır madeni

Dervişi bağlar yularsız tekkeye şeyh-i denî

Olma artık bir kenef kandiline pervane Türk



Âl-i Osman’ da Hasan, yahut Hüseyn, yahut Ali

Var mıdır böyle isim bak; bu hakikat pek celî

Hepsi de baştan kıça zulm u tasalluk mahmeli

Tam bin üç yüz yıl bu fitne, oldu halkın engeli!

Sen bıraktın hakkı, taptın zalime, sultana Türk



Kurduğun tâk-ı siyaset âsmâna gıbta-res

Aylı yıldızlı şu bayrak Kehkeşân’ a gıbta-res

Yazdığın ferman-ı milliyyet cihana gıbta-res

Ahd u mîsakındaki kudret zamana gıbta-res

Aferinler içtiğin peymâne-i peymâna Türk



Sulhu imza eyledin mahbûb-i âlemsin bugün

Çınlıyor ufk-ı siyasette kemalâtın bütün

En muazzam inkılâbı sen ki yaptın işte dün

Bir değil bin yâr seven az bile gönlün içün

Top gibi sağlam .... aşk ulu cephana Türk



Aşk ile fasl-ı .... şimdi germiyyet verin

Menzil-i imana şeklen ruh-ı milliyyet verin

Şaha kalkan her .... âbiş-i ziynet verin

Baştan atma yapmayın, bu hizmete kıymet verin

Neslimiz azlaştı, hoş bak, hizmet et nisvâna Türk



Öyle .... ki .... er nişanı kalmasın

Güft ü gûya avretin asla zamanı kalmasın

Başka sevda çekmeye tâb u tüvânı kalmasın

Meclis-i nisvâda erkek imtihanı kalmasın

Sen isim bulmakla meşgul ol doğan oğlana, Türk



Kızları tayin edin resmî umûr-ı devlete

Evlenince aşina olsun merhâm-ı hizmete

Valide vâkıf bulunsun ihtiyaca servete

Başka bir revnak verir hatun kişi cemiyyete

Pişdâr olsun kadın her saha-i imrâna, Türk



Kükremiş bunca .... var ümmet-i merhumede

Eyliyor arz-ı salâbet saha-i ma’lûmede

Anlamam hikmet nedir şu âdet-i meş’ûmede

Mantık olmaz böyle bir hürriyyet-i mahkûmede

Duymamıştır böyle derdi sorsalar Lokman’ a Türk



Her muattal .... kudurmuş pür lehîb-i ihtiras

İhtilâc-ı kahr-ı hasretten diler daim halâs

Bir sefarethâne-i gamdır ki yok bekçi, kavas

Bir cehennemdir ki vuslat yutkunur hicrana has

Bir beladır ki musallat dert ile dermana Türk



Olmalı hatun kişi zor-i .... le zarta-keş

Ufk-ı aşkı yakmalı hicranlı bir kızgın güneş

.... velhâsılı, esmer, beyaz, zenci, habeş

Vardır istiğna eden bir çok eşek, abdal, gebeş

Bunları teşbih eder erbâb-ı dil hayvana, Türk



Düşmesin .... in zebûn mekkârede kuyruk gibi

Şanla sallansın .... top gibi, tomruk gibi

.... yumruk alt .... marpuç,... pulluk gibi

....yer kalmalı virane bir .... gibi

Dikkat et, bak, sıhhatında bu gibi noksana Türk







.... haysiyyet temeldir dildeki cemiyyete

Mensec-i vuslat modeldir sanat-ı nesviyyete

Düşmesin Musa gibi ol nesne Tûr-ı şehvete

Bir şereftir bu şerait unsur-ı milliyyete

Karşı durmaktır hüner enfüsteki tufana Türk



Evvelâ lazım çobanlık hikmet-i matlab ile

Sâniyen sanat, ziraat feyz-i rûz u şeb ile

Sonra karnın doydu mu Türkane bir meşreb ile

Balta, tırpan, manda, kağnı, panguduz merkeb ile

Git .... bir dûş-ı istilâ Frengistan’ a Türk



Beyzâ-i ankayı anla boş tavuk kehkehleme

Ehli takdir eylesin, sen kendini pehpehleme

Alt yanından kaydırıp ta mâverâya dehleme

Lâ-yukâlî bir hata-yı hırs ile yestehleme

Sapma şehrâh-ı safadan vadi-i isyana Türk



İ’tilâ-yı mülk için milli .... kartalmalı

Mor .... maplak gibi ta ka’r-ı .... dalmalı

.... zorla her santimde gümrük almalı

Âşıkân sırt üstü saatlerce baygın kalmalı

Böyle gir dinî zaferle ravza-i rıdvâna Türk



Bastığın anda gıcırtı kağnıyı andırmalı

Bâde-i vuslât .... mest edüp kandırmalı

Dehledikçe hırs ile yekdiğerin kızdırmalı

.... safadan bahs açarken .... fındık kırmalı

Böyle yap asma kulak hakkındaki bühtâna Türk



Yasemini sineye tezyîn eder bir çift turunç

Çizmeden versin nişan .... ki yapışsın .... konç

Öyle zannetsin görenler .... bir dökme tunç

İlk nazarda .... gıdıklansın .... kırsın kulunç

Nesl-i âti aşkına .... minnet et canana Türk



Verdim Etlik Bağlarından pendime işte hitâm

İstemez bundan ziyade halka tatvîl-i kelâm

Affedin, yoktur sözümde intizam u insicâm

Serseri bir Neyzen’im, âşıklara ba’de’s-selâm

Yadigâr olsun bu nazmım meclis-i ihvâna Türk



Ankara – Etlik 1923



TÜRKE İKİNCİ ÖĞÜT



Gel, günaydın, şimdi bak şu kurduğun âsâra Türk

Başlamıştır ülke isti’dâdını izhâra Türk

Âsmânı yık yığ, istiklâli istikrara Türk

Nanköre açtırma göz, hiç verme yüz ağyâra Türk

Basmasın nâdân ayağı rehgüzâr-ı yâre Türk



Zalimin titrek elinden çektin aldın dizgini

Kükresin nâmerde tarihinde bir kaplan kini

Tuttuğun yol asra ait her teceddüdden yeni

“Müstakim ol Hazret-i Müncî utandırmaz seni”

Aklın erdiyse yeter bir Vâhid ü Kahhar’ a Türk



Kudret-i fıtrıyyeni andıkça ah ettim sana

Gitme maziye dedim, talim-i râh ettim sana

Şapka giydirdimse zannetme külâh ettim sana

Can gözüyle sahne-i dilden nigâh ettim sana

Verme artık gönlünü, dükkân gibi îcâra Türk



Vahdet-i milliyyedir efrâdı ancak kurtaran

Aşk-ı Gazi ateşiyle kaynayan millete kan

“Hâkimiyyet milletindir”, gökte ol sahip-kıran

Zağlasın çarh-ı felek şimşîrini, sen salt kuşan

Bir emirberdir kapından bastığın seyyâre Türk



Gönlünü gark eyle menşûr-ı dehânın rengine,

Bak riyâzî bir nazarla şimdi Türkün cengine

Öyle bir Türkâne meşreple getir ki dengine

Sâz-ı sulhun perde perde nağme kat ahengine

Ey güneşten sıçramış her ferdi ateşpâre Türk



İnkilâbı halk ederken parladıkça mu’cizât

Anlamış sinyaldeki imayı ruh-i hadisât

Bekliyor siması devrânın güneşten iltifat

Hâle-i sulh-ı cihana verdi ay yıldız hayat

Ben de şaştım bu terennümlerdeki esrara Türk



Varsa dostun dipçiğindir, öp de omzunda taşı

Merde hürmet eyle, nâmerdi görünce çat kaşı

Bak nasıl rapt eyledin etrafı, Moskof kardaşı

Bence senden çok küçüktür eski tarihin yaşı

Âsmâna kak temel arz eyle de mimara Türk



Âsmâna kak, temelden maksadım teyyare yap

Cehli kahrettikçe idrakinle fenne, ilme tap

Gitme mazinin karanlık yollarından, garbe sap

Varsa iblisin külâhı, sen atik davran da kap

S....da giydir düşmen-i bîdâd olan eşrâra Türk



Mümkünün tahlili ânde bin tecelliyât olur

Tehlikeyle oynanılmaz akıbet heyhât olur

Himmet-i tarih ile her müddeâ ispat olur

İnkirâzın tahtı kürsî-i ilâhiyyat olur

Bence davetnâmedir bu safsata idbâra Türk



Kalkmadıkça bunlar ev, yer, bağ, çayır yoktur sana

Bunları kaldır, maarifte bayır yoktur sana

Kendi mülkündür vatan, ortak gayır yoktur sana

Yık dedim, yık, kanlı kürsîden hayır yoktur sana

Ba’demâ meydan bırakma bunları tekrara Türk



Kendi mülkünde garibane dilendin din için

Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh ayin için

Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkıyn için

Pek fedakârane yandın bir Kureyşî kin için

Çal da söylet bunları sazındaki evtâra Türk



Gönlünü dinî tufeylîden temizle gün gibi

Aşka iman et de durma vuslata küskün gibi

Çektiğin âlâm-ı eyyâmı unutma dün gibi

Aç gözün, çıldırma bir Leylâ için Mecnun gibi

Bir marazdır bu; de geç, âşıktaki efkâra Türk



Bir müzisyen geldi Alman Ştrigler’miş adı

Öyle kudret var ki idrakinde aklım oynadı

Anladıkça gönlünü Türkün muhabbet kaynadı

Garbın asrî bir dimağınca sazın varmış tadı

Kısmet oldu çok şükür dinletmesi bîdâra Türk



Bence ibdâ’ın ocağı gönlünün altındadır

Kesmiyor sanma, kılıç bir köhne eski kındadır

Aşkı tekfîr etme, mesuliyyeti sırtındadır

Bir kulak ver kendine, gönlün bunun farkındadır

Sen neden bîgânesin ruhundaki eş’âra Türk



Söyle aşkın lânesinden kim yadırgattı seni

Hangi alçak aşka düşman etti, aldattı seni

Kendi mümkündür bu ülke, kim tutup attı seni

İtimadın bir kuru iman için sattı seni

Sen ki Cibril’i yaparken orduna mekkâre Türk



Musikîye ârız olmuştur yobazlık bit gibi

Bu akan çirk-i hilâfet sanata kibrit gibi

Saltanat davasına her faslı bir şahit gibi

Toplanıp hep bir ağızdan hırlaşırlar it gibi

Eyle bunlardan şikâyet dâhi-i serdara Türk



Kırk sekiz yıl kişver-i ibdâ’ı sardım, bekledim

Altı bin yıllık birikmiş bir de mazi ekledim

Kurduğum tabya haraba tuttu yüz, mertekledim

Gördüğüm âsâr ile müstakbeli gerçekledim

Sığmaz artık tuttuğun yol vadi-i inkâra Türk



Eşşeğinden patriğin her kim nasip almış ise

Her ne varsa bildiği fensiz: Boş anbar, boş kese

Garbı takdir etmeyen nâdânı sokma meclise

Hakka iman etmemek olmuş seviyye iblis’ e

Bastığın kâfi değil mi bunca yıl mantara Türk



Cevher-i milliyyeni soymuş harami, Kâbe’de

Cehle gömmüş ruhunu, sonra aratmış türbede

Öyle aldatmış ki teslimiyyetin bî-arbede

Sersem etmiş halkı döndürdükçe curnalcı dede

Ehl-i ....’ten hazer kıl, çünkü benzer mâra Türk



Hangi sem’iyyet olursa girme taktırma yular

Goncası milliyetin ağyâr elinde tez solar

Hür yaşa bak yadigârı ceddinin şu ordular

Karşısında İ’tilâf orduları zor durdular

Düşmanı teshîr eden başındaki mehpâre Türk



Dinlemem bir kimseyi, fikrim, kararım kendimin

Âsmânım kendimin, leylim, nehârım kendimin

Medd ü cezrim kendimin, ka’rım, kenarım kendimin

Çember-i devrâna hâkimdir, medârım, kendimin

Sırrımı fâş etmedim bî-intihâ âsâra Türk



Bu eserler inkılâbın ekmeliydi şüphesiz

Türkün istikbali ondan münceliydi şüphesiz

Tuttuğun el-Gazi-i müncî eliydi şüphesiz

Âkil-i ferdâne-bîna meş’âliydi şüphesiz

Secde eyler âsmânlar şemsini ikrara Türk



İstanbul - 1929



HEKİMLERE NAZ



Bir hazâkatzedeyim midemi tıp tepti benim

Kırk katır tepse yıkılmazdı şu aciz bedenim



Kapladı her yanımı sancı, elem, ağrı, bere

Bir mezar oldu cihan, sanki etibbâ haşere



Hastane sanarak yok yere girdim çıktım

İbret aldım oralardan ve canımdan bıktım



Avnî’min himmeti erdi yine imdadımıza

Hâtime çekti bir el nâle vü feryadımıza



Kalmamıştır gibi aciz bedenimde bir şey

Yaşasın sine-i millete Hasan Vasıf Bey





CANAN’ A

Sevdalı akşamlar tekin değildir

Pek dolaşma gönül viranesinde

Gururlu güneşler boyun eğildir

Şaka yoktur aşkın efsanesinde



Çok mutlu yıldızlar çıktı çığırdan

Farkı yoktur aşıkların sağırdan

Önce dumanları başlar ağırdan

Şaka yoktur aşkın efsanesinde



İhtimal vermezsin, hem inanmazsın

Ateşler sarmıştır, sen uyanmazsın

Mest olduktan sonra artık yanmazsın

Gönlüm gibi hikmet peymânesinde



Taptığın mihraplar çöker bir anda

Her şey olmuş bitmiş gibi meydanda

Tutuştu çırağlar, sevda devranda

Yanıyorum sazın teranesinde



Bir serseriyim ki dur aman bilmem

Kalbinden başka hiçbir mekân bilmem

Gök kandil olmuşum, âsumân bilmem

Bir mazi gözlerin meyhanesinde



Karanlık zülfünü bir görmek için

Göz kanat olmuştum cin melek için

Bana yeter artık buselik için

Hatıra telleri dil şânesinde



Gönül rebâbında olamaz düzen

Aşkım bu yıldızı yüzünden süzen

Buluşuruz yarın geceye Neyzen

Cananın kalbinde, gam lânesinde



İstanbul 1923





VARLIĞIM



Ruhumda sunduğun mukaddes günah

Kanımda ateşten bir şarap oldu

Sevdanın şimşeği çakınca gönlüm

Nağmesi alevden bir rebâb oldu



Gökyüzü yıkıldı, yıldızlar söndü

Güneş hiç doğmadı, ay geri döndü

Kâinat kayboldu hiçe büründü

Aşkından başkası hep harap oldu



O hırçın hayalin ey sarhoş melek

Serencâm besteler bana gülerek

Son gece verdiğin zehirli çiçek

Hicranlar şerh eden bir kitap oldu



Vefasız tali’im bir kara kaya

Yalvardım, söylettim bu sırrı naya

Varlığım yok oldu gün saya saya

İçinden çıkılmaz bir hesap oldu



1923





ÖLÇÜ



İtimadım belki kalmıştır diye insanlığa

Günde bir kere şeytan kalbimi yoklar benim

Bizde vicdani telâkkiler bu yolda ölçülür

Zevk alır görse perişan hâlimi toklar benim

Cavidanî sözlerim sanma isabet eylemez

Saplıdır kalb-i hedefte attığım oklar benim

Her.... benzerdi bin bir Apis’li mabede

Heykel-i Fir’avn’e döndü ....ğım ....lar benim

Ezkaza bir lokma et yersem hayalen, vergici

Rüzgâr altından geçerken zartamı koklar benim



1946



ŞEKSPİR



Şekspir’ in bütün âsârını değil, birine

Feda imiş Britanya o hikmet-efserine



Ne muhteşem, ne derin bir mehâbet-i takdir

Yeter bu İngilizin ilme aşkını tasvir



Revân eder acı sözlerle tayf-ı hikmetini

Bu serzeniş ile sezmiş vatan muhabbetini



1921



İSTANBUL RADYOSUNDA MUSİKÎ



Tüylerim ürperiyor duydukça

Musikî namına zillet şu sazı

Yurdumuzdan azametle yayılır

Cehlin âfâk-ı cihana avazı

Okuyuşta daha hâlâ tecvit

Ağzına .... madrabazı

Telsizin işlemesinden maksat

Çıksın üç beş .... boğazı

Radyodan her gece garbın yüzüne

Geyirir zannederim bir yobazı



BİLİR



Hakikat çıkması şu kahpe dünya,

Bu çok kısa yoldan dönenler bilir;

Bu yolun sırrıdır fırsatlar, sevda,

Tutuşup parlayıp sönenler bilir.



Aldana aldana gevredi dinim;

Kalmadı düşmana, feleğe kinim;

Doğruyu söylersem çarpar yeminim;

Bu cengi, pusuya sinenler bilir.



Durma sor halini, hastanın, sağın;

Tabii solacak gülleri bağın;

Hayatın içini, kara toprağın

Üstünden altına inenler bilir.



Geniştir, ölçülmez hayalin çölü;

Karşımda her diri söylenen ölü;

Çok güçtür geçmesi bu sakar gölü;

Dümensiz gemiye binenler bilir.



GÖNLÜMÜN MEYHÂNESİNDEN HİTAP !



Dinleyen her zerreye bin bir hitâbım var benim,

Kâinât isminde hiçden bir kitâbım var benim!

Ya hitâbımdan okursun, yâ kitabımdan beni,

Yazdığım efsânede on altı bâbım var benim!

Hey’etimde müttefik mağrıbla maşrık, veçhe yok;

Gayr-i mer’î zerrede bin âftâbım var benim!

Hüsn-i mutlak bir yudumda kendini gayb eyledi,

Gönlümün humhanesinde böyle nâbım var benim!

Varlığımdan intihâsızlık terennüm eyliyen

Bezm-i hiçide adem adlı rebâbım var benim!

Neşvemiz bî-ibtidadır işvemiz bî-intihâ,

Böyle bir sâkiye candan intisâbım var benim!

Meyve-i memnua’dan çekmiş bizim pîr-i mugân,

Neyzen’im, gönlümde bin bir küp şarâbım var benim!



1944 İstanbul



YOBAZ



Bir güneş görmesi kaabil değil erbâb-ı dile,

Kaplamış sis gibi etrafı gürûh-ı hazele;



.... ümmet denilen şu haşere

.... dır bence huzûr-i beşere.



Cennet’i fasl-ı taharet iledir isbatı,

Sanki yutmuş gibidir mebhas-ı kazuratı,



Yakışır şekline timsâl-i fezayih dense,

Bir yıkık eski kenef künküne benzer ense.



Koku aldıkça koşar hırs ile mevtâ peşine,

Benzemiştir yüzü sırtlan derisinden meşine.



Sû-i hazım olsa gerek bilmediği varsa onun,

Midesi iskele sanki odun oğlu odunun !



Ankara 1923



GEÇERİM



Geçen gençlik günlerine yanmıyan

Yok gibidir, bense bakar geçerim.

Yoku vara, varı hiçe gömerek

Her solukta bir gam yakar geçerim.



Durulmadı gitti belirsiz başım,

Kardaşımdan başka herkes kardaşım.

Kader, zaman, kader, hicrân yoldaşım,

Dertli ırmak oldum, akar geçerim.



Devrin siyâseti pek saçma sapan,

Pişirdiği pazarlıklar çok yavan,

Matbu’atın ocağında kaynayan

Kazanlara bir kulp takar geçerim.



Araştırdım hakiykat notlarında,

Yok bir ma’na dehrin vur tutlarında,

Şi’rimdeki duygu bulutlarında

Bir şimşeğim, hicrân çakar geçerim.



Göz kapamam hiç bir Tûr’un nûruna,

Perde açtım İsrâfil’in sûruna,

Kalbimdeki yanan aşkın uğruna

Cehennemi yakar yıkar geçerim.



Anladın mı beni yakan o piri ?

Neyle meyle bak ne yaptı fakîri

Ebedleri kucaklıyan esiri

Ma’na gibi deler, çıkar geçerim.



Bulamazsın cevherimi bir kânda,

Gömülüyüm bir mukaddes nihânda,

Gönlümdeki ışığımla bir anda

Yüz bin Leylâ sever bıkar geçerim.



Neyzen gibi serserinin fakîyr’in

Mihrâbıyım içindeki zamîrin,

Men-Rabbüke diyen Münkir, Nekir’in

Defterini dürer, tıkar geçerim.



Tıp Fakültesi Hastahanesi 1337



HAYATIMDA



Ne başım var, ne kıçım var, be felek

Tıpkı .... çevirdin beni!

Kurtulamadım gitti anha minhâdan,

Şu son siyâsete çevirdin beni.



Sağlıkta minhetle hasr-ü neşroldum,

Ölen umudlara teneşir oldum,

Mezar taşları ile dertleşir oldum,

Âyân’ da hey’ete çevirdin beni!



Mezhebimde haham, papaz, hocalar,

Orsa pupa, yalpalayıp bocalar,

Her gören bir âletimi kurcalar,

Pirsiz bir san’ata çevirdin beni!



Aşkın perisine attım sazdan ok,

Ta kalbime düştü, yalvardı pek çok,

Benden başka yarasını saran yok.

Sevdâlı gurbete çevirdin beni.



Şahikâ mı hiç bir bulut yürümez?

Kalemim de her nükteyi sürümez,

Hürmet eder herkes, lâkin el sürmez,

Kâ’be’den sirkate çevirdin beni!



Kimim, neyim? Yok sırrımı bir bilen,

İster yaşa, ister öl, ister dilen.

Avrat pazarında yanlış işliyen.

Akrepsiz saate çevirdin beni!



Züğürtlükten her tarafım kanadı,

İflâs etti .... im, dibe kaynadı.

Başım başka kıçım başka oynadı,

Ta.aksız şehvete çevirdin beni.



Ne tutan var, ne çatan, ne kaışan,

O meyhâne bu kerhâne Pötişan,

Erenlerin kapısında dolaşan,

Neyzen adlı ite çevirdin beni!



Tıp Fakültesi Hastahanesi 1337



NOKTA



Şu yola kırk senedir attım adım,

Daha hâlâ beni ben anlamadım.



Aklımın erdiği bir şey varsa,

Fikrim eb’ad-ı hayâli yarsa



Cezr-ü medlerle, ebedle ezele

Varmış olsam o reh-i lem-yezele.



Bana rehber olacak şû’le, adem,

Ademin şû’lesi hiçî der isem



Bunca varlık ki benim meşhûdum

Nur-ı aşkınla bütün mescûdum.



Ve ademden edişim acze rücû,

Saçıyor pîşîme milyarla tulû.



Her tulû’un şeb-i bîdârından,

Şu fezâüâ-yı hafâ-bârından.



Yağıyor bunca serâir güneşi.

Yakıyor aczimi hayret ateşi.



Aczimin de buna âciz kalışı,

Der demez meselenin geldi başı;



Halleder noktayı aklen, hissen,

Bunu tekrar okuyup dikkat eden.



Tıp Fakültesi Hastahanesi-Haydarpaşa,1337



NEYZEN’İN ŞARKILARINDAN



Derdinle gönül derdime dert katarak her gün

Neşe ile avundum da gönül gülmedi bir gün

Çılgın geçecek sandığım hep günlerim ölgün

Yadınla harap, dert ile ortak gönül her gün



Deli gönlümü sana verdiğim akşam

Kanmadan zevkine geçti de akşam

Şimdi viran kalan o bahçelerde

Derdi verir gönlüme, derdin her akşam



Gitti gelmez gönül virane kaldı

Ne sabr u mecal var, ne takat kaldı

Yadınla teselli bahane kaldı

Gitti gelmez, gönül virane kaldı.



EŞŞOLU



Ne için boş durursun

Çalış eşşolu, eşşolu

Yiyecek yok mu dedin ha

Alış eşşolu, eşşolu



Anırıp durma çemende

Ara bul ilim ile fende

Olma bir .... sen de

Karış eşşolu, eşşolu



Uyuyan menzili bulmaz

O balın gülleri solmaz

Topal eşşekle olmaz

Yarış eşşolu, eşşolu



Bırakıp kîl ile kâli

Unutup ol emr-i muhali

Sana dargın ise vali

Barış eşşolu, eşşolu.



KOŞMA



Hicrân kucağında tuttuğun sırdaş,

Çağlamış, bulanmış, durulmuş olsun,

Sözüne, sazına güven de yanaş,

Kulağı ezelden burulmuş olsun.



Boş kafa gezdiren seyyahlar gibi

Keşkülünün delik çıkmasın dibi,

Ârifden anlasın seçsin garibi,

Hakiykat yolunda yorulmuş olsun.



Taban tepmiş olan hak kervânında,

Dostunu konutlar tatlı canında,

Koçlar gibi duran pir meydanında,

Aslanlar yurdunda kurulmuş olsun.



Gel dese de bakmanakas aşına,

Bir fırsat arar da kakar başına,

Dostun namerd dehrin mihek taşına,

Felâket pazarında vurulmuş olsun.



Duysun aşkın elindeki rebâbı,

Okunsun, alnında çille kitabı,

Neyzen gibi günahının hesabı,

Mezara girmeden sorulmuş olsun.



Çemberlitaş, 1908

neyzen tevfik

Tevfik, 24 Mart 1879 pazartesi günü Muğla'nın Bodrum ilçesinde dünyaya gelmiş. Babası Hasan Fehmi bey aslen Samsun-Bafra ilçesine bağlı Kolay Beldesindendir. Kolaylı soyadı da buradan gelir. Babası Soyadı kanunu çıkınca memleketinin ismini soyisim olarak almıştır.Babasının Kolaylı olmadığı Kolay'da görev yaptığı gibi yanlış bilgiler ortada dolaşmaktadır. Aksine Neyzen Tevfik'in babası Bafra Kolay'lıdır, Neyzen doğduğu esnada Bodrum'da Rüştiye ( Ortaokul ayarında) öğretmenliği yapmaktadır.




Hasan Fehmi Bey, aydın düşünceli, kültürlü, müzikten anlayan, sanatsever ve nükteci bir insan. Anlayışlı, hoşgörülü ve hepsinden önemlisi de sevgisini açığa vurmaktan kaçınmayan bir baba. Annesi Emine Hanım'ın kişiliğine, öğrenim durumuna ilişkin hiçbir şey bilmiyoruz. Ama Neyzen'in "anamın ve babamın güzel yüzlerindeki riyasız, mâsum insanlık ifadesi" sözlerinden onun da anlayışlı, sevecen ve hoşgörülü bir kişi olduğu söylenebilir. Bütün bunlardan dengeli bir aile ortamında büyüdüğü anlaşılıyor.



Birde kardeşi vardır. Ahmet Şefik Kolaylı. İstiklal savaşından sonra Şefik bey Pendik Bakteriyolojihanesine müdür olarak atanmış ve bu görevde 1939 yılına kadar katılmıştır.1939 – 1945 yıllarında Tarım Bakanlığı teftiş heyetinde çalışmış, 1946-1951 yıllarında Tarım Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığında bulunmuştur.

Şefik Bey’in sığır vebası , tavuk kolerası aşısı , antraktsa teşhis çiçek aşısı Anadolu keçilerinin plöro-paömonisi konularında çalışmaları vardır.

Bakteriyolog Ahmet Şefik Kolaylı, ağabeysi Neyzen Tevfik’e onun anılarına ve eserlerine büyük önem vermiştir. Türk Ansiklopedilerinin hepsinde bugün neyzen Tevfik Kolaylı’nın adı bulunuyorsa, bu başarıda , ansiklopedilerimizde adı olmayan Şefik bey’in payı büyüktür. O, bütün hayatı boyunca Neyzen’in koruyucu mesleği olmuştur.



Neyzen Tevfik'in çocukluğu Bodrum'da ailesi ile beraber geçmiştir. Neyzen Tevfik, daha sonraları hayatında önemli yer tutacak bazı olayları Bodrum'da yaşamıştır. Bunlardan biri Neyzen Tevfik'in Sara hastalığının sebebi ile illgilidir.



Neyzen yedi yaşında iken, Muğlalı Kel Mülâzım Hüseyin Ağa müfrezesinin kent çarşısında, eşkıyaların kesik başlarını halka gösterirken Neyzen Tevfik'de orada bulunur. Bu görüntü onun hayalinden silinmez ve Urla'da başlayacak olan Sara nöbetlerinin tetikleyicisidir.



Olayı bir de Neyzen Tevfik'in ağzından dinleyelim.



Neyzen anlatiyor ; "Okula yeni baslamistim,bir aksam paydos olmus,ben babamla beraber eve gitmek üzre yola koyulmustum.Tam çarsi hizalarina geldigimiz sirada uzaktan gelen davul,zurna sesleriyle durakladik.Ben daha o yasta musikinin tutkunu,çilginca düskünüydüm.Babami elinden çekerek çalgi seslerinin geldigi tarafa dogru adeta sürüklüyordum.Nihayet alayin ucu Köskiçi meydaninda göründü.Biraz daha yaklasinca zurna ve lavtalarin ahengine tempo tutan davul tokmaklari sanki hep birden kafama inmeye baslamisti.Yaklasan kalabaligin ellerinde on,on bes sirik,siriklarin ucunda da kesik insan kafalari vardi.Gözlerim dehsetle yuvalarindan firlamis ve ben çigligi basmistim.Sasiran babam, güya o feci manzarayi bana daha fazla göstermemek için önünde durdugumuz demirci dükkaninin içine dalivermisti.Oysa olan olmus ve çocuk ruhumda müthis bir kasirga kopmustu.Eve,dinmeyen titremeler içinde getirildim ve ve birçok korku ilaçlarindan geçirildim.Fakat yazik ki bilincimin bir burcu göçmüs,akil tahtamin bir çivisi demirci dükkaninda düsüp kaybolmustu." Bundan sonra Neyzen'de olagandisi bir durgunluk baslamis ve durum birkaç yil sonra babasinin memurlugunun nakledildigi Urla'da "sara nöbetleri" halinde uzun süre devam etmistir.Annesi tarafinda tedavi için Istanbul'a getirilmis,fakat ne doktorlardan,ne de hocalardan yararlanilamamistir.





Neyzen Tevfik ile babasının uğrak yeri Tepecik cami yakınındaki kahvedir. Tevfik, o kahveye gelen dervişlerin üflediği neye vurulur, ney üflemek ister. Ancak babası Hasan Fehmi Bey, yedi yaşındaki oğlunun öğrenim hayatını olumsuz etkiler düşüncesi ile buna izin vermez.



Avram Galanti, ( Yahudi asıllı Türk eğitimci, siyaset adamı ve Türk milliyetçisi.4 Ocak 1873'te Bodrum'da doğdu. 1961 yılında İstanbul'da vefat etti. 1915 ile 1933 yılları arasında Darülfünun'da eğitimci ve profesör olarak çalıştı.) Tevfik'in kendi yaptığı düdükleri okulda çalarak çocukları etrafına topladığını belirtir.



Neyzen Tevfik'in şiire olan ilgisi de Bodrum'daki çocukluk yıllarına rastlar. Dönemin gezgin saz şairlerinden "Leylâ İle Mecnun", "Tahir İle Zühre", "Arzu İle Kamber", "Ferhat İle Şirin"... gibi halk hikâyeleri Neyzen’de şiire karşı olan ilginin başlangıcıdır.



Onüçündeyken, 1892'de, babasının "Urla Rüştiyesi"ne atanması üzerine, ailesiyle birlikte Urla'ya gider. Bir yıl sonra, usta bir neyzen olan Berber Kâzım'la tanışır ve ondan ney dersleri almaya başlar. 1893 de, ilk sar'a nöbetini geçirir. Aile büyükleri, bunu neyin etkileyici sesine bağlayarak onu bu tutkusundan vazgeçirmeye çalışırlar, bu arada okulu bırakmak zorunda kalır. Annesi ile İstanbul'a gider ve altı ay sonunda Pepo adlı bir doktor hastalığını kontrol altına almayı başarır. Gerekli ilaçları verir ve "Neyzen'in üzerine gidilmemesini ve en çok hoşlandığı şeyleri yapmasına izin verilmesini" tavsiye eder. Ve öyle de olur. Öğrenimine ara verir, gönlünce gezip tozmaya ve neyi ile ilgilenmeye başlar.

Biraz düzelen Tevfik'i babası, bir yıl sonra ve son bir umutla, yatılı olarak "İzmir İdadisi"ne ( lise) verir. Ancak sar'a nöbetleri yeniden başlar ve böylece okulu bırakır. Neyzen Tevfik, neyini koltuğunun altına sıkıştırdığı gibi İzmir Mevlevihanesi'nin yolunu tutar.



O yılların İzmir'i sürgün yeridir. İstibdat (despotluk) yönetimi rahatsızlık duyduğu aydınları oraya gönderir. İzmir Mevlevihanesi de onların uğrak, dahası toplanma yeri gibidir. Neyzen Tevfik burada Tokadizade Şekip, Tevfik Nevzat, Ruhi Baba, ve Şair Eşref gibi pek çok ünlü isimle ile tanışır. Onlardan Türkçe'nin yanı sıra Arapça ve Farsça dersleri alır. Şair Eşref yalnızca dostu ve hocası olarak kalmayarak ona hicvin kapılarını da açacaktır. İlk şiiri bu günlerde, 13 Mart 1898'de Muktebes dergisinde yayımlanır.



Ondokuzundayken, 1898'de, babası medrese öğrenimi için, İstanbul'a gönderir onu. Fethiye Medresesi'ne yerleştirir. Ama Neyzen Tevfik, zamanını daha çok Galata ve Yenikapı mevlevihanelerinde geçirir. Bu arada Mehmet Akif Ersoy'la tanışır. Akif, dönemin seçkin müzisyen ve edebiyatçıları ile tanışmasını sağlar. 1901 yılında, medrese giyimi olan cüppe ve şalvar yerine Akif'in verdiği setre pantolonu giymesi, akşamları medrese dışında kalması ileri-geri konuşmalara yol açınca, Fethiye Medresesi'nden ayrılır.Önce Fatih'teki Şekerci Hanı'na, sonra da Çukurçeşme'deki Ali Bey Hanı'na yerleşir. Bu arada babasını tanıyan ve daha sonra Şeyhülislam da olan Musa Kazım Efendi onu kendi derslerine kabul eder.



Onun sayesinde Neyzen Tevfik, Ahmet Mithat Efendi, Muallim Naci, Şair Şeyh Vasfi gibi edebiyatçılarla tanışır. Mehmet Akif'le dostluğu sürmektedir. Neyzen, Akif'e ney öğretir; Akif ise Neyzen'e Arapça, Farsça ve Fransızca.



Dost çevresi içinde artık İbnülemin Mahmut Kemal, Tevfik Fikret, Uşakizade Halit Ziya, Ahmet Rasim, Tanburi Cemil, hacı Arif Bey, Yunus Nadi de vardır.



1900 yılında, gramofon ticaretini ilk yapanlardan Gülistan Plâk Mağazası sahibi Hâfız Âşir Bey'le bir plâk doldurma girişimi olur. Neyzen aşırı içkili olduğu için güçlükle doldurulan plâklar yine de basılıp piyasaya verilmiştir. 1949'da yayımlanan Azâb-ı Mukaddes'e yazdığı önsözde belirttiğine göre, "yüze yakın plâk" doldurmuştur.



Dönemin önde gelen ailelerince köşk, yalı ve konaklarına çağrılan, dahası saray çevresine bile sokulan bir neyzendir artık.

Öte yandan istibdata karşı olan gençlerle Sirkeci'deki İstasyon Gazinosu ve Güneş Kıraathanesi'nde bir araya gelir; yurt sorunlarına ilişkin ve istibdat karşıtı konuşmalar yaparlar. Güneş Kıraathanesi'ne gelip gidenlerden Ziya Şakir, bir gün, sözü Eşref'ten açıp Jön Türk hareketinin önderlerinden Ahmet Rıza'ya getirerek Neyzen Tevfik'i konuşturur; tüm düşüncelerini öğrenir. Ardından da ihbar eder. Gözaltına alınır ve sıkıntı dolu bir sorgulamadan geçirilir. Bu arada, daha önce tam otuz beş kez jurnal edilmiş olduğunu öğrenir. On beş gün sonra da salınır. Ama artık mimlenmiştir ve hafiyeler peşindedir. Zarar veririm endişesi ile arkadaşlarından uzak durur. Kendini Beyoğlu meyhanelerine atar. Bu esnada Sütlüce Bektaşi Tekkesi'ne devam ederek Şeyh Mümin Baba'dan nasip alır. Siyasi baskı iyice artmıştır. O da pek çok Abdülhamit karşıtı gibi yurt dışına gitmeye karar verir. Kendi anlatımı ile "1319 (miladi 1902) senesi kânunusânisinin (Ocak) 13'üncü Perşembe günü Mesajeri vapurunun güvertesine postu sererek" Mısır'a doğru yola çıkar. En yakın arkadaşlarından Şair Eşref'te oradadır.



Neyzen Tevfik'in Mısır'da geçen yıllarına ilişkin olarak gerçekle gerçek olmayanı birbirinden ayırmak neredeyse imkansız. Ama geçimini neyi ile sağladığını ve hicvetmeye devam ettiği biliniyor. Mısır’da bir arkadaşı ile Neyzenler Kahvehanesi açıp işletir. Özbekiye Saz Bahçesi'nde çalarken plâk da doldurur. Jön Türklerle ilişkili, bir dost toplantısında sarhoşlukla tabancasını ateşlediği ve duruşmada yargıca "haksızlık yapıyorsunuz" dediği için altı ay hapse mahkûm edilir. Ancak yaptığı itiraz kabul edildiği için bir buçuk ay yattıktan sonra özgürlüğüne kavuşur. Feride adlı Lübnanlı bir kadınla iki ay birlikte yaşar. II. Abdülhamit için yazdığı "Abdülhamid'in Ağzından Bir Nutk-ı Hümâyun" adlı hicvini İstanbul Kıraathanesi'nde okuyunca tutuklanmak istenir. Çevrenin işe karışması ile kurtulur. "Türk Aydınlarının Mısır Hidivi Hakkındaki Düşünceleridir" başlığı ile gazetelerde yayımlanan yazı nedeniyle hakkında tutuklama kararı verilir. Kurtulmak için "Kaygusuz Sultan" adlı bektaşi tekkesine sığınır...



II. Meşrutiyet'in ilânıyla da Mısır'dan ayrılır, İzmir'e döner. Ardından da İstanbul'un yolunu tutar. Kendi anlatımı ile 'Devr-i dilâra-yı meşrutiyet'in ilânından tam 28 gün sonra, 8 Ağustos 1324'te (1908) Sirkeci rıhtımına ayak basar.



Çemberlitaş'ta bir han odasına yerleşen Neyzen Tevfik'in "ilân edilen hürriyet"le karşılaşması pek de parlak olmaz. Seyretmek için gittiği ve Ferah Tiyatrosu'nda sergilenen "Sabah-ı Hürriyet" adlı oyunun İttihat ve Terakki'ce yasaklanması üzerine yaptığı konuşma yüzünden tutuklanır. Kısa bir süre sonra serbest bırakılır.



Neyzen Tevfik 1910 yılında "sarıklı bir zâtın kızı olan Cemile hanımla", kardeşinin ve babasının karşı çıkmasına karşın, annesinin ısrarı ile evlenir. Bir kızı olur. Ancak yürümeyen evliliği, kızı Leman henüz üç aylıkken kayınbabasının eşini alıp götürmesiyle son bulur.



Birinci Dünya Savaşı yıllarında, Askeri Müze'nin kurucusu Muhtar Paşa'nın emrinde ve Mehterbaşı olarak askerlik yapar. Düzenle başı hoş olmayan Neyzen Tevfik'in askerliği de kendincedir. Herhangi bir meseleden Muhtar Paşa ile kavga eder ve çıkar gider. İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevat Bey, sık sık yinelenen bu kavgalarda araya girer ve Muhtar Paşa ile Neyzen'i barıştırır.



Dönemin Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın yalısında Mehter takımının verdiği konseri izleyen Almanya'nın Romanya'daki kuvvetlerinin komutanının ilgisini çeker. Bazı kaynaklara göre onun çağrılısı olarak Romanya'ya gider. Romanya'da piyano eşliğinde konser verir.



1919 yılında, ilk kitabı Hiç'i yayınlanır.



1923'de Ankara'ya gider ve kardeşi Şefik Kolaylı'nın yanında 4-5 ay kalır. Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı ve Mustafa Kemal'i yücelten şiirler yazar. Cumhuriyet devrimlerine bağlı, onları savunan bir şairdir artık. Geçmişe, geçmişin kalıntılarına karşı acımasız bir savaşıma girişir.



1924 yılında, arkadaşı Hasan Sâit Çelebi'nin de yardımları ile yazdıklarını Azâb-ı Mukaddes adı altında forma forma yayımlamaya kalkışır. Ancak girişim başarılı olmaz. İki formadan sonra noktalanır.



1926 yılında Atatürk'le tanışır.



1927 yılında sa'ra nöbetleri ve alkol yüzünden artık sık sık gideceği Toptaşı Tımarhanesi ve Zeynep Kâmil Hastanesi'nde tedavi görmeye başlar.



1928 yılında Dresden Opera Müdürü Kurt Schtringler ile tanışır. Ney çalışına hayran kalan Opera Müdürü Neyzen Tevfik'i yücelten sözler söyler. Aynı yıl, eski dostu Mehmet Akif'i görmek için tekrar Mısır'a gider. Bir yıla yakın bir süre yanında kalır.



30 lu yıllarda, ekonomik destek olsun diye, Vali ve Belediye Reisi Muhiddin Üstündağ'ın girişimi ile Konservatuvar'da görevlendirilir. 40 lı yıllarda doktoru olduğu kadar dostları da olan Mazhar Osman ve Rahmi Duman'ın aracılığı ve Valiliğin oluru ile Bakırköy Akıl Hastahanesi'nin 21 nolu koğuşu ona ayrılır. İstediği zaman gelir, yatar, dinlenir ve çıkar gider. Rahmi Duman, Neyzen Tevfik'le ilgili şunları yazmış; "Onu yakinen tanımak mazhariyetine 1932 de erdim. O tarihte genç bir asistan olarak Bakırköy Akıl Hastahanesi'ndeki 18 numaralı serviste (ehline) açmış olduğu şiir ve felsefe kürsüsünün hevesli ve usanmak, yılmak bilmeyen bir talebesi olmuştum."



9 Mart 1946'da, basın yararına düzenlenen bir konserde çalar. Yaptığı taksimlerle izleyicileri büyüler. Konser öncesi neyini merak edenler, konser sonrası onu dinlemenin bir şans olduğunu dile getirirler.



1949 yılında, dostlarından İhsan Ada, Neyzen Tevfik'in eserlerini, onun gözetimi altında, Azâb-ı Mukaddes adı ile kitaplaştırır.



1951 yılında Onu Affettim* adlı bir filmde önemli bir rolde gözükür. Ağlayan Şarkı adlı bir başka filmde ise, Suzan Yakar'la oynar.



1952 yılında, arkadaşlarının ısrarı ile Şehir Komedi Tiyatrosu'nda jübilesi yapılır.



1930'larda İstanbul Belediye'sinin bağladığı yardım aylığını saymazsak Neyzen'in düzenli bir geliri hiç olmaz. Neyzen Tevfik'in söylenceleşen yaşamı 28 Ocak 1953'te son bulur. Cenaze namazı Beşiktaş'ta Sinan Paşa Camii'nde kılınır. Caminin avlusundan taşan kalabalık; ana caddeleri, kahveleri, yolun karşısında ki Barbaros Bulvarını doldurur. Memurların, profesörlerin, ileri gelenlerin yanı sıra kılıklarına çeki düzen vermeye çalışmış sarhoşlar, sokak serserileri ve bin bir çeşit insan bir arada uğurlarlar Neyzen'i bilinmeyene. Kim bilir belki de hiçlikten hepliğe..

15 Mart 2010 Pazartesi

ÖMER HAYYAM.RUBAİLER

ÖMER HAYYAM


İranlı şair ve bilgin (Nişapur 1044.ay.y 1123/1136). Hayatı, gençlik yılları kesinlikle bilinmiyor. Elde bulunan eserlerinden, hayatıyla ilgili olayları anlatan bazı kitaplardan, mantık, felsefe, matematik ve astronomi konularında çalıştığı, bu alanlarda düzenli bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Hayyam ("Çadırcı") takma adını, atalarının çadırcılık yapmaları yüzünden aldığı söylenir. Ömer Hayyam, zamanında daha çok bilgin olarak ün kazandı. İran'ın, Selçuklular yönetiminde olduğu bir çağda yetişen Hayyam, Horasan ülkesindeki büyük şehirleri, Belh, Buhara ve Merv gibi bilim merkezlerini gezdi, bir ara Bağdat'a da gitti. Zamanının hükümdarlarından, özellikle Selçuklu sultanı Melik şah ve Karahanlılardan Şemsülmülk'ten büyük yakınlık gördü. Saraylarında, meclislerinde bulundu. Reşidüddin'in "Cami-üt-Tevarih" adlı eserinde anlattığına göre Nizamülmülk ve Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ile okul arkadaşıydılar.

Gerek Hayyam'ın zamanında, gerek sonraki çağlarda yazılan kaynaklarda çağının bütün bilgilerini edindiği, o alanlarda derin tartışmalara girdiği, fıkıh, ilahiyat, kıraat, edebiyat, tarih, fizik ve astronomi okuttuğu yazılıdır. Ebu'l Hasan Ali El-Beyhaki onun çok bilgili bir kimse olduğunu, fakat müderrislik hayatının pek başarılı olmadığını bildirir. Ayrıca Zemahşeri ile uzun boylu tartışmalara giriştiğini, onun derslerine bile devam ettiğini, Zemahşeri'yi, bilgi bakımından beğendiğini yazar.

Hayyam'ın fizik, metafizik, matematik, astronomi ve şiir konularında değişik eserleri vardır. Bunlar arasında İbni Sina'nın Temcid (Yücelme) adlı eserinin yorum ve tercümesi de yer alır. Zamanında, bir bilgin olarak ün kazanan Ömer Hayyam'ın edebiyat tarihindeki yerini sağlayan, sonraki yüzyıllarda da doğu İslam dünyasının en büyük şairlerinden biri olarak anılmasına yol açan Rubaiyat'ıdır (Dörtlükler). Ömer Hayyam, İran ve doğu edebiyatında rubai türünün kurucusu sayılır. Sonraları aralarına başkalarının eserleri de karışan bu rubailer iki yüz kadardır. Hayyam, oldukça kolay anlaşılan, yumuşak, akıcı, açık ve seçik bir dil kullanır. Şiirlerinde gerçekçidir. Yaşadıkları, gördüklerini, çevresinden, zamanın gidişinden aldığı izlenimleri yapmacığa kapılmaksızın, olduğu gibi dile getirir. Ona göre, gerçek olan yaşanandır, dünyanın ötesinde ikinci bir dünya yoktur. İnsan, yaşadıkça gerçektir, gerçek ise yaşanandır. En şaşmaz ölçü akıl ve sağduyudur. İnsan bir akıl varlığıdır. Gerçeğe ancak akıl yolu ile ulaşılabilir.

Onun şiirinde zamanın haksızlıkları, softalıkları, akıl almaz saçmalıkları ince, alaylı, iğneleyici bir dille yerilir. Dörtlüklerinin konusu aşk, şarap, dünya, insan hayatı, yaşama sevinci, içinde bulunduğumuz geçici dünyanın tadını çıkarma gibi insanla sıkı bir bağlantı içinde bulunan gerçek eylem ve davranışlardır. Şiirlerinde işlediği konulara, çokluk felsefe açısından bakar. Aşk, sevinç, hayatın tadını çıkarma, Hayyam'a göre vazgeçilmez insan duygularıdır, insan hayatının ana dokusu bunlarla örülüdür. Bazı dörtlüklerinde filozofça derin bir sezgi, açık ve seçik bir insan severlik duygusu, gösterişten, aşırılıktan uzak bir yaşama anlayışı görülür. Hayyam kendisinden sonra gelen pek çok şairi etkilemiş, rubai alanında tek örnek olarak benimsenmiştir. Batı ülkelerinde adına bir çok dernek kurulmuş, rubaileri bütün bati dillerine, bu arada birçok defa Türkçe’ye Rubaiyat-i Hayyam, Hayyam'ın Rubaileri, Ömer Hayyam ve Rubaileri, Dörtlükler adı altında tercüme edilmiştir.









1.

Ey özünün sırlarına akıl ermeyen;

Suçumuza, duamıza önem vermeyen;

Günahtan sarhoştum, ama dilekten ayık;

Umudumu rahmetine bağlamışım ben.

2.

Büyükse de isyanım, kötülüklerim,

Yüce Tanrı'dan umut kesmiş değilim;

Bugün sarhoş ve harap ölsem de yarın

Rahmete kavuşur elbet kemiklerim.

3.

Tanrım bir geçim kapısı açıver bana;

Kimseye minnetsiz yaşamak yeter bana;

Şarap içir, öyle kendimden geçir ki beni

Haberim olmasın gelen dertten başıma.

4.

Rahmetin var, günah işlemekten korkmam;

Azığım senden, yolda çaresiz kalmam;

Mahşerde lutfunla ak pak olursa yüzüm

Defterim kara yazılmış olsun, aldırmam.

5.

Derde gama yatkın yüreğime acı;

Bu tutsak cana, garip gönlüme acı;

Bağışla meyhaneye giden ayağımı,

Kızıl kadehi tutan elime acı.

6.

Akıl bu kadehi övdükçe över;

Alnından sevgiyle öptükçe öper;

Zaman Usta'ysa bu canım nesneyi

Hem yapar hem kırıp bin parça eder.

7.

Ey zaman, bilmez misin ettiğin kötülükleri?

Sana düşer azapların, tövbelerin beteri.

Alçakları besler, yoksulları ezer durursun:

Ya bunak bir ihtiyarsın, ya da eşeğin biri.

8.

Her sabah yeni bir gün doğarken,

Bir gün de eksilir ömürden;

Her şafak bir hırsız gibidir

Elinde bir fenerle gelen.

9.

Dünya dediğin bir bakışımızdır bizim;

Ceyhun nehri kanlı göz yaşımızdır bizim;

Cehennem, boşuna dert çektiğimiz günler,

Cennetse gün ettiğimiz günlerdir bizim.

10.

Yaşamanın sırlarını bileydin

Ölümün sırlarını da çözerdin;

Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok:

Yarın, akılsız, neyi bileceksin?

11.

İçin temiz olmadıksan sonra

Hacı hoca olmuşsun, kaç para!

Hırka, tespih, post, seccade güzel;

Ama Tanrı kanar mı bunlara?

12.

Var mı dünyada günah işlemeyen söyle:

Yaşanır mı hiç günah işlemeden söyle;

Bana kötü deyip kötülük edeceksen,

Yüce Tanrı, ne farkın kalır benden, söyle.

13.

Felek ne cömert ne aşağılık insanlara!

Han hamam, dolap değirmen, hep onlara.

Kendini satmayan adama ekmek yok:

Sen gel de yuh çekme böylesi dünyaya!

14.

Bilgenin yüreğinde her dilek,

Anka kuşu gibi gizli gerek.

Damla nasıl inci olur denizde:

Sedefler içinde gizlenerek.

15.

Ovada her kızıl lalenin teni

Bir padişahın kanıyla beslendi.

Yerden biten şu mor menekşe yok mu?

Bir güzelin yanağındaki bendi.

16.

Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler,

Bin bir derde düşer, canlarından bezerler.

Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür,

Onlar gibi olmayana adam demezler.

17.

Gül verme istersen, diken yeter bize.

Işık da vermezsen, ateş yeter bize.

Hırka, tekke, post most olsa da olur,

Kilise çanları bile yeter bize.

18.

Beni özene bezene yaratan kim? Sen!

Ne yapacağımı da yazmışın önceden.

Demek günah işleten de sensin bana:

Öyleyse nedir o cennet cehennem?

19.

İnsan bastığı toprağı hor görmemeli:

Kim bilir hangi güzeldir, hangi sevgili.

duvara koyduğun kerpiç yok mu, kerpiç?

Ya bir Şah kafasıdır, ya bir vezir eli!

20.

Hak er geç cimrilerin hakkından gelir;

Cehennem ateşleri onlar içindir.

Ne der, dili inciler saçan Muhammet:

Cömert gavur cimri Müslüman’dan yeğdir.

21.

Varlığın sırları saklı, benden;

Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben.

Bizimki perde arkasında dedi-kodu:

Bir indi mi perde, ne sen kalırsın, ne ben.

22.

Bir geldi mi derin ölüm uykusu,

Biter bu dünyanın dedi-kodusu.

Ölenden bir haber bekler insanlar:

Ne söylesin? Bilmez ki ne olduğunu!

23.

Yel eser, umutlar savrulur gider;

Sensiz, bensiz kalır bağlar bahçeler;

Altın gümüş nen varsa harcamaya bak!

Ölür gidersin, düşmanın gelir yer.

24.

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:

İki başımız var, bir tek bedenimiz.

Ne kadar dönersem döneyim çevrende:

Er geç baş başa verecek değil miyiz?

25.

Dünyada akla değer veren yok madem,

Aklı az olanın parası çok madem,

Getir şu şarabı, alsın aklımızı:

Belki böyle beğenir bizi el alem!

26.

Ferman sende, ama güzel yaşamak bizde:

Senden ayığız bu sarhoş halimizde.

Sen insan kanı içersin, biz üzüm kanı:

İnsaf be sultanım, kötülük hangimizde?

27.

Bu dünyadan başka bir dünya yok, arama;

Senden benden başka düşünen yok, arama!

Vazgeç ötelerden, yorma kendini:

O var sandığın şey yok mu, o yok arama!

28.

Şu serviyle süsen neden dillere destan?

Neden hep onlara benzetilir hür insan?

Birinin on dili var, boşboğazlık etmez,

Ötekinin yüz eli var el açmaz, ondan!

29.

Benim halimden haber sorarsan,

Bir çift sözüm var sana, yürekten:

Sevginle gireceğim toprağa,

Sevginle çıkacağım topraktan.

30.

Şu dünyada üç beş günlük ömrün var,

Nedir bu dükkanlar, bu konaklar?

Ev mi dayanır, bu sel yatağına?

Bu rüzgarlı yerde mum mu yanar?

31.

Dün geldi: Nedir aradığın? dedi bana:

Bensem, ne bakarsın o yana bu yana?

Kendine gel de düşün, içine iyi bak:

Ben senim, sen ben; aranıp durma boşuna!

32.

Sabah doldu göklere mavi mavi;

Doldur, ışık döker gibi, kaseyi!

Acı olmasına acıdır şarap:

Ama gerçek acıdır demezler mi?

33.

Adam olduysan hesap ver kendine:

Getirdiğin ne? Götüreceğin ne?

Şarap içersem ölürüm diyorsun:

İçsen de öleceksin, içmesen de!

34.

Camiye gittim, ama Allah bilir niye:

Ne namaz kılmaya, ne dua etmeye.

Eskiden bir kilim aşırmıştım camiden:

O eskidi gittim yenisini yürütmeye.

35.

Kimi dinde imanda buldu yolu

Kimi akıl, bilim yolunu tuttu.

Derken ses geldi karanlıklardan:

Gafiller! Doğru yol ne odur, ne bu!

36.

Her gece aklım dalar gider engine.

Ağlarım, inciler dolar eteğime.

Sevdalıyım, şarap dayanmıyor bana:

Kafam baş aşağı çevrik bir tas mı ne!

37.

Dünya ne verdi sana? Hep dert, hep dert!

Güzel canın da bir gün elbet.

Toprağında yeşillikler bitmeden

Uzan yeşilliğe, gününü gün et.

38.

Şarap sen benim günüm güneşimsin!

Öyle bir dolsun ki seninle içim.

Bir bildik görünce beni sokakta:

Ne o şarap nereye böyle? desin.

39.

Ben ne camiye yararım, ne hayvana!

Bir başka hamur benimki, başka maya.

Yoksul gavur, çirkin orospu gibiyim:

Ne din umurumda, ne cennet, ne dünya!

40.

Bir kuş gördüm yüce Tus kalesinde,

Keykavus'un kafa tası pençesinde.

Sorup duruyor kafaya: Hani? Nerde?

Adamların, davul dümbeleğin nerde?

41.

Şu testi de benim gibi biriydi;

O da bir güzele vurgun, dertliydi.

Kim bilir, belki boynundaki kulp da

Bir sevgilinin bem beyaz eliydi.

42.

İnciyi isteyen dalgıç olacak;

Varı yoğu dosta verip dalacak.

Canı avucunda, nefesi göğsünde:

Ayağı baş olacak, başı ayak!

43.

Girme şu alçakların hizmetine:

Konma sinek gibi pislik üstüne.

İki günde bir somun ye, ne olur!

Yüreğinin kanını iç de boyun eğme.

44.

Bir taş bulamazsın ki Doğu ovalarında

Küfretmesin bana da, benim zamanıma da

Yüz adım yürü bak, bir dertli insan görürsün:

Bunalmış, otura kalmış yolun kenarında.

45.

Güneş attı göğe sabah kemendini:

Aydınlık padişahı atına bindi.

İçin! için! diye bağırdı dört yana

Canım sabah şarabının müezzini.

46.

Bu kadeh bir bedendir, cana gebe!

Bir yasemindir, erguvana gebe!

Hayır; yanlış; ne odur şarap ne bu:

Bir sudur, bir su ki yangına gebe!

47.

Gökte bir öküz varmış, adı Pervin;

Bir öküz de altındaymış yerin.

Sen asıl iki öküz arasında

Tepişmesine bak şu eşeklerin!

48.

Ne bilginler geldi, neler buldular!

Mumlar gibi dünyaya ışık saldılar.

Hangisi yarıp geçti bu karanlığı?

Birer masal söyleyip uyuya kaldılar.

49.

Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!

Bir ışık daha var, ışıklardan başka.

Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye:

Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka.

50.

Bir damla şarap ver Çin senin olsun;

Bir yudumu bütün dinlerden üstün.

Söyle, ne var dünyada şaraptan hoş?

O acıya tatlılar feda olsun.

51.

Biz gerçekten bir kukla sahnesindeyiz:

Kuklacı Felek usta, kuklalar da biz.

Oyuna çıkıyoruz birer, ikişer ikişer;

Bitti mi oyun, sandıktayız hepimiz.

52.

Dünya üç beş bilgisizin elinde;

Onlarca her bilgi kendilerinde.

Üzülme; eşek eşeği beğenir:

Hayır var sana "kötü" demelerinde.

53.

Dedim: artık bilgiden yana eksiğim yok;

Şu dünyanın sırına ermişim az çok.

Derken aklım geldi başıma, bir de baktım:

Ömrüm gelip geçmiş, hiç bir şey bildiğim yok.

54.

Cennette huriler varmış, kara gözlü;

İçkinin de ordaymış en güzeli.

Desene biz çoktan cennetlik olmuşuz:

Bak, bir yanda şarap, bir yanda sevgili.

55.

Sen sofusun, hep dinden dem vurursun;

Bana da sapık, dinsiz der durursun.

Peki, ben ne görünüyorsam oyum:

Ya sen? Ne görünüyorsan o musun?

56.

Varlık yokluk derdini aklından sil;

Bırak öteleri de kendini bil.

Doldur şarabı, geniş bir nefes al:

Kaç nefes alacağın belli değil.

57.

Bir elde kadeh, bir elde Kuran;

Bir helaldir işimiz, bir haram.

Şu yarım yamalak dünyada

Ne tam kafiriz, ne tam Müslüman!

58.

Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş!

Bırak onu bunu da gönlünü tut hoş!

Şu durmadan kurulup dağılan evrende

Bir nefestir alacağın, o da boştur boş!

59.

Leyla isteyen kişi Mecnun olmalı;

Kendinden de, dünyasından da geçmeli.

Sevenlerin sofrasına çağrılınca

Ben körüm, ben dilsizim demeli.

60.

Öldürmek de, yaşatmak da senin işin;

Bu dünyayı gönlünce düzenleyen sensin.

Ben kötüyüm diyelim, kimde kabahat?

Beni böyle yaratan sen değil misin?

61.

Ben kadehten çekmem artık elimi;

Tutmam senin kitabını, minberini.

Sen kuru bir sofrasın, ben yaş bir sapık:

Cehennemde sen mi iyi yanarsın, ben mi?

62.

Eşi dostu verdik birer birer toprağa;

Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.

Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin:

Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.

63.

Gözüm, kör değilsen, bunca mezarı gör;

Dünyayı saran yalan dolanları gör;

Krallar, padişahlar çürüyüp gitmiş:

Ela gözlerine kurt dolanları gör!

64.

Felek doğruyu eğriyi tartaydı,

Her işine güzel demek kolaydı.

Böyle özü doğruluk olaydı?

Evrenin özü doğruluk olaydı?

65.

Duman değil mi dünya mutfağında payın?

Öyleyse ha olmuşsun ha olmamışsın.

Senin zorunsa sermayeden yememek:

Bekle, bekle de başkası yesin yarın.

66.

Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık;

Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık.

Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi:

Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık!

67.

Hep arar dururdum, dünyaya geleli,

Alın yazısı, cenneti, cehennemi.

Hocam kesti attı, sağlam bilgisiyle:

Alın yazısı, cennet cehennem sende, dedi.

68.

Yarım somunun var mı? Bir ufak da evin?

Kimselerin kulu kölesi değil misin?

Kimsenin sırtından geçindiğin de yok ya?

Keyfine bak: en hoş dünyası olan sensin.

69.

Bahar geldi; başka şey istemem kafamda;

Hele akla hiç yer vermem bahar soframda;

Şarap, seninleyim bu mevsim, koru beni:

Söğüt ağacı, sen de ser gölgeni altıma.

70.

Tanrı, "cennette şarap içeceksin" der;

Aynı tanrı nasıl şarabı haram eder?

Hamza bir Arab'ın devesini öldürmüş:

Şarabı yalnız ona haram etmiş peygamber.

71.

Nerde yüreği tertemiz uyanık insan?

Nerde güzel düşünceler ardında koşan?

Herkes kendi kafasının kulu kölesi:

Hangi Tanrının kulu, nerde o kahraman?

72.

Kim için bu yerler gökler? Bizim için.

Biz görüş cevheriyiz akıl gözünün

Evren bir yüzük gibiyse çepeçevre

İnsan, taşında bir nakış o yüzüğün.

73.

Yüce varlık bize bir beden verince

Sevmesini öğretti her şeyden önce

Sonra şu delik deşik yüreğimize

Mana incileri sakladı binlerce.

74.

Niceleri geldi, neler istediler;

Sonunda dünyayı bırakıp gittiler;

Sen hiç gitmeyecek gibisin, değil mi?

O gidenler de hep senin gibiydiler.

75.

Vakit geldi, dünya yeşiller giyecek;

Ağaçlara Musa'nın eli değecek,

Kuru tohumlara İsa'nın nefesi;

Gözler açıp buluta çevrilecek.

76.

Gerçek eren içinde kir tutmayandır;

Varlığını korkusuzca hiçe sayandır;

Bu topraklar üstünde en temiz kişi

Sağlığında toprak kesilmiş olandır.

77.

Ey can, sana aklı niçin vermiş veren?

Kendini bil, yolunu bul yitip gitmeden.

Baykuş gibi ne gezersin viranelikte,

Yerin akdoğan gibi sultanın emrindeyken?

78.

Onlar ki kurtulamaz ikiyüzlülükten

Canı ayırmaya kalkarlar bedenden;

Horoz gibi tepemde testere olsa

Aklımın kafasını keser atarım ben.

79.

Bir yanarım Tanrı özlemiyle Musa gibi;

Bir ölürüm murada ermeden Yahya gibi;

Yarı gökte kalırım hep bir iğne yüzünden

Hep bir başka derdin terzisiyim İsa gibi.

80.

Dert çekme boşuna, hep gül de yaşa;

Zulüm yolunda hakkı bul da yaşa;

Sonu yokluk madem bu dünyamızın

Yok bil kendini, özgür ol da yaşa.

81.

Ramazan ayı bu yıl da geldi yine;

Vurdu bukağıyı aklın bileğine;

Tanrım bu halka bir gaflet ver de bari

Ramazanı Şevval sansınlar bu sene.

82.

Ey doğru yolun yolcusu, çaresiz kalma;

Çıkma kendinden dışarı, serseri olma;

Kendi içine sefer et erenler gibi:

Sen görenlerdensin, dünya seyrine dalma.

83.

Duru sudan daha temizdir benim sevgim;

Sevgiyle bu oynayış da hakkımdır benim;

Halden hale girer başkalarında sevgi:

Neyse hep odur benim sevgim ve sevgilim.

84.

Dünya padişahın, kayserin, hakanın olsun;

Cehennem kötünün, cennet iyinin olsun;

Tespih meleklerin olsun, temizlik Rızvan'ın:

Sevgili bizim olsun, canı canımız olsun.

85.

Ey güzel, sen ki bana derdi derman edensin;

Şimdi: "Çekil önümden" diye ferman edersin;

Senin yüzün canımın kıblesi olmuş bir kez;

Ne yapsın, kıble mi değiştirsin bu can dersin?

86.

Şarap iç adın silinip gitmeden dünyadan;

Şarap kasveti, karanlığı giderir candan;

Güzellerin saçını çözüp dağıtmaya bak

Neylesin, netsin bu can, kıble mi değiştirsin?

87.

Bizim şarap içmemiz ne keyfimizden,

Ne dine, edebe aykırı gitmemizden;

Bir an geçmek istiyoruz kendimizden:

İçip içip sarhoş olmamız bu yüzden.

88.

Biliyorum varlığın, yokluğun dış yüzünü;

Yükselmenin de alçalmanın da içyüzünü;

Ne çıkar öte yanını da bilsem feleğin:

Bezmişim bilgiden, atmışım her türlüsünü

89.

Baharlar yazlar gider, kara kış gelir;

Varlığın yaprakları dürülür bir bir;

Şarap iç, gam yeme; bak ne demiş bilge:

Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.

90.

Gülün yüzünde çiy tanesi nevruzun ne hoş;

Yeşillikte canı aydınlatan yüzün ne hoş;

Geçmiş gitmiş gün üstüne ne söylesen boş:

Bırak dünü, hoş et gönlünü, bak bugün ne hoş.

91.

Bilgisizliğimi sundum durdum aleme;

Bir yoksulluk karanlığı çöktü gönlüme;

Utandım günahımdan, Müslümanlığımdan:

Bundan böyle zünnar takacağım belime.

92.

Bir su, bir damla suymuşuz, bele düşmüşüz;

Şehvet ateşiyle dışarı savrulmuşuz;

Yarın yel savuracak toprağımızı:

İçelim, hoş geçsin üç nefeslik ömrümüz.

93.

Bahtımın kökü yeşerip dal budak da verse

Eğretidir bu ömür diye giydiğin elbise;

Mıhlar gevşek bir gölgeliktir beden çadır,

Pek dayanma sakın ne kadar sağlam da görünse.

94.

Ben de geçtim gittim bu zulüm yurdundan,

Elimde yelden başka bir şey kalmadan;

Ama var mı, ölümüme sevinip de

Ecelin şaşmaz tuzağından kurtulan?

95.

Orucumu yiyorsam ramazanda

Mübarek aydan habersizim sanma:

Çileden gece oluyor da gündüzüm

Sahura kalkıyorum gün ortasında.

96.

Yılan gibi taşa girsen de, Saki,

Sızar ecelin suyu bulur seni;

Bu dünya toprak, Saki, türkü söyle;

Bu soluk bir yel, şarap ver, Saki.

97.

Gönül Bijen'i kuyu gibi gam zindanında;

Akıl Sührab'ı ölmüş derdinin sayvanında;

Dünya Siyavuş'unun öcünü almak için

Gam, Rüstem'in Turan gibi gönlünü talanda.

98.

Ey yanağı ağustos gülünü bastıran;

Ey yüzü Çin güzellerini kıskandıran;

Bakışı Babilşahını büyüde yenip

Elinde at, fil, ruh, ferz, baydak bırakmayan.

99.

Elimde olsa dünyayı küçümserdim;

İyisine de kötüsüne de yuh çekerdim;

Daha doğrusu bu aşağılık yere

Ne gelirdim, ne yaşardım, ne ölürdüm.

100.

Şarap iç, bire birdir derde tasaya;

Ne bu dünya kalır, ne öteki dünya.

Ne serin ateştir o, ne can dolu su:

Çabuk ol, bulup içemezsin mezarda.

101.

Felek, delik deşik ediyorsun yüreğimi;

Yırtıyorsun ikide bir sevinç gömleğimi,

Esen yelleri ateş ediyorsun bana;

Çamura çeviriyorsun içeceğimi.

102.

Haram, acı, kötü derler canım şaraba:

Oysa ne hoş şey, hele bir güzel sunarsa;

İçin bakın; hem doğrusunu isterseni,

Haram dedikleri her şey hoş galiba!

103.

Dedim ben artık kızıl şarabı içmem;

Üzümün kanıymışbu, ben kan dökmek istemem.

Gün görmüş aklım şaşırdı: Sahi mi? dedi;

Yok canım, şaka, ben nasıl içmem!

104.

Sen bu dünyanın sırlarına eremezsin;

Erenlerin dilini de söktüremezsin;

İyisi mi iç şarabı, cennet et bu dünyayı:

Öbür cennette ya girer, ya giremezsin.

105.

Bulut geldi; lalede bir renk bir renk!

Şimdi kızıl şarap içmemiz gerek.

Şu seyrettiğin serin yeşillikler

Yarın senin toprağında bitecek.

106.

İki batman şarap, bir buğday ekmeği;

Bir koyun budu, bir de ay yüzlü sevgili;

Daha ne istenir bilmem şu dünyada:

Padişah daha iyisini bulabilir mi?

107.

Dünyaları değişmem kızıl şaraba;

ay da ondan sönük; çoban yıldızı da.

Şarap satanların aklına şaşarım:

Ondan iyi ne var alınacak dünyada?

108.

İnsan son nefese hazır gerekmiş:

Nasıl ölürse öyle dirilecekmiş.

Biz her an şarap ve sevgiliyleyiz:

Böylece dirilirsek işimiz iş.

109.

Biz de çocuktuk, bir şeyler öğrendik;

Bildiklerimizle övündük, eğlendik.

Şu oldu, bu oldu da ne oldu sonra?

Bir bulut gibi geldik, yel gibi geçtik.

110.

Hayyam bilgelik çadırları dokudu;

Sonra dert potasında yandı kül oldu.

Bir pula satıldı kader çarşısında,

Ölüm celladı geldi, boynunu vurdu.

112.

Dostum, gel yarına kanmayalım biz;

Günümüzü gün edelim ikimiz.

Yarın çekip gettik mi şu konaktan

Yedi bin yıl önce gidenlerleyiz.

113.

Ömrümüzden bir gün daha geldi geçti;

Derede akan su, ovada esen yel gibi.

İki gün var ki dünyada, bence ha var ha yok:

Daha gelmemiş gün bir, geçmiş gün iki.

114.

Tanrı, her an sevdiğinin kapısında ol;

Bu dünyadan o dünyadan bana ne!

Gönlüm ter gibi çıkıp bedenimden

Karıştı varlığın denizlerine.

115.

Gönül, her an sevdiğinin kapısında ol;

Her istediğini onda ara, onda bul.

Aşk tavlasında hileye kaçma kalleşçe:

Koy canını ortaya, soyulursan soyul.

116.

Sarhoş oldum mu aklım azalır;

Ayıldım mı sevincim dağılır.

Ne sarhoş, ne ayık bir hal var ya?

En güzeli öyle yaşamaktır.

117.

Sevgili, sırlarına eren gönül nerde?

Sözlerinin tekini duyan kulak nerde?

Gece gündüz serilirsin de karşımıza:

Yüzünü bir kez gören mutlu göz nerde?

118.

Dert içinde sevinci bul da yaşa;

Haksız düzende haklı ol da yaşa;

Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,

Varından yoğundan kurtul da yaşa.

119.

Açılmaz kapıları açmanız mı gerek?

Dünyada insanca yaşamanız mı gerek?

Bırak öyleyse iki dünyayı birden:

Ey ölü canlılar, canlar uyanık gerek!

120.

Dün özledim de seni coştum birden bire;

Çıktım senin yerin dedikleri göklere.

Bir ses yükseldi ta yukarıda, yıldızlardan:

Gafil, dedi; bizde sandığın Tanrı sende!

121.

Bir testici gördüm, çamur içindeydi:

Ayağı çarkında, elinde bir testi;

Testinin başında bir yoksulun ayağı

Kulpunda bir padişahın kellesi.

122.

Bir testi aldım çarşıdan ucuza;

Gizli gizli neler anlattı bana;

Bir şahdım, dedi; altın kupam vardı;

Şimdi neyim? Testi oldum şaraba.

123.

Bilmem, ne sayar durursun bir, iki;

Ha bir olmuş, ha yüz bin fark etmez ki

Çal sazını, sonun bir avuç toprak,

Şarap ver, bir esip gitmedir bizimki.

124.

Kambur Felek, sen ne konaklar yıka geldin;

Kin beslersin bize, zulüm eski adetin.

Şu kara toprağın göğsünü bir yarsalar,

Ne inciler yatar içinde bilir misin?

125.

Yoksul, dertli gönlüm arar sevgilisini;

Aklı gelmez başına, yer kendi kendini.

Bana sevgi şarabını sundukları gün

Kana boyamışlar varlık kadehimi.

126.

Ha Belh'te ölmüşsün, ha Bağdat'ta hepsi bir;

Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir.

Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;

Sensiz daha çok ayların ondördü gelir.

127.

Gönlümün dilediği gül yüzüne bakmak;

Elimin özlediği kadehi kavramak.

Her zerrem nasibini almalı dünyadan

Yarın güle kavuşturmadan beni toprak.

128.

Behram' ın şarap içtiği orman köşkünde

Bir tilki yavrulamış, bir ceylan keyfinde.

Ömrünce yaban eşeği avlamış Behram:

Mezar da Behram' ı avlamış günün birinde.

129.

Ben bıyıkları süpürge etmişim meyhanede:

Hayırmış, şermiş bırakmışım ikisini de.

İki dünyayı karpuz gibi önüme koysalar

Ne birine metelik veririm, ne ötekine.

130.

Padişah ol, yokluk halkasına gir de;

Yıkan, kirin pasın kalmasın gönülde.

Meyhaneye ermeğe gelince biri

Kendini bil de ne yaparsan yap de.

131.

Toprakla karışıp bulanmamış bir can

Sana konuk geldi bir temiz dünyadan.

Otur, bir kadeh şarap iç kendisiyle,

Sana iyi geceler deyip kaçmadan.

132.

Ne yazık, pişmiş ekmek çiğlerin elinde;

Ne yazık, çeşmeler cimrilerin elinde.

O canım Türk güzeli kömür gözleriyle,

Çaylakların, uğruların, eğrilerin elinde.

133.

Dünyaya geldiler, coşup taştılar;

Güldüler, eğlendiler, anlaştılar;

Bir kadehte sızıverdiler bir gün

Ölüm uykusunda kucaklaştılar.

134.

Bilir misin, yüceler yücesi Tanrı,

Şarap ne zaman çoşturur içenleri?

Pazar, pazartesi, salı, çarşamba, perşembe,

Bir de cuma, cumartesi günleri.

135.

Yaşamak elindeyken bugüne bugün,

Ne diye bırakır, yarını düşünürsün?

Geçmiş, gelecek, kuru sevda bütün bunlar;

Kadrini bilmeğe bak avucundaki ömrün.

136.

Toprak olup gitmişlere sorarsan

Ha gavur olmuşsun ha müslüman.

Kimler bu dünyada eğlenmemişse

Ötekinde yalnız onlar pişman

137.

Ey garip kuş! Bu yıldızlar darı sana;

Elest günü canı sen verdin insana.

Dünyayı gören büyülü bir kadeh varmış:

O kadeh sende, başka yerde arama.

138.

Bu zamanda az dostun oldun, daha iyi.

Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli.

Can gözünü açınca görüyor ki insan

En büyük düşmanıymış en çok güvendiği.

139.

Feleği döndürebilir misin muradınca?

Ne çıkar gök yedi kat değil sekiz katsa?

Er geç toprağa karışıp gidecek gövdeni

Ha ovada kurt yemiş, ha mezarda karınca.

140.

Bak, gül yeşiller, sevinçler içinde;

Arar bulamazsın gelecek perşembe.

İç şarabını, gül kokla, yeşil topla:

Toprak oluvermeden gül de yeşil de.

141.

İnsan çeker çeker de sonra hür olur;

İnci sedef zindanlarda yuğrulur.

Paran pulun yoksa bugün, sağlık olsun:

Bugün boş duran kadeh yarın doludur.

142.

Gençlik bir kitaptı, okuduk bitti;

Canım bahar geçti çoktan, kış şimdi.

Hani sevincin, o cıvıl cıvıl kuş?

Nasıl, ne zaman geldi, nasıl gitti?

143.

Her gün biri çıkar, başlar ben, ben demeğe,

Altınları gümüşleriyle övünmeğe.

Tam işleri dilediği düzene girer:

Ecel çıkıverir pusudan: Benim ben, diye.

144.

Can verinceye dek bu çorak yerde

Dertten başka ne geçer ki eline?

Ne mutlu çabuk gidene dünyadan;

Hele bu dünyaya hiç gelmeyene!

145.

Yerleri yapmış, gökleri kurmuşsun ama,

Sensin bunca gönülleri yakıp yıkan da.

Ne kızıl dudakları, ne altın saçları

Altmışın süprüntüler gibi kara toprağa.

146.

Dostum, olan olmuş, vahlanma boşuna;

Dünyayı kara zindan etme başına.

Yaşamana bak, elinden tek gelen bu:

Olacakları danışan var mı sana?

147.

Sevgilim, ömrü derdim gibi bitmeyesi,

Bu sabah bütün cömertliği üstündeydi.

Bir göz atıverdi bana geçip giderken:

İyilik et denize at mı demek istedi?

148.

Gül de şarab da bilene güzel gelir;

Sarhoş olmayan için sarhoşluk nedir?

Cebi boş gönlü dolu olmayan kişi

Her şeyden geçmenin tadını ne bilir?

149.

Yapma diyorsun; yapmamak elimde mi?

Sen al demişin; nasıl çekerim eimi?

Hem yap hem yapma demek seninki bana

İnsaf: Kadeh devrilir de dolu kalır mı?

150.

Bu dünya iki kapılı bir han,

Girdi mi dertlere düşer insan.

Tanınmadan yaşamak en iyisi:

Elinde olsa da hiç doğmasan.

151.

Kim görmüş o cenneti, cehennemi?

Kim gitmiş de getirmiş haberini?

Kimselerin bilmediği bir dünya

Özlenmeye, korkulmaya değer mi?

152.

Ne mutlu adı sanı bilinmeyene;

İpeklere, kürklere bürünmeyene;

Anka gibi iki dünyadan da geçip

Bu viranede baykuşa dönmeyene.

153.

Yok olmamış varlık var mı bir tek?

Herşey bir gün, dağılıp gidecek.

Öyleyse vara yoğa ne bakarsın?

En iyisi yoku var, varı yok bilmek.

154.

Sevgili, bir başka güzelsin bugün;

Ay gibisin, pırıl pırıl gülüşün.

Güzeller bayram günleri süslenir:

Seninse bayramları süsler yüzün.

155.

Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik;

Yüzlerce incimiz vardı delinmedik.

Sersemliği yüzünden bilgisizlerin

Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik.

156.

Kendimden geçtikçe gelirim kendime,

Alçalırım çıktıkça yüksek yerlere.

En garibi, içmeden sarhoşum da ben,

Ayılırım her kadehi devirdikçe.

157.

Ben içerim, ama sarhoşluk etmem:

Kadehten başka şeye el uzatmam.

Şaraba taparmışım, evet, taparım:

Ama senin gibi kendime tapmam.

158.

Şeyh fahişeye demiş ki: - Utanmaz kadın;

Her gün sarhoşsun, onun bunun kucağındasın.

Doğru, demiş fahişe, ben öyleyim; ya sen?

Sen bakalım şu göründüğün adam mısın?

159.

Dün gece usul boylu sevgilim ve ben,

Bir kıyıda gül rengi şarap içerken;

Sedefli bir kabuk açıldı karşımızda;

Sabah müjdecisi çıkıverdi içinden.

160.

Dinle dinsizliğin arası bir tek soluk;

Düşle gerçeğin arası bir tek soluk.

Aldığın her soluğun değerini bil

Bütün yaşamak macerası bir tek soluk.

161.

Bir put demiş ki kendine tapana:

Bilir misin niçin taparsın bana?

Sen kendi güzelliğine vurgunsun:

Ben ayna tutar gibiyim sana.

162.

Biz aşka tapanlarız, müslüman değil;

Cılız karıncalarız, Süleyman değil;

Biz eskiler giyen benzi soluklarız:

Pazarda sırma satan bezirgan değil.

163.

Nerdesin? Sana baş kaldırmışım işte;

Karanlık içindeyim, ışığın nerde?

Cenneti ibadetle kazanacaksam

Senin ne cömertliğin kalır bu işde?

164.

Gerçek erenlere güzel çirkin, hepsi bir;

Sevenler için cennet, cehennem, hepsi bir;

Kendini veren ha ipekli giymiş, ha çul;

Yastığı ha pamuk olmuş ha diken, hepsi bir.

165.

Yıllar günler gibi geçti gider;

Nerde o eski dertler, sevinçler?

Belaya aldırmaz aklı olan:

Be da her şey gibi geçer, der.

166.

Dünyayı allar pullar boyarlar gözünü;

Aklı olan hor görür süsünü püsünü.

Kimler geldi gitti, kimler gelip gidecek:

Al gitmeden alacağını, doyur gönlünü.

167.

Şarap mimarıdır yıkık gönüllerin

Süzülmüş, tertemiz canı üzümlerin.

Neden şer demişler bu hayırlı suya?

Siz bana bu şerden üç dört kase verin.

168.

Aşk bir beladır, ama Tanrıdan gelme;

Halk neden karşı kor Tanrı emrine?

Bize herşeyi yaptıran kendi madem,

Kulu sorguya çekmenin alemi ne?

169.

Dert de neymiş? O mu bizi ağlatacak?

O mu sevinç bayrağımızı yırtacak?

Gelin, atalım şunu gönül yurdundan:

Yoksa içimizde fitne çıkartacak.

170.

Sensiz camide, namazda işim ne?

Seninle buluşma yerim meyhane.

Benim sevmem de böyle, yüce Tanrı:

İstersen kaldır at cehennemine.

171.

Hep bir çember, dolanıp durduğumuz!

Ne önümüz belli, ne sonumuz.

Kim varsa bilen, çıksın söylesin:

Nerden geldik? Nereye gidiyoruz?

172.

Bizi bizden alan şaraba gönül verdik;

Coşup taştık; yerden kopup göklere erdik.

Tenden bedenden soyunuverdik sonunda

Topraktan gelmiştik, yine toprağa girdik.

173.

Tepemizde dönüp duran gökler

Büyücünün fanusu gibidirler:

Güneş bu fanus içinde lamba,

Biz de gelip geçen görüntüler.

174.

Bir rint gördüm, binmiş dünya denen kır ata;

Aldırmıyor dine, islama, şeriata;

Ne hak dinliyor, ne hakikat, ne marifet:

Gelmiş mi böylesi kahraman kainata?

175.

Kimi gizlenir, kimselere görünmezsin;

Kimi renk renk dünyalarda görünür yüzün

Kendi kendinle sevişmek bu seninki:

Çünkü seyreden sen, seyredilen de sensin.

176.

Yüzümde pırıl pırıl sevinç gördüğün gün,

Nice konakları yıkılmıştır gönlümün.

Dalgıçsan dal gözlerimin denizine, bak:

Dibinde mahzun bir deniz kızı görürsün.

177.

Seni kuru sofraların softası seni!

Seni cehenneme kömür olası seni!

Sen mi Hak' tan rahmet dileyeceksin bana?

Hakka akıl öğretmek senin haddine mi?

178.

Önce kendine gel, sonra meyhaneye;

Kalender ol da gir kalenderhaneye.

Bu yol kendini yenmişlerin yoludur:

Çiğsen başka bir yere git eğlenmeye.

179.

Şarap içip güzel sevmek mi daha iyi,

İki yüzlü softaları dinlemek mi?

Sarhoşla aşık cehenneme gidecekse,

Kimselerin göreceği yoktur cenneti.

180.

En büyük söz Kuran bile

Arada bir okunur besmeleyle.

Kadehteyse öyle bir ayet var ki

Okur insan her zaman, her yerde.

181.

Neylesem bu benim iç kavgalarımla?

Pişmanlığım, kendime düşmanlığımla?

Sen bağışlasan da ben yerim kendimi:

Neylesem bu yüzkaram, bu utancımla?

182.

Kalk sevinç dolduralım garip gönüle

İçelim doğan güne karşı bülbülle

Yırtalım biz de gömleği aşık gülle

Verelim çiçekler gibi ömrü yele.

183.

Aklı olan paraya değer vermez,

Ama parasız dünya da çekilmez;

Eli boş menekşe boynunu büker,

Gül altın kasede gülmezlik etmez.

184.

Bir damla şarap Tus saraylarına bedel,

Keykubad'ın Keykavus'un tahtından güzel

Sabaha karşı aşıkların iniltisi

İki yüzlü softanın ezanından güzel.

185.

Bedenindeki et, kemik, sinir kaldıkça,

Dünyadaki yerini bil, kendinden şaşma.

Düşman Zaloğlu Rüstem olsa ger göğsünü,

Dostun Karun olsa iyilik altında kalma.

186.

Yerin dibinden yıldızlara dek

Ermediğimiz sır kalmadı pek,

Her düğümüçözmüş insanoğlu;

Ecel düğümünü var mı çözecek?

187.

Sevgiyle yuğrulmamışsa yüreğin

Tekkede, manastırda eremezsin.

Bir kez gerçekten sevdin mi dünyada

Cennetin, cehennemin üstündesin.

188.

Bu evren her gece ne gömlekler diker!

Kimini gelen, kimini giden giyer.

Her gün nice sevinçlerle dolar dünya,

Nice dertler toprağa karışır gider.

189.

Şarap benlik kaygusu bırakmaz sende

Çözülmedik bir düğüm kalmaz beyninde

İblis bir kadeh şarap içmiş olaydı,

Secdeye yatardı Adem'in önünde

190.

Biz hırkadan sonra küpe gelmişiz;

Kıpkızıl şarapla abdest almışız.

Medresede kaybettiğimiz ömrü

Meyhanede aramaktır işimiz.

191.

Şarabı götürüp döksen bir dağa

Dağ sarhoş olur başlar oynamağa.

Ben ne diye tövbe edecekmişim

İçimi tertemiz eden şaraba?

192.

Ömür defterinden bir fal açtım gönlümce;

Halden anlar bir dost gelip falı görünce:

Ne mutlu sana, dedi; daha ne istersin:

Ay gibi bir sevgili, yıl gibi bir gece.

193.

Bu gecenin son gece olması da var:

Emret, gül rengi şarabı getirsinler.

Gafil, bir gittin mi bir daha gelmek yok:

Altın değilsin ki gömüp çıkarsınlar.

194.

Medreseden hayır yok, dinle beni;

Vakıf lokması karartır içini.

Git, bir yıkık yerde yoksulca yaşa:

Orası bir padişah eder seni.

195.

Şarap iç, yıkansın, aydınlansın için;

Bu dünya, öbür dünya silinip gitsin!

Gel ömrün yele gitmeden tadına bak

Cana can katan suyun, ıslak ateşisin.

196.

Kendiliğinden var olmuş sanma beni;

Bu kanlı yola ben sokmadım kendimi;

Bir gerçek varlık beni var etmiş olan;

Yoksa kimdim ben, neredeydim, neydim ki.

197.

Dileğin Tanrı dileği değil ki senin;

Muradına ermeyi nasıl beklersin?

Doğru olan Tanrı' nın dilekleriyse

Yanlış demek senin bütün dileklerin.

198.

Ehil insana canım feda olsun;

Ayağı öpülse öperim onun.

Bir de git ehil olmayanla konuş:

Cehennem ne imiş görmüş olursun.

199.

Evren kırıntısı bu güzelim yıldızlar

Gelir giderler, dünyayı bezer dururlar;

Göklerin eteğinde, toprağın koynunda

Doğdukça doğacak daha neler neler var.

200.

Bir nakıştır varlığımız senin çizdiğin,

Şaşılası neler nelerle bezediğin;

Kendimi düzeltmek benim ne haddime:

Beni potadan böyle döken sensin:

201.

Her gün kalkıp meyhaneye gitmedeyim;

Kalenderlerle boş sözler etmedeyim;

Senden bir şey gizlenemez nasıl olsa:

hoş gör de sana gönülden sesleneyim.

202.

Gökleri yarıp darma dağın ettiğin gün,

Pırıl pırıl yıldızları kararttığın gün,

Sen sorguya çekmeden ben soracağım sana:

Ey Tanrı, hangi günahım için beni öldürdün?

203.

Canların canı dost, gel etme, dinle beni.

Küsme Feleğe, değmez, yeme kendini;

Çekil, otur gürültüsüz bir köşeye,

Seyret bu hengamede olan biteni.

204.

Ne güzel gün! Hava ne sıcak, ne serin;

Bir bulut, tozunu siliyor bahçenin;

Bülbül coşmuş, sesleniyor sarı güle:

Şarap iç şarap da yüzüne renk gelsin!

205.

Bu yolun hoş bir yerinde durabilseydik;

Ya da bu yolun ucunu görebilseydik:

O umut da yok bu umut da; hiç değilse

Otlar gibi kesilip yeniden sürebilseydik.

206.

Vefasız dünya diye yakınıp durma;

Dünya elindeyken tadını çıkarsana!

Herkese vefalı olsaydı dünya

Sıra mı gelirdi senin yaşamana?

207.

Dostlar, bir gün, sözleşip bir yerde birleşin;

Oturup sofrasına dünya cennetinin;

Saki doldururken kadehleri cömertçe,

İçin bir kadeh de zavallı Hayyam için!

208.

Daha nice büyük göreceksin kendini?

Hep varlık yokluk mu düşündürecek seni?

Şarap için şarap: Bu ölüm yolculuğunda

Bulamazsın sarhoş uykulardan iyisini.

209.

Hayyam, günahım var diye tasalanma,

Bunun için dertlere düşmek boşuna.

Günah olacak ki Tarı bağışlasın:

Rahmet neye yarar günah olmayınca.

210.

Gün doğarken sabah horozları niçin

Acı acı bağrışırlar, bilir misin?

Tan yerini gösterip derler ki sana:

Bir gecen geçti gidiyor; sen nerdesin?

211.

Ay yırttı kara giysilerini;

Kalk, tam zamanıdır, doldur şarap kaseni.

Keyfine bak, çünkü bu ay, sonsuz yıllarca,

Mezarda upuzun yatar görecek seni.

212.

Saki yüzün Cemşid'in kadehinden güzel;

Uğrunda ölmek sonsuz yaşamaktan güzel;

Işık saçıyor ayağını bastığın toprak,

Bir zerresi yüz binlerce güneşten güzel.

213.

Tertemiz geldik yokluktan kirlendik;

Sevinçle geldik dünyaya, dertlenik.

Ağladık, sızladık, yandık, yakındık:

Yele verdik ömrü, toz olup gittik.

214.

Dostunu erkekçe seven kişi

Pervane gibi özler ateşi:

Sevip de yanmaktan kaçanların

Masal anlatmaktır bütün işi.

215.

Bahar geldi mi başka şey dinler miyim;

Hele aklın defterini hemen dürerim.

Şarap, sığınağım sensin bahar günü,

Söğüt ağacı, senin de gölgendeyim.

216.

Seni aramaktan dünyanın başı dertte;

Zengine de göründüğün yok, fakire de;

Sen konuşursun da biz sağır mıyız yoksa,

Hep kör müyüz, sen varsın da görünürde.

217.

Ey dörtle yedinin doğurduğu insan,

Dörtle yedidir seni dertlere salan.

Boşuna mı şarap iç diyorum sana:

Bir gittin mi bir gelme yok, inan.

218.

Tanrım, hayır şer kaygısndan kurtar beni;

Kendimden geçir, seninle doldur içimi

Aklım ayıramıyor iyiy kötüden

Sarhoş et bari ne kötü kalsın, ne iyi.

219.

Medresenin sözü vardır, tekkenin hali,

Sözden, halden öteye gider aşkın yolu.

Müftünün, vaizin en iyisini getirsen

Aşkın mahkemesinde tutulur dili.

220.

Gerçek aydınlığa erince can gözüm,

İki dünyayı birden silinmiş gördüm.

Eriyip gittim sanki engin denizlerde:

Ter olup çıktı, denize döndü gönlüm.

221.

Gönül dedi: Ben neyim ki, bir damla sadece;

Ben nerde, görmediğim koca deniz nerde!

Böyle diyen gönül denize kavuşunca

Baktı kendinden başka şey yok görünürde.

222.

Can o güzel yüzüne vurgun, neyleyim;

Gönül tatlı diline tutkun, neyleyim;

Can da, gönül de sır incileriyle dolu:

Ama dile kilit vurmuşsun, neyleyim.

223.

En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;

İyilik seven kötülük edemez zaten.

Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:

Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.

224.

O kızıl yakutun madeni, başka maden;

O eşsiz incinin sedefi, başka sedef;

Aklın buldukları kuruntu, dedi kodu:

Bizim aşk efsanemizin dili, başka dil.

225.

Meyhanede abdest şarapla alınır ancak;

Mümkün mü kara yazıyı aka çevirmek?

Perdemiz öyleysine yırtılmış ki bizim,

Onarılmaz artık ne kadar yamasak.

226.

Hem sana el değdirmeğe elim varmaz,

Hem sensiz aldığım nefes, nefes olmaz:

Bir garip dert bu, kimseye de açılmaz:

Bir zehir zakkum ki tadına da doyulmaz.

227.

Sır saklamasını bilirsen Hayyam söyler

İnsanoğlu nedir, ne yapar, ne eder:

Dert çamuruyla yuğrulup gelir dünyaya

Yer içer, karın doyurur ve çeker gider.

228.

Putların, Kabenin istediği: Kölelik;

Çanların, ezanın dilediği: Kölelik;

Mihraptı, kiliseydi, tespihti, salipti

Nedir hepsinin özlediği? Kölelik.

229.

Benim canım hep şarabın izindedir,

Kulağım ney ve rubap sesindedir.

Toprağımdan desti yaparlarsa benim

O desti şarap doldurulmak içindir.

230.

Sen nesin, varlık nedir, nerden bileceksin?

Dünyan esen yel üstüne kurulmuş senin.

İki yokluk arasında bir varlık seninki:

Hiçlik ne varsa çevrende, sen de bir hiçsin.

231.

Gül yanaklı sevgiliyi saramaz insan

Yüreğine diken batmadan, vurulmadan.

Kim bir güzelin saçına dokunabilmiş

Tarak gibi diş diş, didik didik olmadan?

232.

Kadeh bir bedendir, içinde can var can;

Candır kadehin bedeninde camlaşan.

Donmuş sudan ateş süzülür sanki:

Erimiş yakut, gönül sırçasından

233.

Kul olup o güzele birden,

Koptuk her bağdan, her tövbeden:

Herkes koyu müslüman döner

Biz putperest döndük Kabeden.

234.

Meyhanede kendini bilenler bulunur;

Bilmeyeni ayırmak da kolay olur.

Yıkılsın bilgisizlik yuvası medrese:

Ordan kendini bilip de çıkan hiç yoktur.

235.

Uğrunda dertlere düştüğüm sevgili

Bir başkasına tutulmuş, o da dertli;

Derdimin dermanı kendi derdinde:

Hekim hasta olunca kime gitmeli?

236.

Gece, gül bahçesinde, araken seni,

Gülden gelen kokun sarhoş etti beni;

Seni anlatmaya başlayınca güle

Baktım kuşlar da dinliyor hikayemi.

237.

Güçlü olduğuna inandırdın beni;

Bol bol da verdin bana vereceklerini.

Yüz yıl günah işleyip bilmek isterim:

Günahlar mı sonsuz, senin rahmetin mi?

238.

Hem aklın mutluluk peşinde senin,

Hem söylerim, söylerim dinlemezsin;

Aldığın her nefesin kadrini bil

Ot değilsin ki kesildikçe bitesin.

239.

Sen içmiyorsan, içenleri kınama bari;

Bırak aldatmacayı, iki yüzlülükleri;

Şarap içmem diye övünüyorsun, ama,

Yediğin haltlar yanında şarap nedir ki?

240.

Ben bugün beden kafesinde mahpusum;

Yol olma özlemiyle sarhoş olmuşum;

Varlığın ayıbından kurtarırsa beni

Yoksulluğun kulu, kölesi olurum.

241.

Benim yasam artık şarap, çalgı, eğlenti;

Dinim dinsizlik, bıraktım her ibadeti;

Nişanlım dünyaya: Ne çeyiz istersin, dedim:

Çeyizim, senin gamsız yüreğindir, dedi.

242.

Benden Muhammet Mustafa' ya saygı ve selam:

Deyin ki, hoş görünürse, bir şey soracak Hayyam:

Neden Yüce Efendimizin buyruklarında

Ekşi ayran helal da güzelim şarap haram?

243.

Benden Hayyam' a selam söyleyin demiş peygamber;

Sözlerimi yanlış anlamışsa çiylik eder:

Ben şarabı herkese haram etmiş değilim ki

Hamlara haramdır, doğru, ama olgunlar içer.

244.

Yanlız bilgili olmak değil adam olmak;

Vefalı mı değil mi insan, ona bak.

Yücelerin yücesine yükselirsin

Halka verdiğin sözün eri olarak.

245.

Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?

Ben haramı helalı karıştırmam:

Seninle içilen şarap helaldir,

Sensiz içtiğimiz su bile haram.

246.

Dünya yıldıramazsın beni ne yapsan;

Ölümden de korkmam, er geç ölür insan.

Ölmemek elimizde değil ki bizim:

İyi yaşamamak beni korkutan.

247.

Yerin üstüne baktım, uykuya dalmışlar;

Altına baktım, çürüyüp toprak olmuşlar.

Yokluk ovasında başka ne var ki zaten:

Daha gelmemişler var, gelip gitmişler var.

248.

Bilge, yüce varlığın seyrine dalar;

Gafil ise onda dostluk düşmanlık arar.

Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,

Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.

249.

Ben kendimden geçtikçe kendime gelirim;

Yücelere çıkar, alçalmayı bilirim.

Daha da garibi, varlığın şarabıyla

Ne kadar ayık da olsam, sarhoş gibiyim.

250.

Yüreğinde sıkıntı varsa esrar iç,

Ya da birkaç kadeh gül renkli şarap iç.

Onu içmem, bunu içmem der durursun:

Ahmak herif, git zıkkımın pekini iç.

251.

Adım kötüye çıkarsa çıksın, ben böyleyim;

Bir kerpiçim de olsa, satar şarap içerim.

O da gidince ne yaparsın diyecekler:

Cübbemle sarığım ne güne duruyor, derim.

252.

Kalk, kalk, çalgılara çalgı katalım gitsin;

Adımızı kötüye çıkartalım gitsin.

Sofuluk şişesini çalalım taşa,

Seccadeyi bir kadehe satalım gitsin.

253.

Şarabın adı kötüye çıkmış, kendi hoş,

Hele bir güzelle içersen daha bir hoş;

Harammış şarap, olsun, bana göre hava hoş:

Hem, bana sorarsan, haram olan herşey hoş.

254.

Zaman büktü belimi, ne el tutar ne ayak;

Oysa ne güzel işlerim var yapılacak.

Can kalktı gitmeye; aman dur, diyorum:

Ne yapayım diyor, evin yıkıldı yıkılacak.

255.

Yeryüzünü gül bahçesine çevirmekten

Daha güzeldir bir insanı sevindirmen.

Bin kulu azat edenden daha büyüktür

Bir hür insanı iyilikle kul edebilen.

256.

Can bir şaraptır, insan onun destisi;

Beden bir ney gibidir, kan o neyin sesi.

Hayyam, bilir misin nedir bu ölümlü varlık:

Hayal fenerinde bir ışık pırıltısı.

257.

Ah, Tanrı dünyayı yeniden yarataydı,

Yaratırken de beni yanında tutaydı;

Derdim: Ya benim adımı sil defterinden,

Ya da benim dilediğimce yarat dünyayı.

258.

Uyumuşum; rüyamda akıllı bir insan

Dedi: Sevinç gülü açmaz uykuda, uyan;

Ne işin var bu ölüme benzer ülkede?

Kalk, şarap iç, sonsuz uykulara dalmadan.

259.

Tekkede, medresede, maastırda, kilisede,

Bir cennet cehennem kaygısıdır sürüp gitmede.

Oysa yüce varlığın sırlarına eren kişi

Bunların tohumunu uğratmaz düşüncesine

260.

Zaman başımıza bir çorap örmeden,

Gelin dostlar, içelim içebilirken.

O ecel çavuşu dikildi mi tepene

Bir yudum su iç bakalım, içebilirsen.

261.

Ben şarap içiyorum, doğrudur;

Aklı olan da beni haklı bulur:

İçeceğimi biliyordu Tanrı,

İçmezsem Tanrı yanılmış olur.

262.

Dünya hangi gülü bitirdiyse yerden

Kırıp atmış, toprağa gömmüş yeniden.

Su yerine toprağı çekseydi bulut

Sevgili kanları yağardı göklerden.

263.

Gerçeği bilemeyiz madem, ne yapsak boş;

Ömür boyu kuşku içinde kalmak mı hoş?

Aklın varsa kadehi bırakma elden

Bu karanlıkta ha ayık olmuşsun, ha sarhoş.

264.

İnsan yiyeceksiz, giyeceksiz edemez:

Bunlar için didinmene bir şey denmez.

Ondan ötesi ha olmuş, ha olmamış:

Bu güzelim ömrünü satmaya değmez.

265.

Okunu attı mı ölüm, siperler boşuna;

O şatafatlar, altınlar, gümüşler boşuna;

Gördük bütün insan işlerinin iç yüzünü:

Tek güzel şey iyilik, başka düşler boşuna.

266.

Saki, gökler, denizlerce dolgunum;

İçime sığmaz oldu coşkunluğum;

Ak saçlarımla sarhoş ettin beni,

Kış ortasında bahar bulutuyum!

267.

Dün gece şarap arıyordum şehirde;

Soluk bir gül gördüm bir ocak önünde;

Dedim: Ne yaptın da yakıyorlar seni?

Dedi: Bir kez güleyim dedim çimende.

268.

Bir yürek ki yanmaz, yürek denir mi ona?

Sevmek haram, yüreğinde ateş olmayana.

Bir gününü sevgisiz geçirdinse, yazık:

En boş geçen günün o gündür, inan bana.

269.

Düşünce göklerinin baş konağı sevgidir sevgi;

Gençlik destanının baş yaprağı sevgidir sevgi;

Ey sevginin sırlarından habersiz yaşayanlar,

Bilin ki tüm varlığın baş kaynağı sevgidir sevgi.

270.

Barış istemiyorsa Felek, işte savaş;

İster serseri deyin bana, ister ayyaş;

İşte şarap, duruyor ortada, kıpkızıl;

İçmeyen taşa çalsın başını, işte taş!

271.

Şarabım, kasem, sevgilim, bir de çimen;

Bırak bana bunları, al cenneti sen.

Cehennemmiş, kuru laf bunlar:

Kim gitmiş cehenneme, kim dönmüş cennetten?

272.

Çekmeyiz aşağılık dünyanın gamını;

Özleriz gül rengi şarabın canını;

Şarap dünyanın kanı, dünya ise kanlımız:

Niçin içmeyelim kanlımızın kanını?

273.

Seccadeye tapanlar eşek değil de nedirler?

Küfelerle riya çamuru yüklenirler gezerler.

İşin kötüsü, din perdesi arkasında bunlar,

Müslüman geçinirken gavurdan beterdirler.

274.

Bu çürük temelli kubbede neyiz ki biz?

Tasta delik arayan karıncalar gibiyiz.

Ne korku, ne umut kapılarını bilen

Şaşkın, gözü bağlı, avanak öküzleriz.

275.

Yıkık bir saray bu dünya dedikleri;

Gece ve gündüz atlarının durak yeri;

Yüz Cemşit' den arda kalmış bir dünya bu:

Yüz Behram kendinin sanmış bu gökleri.

276.

Gelip de eskiyenler, yeni gelenler,

Hepsi gider bugün yarın, birer birer;

Kimselere kalmamış bu eski dünya:

Kimi gitti gider, kimi geldi gider.

277.

Ölüp yok olma korkuların saçma

Yoktan vara yükselen dalda oldukça;

Sevgiye İsa gibi dirilmişsin sen;

Ölüm yok artık sana dünya durdukça.

278.

Ben kendiliğimden var değilim bu varlığımla;

Kendim çıkmış değilim elbet bu karanlık yola;

Bir başka varlıktan gelmiş bendeki varlık:

Ben dediğin kim ola, nerde, ne zaman var ola?

279.

Haksızlık etmekten sakın, hak yoluna gir;

Yediğin ekmeği başkasına da yedir;

Cana kıyma, kimsenin sırtından geçinme,

Seni cennete sokmak benden: Şarap getir!

280.

Ben hangi şarapla sarhoş olursam olurum,

Ateşe, puta, neye taparsam taparım;

Herkes bir türlü görmek istiyor beni

Ben kendimi ne türlü yaparsam yaparım.

281.

Şarap küpü önüne serdik seccademizi;

Şarap yakutuyla adam ettik kendimizi;

Umudumuz, meyhanede yeniden bulmak

Camide, medresede yiten günlerimizi.

282.

Ben çimen Mısrının Yusufuyum, dedi gül;

Dilimden altın, yakut saçılır, dedi gül;

Dedim: Senin Yusuf olduğun nerden belli?

Kana boyanmış gömleğime bak, dedi gül

283.

Ne gündüz oturduk, ne gece uyuduk;

Dünyada Cem'in kadehini aradık durduk.

Öğrenince dünyaları yansıttığını,

Cem' in kadehini yüreğimizde bulduk.

284.

Rintlerin yolunda kendini unut;

Namazın, orucun kökünü kurut;

Öğütlerin iyisini Hayyam'dan işit:

Şarap iç,yol kesme, yoksulları tut.

285.

Bu ucsuz bucaksız dünya içinde, bil ki,

Mutlu yaşamak iki türlü insana vergi:

Biri iyinin kötünün aslını bilir,

Öteki ne dünyayı bilir ne kendini.

286.

Şarap güllere çevirsin sabahımızı;

Çalalım yere şan şeref külahımızı;

Nemize gerek bizim uzun dilekler,

Uzun saçlar, çalgılar sarsın havamızı.

287.

Hayyam, şarap iç, sarhoş olmak ne hoş,

Sevgilin de varsa, sarılmak ne hoş;

Er geç sonu yokluk madem bu dünyanın,

Yok say kendini, bak var olmak ne hoş!

288.

Hayyam, bak şu mavi gök nasıl durulmuş;

Açmış çadırı, kesmiş dedikoduyu, susmuş.

Varlığın kadehinde, çünkü, ezel sakisi

Bin Hayyam kabarcığı belirtip yok etmiş.

289.

Bu dünya kimseye kalmaz, bilesin;

Er geç kuyusunu kazar herkesin.

Tut ki Nuh kadar yaşadın zor bela

Sonunda yok olacak değil misin?

290.

Güneşi balçıkla sıvamak elimde değil;

Erdiğim sırları söylemek elimde değil;

Aklım düşüncenin derin denizlerinden

Bir inci çıkardı ki delmek elimde değil.

291.

Canım şarap, ne güzelsin billur kasende;

Aklı köstekleyen bir büyü var sende.

Biraz içti mi insan açılır yüreği

Döker ortaya nesi varsa içinde.

292.

Bu sarayın başı göklerdeydi bir zaman;

Padişahlar girer çıkardı kapısından.

Şimdi duvarında bir kumru: Guguk, diyor.

Guguk, guguk, o şanlı günlerin ardından.

293.

Hayyam bu zamanda vahlanıp durmak boşuna;

Kendi derdine düşmek utanç verir insana.

İyisi mi şarap iç, çalgı dinleyerek

Nerdeyse bir taş düşer senin de sofrana.

294.

Gören göze güzel, çirkin hepsi bir;

Aşıklara cennet, cehennem, hepsi bir;

Ermiş ha çul giymiş, ha atlas;

Yün yastık, taş yastık, seven başa hepsi bir.

295.

Kaderin elinde boynum kıldan ince:

Tüysüz kuşa dönerim ecel gelince,

Yine de toprağımdan testi yapın siz:

Dirilirim içine şarap dökünce.

296.

Yakınırım aynalar gibi felekten;

Bıkmaz alçakları yükseltmekten.

Gözyaşı dolu bir kadeh oldu yüzüm,

Yüreğim kan dolu bir desdi gerçekten.

297.

Yüreğim, kimselerden ihsan dileme;

Bu amansız felekten aman dileme;

Bil ki, derman aradıkça artar derdin:

Derdinle haldaş ol, derman dileme.

298.

Tanrı gülüşünle öfkeni almış senin,

Birinden cennet yapmış, birinden cehennem.

Sen cennetimsin benim, ben senin uslu kulun:

Açılsın kapıları bana cennetimin!

299.

Ey canlar, şarapla buldurun bana beni;

Yakutlara çevirin kehruba çehremi;

Şarapla yıkayın beni öldüğüm zaman

Asmadan bir tabut içinde gömün beni.

300.

Feleğin çarkı dönmeyecek madem muradımca,

Gökler ha yedi kat olmuş, ha sekiz, bana ne?

Ölüm bütün isteklerimi yok ettikten sonra

Ha dağda kurt yemiş beni, ha mezarda karınca.

301.

Hayyam, olsa olsa bir çadır senin bedenin,

Can sultanımızın bir süre oturması için;

Ecel hancısı bir başka konak döşeyince

Sultan göçer gider, viran olur çadırın senin.

302.

Şarap içti mi, dilenci sultanlaşır;

Tilki çıkar deliğinden, aslanlaşır;

Yaşlı başlı adam delikanlaşır;

Delikanlı yaşca başca olgunlaşır.

303.

Günahlarım çok olmasına çoktur benim,

Ama dinsizler gibi umutsuz değilim:

Cennet cehennem umrumda değilse de

Ötede hem şarap olacak, hem de sevgilim.

304.

Ey kara cübbeli, senin gündüzün gece;

Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere.

Onlar Yaradanın sanatı peşindeler:

Senin aklın fikrin abdest bozan şeylerde

305.

Her gün tövbe eder bozarız biz;

Şanı şerefi de boşarız biz;

Kusur işlersek ayıplamayın:

Sarhoş doğduk, sarhoş yaşarız biz.

306.

Şu sonsuz sayvanı donatan yıldızlar

Akılların aklını durdururlar;

Sen aklından şaşmamaya bak ve bil ki

O tedbirli yıldızlar da yoldan çıkarlar.

307.

Derdin avucundan şarap içmedikçe

Bir yudum su içmiş değilim gönlümce;

Kimsenin tuzuna da ekmek banmadım

Ciğerimi kebap edip yemedikçe.

308.

Daha nice sürsün yalan dolanı ömrün;

Daha nice dert sunsun sakisi ömrün;

Uzatma; kadehindeki son yudum gibi

Bırak dökülsün yere kalanı ömrün.

309.

Her gün şarap cümbüşüne dalanların da

Her gece mihrap önünde kalanların da

Islanmayanı yok, yağmur altında hepsi:

Bir uyanık var, ötekiler hep uykuda.

310.

Unutma, amansız feleğin çarkındasın;

Şarap iç, çünkü ateşten bir dünyadasın;

Madem ki yerin önünde sonunda toprak

Farzet ki üstünde değil altındasın.

311.

Sevgiliyle sabah içmedeyiz, saki;

Biz Nasuh tövbesi bilmeyiz, saki;

Yeter okuduğun Nuh hikayesi

Hemen dolsun huzur kasemiz, saki.

312.

Madem aman vermiyor ecel, saki,

Kadeh boş kalmasın, aman gel, saki;

Şu üç beş günlük dünyada gam yemek

Bizim gönlümüzce iş değil, saki.

313.

Her sabah çiğle bezenir yüzü lalenin;

Yeşillikte bükülür boynu menekşenin;

Ama daha gönlümcedir hali goncenin

Çeker eteğini, derlenir için için.

314.

Şarap sonsuz hayat kaynağıdır, iç;

Gençlik sevincinin pınarıdır, iç;

Gamı yakar eritir ateş gibi,

Sağlık sularından şifalıdır, iç.

315.

Açılmışken nasılsa mutluluk gülün

Niçin elinde kadeh yok böyle bir gün?

Şarap iç, can düşmanındır geçen zaman:

Bir daha bu fırsatı bulman ne mümkün?

316.

Gönül, bir düş madem dünya gerçeği

Ne dertlenir, alçaltırsın kendini?

Hoşgör kaderini, gününü gün et:

Yazılan senin için bozulmaz ki.

317.

Sevenlerinden yer yok ben garibe;

Derdine düşenlerle başım dertte;

Sarmışlar seni kum bulutu gibi

Gül yüzünden ışık mı düşer bize.

318.

Yoksula, yoksulluğa yakın ettin beni;

Dertlere, gurbetlere alıştırdın beni;

Yakınların ancak ere bu mertebeye;

Tanrım, ne hizmet gördüm de kayırdın beni?

319.

İnsanlık yaratılalı olgun kişiler

Bulduklarıyla yetinip dert çekmediler

Birbirine girdi gözü doymayanlarsa:

Çok isteme kaderden başın derde girer.

320.

Kim yüreğini uydurduysa aklına

Bir anını yitirmedi bu dünyada;

Ya Tanrı uğruna emek verdi candan

Ya rahatını aradı buldu şarapta.

321.

Ben şarabı eskimiş acı acı severim;

En çok da ramazanda cumaları içerim;

Helal üzümünü ezdim doldurdum küpe:

Ne olur,içinceyedek ekşitme Tanrım.

322.

Ben olmayınca bu güller, bu serviler yok.

Kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok.

Sabahlar, akşamlar, sevinçler tasalar yok.

Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok.

323.

Aşk o yüce mimar, beden evimi kurunca

Aşk dersini yazdırdı bana her dersten önce

Sonra bir parça altın koparıp yüreğimden

Air anahtar yaptı mana hazinelerine.

324.

Gök yaban gülleri döküyor eteğinden

Bir çiçek yağmuruna tutuldu sanki çimen

Gül şarap dolsun kadehimin lalesine

Mor buluttan yere yaseminler düşerken.

325.

Şarap iç, azlık çokluk silinsin kafandan

Kurtul yetmiş iki milletin kaygusundan

Perhize kalkma sakın dokunur diye şarap.

Şarap ki bir dirhemi bin bir derde derman.

326.

Can yoldaşı dostlar çekildi gittiler

Ecel çiğnedi hepsini birer birer

Yan yana oturmuştuk hayat sofrasına

Bizden birkaç kadeh önce sızdı gittiler.

327.

Yokluk suyuyla ekilmiş tohumum benim

Gam ateşiyle tutuşmuş yanar yüreğim

Alındığım toprağa verilmeden önce

dünyanın serseri yelleri önündeyim.

328.

Bu masmavi kubbenin kurulduğu gün

Bu nur Cevza burcuna verildiği gün

Mumun başına bağlanan alev gibi

Bağlandı yüreğime senin aşk gülün.

329.

Seher yeli eser yırtar eteğini gülün

Güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün

Sen şarap içmene bak, çünkü nice gül yüzler

Kopup dallarından toprak olmadalar her gün.

330.

Mezarda yatanların toz toprak her biri

Zerre zerre dağılıp gitmiş bedenleri

Ne şarap ki bir içen sızmış mahşeredek

İşten güçten habersizler yıllardan beri.

331.

Bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye?

Ne zaman yıkılıp gidecek bu güzelim kubbe?

Aklın yollarıyla ölçüp biçemezsin bunu sen

Mantıkların, kıyasların sökmez senin bu işde.

332.

Bin bir tuzak kurarsın yolum üstüne

Adım atma yakalarım dersin bir de

Bir zerre var mı dünyada yönetmediğin

Neden asi dersin kendi yürüttüğüne?

333.

Bu dünya sırrını söylemez kimseye;

Bİn Mahmud' u bin Ayaz' ı serdi yere;

Şarap iç, dünyaya gelinmez iki kez:

Bir kez giden bir daha gelmez geriye.

334.

Bu dünyaya gelip gitmemizin kazancı nerde?

Ömrümüzün umut ipliği ne oldu, nerde?

Bu feleğin çemberinde nice temiz canlar

Yandı kül oldular, hani dumanları, nerde?

335.

Bilmem, Tanrım, beni yaratırken neydi niyetin,

Bana cenneti mi, cehennemi mi nasip ettin;

Bir kadeh, bir güzel, bir çalgı bir de yeşil çimen

Bunlar benim olsun, veresiye cennet de senin.

336.

Feleğin atı eğerlenip dizginlediği gün

Göklerin yıldızlarla donatıldığı gün

Bize bu nasibi verdi kader divanı

Biz yoktuk kusur paylarımız dağıldığı gün.

337.

Oruç tutup namaz kılmağa kalktım geçende

Dedim belki öyle ererim dileklerime

Yazık ki bir kuru yelle bozuldu abdestim

Bir damla şarapla da orucum gitti güme.

338.

Bak, Saki, yüreğim arındı bütün kaygılardan

Gitti o kükreyen aslanlar, bomboş şimdi orman

Gece yıldız saçarken göklerin şarap kasesi

Benim kadeh boş günümü gün edeceğim zaman.

339.

Senden benden önce kadın erkek niceleri

Şenlendirip süslediler dünya denen yeri

Senin tenin de toprağa karışacak yarın

Senden beslenecek nice insan bedenleri.

340.

Gönlünü hoş tut, sonu gelmez kaygıların

Gök kubbede çatışması bitmez yıldızların

Senin toprağa karışacak bedenlerinse

Tuğla olacak sarayına başkalarının.

341.

Tanrı evrenin canı, evrense tek bir beden

Melekler bu bedenin duyuları hep birden

Yerde gökte canlı, cansız ne varsa birer uzuv:

Budur Tanrı birliği, boştur başka her söylenen

342.

Kader defterimi yeniden yazabilseydim

Kendime gönlümce bir hayat seçerdim;

Bütün dertleri siler atardım dünyamızdan

Sevinçten göklere uçardı düşüncelerim.

343.

Şu senin benim dediğimiz toprak neyimizdir

Birkaç günlük cennetimiz cehennemizdir

Bugün su içtiğin şu testi toprak olunca

Mezarına atılır belki bir gün, kim bilir.

344.

İki günde bir somun geçiyorsa eline

Soğuk suyu da olursa bir kırık testide

Niçin kendinden kötüsüne kul olur insan,

Ne diye girer kendi gibisinin hizmetine?

345.

Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;

Öyle bir inci ki bu büyük sır delen yok;

Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,

İşin kaynağına giden yolu bulan yok.

346.

Oğul, dünyamızı aydınlatan şarabı sun;

Sevinç gülümüze ay ışığı gibi vursun;

Sular gibi akar gider gençliğin ateşi,

Bir uykudur o senin uyanık mutluluğun.

347.

Dilerim ölünce şarapla yıkanayım

Şarap şiirleriyle talkınlanayım

Mahşer günü arayan olursa beni

Meyhanenin önündeki topraktayım.

348.

Senden benden önce de vardı bu gün bu gece

Felek dönüp durmadaydı hep bu gördüğünce

Usulca bas toptağa, çünkü bastığın yer

Bir güzelin gözbebeğiydi beş on yıl önce.

349.

Yaşamanı akla uydurman gerekir,

Ama bilmezsin akla uygun olan nedir;

Bereket eli çabuktur Zaman Usta'nın,

Başına vura vura sana da öğretir.

350.

Gül mevsimi çimendeyiz su kıyısında

Birkaç nur yüzlü güzel de var aramızda

Şarap sun çünkü sabah erken içenlere

Ne mescit gerekir ne kilise dünyada.

351.

Tanrı gönlünce yaratır da her şeyi

Neden ölüme mahkum eder hepsini?

Yaptığı güzelse neden kırar atar

Çirkinse suçu kim kime yüklemeli?

352.

Ezel avcısı bir yem koydu oltasına

Bir canlı avladı Adem dedi adına

İyi kötü ne varsa yapan kendisiyken

Tutar suçu yükler kendinden başkasına.

353.

Bu dünyada nedir payıma düşen, hiç

Nedir ömrümün kazancı felekten, hiç

Bir sevinç mumuyum sönüversem hiçim

Bir kadehim kırılsam ne kalır benden hiç.

354.

O yakut dudakları kızıl kızıl yanan nerde?

O güzelim kokusu cana can katan nerde?

Müslümanlara şarap haram edilmiştir derler

İçmene bak, haram işlemeyen müslüman nerde?

355.

Bu dünyaya kendi isteğimle gelmedim ben;

Şaşkınlıktan başka şeyim artmadı yaşarken.

Kendi isteğimle de gidiyor değilim şimdi,

Niye geldik kaldık, niye gidiyoruz bilmeden.

356.

Sonsuz çemberinde bu dipsiz evrenin

Gönül hoşluğuyla iç, geçmeden devrin

Ecel şarabın sunulunca da ah etme:

Sıran gelince içmezlik edemezsin.

357.

İç, şarap iç, Mahmut olmak budur;

Çalgı dinle, Davut olmak budur;

Geçmişi, geleceği düşünme

Gününü gün et, yaşamak budur.

358.

Bu ömür kervanı bir tuhaf gelir gider

Kazancın, yaşamasını bildiğin günler;

Saki, bırak şu yarını düşünenleri

Geçti gidiyor gece, geçmeden şarap ver.

359.

Kimileri laf dünyasında şişinip durmuş;

Kimi güzel ardında koşturmuş;

Perdeler inince anlar her biri, ey Gerçek,

Senden ne uzak, ne uzak yollara vurmuş.

360.

Gönlünce de dönse, bu dünyanın sonu ne?

Okunup bitse de ömür destanının, sonu ne?

Yüz yıl dilediğince yaşadın diyelim,

Bir yüz yıl daha yaşasaydın, donu ne?

361.

Bulut geçti, gö yaşları kaldı çimende

Gül rengi şarap içilmez mi böyle günde?

Bugün bu çimen bizim, yarın kim bilir kim

Gezecek bizim toprağın yeşilliğinde.

362.

Kendi çarkını döndürmeye bak döndükçe dünya;

Keyfinin tahtına çık kadehle dudak dudağa;

Tanrının umrunda mı senin günahın sevabın:

Sen kendi muradını kendi güzelinde ara.

363.

Madem ki sevincin adı kaldı yalnız

Ham şarabı en olgun dost saymalıyız

Keyfin el çekmeğe kalkmasın kadehten

Kadehtir şimdi artık tek tutanağımız.

364.

Kalk, kalk, yeter uyuduğun, saki!

Boş kadehim dolsun, dolsun, saki;

Er geç testi olmadan kafa tasım,

Sen testiden bana şarap sun, saki!

365.

Bu kubbe altındaki bin bir belayı gör;

Dostlar gideli boşalan dünyayı gör;

Tek soluk yitirme kendini bilmeden;

Bırak yarını, dünü, yaşadığın anı gör.

366.

Hayat evini sağlam kurmak istersen,

Günlerini gamsız geçirmek istersen,

Işıl ışıl şaraptan sakın el çekme,

Her gününün tadına varmak istersen.

367.

Gül der ki yüzüm yüzlerden güzelken

Ezer suyumu çıkarırlar bilmem neden.

Bülbül de şöyle der ona sanki içinden:

Bir yıl dert çekmeden var mı bir gün sevinen?

368.

Menekşe mor boyalar sürerken gömleğine,

Seher yeli el atarken gülün eteğine,

Aklı olan gümüş bedenli sevgilisiyle

İçer şarabı, döker kadehi yüreğine.

369.

Boştur dünya saki ve şarap olmayınca,

Irak neylerinin sesi duyulmayınca;

Nesi var nesi yok bu dünyanın bana sor:

Boştur geçen ömrün kadehin dolmayınca.

370.

Kaygılar tasalar sarmasın içini;

Olumsuz düşlere kaptırma kendini;

Ayrılma yarin ve çimenin koynundan

Kara toprak koynuna almadan seni.

371.

Olanların olacağı belliydi çoktan;

İyiyi kötüyü yazmış kaderi yazan;

Ta baştan gereği düşünülmüş her şeyin:

Neden boşuna uğraşır, dertlenir insan?

372.

Madem ben kervansarayda kalıcı değilim,

Şarapsız güzelsiz yaşamak hatadır derim

Dünya muhdes mi kadim mi diye tartışmak boş:

Ben gittikten sonra ha muhdes olmuş ha kadim!

373.

Meyhane rintlerinin sergerdesi benim;

Yersiz sözlerle günaha giren benim;

Gecesini kızıl şaraba kurban eden

Ciğerinin kanıyla dua eden benim.

374.

Dünyada olan biteni ben de görmedeyim;

Haksızlıkları hep baş köşelerde görmedeyim;

Fesuphanallah! Nereye bakarsam bakayım

Kendi mutsuzluğumu her yerde görmedeyim.

375.

Bize şarap ve sevgili, size cami kilise;

Sizler cennetliksiniz, cehennemliğiz bizlerse;

Kader böyleymiş neylersin, kimsenin suçu yok:

Kim ne karışır ezel nakkaşının işine?

376.

Gülün yüzünde çiy incisi nevruzun ne hos!

Yeşillikte gönül aydınlatan yüzün ne hoş!

Dün geçti gitti, hoş değil ondan söz etmemiz:

Hoş tut gönlün, anma dünü, bak bugün ne hoş.

377.

Benim varlığım senin yaptığın bir nakış;

Türlü garip renklerini hep senden almış;

Kendimi düzeltmeğe nasıl varsın elim:

Senden güzelini yapmak bana mı kalmış!

378.

Yetmiş iki ayrı millet, bir o kadar da din!

Tek kaygısı seni sevmek benim milletimin;

Kafirlik müslümanlık neymiş, sevap günah ne?

Maksat sensin, araya dolambaçlar girmesin.

379.

Feleğin çarkı döner, ne tuz bilir ne ekmek

Balık gibi çıplak kor gider bizi felek

Kadınların çıplakları giydiren çıkrığı

Feleğin çarkından daha yararlı demek.

380.

Kalk oyna, ayakların ellerimize uysun

Biz içerken o mavi gözler süzülsün

Yirmi yaşında şarap içmenin tadı yok

Altmışından sonra içeceksin ki değsin

381.

Bu fakir köşede şarap ve çalgı yeter bize

Rahmet umudu, azap korkusu bizim nemize?

Canı, başı sarığı rehine verip vermişiz

Hava, toprak, su ve ateş uğramaz semtimize.

382.

Zahide hurilerle dolu cennet hoş gelir

Onun bana üzümün suyu daha hoş gelir

Onun cenneti veresiye benimki peşin

Ne var ki uzaktan davulun sesi hoş gelir.

383.

Şarap beden gücüdür, can gücüdür bana;

Çözülmedik ne sırları çözdürür bana;

İstemem dünyayı ahreti şarap varken:

Bir damlası iki dünyadan yeğdir bana.

384.

Bülbül ötmeğe başlayınca bahçemizde;

Bir lale gibi açsın şarap elimizde;

Elde kadehle öldü diyecekler bir gün,

Ko desin cahil herifler, ne umrumuzda.

385.

O bilginler ki evrenin özetidirler;

Düşüncelerinin atı göklerde gezer;

İş kavramaya gelince Senin özünü

Şaşkınlıktan Felek gibi başları döner.

386.

Baharlar yazlar geçer sonbahar gelir;

Ömrümün yaprakları dökülür bir bir;

Şarap iç, gam yeme, bak ne demiş bilge:

Dünya dertleri zehir, şarap panzehir.

387.

Güzelim can çıkıp gidince bedenimizde

Birkaç kerpiç olacak mezarımızı örten;

Gün gelecek, mezar yapmak için başkasına

Kerpiç dökecekler kalacak toprakla bizden.

388.

Aşıklar meclisinde yer bulmuşuz birlikte;

Dünyanın dertlerinde kurtulmuşuz birlikte;

İçip birer kadeh bu sevincin şarabından

Özgürlüğe ermiş, sarhoş olmuşuz birlikte.

389.

Akılla bir konuşmam oldu dün gece;

Sana soracaklarım var, dedim;

Sen ki her bilginin temelisin,

Bana yol göstermelisin.

Yaşamaktan bezdim, ne yapsam?

Birkaç yıl daha katlan, dedi.

Nedir; dedim bu yaşamak?

Bir düş, dedi; birkaç görüntü.

Evi barkı olmak nedir? dedim;

Biraz keyfetmek için

Yıllar yılı dert çekmek, dedi.

Bu zorbalar ne biçim adamlar? dedim;

Kurt, köpek, çakal, makal, dedi.

Ne dersin bu adamlara, dedim;

Yüreksizler, kafasızlar, soysuzlar, dedi.

Benim bu deli gönlüm, dedim;

Ne zaman akıllanacak?

Biraz daha kulağı burkulunca, dedi.

Hayyam' ın bu sözlerine ne dersin, dedim;

Dizmiş alt alta sözleri,

Hoşbeş etmiş derim, dedi.

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı