16 Aralık 2009 Çarşamba

anadolu da SANAT TARİHİ

SANAT TARİHİ



Anadolu’da Eski Taş Çağı (M.Ö. 600.000-10.000)
İnsanın düşünen hayvan olarak yavaş yavaş gelişmeye başladığı bu ilk uygarlık çağı Buzul Devri’ne rastlar ve onun dört bölümü ile orantılı olarak dört devreye ayrılır. Yarım milyon yılı aşan bu uzun süreç boyunca insan, henüz üretime geçmemiş olup, doğada buldukları ile geçinir. Erkek, hayvan avlayarak, kadın da bitki, böğürtlengiller ile küçük hayvanlar toplayarak geçimi sağlar. İnsanın medeniyet yolundaki ilk aşaması ateşin keşfedilmesidir. Bu büyük keşfin Eski Taş Devri’nin daha ilk evrelerinde, insanın alet kullanmaya başladığı zaman yapılmış olması gerektir. Alet olarak taştan tek ya da iki taraflı el baltası, uzun yaprak biçiminde bıçaklarla çalışıyorlardı. Eski Taş Devri sonlarına doğru, kemikten iğneler, mızrak uçları da kullanılmıştır. Üçüncü Buzul Devri’nde, insanın uygarlık yolunda en büyük aşaması, iki çakmak taşının birbiriyle sürtülmesinden meydana gelen ateşin keşfidir. Üçüncü ve dördüncü buzul devrinde, taştan, fildişinden heykelcikler ve mağaralarda da çok başarılı duvar resimleri yapılmıştır. Buzul çağında bazı bölgelerde, mezarlarda ölünün yanında bulunan yiyeceklerden de, hayatın ölümden sonra devam ettiğine inanıldığı anlaşılmaktadır. Antalya çevresindeki Karain, Beldibi ve Belbaşı mağaraları, Eski Taş Devri’nin sonlarında kullanılmışlardı.

Anadolu’da Orta Taş Çağı (M.Ö. 10.000-8.000)
Taştan aletler bu devirde daha çeşitli ve daha kullanışlı şekiller gösterir. Köpek ilk evcil hayvan olarak görülür. Devrin sonuna doğru gıda birikimine başlanmaktadır.

Anadolu’da Yeni Taş Çağı (M.Ö. 8.000-5.500)
Yukarıda söylediğimiz gibi insanoğlu iki ayak üzerinde dolaşmaya başladığı, aşağı yukarı bugünkü fiziksel yeteneklerine ulaştığı halde uygar denebilecek duruma ancak on bin yıl ön ce (M.Ö. 8.000 sıralarında), yerleşik olduktan sonra erişmiştir. Dünyanın birçok yerinde bu çağdan kalma küçük yerleşmeler gün ışığına çıkarılmıştır. Bunlardan en ileri düzeyde olan beşi Anadolu’daki Çayönü, Çatalhöyük, Hacılar, Norşuntepe ve Köşk Höyük yerleşmeleridir.

Halet Çambel, Robert J. Braidwood ve onların ardından Mehmet Özdoğan’ın Wulf Schirmer’le Diyarbakır yöresinde kazdıkları Çayönü yerleşmesi, C 14 (radyokarbon on dört) sonuçlarına göre M.Ö. 7250-6750 yılları arasına tarihlenmektedir. Yerleşmenin ortasında bir meydan ve onun çevresinde dikdörtgen anıtsal yapılar ve evler yer almaktadır. Binaların alt bölümleri taştan, üstleri kerpiçten inşa edilmişti. Çayönü yerleşmesinde oturanlar Anadolu’nun en eski çiftçileridir. Buğday yetiştirmesini, onu hasat etmesini ve öğütmesini biliyorlardı. Bunu, ele geçen aletler kanıtlamaktadır. Tarımın yanısıra hayvancılıktan da yararlanıyorlardı. Sofralarında koyun ve keçi eti bulunuyordu. Köpek ilk evcil hayvandı. Kadın heykelciklerı ana tanrıçaya daha bu dönemde tapıldığına işaret etmektedir
James Mellaart tarafından gün yüzüne çıkarılan Burdur civarındaki I- yerleşmesi, radyokarbon 14 ölçümlerine göre M.Ö. 7040 sıralarında meydana gelmişti. Burada yapılan kazılar sonucunda evlerde buğday, arpa ve mercimek, ayrıca keçi, koyun ve büyük baş hayvan kalıntıları bulunmuştur. Biricik evcil hayvan olarak daha Orta Taş Devri’nde ehlileştirilmiş olan köpek görülmektedir.

Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde ise M.Ö. 6500-5500 yılları arasında bin yıl süreyle, yeryüzünün ilk parlak uygarlığı böylece gelişmiş, eşsiz güzellikte sanat eserleri yaratılmıştır. En büyük başarılar arasında evlerin duvarlarını süsleyen renkli kabartmalarla renkli freskler gelmektedir. Tasvirler arasında av, dans sahneleri, çeşitli insan ve hayvan resimleri yer almaktadır. Fresklerden bir tanesi tarihin en eski manzara resmi olup bir yanardağı, belki de civardaki Hasan Dağı patlama sırasında tasvir etmektedir. Çoğunlukla dört, beş ev bir grup oluşturuyor ve bunların arasında bir tapınak odası bulunuyordu. Düşman saldırılarını önlemek için, sokakları olmayan bu yerleşmenin evlerinin duvarları kerpiçtendi, kapıları yoktu, herkes evine taşınabilir ağaç merdivenlerle damdan giriyordu. Duvarların en üst kısmında, çatıya yakın yerlerinde hava ve ışık için küçük deliklerden ibaret pencereler vardı. Her odada, kerpiçten yapılmış sedirler bulunuyor, bunların üstüne oturuluyor, öteberi konuyor, ayrıca yatmak için döşekler serilebiliyordu. Bu kerpiç sedirlerin içine etleri güneşte kurutulmuş ölüler gömülüyordu, ölülerin yanına güzel he iyeler bırakılıyordu. Böyle bir mezarda bulunan obsidyenden yontularak yapılmış ayna, şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndedir.

Yukarıda sözü edilen tapınak odasının duvarlarında ve sedirlerinin kenarlarında boğa başları ya da boynuzları gömülü bulunuyordu. Böylece bu devirde tarımın başlaması ile boğalara tapma inancının ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yeni Taş Devri’nde olduğu gibi daha sonraki Anadolu için de öküz ve boğa, yalnız doğa gücünün ve çoğalımın bir sembolü değil, ayrıca toprağın sürülmesinde gördüğü büyük iş bakımından tarımın da başlıca etkeniydi. Bununla birlikte Yeni Taş Devri Anadolusu’nda asıl tapılan varlık, sonraları tarihi devirlerde tanrı ana adını taşıyan, insan için bereket ve çoğalımın sembolü olan tanrıdır. Hacılar’da ve Çatalhöyük yapılan kazılarda tanrı ananın yüzlerce heykelciği bulunmuştur . Tanrı ana, daima çıplak olarak çeşitli şekillerde, yatmış, çömelmiş, uzanmış durumlarda ve özellikle doğum yapma sırasında tasvir edilmiştir. Tanrı ananın doğum yapma haliyle çok sık tasvir edilmiş olması, ona, özellikle insanlığın devamlılığını sağlayan, bereket ve çoğalımın sembolü olarak tapıldığını anlatmaktadır Çıplak tasvir edilmiş kadın heykeline Yeni Taş Devri’nde, birçok Akdeniz ve Yakındoğu ülkelerinde rastlanması, ana tanrıçanın yeryüzünün bu bölgelerinde egemen olduğuna işaret etmektedir.

Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal-TÜBİTAK Yayınları





12.000 Yıl Önce “Uygarlığın Anadolu’dan Avrupa’ya Yolculuğunun Başlangıcı”
Neolitik Dönem

Anadolu, tarihöncesi dönemden yakın çağlara kadar her dönemde uygarlık tarihinin önemli bir merkezi olmuş, çok sayıda kültürü barındırmıştır. Ancak Anadolu’nun uygarlığın oluşumuna en belirgin katkıyı yaptığı dönem, bu sergiyle yansıtmaya çalıştığımız süreçtir; bu aynı zamanda uygarlık tarihinin en heyecan verici ve renkli dönemlerinden biridir.
Karlsruhe sergisi Güneydoğu Anadolu’da ortaya çıkan kültürün, Orta Anadolu ve Marmara Bölgesi üzerinden Avrupa’ya aktarımını ele almıştır. Bu serginin kurgusu ise Güneydoğu Anadolu’da izlediğimiz köklerin tanıtımı ile sınırlı tutulmuştur. Serginin içeriğinin bu şekilde sınırlı tutulması ile, ülkemizde henüz hiç tanıtılmamış olan “ilkler”i içeren bu dönemi, sıradan buluntularla değil, kültürü oluşturan diğer öğelerle birlikte daha kapsamlı ve çok yönlü olarak tanıtabileceğimizi düşündük. Bu şekilde Güneydoğu Anadolu’da başlayan kültürel sürecin İç ve Kuzeybatı Anadolu bölgelerine yansıması ve bu dönem insanının yaşamını nasıl sürdürdüğü tanıtılmaktadır.
Neolitik Dönemin Değişen Tanımları
Yukarıda da kısaca değinildiği gibi, dar anlamıyla Neolitik dönem, beslenme, teknoloji ve yaşamı belirleyen öğelerin yeniden biçimlenme sürecini yansıtmaktadır. Sonuçları bakımından devrim niteliğindeki bu değişimin oldukça uzun bir süre içinde gerçekleştiği, yaklaşık olarak M.Ö. 12000 yılları ile 6000 yılları arasındaki bir döneme yayıldığı bilinmektedir. Bu sürecin başlangıcı Son Buzul Çağı’nın yarattığı koşulların ortadan kalkması, bugünkü iklim kuşaklarının yerleşmesiyle ilişkilidir. Dünyanın her yerinde insanlar, değişen doğal çevre koşullarına, bildikleri teknoloji ve sosyal alışkanlıklarıyla uyum sağlamışlardır. Ancak Yakındoğu’nun belirli bir bölgesinde bu dönüşüm dünyanın diğer yerlerinden farklı olmuş ve daha sonra tüm dünyayı etkileyecek olan yeni yaşam biçimini ortaya çıkarmıştır. 6000 yıl gibi, oldukça uzun bir zaman dilimini kapsayan bu oluşum sürecini, konunun uzmanları olan arkeologlar Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ, Çanak Çömlekli Neolitik Çağ gibi farklı kültür basamaklarına ayırarak tanımlamaktadırlar. Ancak ilginç olan, bu sürecin ilk aşaması olan Çanak Çömleksiz Neolitik dönemin, sonrakilerden daha görkemli kalıntılara sahip olmasıdır. Bu ilk dönemin görkeminin, anıtsallığının en iyi izlendiği bölge de Güneydoğu Anadolu’dur.

Yakındoğu Neolitik kültürünün oluşum bölgesi olarak tanımladığımız coğrafya güneyde Filistin’den başlayarak İsrail, Suriye, Lübnan, Ürdün, Kuzey Irak, Batı İran, Güneydoğu ve İç Anadolu ve hatta son araştırmalar ışığında Kıbrıs’ı da içine alan çok geniş ve geniş olduğu kadar ekolojik çeşitliliği de olan bir bölgedir. Tüm bu bölge içinde yaşayan toplulukların birbirleriyle bilgi ve teknoloji paylaşarak 6000 yıl boyunca söz konusu kültürü geliştirdiği ve dönemin sonunda kelimenin tam anlamıyla “çiftçi” durumuna geldikleri anlaşılmaktadır. Bu oluşum, başlangıcından gelişimini tamamlama aşamasına kadar aynı coğrafya içinde kalmış, ancak tam olarak gelişimini tamamladıktan sonra farklı coğrafyalara yayılmıştır.

Daha önce de değinildiği gibi, tahıla dayalı bir yaşam biçiminin, avcılığın ve toplayıcılığın yerini alması çok güç bir dönüşümdür. Bu nedenle bilim insanları bu dönemin ilk basamaklarını doğal çevrenin kısıtlı olduğu, insanların yaşamlarını sürdürmek için tahıl tanelerini toplamak zorunda olacakları kurak ve yarı kurak bölgelerde, özellikle Filistin, İsrail ve Güney Suriye’de aramışlardır. Söz konusu araştırmalar ilk başlarda Filistin çevresinde yoğunlaşmıştır; Güney Filistin’de Natuf ve Kebaran gibi Neolitik dönemin öncülü olabilecek kültürel oluşumlara rastlanması uzun bir süre arkeologların ilgisini Güney Levant olarak tanımladığımız bölgeye odaklamıştır. Bu bağlamda 1952 yılında K. Kenyon tarafından kazılmakta olan Eriha (Jericho) kazılarında, gerçek anlamıyla Neolitik bir yerleşimin bulunması, daha sonraki araştırmaları yönlendiren önemli bir gelişme olmuştur. Eriha kazıları, Neolitik kültürün başlangıcında çanak çömleğin bilinmediği bir evre olduğunu ve daha önemlisi bu evrede öylesine eski bir tarih için görkemli sayılabilecek büyük yapıların bulunduğunu açık olarak ortaya koymuştur. Bugün hâlâ kullanmakta olduğumuz, Neolitik kültürün gelişim basamaklarını yansıtan Çanak Çömleksiz Neolitik A, Çanak Çömleksiz Neolitik B ve Çanak Çömlekli Neolitik ayrımı da ilk kez bu kazıda ortaya atılmıştır. Eriha kazılarıyla hemen hemen aynı yıllarda, R.J. Braidwood ve ekibi Kuzey Irak Zagros bölgesinde, doğabilimcilerle birlikte araştırmalara başlamış ve özellikle Jarmo kazılarıyla ilk kez, çiftçiliğin başlangıç aşamasındaki basit bir köy toplumunu ortaya çıkarmıştır.

Neolitik dönem araştırmalarının başladığı 1948 yılından 1970 yıllarına kadar geçen süre içinde söz konusu bölgelerde yapılan Neolitik dönem kazılarının sayısı 100’ü aşmış, arkeolojik kazı yöntemlerinin gelişmesi, arkeometrinin sağladığı olanaklarla çok farklı konularda geniş bir bilgi birikimi oluşmuştu. Bu bağlamda yakın zamanlara kadar doğal çevre ortamının çok daha zengin olduğu, insanların yaşamlarını tahıl tanesi toplamaya bağlamak zorunda olmadığı Anadolu’nun, ilk çiftçi topluluklarının oluşum bölgesinin dışında kaldığı öngörülmekteydi. Bilim insanları, tarım, hayvancılık ve yerleşik yaşamın ilk olarak Güney Levant olarak tanımlanan Filistin ve çevresinde başladığını ve belirli bir aşamadan sonra bu yeni yaşam biçiminin Kuzey Suriye de dahil olmak üzere Anadolu’ya aktarıldığını düşünmekteydi. Bu nedenle Güneydoğu Anadolu da dahil olmak üzere Anadolu Platosu uzun yıllar Neolitik dönem açısından hemen hemen hiç araştırılmadan kalmıştı. Anadolu’da başlayan ilk Neolitik kazılar olan Urfa Bozova yakınlarındaki Biris Mezarlığı ve Söğüt Tarlası ile Diyarbakır Ergani yakınındaki Çayönü, kuzeydeki farklı bir Neolitik çekirdeğin ilk izlerini daha 1964 yılında vermiş, ancak elde edilen sonuçlar başka kazılarla desteklenmediği için yeterince yankı bulmamıştı.

Aynı süreç içinde Orta Anadolu’da J. Mellaart tarafından kazılmış olan Hacılar ve Çatalhöyük, J. Garstang tarafından kazılan Yumuktepe, D. French tarafından kazılan Can Hasan ile J. Bordaz’ın kazdığı Süberde ve Erbaba da, Neolitik yaşam biçiminin oluşumuyla ilgili süreçte, Anadolu Platosu’nun yerinin tam olarak anlaşılması sağlanamamıştı. Bunlardan özellikle Çatalhöyük görkemli ve şaşırtıcı buluntularıyla her ne kadar ilgiyi çekmişse de, o dönem için geçerli olan kuramlarla bağdaştırılamamıştır. Bu nedenle yakın zamanlara kadar, tarım ve çiftçiliğe dayalı olan yaşam biçiminin Yakındoğu’nun kurak ve yarı kurak bölgelerinde ortaya çıktığı, geliştiği ve daha sonra Anadolu Platosu’na aktarıldığı görüşü kabul edilegelmiştir.

Anadolu Yarımadası’nın Neolitik kültür oluşum süreci içindeki yeri, 1970’li yıllardan sonra, kazı ve araştırmaların artmasıyla tam olarak anlaşılabilmiştir. Fırat ve Dicle nehirleri ile bunlara bağlı kolların üzerinde kurulan baraj gölleri nedeniyle başlayan kurtarma kazıları, yeni birçok Neolitik yerleşimi de ortaya çıkarmıştır. Bunların arasında ilk çarpıcı örnek Urfa bölgesinde H. Hauptmann tarafından kazılmış olan Nevali Çori ile Batman’da M. Rosenberg tarafından kazılan Hallan Çemi’den gelmiş ve bunu izleyen, K. Schmidt tarafından kazılmakta olan Göbekli Tepe, V. Özkaya tarafından kazılmakta olan Körtik Tepe gibi yerleşimler, beklenmedik şaşırtıcı sonuçlar vermişlerdir. Anadolu Platosu’nun Akdeniz Havzası’yla, Neolitik dönemdeki ilişkilerinin daha iyi anlaşılabilmesi Yumuktepe’de kazıların I. Caneva tarafından yeniden başlatılmasıyla sağlanmıştır. Benzer bir gelişme önceleri Orta Anadolu ve hemen ardından İç Batı, Batı ve Kuzeybatı Anadolu’da da gerçekleşmiştir. U. Esin tarafından kazılan Aşıklı Höyük ile D. Baird’in kazmış olduğu Pınarbaşı gibi yerleşimler, Orta Anadolu Platosu’ndaki Neolitik kültürün Güney Levant’taki kadar eski olduğunu, M. Özbaşaran tarafından kazılan Musular, A. Öztan’ın kazmakta olduğu Köşk Höyük ile E. Bıçakçı’nın kazmakta olduğu Tepecik-Çiftlik bu kültürün ileri aşamalardaki gelişimini çarpıcı buluntularla yansıtmıştır. Aynı bölgedeki N. Balkan Atlı tarafından kazılmakta olan Kaletepe’de ortaya çıkan obsidyen işliği, Filistin’e kadar uzanan Neolitik dönem ticaret ağının ne kadar kapsamlı olduğunu göstermiş; Çatalhöyük’te I. Hodder tarafından başlatılmış olan yeni kazılar bu yerleşimin uygarlık tarihi açısından taşıdığı önemi arkeolojinin yeni yöntemlerinden de yararlanarak farklı bir şekilde sergilemiştir. Anadolu Yarımadası’nın daha batısında R. Duru’nun çalışmış olduğu Kuruçay, Höyücek ile Bademağacı ve son yıllarda Ege Bölgesi’nde A. Çilingiroğlu tarafından kazılan Ulucak, Z. Derin tarafından kazılan Yeşilova, H. Sağlamtimur tarafından kazılan Ege Gübre yerleşimleri ve A. Peschlow’un Beşparmak Dağı’ndaki buluntuları ile Kuzeybatı Anadolu’da N. Karul’un kazdığı Aktopraklık, J. Roodenberg’in Ilıpınar, Menteşe ve Barçın kazıları bu yaşam biçiminin batıya yayılım sürecinin izlerini çok açık bir şekilde sergilemiştir.

Anadolu Yarımadası’nın hemen her yerindeki kazıların ortaya çıkardığı sonuçlar öylesine önemlidir ki, bugün bilim dünyası Neolitik kültürün nasıl oluştuğu ile ilgili yüzyılı aşkın bir süredir tartışılan kuramları yeniden gözden geçirmek ve bu dönemi yeniden tanımlamak durumunda kalmıştır. Burada sıraladığımız Hallan Çemi, Nevali Çori, Çayönü, Göbekli Tepe ve Körtik Tepe kazılarında geniş alanlar açılabilmiş olduğu için, ortaya çıkan buluntular ve bunların yansıttığı buluntu düzeni, bilim dünyasının dikkatini bunların üzerinde odaklamıştır; ancak bunların yanı sıra daha sınırlı alanlarda açılmış olan başka Neolitik dönem kazıları da vardır. Bunların arasında Bruce Howe tarafından kazılan Söğüt Tarlası ve Biris Mezarlığı Proto-Neolitik olarak tanımladığımız bu sergiyle tanıtılan Neolitik kültürün öncüsünü vermiş; M. Rosenberg tarafından kazılan Batman yakınlarındaki Demirköy, R. Harris tarafından kazılmış olan Adıyaman-Gritille, J. Roodenberg tarafından kazılmış olan Hayaz Höyük, Adıyaman Müzesi’nin kurtarma kazısı yaptığı Levzin Höyük ve Malatya yakınlarındaki J. Cauvin tarafından kazılmış olan Cafer Höyük, Çanak Çömleksiz Neolitik dönem kültürlerinin çeşitli ayrıntılarını bize zengin buluntularla yansıtmıştır. Aynı şekilde Batman’da Y. Miyake tarafından kazılmakta olan Salat Camii Yanı, Diyarbakır Ergani’de I. Caneva tarafından kazılmış olan Yayvantepe-Tilhuzur, Urfa Bozova çevresinde J. Roodenberg’in kazmış olduğu Kumartepe, Elazığ yakınında U. Esin tarafından kazılmış olan Tepecik ile Malatya yakınındaki İkiz Höyük, İlk Çanak Çömlekli Neolitik dönemi bize tanıtmış; Urfa Birecik çevresinde M. Özbaşaran tarafından kazılan Akarçay Tepe ile M. Özdoğan tarafından kazılan Mezraa-Teleilat, Fırat Havzası’ndaki Neolitik kültürün gelişim aşamalarını bize vermiştir. Bu kazıların yanı sıra bölgede yapılan yüzey araştırmaları, Neolitik dönemin hemen hemen bütün aşamalarının bölgede ne kadar yaygın olduğunu göstermiştir; kazı yapılmadığı halde, yüzey buluntularıyla bilim dünyasında önemli yankı yapmış olan en önemli buluntu yerlerinin arasında, Elazığ Boytepe ile Ergani yakınındaki Papazgölü ve Kurtalan yakınındaki Ain Germ’i sayabiliriz. Gerek bu katalog, gerekse sergi kapsamında; Güneydoğu Anadolu’da şimdiye kadar ortaya çıkmış olan ve uygarlık tarihi açısından yenilerle dolu olan kültürü tam olarak yansıtmaya olanak yoktur. Gene de bu sergi özellikle son yıllarda Güneydoğu Anadolu’daki kazılarda ortaya çıkan ve yüzyılı aşkın bir geçmişi olan Neolitik dönem araştırmalarına yeni bir boyut kazandıracak kadar önemli sonuçları ortaya koymaktadır.

Güneydoğu Anadolu’daki Neolitik dönemin başlangıç aşaması, yaşam mücadelesi veren, zorluk içinde yaşayan ve yiyecek bir şey bulamadığı için tahılları toplayan insan topluluklarıyla değerlendirilemeyecek kadar gelişkin bir düzeyi yansıtmaktadır. Dört metreyi geçen boyutlarda dikilitaşları kabartmalarla süsleyebilen, en sert taşları biçimlendirerek takı yapabilen, çanak çömlek yapımından önce bakırı ısıtarak işleyebilen bu toplumun bulguları şaşırtıcı olduğu kadar heyecan vericidir. Buradaki toplulukların, Güneydoğu Anadolu coğrafyasının sağladığı zengin doğal çevre ortamının besin üretimine, tahıl ve hayvan evcilleştirmeye gerek kalmadan sabit yerleşmeleri kurabildiğini ve bir üst kültürel düzeye yalnızca avcılık ve toplayıcılıkla eriştiğini görmekteyiz. Bu sergide MÖ 12000 yıldan 6000 yıla kadar olan süreç, seçilmiş bazı buluntular, maketler ve grafik anlatımla yansıtılmaktadır. Tüm bilim dünyasını heyecanlandıran bu bulguların, çok geniş Anadolu coğrafyasında sayısı 10’u geçmeyen kazılardan geldiğini gözardı etmememiz gerekir. Neolitik olarak tanımladığımız yaşam biçiminin görüldüğü, Anadolu’nun güneyinde kalan bölgelerde son yarım yüzyıl içinde gerçekleşmiş olan kazıların sayısı 300’ü geçmiştir. Buna karşılık şimdiye kadar Güneydoğu Anadolu’da yapılan arkeolojik kazılar iki elin parmaklarıyla sayılacak kadar az, Türkiye’nin genelinde ise, sondaj niteliğindeki küçük kazılar da dahil olmak üzere 36 tanedir. Gene de ortaya çıkan sonuçlar, bilim dünyasını sarsmış ve günümüz uygarlığının temel taşlarının bu bölgede olduğunu açık bir şekilde ortaya koymuştur.

Mimari kalıntılarıyla Güneydoğu Anadolu’dan bildiğimiz en eski yerleşim Hallan Çemi’dir. Bunu izleyen Çayönü yerleşimi Neolitik kültürün 3000 yıllık gelişimini tabaka tabaka eksiksiz olarak yansıtmış, Çayönü kazısında açılan alanın genişliği ilk kez yerleşme düzeninin beslenme kadar ilginç bir seyir izlediğini ortaya koymuştur. Çayönü kazılarıyla, barınak niteliğindeki kulübenin, yeni işlevler yüklenmiş konuta nasıl dönüştüğü, yuvarlak planlı bir yapının köşeleri, temelleri, düz dam ve çatısı olan bir yapı haline geliş sürecini tüm aşamalarıyla adım adım görebilmekteyiz. Daha da ilginç olanı, en eski Neolitik yerleşmelerin önceden belirlenmiş plana göre yapılmış olmaları, yerleşim içinde yapı planları ve dağılımları bakımından katı bir şekilde uygulanan bir planın olduğu, ancak bu planın dönem içinde ortaya çıkan gelişmelere göre yeniden düzenlendiği görülmüştür. Çayönü, Nevali Çori ve Göbekli Tepe, ilk Neolitik toplulukların, konutların yanı sıra tapınak olarak adlandırabileceğimiz özel yapılara da sahip olduklarını ortaya koymuştur. Gerek bu tapınakların yapımı ve gerekse bunların barındırdığı dikilitaş, kabartma, heykel, duvar resmi gibi betimlemelerin yalnızca özel seçilmiş sanatkârları değil, çok büyük ve organize bir işgücünü de gerektirdiği açıkça görülmektedir. Söz konusu yerleşmelerde gördüğümüz teknoloji, daha çanak çömleğin yapımından önce madenin kullanılması, kirecin yakılması gibi uygulamalarla şaşırtıcı ve daha önceleri ancak M.Ö. 3000 uygarlıklarında erişildiği sanılan düzeyi yansıtmaktadır. Çok zengin ve çeşitli betimlemelerin yanı sıra, Neolitik dönemde gelişen inanç sisteminin en çarpıcı göstergelerinin arasında ölü gömme ile ilgili uygulamaları sayabiliriz. Toplu gömülerin yanı sıra gövdelerinden ayrılan kafataslarının bazen bezenerek saklanması, üzerlerine alçı maskeler yapılması ve özellikle Körtik Tepe taş kaplarıyla birlikte gördüğümüz zengin ölü armağanları, o dönemin sanatını, toplumsal düzeyini ve inanç sistemini yansıtmaktadır. Yerleşimlerin çok uzağında, dağlık bölgenin kuzeylerindeki volkanik bölgelerden getirilmiş olan doğal cam-obsidyen ticaretinin eriştiği hacim, günümüz için bile şaşırtıcı miktarlardadır. Halen hiçbir binek hayvanının evcilleştirilmediği bu dönemde dağların ardından elde edilen obsidyen 6000 yıl hiç kesintiye uğramadan yüzlerce kilometre öteye aktarılmış, obsidyenin yanı sıra Kızıldeniz ve Akdeniz kökenli deniz kabukları ve yarı değerli bazı taşlar da bölgeye getirilmiştir. Henüz bu sistemin, artı ürün ve artı değerin oluşmadığı İlk Neolitik Çağ’da nasıl işlediğini tam olarak bilemiyoruz. Ancak Göbekli Tepe betimlemeleriyle giderek daha iyi görmeye başladığımız ve bir anlamda “resim yazısı” olarak da yorumlayabileceğimiz işaret ve sembollerin sayısının artması ve bu sembollere Kuzey Suriye de dahil olmak üzere çok geniş bir alanda birbirlerine benzer şekilde rastlanması, yazı olmasa bile bir aktarım dilinin oluştuğunu düşündürmektedir.

Güneydoğu Anadolu İlk Neolitik Çağ kültürleri, burada kısaca özetlediğimizden çok daha fazla konuyu içermektedir. Bu döneme ait başlayan her kazı, konunun uzmanları olan bizleri şaşırtan beklenmedik sonuçlar vermekte; her kazı döneminin sonunda bütün bildiklerimizi yeniden gözden geçirmekteyiz. Kuşkusuz bu serginin içerdiği kültürlerin uygarlık tarihi için taşıdığı anlamı gösterebilmek için, buradan kaynaklanan Avrupa, Akdeniz, Asya’nın içleri ve Nil boylarına kadar yayılan yansımalarını da unutmamak gerekir. Bu nedenle bu sergi, günümüz uygarlığının temel taşları olarak tanımlanmıştır.



--------------------------------------------------------------------------------

Kaynakça
Braidwood, Robert J.,1995 Tarih Öncesi İnsan, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Hauptmann, H. ve M. Özdoğan,2007 “Anadolu’da Neolitik Devrim”, C. Lichter (yay.) Vor 12000 Jahren in Anatolien. Die ältesten Monumente der Menschheit. 12000 Yıl Önce Anadolu. İnsanlığın En Eski Anıtları: 404-410. Badisches Landesmuseum, Karlsruhe.

Karul, N. (yay.)2002 Arkeoatlas I. Doğan&Burda Yayıncılık, İstanbul.

Lichter, C. (yay.)2007 Vor 12.000 Jahren in Anatolien. Die ältesten Monumente der Menschheit. 12.000 Yıl Önce Anadolu. İnsanlığın En Eski Anıtları. Badisches Landesmuseum, Karlsruhe.

Özdoğan, M.1999 “The Transition from Sedentary Hunter Gatherers to Agricultural Villages in Anatolia-Some Considerations”, A. Dinçol (yay.) Çağlar Boyunca Anadolu’da Yerleşim ve Konut Uluslararası Sempozyumu (Bildiriler): 311-319. Ege Yayınları, İstanbul.

Özdoğan, M. ve N. Başgelen (yay.)1999 Neolithic in Turkey. Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

2007 Türkiye’de Neolitik Dönem. Anadolu’da Uygarlığın Doğuşu ve Avrupa’ya Yayılımı. Yeni Kazılar, Yeni Bulgular, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Sey, Y. (yay.)1999 Tarihten Günümüze Anadolu’da Konut ve Yerleşme. Tepe Mimarlık Kültür Merkezi, İstanbul.

12.000 Yıl Önce “Uygarlığın Anadolu’dan Avrupa’ya Yolculuğunun Başlangıcı”
Neolitik Dönem sergisi tanıtım metninden alınmıştır.

Nevali Çöri

http://www.tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=2309&html=ages_maps_t.html&layout=web

Göbekli Tepe

http://tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=1070&html=ages_detail_t.html&layout=web

http://www.ntvmsnbc.com/news/375759.asp










SANAT TARİHİ


Çatalhöyük.

Konya yakınındaki Çatalhöyük yerleşmesinde M.Ö. 6500-5500 yılları arasında bin yıl süreyle, yeryüzünün ilk parlak uygarlığı böylece gelişmiş, eşsiz güzellikte sanat eserleri yaratılmıştır. En büyük başarılar arasında evlerin duvarlarını süsleyen renkli kabartmalarla renkli freskler gelmektedir. Tasvirler arasında av, dans sahneleri, çeşitli insan ve hayvan resimleri yer almaktadır. Fresklerden bir tanesi tarihin en eski manzara resmi olup bir yanardağı, belki de civardaki Hasan Dağı patlama sırasında tasvir etmektedir. Çoğunlukla dört, beş ev bir grup oluşturuyor ve bunların arasında bir tapınak odası bulunuyordu. Düşman saldırılarını önlemek için, sokakları olmayan bu yerleşmenin evlerinin duvarları kerpiçtendi, kapıları yoktu, herkes evine taşınabilir ağaç merdivenlerle damdan giriyordu. Duvarların en üst kısmında, çatıya yakın yerlerinde hava ve ışık için küçük deliklerden ibaret pencereler vardı. Her odada, kerpiçten yapılmış sedirler bulunuyor, bunların üstüne oturuluyor, öteberi konuyor, ayrıca yatmak için döşekler serilebiliyordu. Bu kerpiç sedirlerin içine etleri güneşte kurutulmuş ölüler gömülüyordu, ölülerin yanına güzel he iyeler bırakılıyordu. Böyle bir mezarda bulunan obsidyenden yontularak yapılmış ayna, şimdi Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ndedir.

Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal-TÜBİTAK Yayınları

Çatalhöyük
http://www.catalhoyuk.com/#http://www.catalhoyuk.com/

Her şeyden önce Çatalhöyük vardı.

http://www.ntv.com.tr/news/374250.asp

Çatalhöyük’ün yeni resmi

http://www.biltek.tubitak.gov.tr/haberler/arkeoloji/2000-01-6.pdf

Çatalhöyük

http://kvmgm.kultur.gov.tr/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFF060F3652013265D644378E39D910E761

Çatalhöyük (Doğu)
http://www.tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=629&html=ages_detail_t.html&layout=web




SANAT TARİHİ

Not: Metinleri ve onlara eşlik eden görselleri bağlamında değerlendirmek için, genel tabloyu dikkate almanızı öneriyoruz

Hititler

Hatti Sanatı
Anadolu’nun Mezopotamyalılar tarafından Hatti Ülkesi olarak anılmasından yola çıkılarak yapılan değerlendirmelere göre, bu bölgede M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında gelişmiş olan uygarlığın da Hattilere ait olması gerektiği öngörülmüştür. Ekrem Akurgal’ın yaptığı ayrıntılı araştırmalar, Hatti sanatının varlığını da ortaya koymuştur. Buluntular arasında yer alan vazo biçimleri, heykelcik tipleri ve özellikle bezeme çeşitleri çok belirgin bir üslup birliği oluştururlar.

Hatti Sanatına ilişkin Ekrem Akurgal’ın görüşlerini aşağıda alıntılıyoruz:

Orta Anadolu’da Hititlerden önce Hattilerin oturduklarını kesin olarak öğrendikten sonra bu yörede kazılarla elde edilen buluntuları inceleyelim: Orta Tunç Çağı’na giren eserlerin en güzelleri ve en önemlileri, Kızılırmak kavisi içinde olmak üzere, Çorum’da Alacahöyük’te, Amasya’da, Mahmutlar’da ve Tokat İli’nde Horoztepe’de günyüzüne çıkarılmışlardı.

http://tayproject.org/TAYages.fm$Retrieve?CagNo=122&html=ages_detail_t.html&layout=web

Hatti Sanatının Stil Özellikleri

Alacahöyük ve Horoztepe’de ortaya çıkarılan altın kadehler Anadolu’nun Khalkolitik Dönem’den beri bilinen meyveliklerinin gelişmiş bir örneğidir. Aynı kazılarda elde edilen altın testiler de eski Anadolu vazoculuğunun bir başka özgün kap şeklidir. Hele söz konusu altın kapların bir çeşit oluk ya da yiv yöntemi ile bezenmesi de eski bir Anadolu süsleme biçimidir.



Alacahöyük’te bir mezarda bulunan bir toprak kap yukarıda andığımız Alacahöyük ve Horoztepe altın kapları gibi oluklu bir bezeme göstermektedir. Aynı oluklu bezeme yöntemini Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ortaya çıkan idollerde, mühürlerde ve ağırşaklarda da görmekteyiz. Söz konusu oluklarla meydana getirilen artı işareti ve fırıldak çeşidi motifler Horoztepe ve Mahmatlar’da ortaya çıkan altın kaplarda, Ahlatlıbel, Etiyokuşu ve daha başka Anadolu merkezlerinde ele geçen idol, mühür ve ağırşak gibi eşyada da görülmektedir. Özünde oluk ya da yivlerle oluşturulan bu bezeme yöntemine şüphesiz Anadolu’da ve başka ülkelerde de rastlanmaktadır. Ancak Alacahöyük, Horoztepe, Mahmutlar, Etiyokuşu, Ahlatlıbel, Alişar, Tarsus ve yarımadanın aynı dönemdeki başka yerlerinde, hep aynı oluklu bezeme yönteminin egemen olması ve onunla meydana getirilen motiflerin sözü geçen merkezlerde aynen tekrarlanması bir rastlantı olmasa gerektir. Kaldı ki M.Ö. 2500-2000 tarihlerindeki Anadolu eserlerinde başka yönlerden de belirgin bir stil birliği gözlenmektedir.

Kykladlarda ve Troia’da da ele geçen bir hançer tipinin Tarsus’ta ve özellikle Alacahöyük ile Horoztepe’de güzel ve bol örneklerle temsil edilmiş olması, onun Anadolu’da bir Hatti icadı olduğu kanısını vermektedir. Bunun gibi Alacahöyük’te gün ışığına çıkarılan tunç aynaların da M. Mellink’in belirttiği üzere Kykladlarda bulunmuş olup, yanlışlıkla tava diye tanımlanan toprak aynalara örneklik oluşturduğu anlaşılmaktadır. Alacahöyük aynalarının tunçtan, Kykladtakilerin ise topraktan yapılmış olması bu izlenimi vermektedir.

Alacahöyük gömütlerinde gün ışığına çıkan güneş kurslarındaki bezemelerin üslubu Anadolu Hatti karakterindedir.



Söz konusu eserlerde, Alacahöyük diademlerinde ve kurslarında görülen kafes ya da ızgara biçimindeki bezeme yöntemi de, Anadolu’nun Hattili bir özelliği olup, Kültepe’nin çok renkli keramik süslemelerinde de görülür.

Alacahöyük’ün hayvan heykelcikleri, altın fibula ve diademlerinde gözlenen kabarık nokta dizilere, konsantrik ya da ortaları noktalı dairelere, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan idollerde de rastlanmaktadır.



Birçok Anadolu Orta Tunç Çağı kaplarında, oluklu bir daire ile evnili düğme ya da küçük boynuz biçimli şişkinlikten oluşan motif Horoztepe’nin, Alaca-Höyük’ün altın, gümüş ve bakır kaplarında da karşımıza çıkmaktadır.

Alacahöyük, Ahlatlıbel, Etiyokuşu ve Anadolu’nun daha başka yerlerinde bulunmuş olan yarım yuvarlak biçimli idol başları da, Horoztepe sistrumlarının ve Alacahöyük güneş kurslarının kenarlarında görülen satellitleri ya da üç başlı tomurcukları ve balta başlarını andırırlar.

Aynı stil birliğini bir ölçüde de olsa Beycesultan ve Troia II’de buluruz. Görülüyor ki Orta ve Güneydoğu Anadolu’da yani Hattilerin oturdukları bölgelerde, aşağı yukarı M.Ö. 2500-2000 tarihlerinde meydana gelen eserlerde özellikle Alacahöyük ve Horoztepe’de ortaya çıkarılan altın kadehler Anadolu’nun Khalkolitik Dönem’den beri bilinen meyveliklerinin gelişmiş bir örneğidir. Aynı kazılarda elde edilen altın testiler de eski Anadolu vazoculuğunun bir başka özgün kap şeklidir. Hele söz konusu altın kapların bir çeşit oluk ya da yiv yöntemi ile bezenmesi de eski bir Anadolu süsleme biçimidir.

Alacahöyük’te bir mezarda bulunan bir toprak kap yukarıda andığımız Alacahöyük ve Horoztepe altın kaplan gibi oluklu bir bezeme göstermektedir. Aynı oluklu bezeme yöntemini Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ortaya çıkan idollerde, mühürlerde ve ağırşaklarda da görmekteyiz. Söz konusu oluklarla meydana getirilen artı işareti ve fırıldak çeşidi motifler Horoztepe ve Mahmutlar’da ortaya çıkan altın kaplarda, Ahlatlıbel, Etiyokuşu ve daha başka Anadolu merkezlerinde ele geçen idol, mühür ve ağırşak gibi eşyada da görülmektedir. Özünde oluk ya da yivlerle oluşturulan bu bezeme yöntemine şüphesiz Anadolu’da ve başka ülkeler de de rastlanmaktadır. Ancak Alacahöyük, Horoztepe, Mahmatlar, Etiyokuşu, Ahlatlıbel, Alişar, Tarsus ve yarımadanın aynı dönemdeki başka yerlerinde, hep aynı oluklu bezeme yönteminin egemen olması ve onunla meydana getirilen motiflerin sözü geçen merkezlerde aynen tekrarlanması bir rastlantı olmasa gerektir. Kaldı ki M.O. 2500-2000 tarihlerindeki Anadolu eserlerinde başka yönlerden de belirgin bir stil birliği gözlenmektedir.

Kykladlarda ve Troia’da da ele geçen bir hançer tipinin Tarsus’ta ve özellikle Alacahöyük ile Horoztepe’de güzel ve bol örneklerle temsil edilmiş olması, onun Anadolu’da bir Hatti icadı olduğu kanısını vermektedir. Bunun gibi Alacahöyük’te gün ışığına çıkarılan tunç aynaların da M. Mellink’in belirttiği üzere Kykladlarda bulunmuş olup, yanlışlıkla tava diye tanımlanan toprak aynalara örneklik oluşturduğu anlaşılmaktadır. Alacahöyük aynalarının tunçtan, Kykladtakilerin ise topraktan yapılmış olması bu izlenimi vermektedir.

Alacahöyük gömütlerinde gün ışığına çıkan güneş kurslarındaki bezemelerin üslubu (Yukarıda ilk resim) Anadolu Hatti karakterindedir. Söz konusu eserlerde, Alacahöyük diademlerinde ve kurslarında görülen kafes ya da ızgara biçimindeki bezeme yöntemi de, Anadolu’nun Hattili bir özelliği olup, Kültepe’nin çok renkli keramik süslemelerinde de görülür.

Alacahöyük’ün hayvan heykelcikleri, altın fibula ve diademlerinde gözlenen kabarık nokta dizilere, konsantrik ya da ortaları noktalı dairelere, Anadolu’nun çeşitli yerlerinde bulunan idollerde de rastlanmaktadır . Birçok Anadolu Orta Tunç Çağı kaplarında, oluklu bir daire ile çevrili düğme ya da küçük boynuz biçimli şişkinlikten oluşan motif Horoztepe’nin, Alaca-Höyük’ün altın, gümüş ve bakır kaplarında da karşımıza çıkmaktadır.

Alacahöyük, Ahlatlıbel, Etiyokuşu ve Anadolu’nun daha başka yerlerinde bulunmuş olan yarım yuvarlak biçimli idol başları da, Horoztepe sistrumlarının ve Alacahöyük güneş kurslarının kenarlarında görülen satellitleri ya da üç başlı tomurcukları ve balta başlarını andırırlar. Aynı stil birliğini bir ölçüde de olsa Beycesultan ve Troia II’de buluruz.



Görülüyor ki Orta ve Güneydoğu Anadolu’da yani Hattilerin oturdukları bölgelerde, aşağı yukarı M.Ö. 2500-2000 tarihlerinde meydana gelen eserlerde özellikle bezeme yönünden belirli ve özgün bir stil birliği egemendir.
Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal- Tübitak Yayınları






SANAT TARİHİ

Eski Hitit Sanatı

Not: Ek’teki metinleri ve onlara eşlik eden görselleri, bağlamında değerlendirmek için, genel tabloyu dikkate almanızı öneriyoruz. Hitit sanatını önceleyen Hatti sanatının buluntularını ayırt etmek, dönemi anlamak açısından önemlidir. Hattileri izleyen Hatti-Hitit Beylikler dönemi, bu dönemde yer alan Asur Ticaret kolonileri ve daha sonraki İmparatorluk aşamalarını gözden geçirmek, aynı coğrafyada yer alan yerleşimlerde bulunan sanat yapıtları arasındaki ilişkileri kurmaya yardımcı olacaktır. F.E.



Hititler

Eski Hitit Krallığı’nın askeri sivil ve dini mimarlık örneklerine, bu devletin başkenti olan Hattuşaş’ın (aslı “Hattuşa”dır) [Boğazköy] yanı sıra Alişar, Alacahöyük, Eskiyapar ve İnandık Höyüğü gibi önemli merkezlerde rastlanır. Bu yerleşmelerin hepsi surlarla çevrilidir. Ağaç dikmeler ve hatıllarla güçlendirilmiş kerpiçten yapılan sur duvarları, genellikle çokgen biçimindeki iri taşlarla örülmüş bir döşeğin üzerine oturur. Arası molozla doldurulmuş bir iç ve bir dış duvardan oluşan « sandık duvar» biçimindeki sur bedenleri ya testere dişi gibi çıkıntılıdır (Alişar) veya dışa doğru taşan dikdörtgen planlı kuleler ve burçlarla tahkim edilmiştir (Hattuşaş). İki yanında kuleler bulunan ana giriş kapılarından başka, sur bedeninin altındaki dar geçitler de şehre giriş çıkışı sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Potern adı verilen bu bindirme tonozlu geçitlere özellikle Alişar ve Hattuşaş surlarında rastlanmaktadır.



Alişar, Alacahöyük ve başkent Hattuşaş’da bu dönemden kalma yerleşimlerin (Büyükkale’deki IVc yapı katı) genel şeması eski Anadolu geleneğini yansıtır. Yapıların konumu, bütün Hitit mimarlığında görüleceği gibi, arazinin topografik özelliklerine en uygun biçimde tasarlanmıştır. Konutların planı ve yapı tekniği daha önceki dönemin örneklerinden pek farklı değildir. Bu çağdan günümüze ulaşabilmiş en önemli anıtsal mimari örneği ise İnandık Höyüğü’nün IV. yapı katında ortaya çıkarılan dikdörtgen planlı tapınaktır.
(Bakınız: Hitit Mimarlığı)

Eski Hitit Çağı seramik sanatında kabartma bezemeli vazolar özel bir yer tutmaktadır. Bunlar arasında en dikkate değer örnekler Bitik, İnandık ve Eskiyapar’da bulunan tören amforalarıdır.



Genellikle toprak kırmızısı bir astada kaplanmış olan bu vazoların yüzeyi oldukça özenli bir şekilde açkılanmış, dış yüzleri de Eski Doğu ve Mezopotamya geleneğine uygun olarak yatay kesimlere bölünmüştür. Üçgen dizileriyle veya çapraz taramalarla doldurulmuş bantlarla birbirinden ayrılan bu frizlerde, alçak kabartma tekniğiyle işlenmiş, çok sayıda figürün yer aldığı dini sahneler (kutsal evlilik sahneleri, tören alayları vb) görülmektedir. Bu vazoların kabartma bölümleri genellikle zeminden daha açık bir renge boyanmış, ayrıntıları da yer yer soluk siyah çizgilerle belirtilmiştir. Bu tören kaplarında tasvir edilen sahneler Hitit dinindeki ayin düzeninin daha iyi anlaşılmasını sağlarken, bezemeler arasında görülen bazı yapı tasvirleri, özellikle tapınaklar da o dönemin mimarlığına ışık tutmaktadır.

Çorum’daki Boğazköy, Alacahöyük ve Eskiyapar, Yozgat’taki Alişar, Çankırı’daki İnandık Höyüğü, Tokat’taki Maşat Höyük ve Elazığ’daki İmikuşağı Höyüğü gibi çeşitli merkezlerin Eski Hitit dönemi katlarında ele geçen daha yaygın bir seramik türüyse çömlekçi çarkında yapılmış, genellikle tek renkli ve padak açkılı kaplardan oluşur. Bu türün en sık karşılaşılan biçimi, bir önceki dönemde de yaygın olan gaga ağızlı ve bazıları omurgalı testilerdir. Gövdesi kama biçiminde olan kaplar, halka gövdeli testiler ve matara biçimli kaplar da bu seramiğin ilgi çekici biçimleri arasında yer alır.

Eski Hitit heykel sanatı daha çok pişmiş topraktan veya metalden yapılmış heykelciklerle tanınır. Kabartmalı vazolara paralel bir gelişme gösteren bu heykelciklerde, vazoların aksine insan figürlerinden çok hayvan figürleri ağır basmaktadır.



Asur ticaret kolonileri sanatının devamı olan ve kült eşyası olarak kullanıldığı sanılan bu heykelciklerde oldukça gerçekçi bir üslupla ve büyük bir ustalıkla aslan, boğa gibi hayvanlar tasvir edilmiştir.



Aynı üslubun metale uygulanmış örnekleri olan, gümüşten geyik ve boğa ritonlarıysa Hitit maden işlemeciliğinin ulaştığı ustalık derecesini yansıtır. Tunçtan yapılmış tanrı heykelcikleri ile kötü ruhları koymak için kraliyet yapılarının ve tapınakların temeline çakılan insan biçimindeki adak çivileri de bu sanatın ilgi çekici örnekleridir. T.L.

İmparatorluk Sanatı

Başta başkent Hattuşaş olmak üzere birçok önemli merkezde, imparatorluk dönemi Hitit sanatının, özellikle mimarinin ve anıtsal heykelin gelişmesine ışık tutan çok değerli kalıntılar bulunmuştur. M.Ö. III. binyılda da önemli bir merkez olan Alacahöyük’teki Hitit yapı katı, buradaki tapınak-saray kompleksinin ana gitişi olan Sfenksli Kapı ve çevresindeki kabartmalarla ünlüdür. Hattuşaş’daki Sfenksli Kapı’da olduğu gibi buradaki sfenksler de kapı ayaklarını oluşturan dev taş bloklara oyulmuştur, ama plastik etkisi çok daha zayıftır. Kapının iki yanındaki çevre duvarının dış yüzüne yapılmış kabartmalarda da düzyüzeyler geniş yer tutar.

Kült töreni sahnelerini çok özgün bir kompozisyon anlayışıyla canlandıran bu kabartmalar M.Ö. XIII. yy’dan daha eski bir döneme, büyük olasılıkla XV. yy. sonu ile XIV. yy. başına tarihlendirilir.

Yazılıkaya ve Gavurkale. Günümüze ulaşan bütün kalıntılar, Hititlerin taşa, kayaya, kayalık tepelere ve dağlık yerleşimlere özel bir ilgi duyduklarını ortaya koyar. Bu ilginin sadece pratik kaygılarla değil, bazı dini inanışlarla da ilişkili olduğunu düşünmek gerekir. Bu düşünceyi destekleyen en sağlam kanıt, başkent Hattuşa’dan 2 km uzakta, kayalıkların arasındaki doğal galerilerden yararlanılarak düzenlenmiş bir açık hava tapınağı olan Yazılıkaya’dır. Buradaki iki galerinin duvarlarına, Hurri ve Hitit panteonundaki bütün tanrı ve tanrıçaların kabartma figürleri işlenmiştir. Tapınağın adytonunu oluşturan bu galerilerin önünde başkent tapınaklarıyla aynı üslupta bir kapı, revaklı bir avlu ve ek binalar bulunur.

Galerilerdeki kabartmalar, imparatorluk dönemi Hitit sanatının en yetkin örneklerindendir. Doğal yapının arasına değişik dönemlerde eklenmiş kültyapılarıyla uyumlu bir bütün oluşturan bu açık hava tapınağı son halini M.Ö 13. yy. sonlarında almıştır.

Ankara’nın Haymana ilçesi yakınlarındaki Gâvurkale ise, ölüler kültüyle ilgili metinlerde hekut olarak geçen kayalık tepelerin veya insan eliyle biçimlendirilmiş kayalıkların güzel bir örneğidir. Buradaki doğal tepenin üç yanı kiklop örgülü taş duvarlarla çevrilmiş, dördüncü yandaki kayalıkların düzleştirilen yüzeyine de tanrı ve tanrıçaları tasvir eden üç kabartma sahne işlenmiştir.



İmparatorluk çağında Anadolu’nun çeşitli yerlerine, genellikle ırmak kenarlarına ve uzaktan görülebilecek yükseklikteki kaya kabartmalarınsa (Firaktin, İmamkullu, Gezbeli, Sirkeli, Karabel) dini anlamlarının yanı sıra siyasi bir işlevi de vardı. Büyük Kral ve Kraliçe’yi tanrı ve tanrıçalarla birlikte gösteren bu kabartmalar hem hükümdarın tanrılara duyduğu saygının bir ifadesi, hem de merkezi devletin gücünün simgesiydi.

Küçük sanatlar.
Seramik alanında, M.Ö. XIX. yy’ dan beri yaygın olarak görülen hayvan biçimli kaplar imparatorluk döneminde de önemli bir yer tutar. Bazıları, Hattuşa’da bulunan çift başlı ördek biçimindeki kapta olduğu gibi, karmaşık ve fanteziyle yoğrulmuş bir tasarımın ürünüdür.

İmparatorluk döneminin küçük sanat ürünleri arasında dikkati çeken bir grup da mühürlerdir. Bu mühürlerin merkezindeki yuvarlak bölümde, kanadı bir güneş kursunun altında hiyeroglifle hükümdarın adı yazılıdır. İki yanında da Büyük Kral’ın işareti yer alır. Bazı örneklerde bir tanrıyla birlikte kralın da tasvir edildiği bu mühürler, birer sanat eseri olmanın ötesinde, üzerlerindeki hükümdar adları sayesinde bazı anıtların kesin olarak tarihlendirilmesine yardımcı olan önemli birer belge niteliğindedir.

Geç Hitit Sanatı

Geç Hitit yerleşmelerinde henüz çok kapsamlı kazılar yapılamadığı için, kent tasarımı ve yapılar konusundaki bilgilerimiz oldukça kısıtlıdır. Bununla birlikte, bu dönemin mimarisinde Anadolu etkisinin çok sınırlı olduğu görülür. Samal Krallığı’nın merkezi Zincirli, Hattina Krallığı’na bağlı tel Teynet ve hangi Geç Hitit krallığına ait olduğu saptanamayan Sakçagözü’ndeki saraylar, daha önceleri Tilmen Höyük ve tel Açana’da görülen saray mimarisi üslubunun devamı niteliğindedir. Zincirli’de, çember biçiminde bir surla kuşatılmış kent alanının merkezindeki krallık kalesi, avlularla birbirine bağlanan yapılarıyla Hattuşa’nın Büyük kale’sindeki düzeni çağrıştırır. Kar ise kent alanını birkaç bölüme ayıran iç surlar, Hititlerin tahkimat planıyla aynı şemaya göre yapılmıştır.

Kargamış, Malatya, Kahramanmaraş ve Zincirli gibi belli başlı Geç Hitit merkezlerindeki figüratif sanatların gelişmesinde üç ana üslup görülür: MÖ 850’ lerden önce Hitit geleneğinin ağır bastığı 1. üslup; M.Ö. 850-800 arası Asur etkisinin belirmeye başladığı II. üslup ve M.Ö. VIII. yy’da tamamiyle Asur özelliklerinin ön plana çıktığı III. üslup.


Dönemin merkezlerinde bu üsluplara bağlı olarak ortaya çıkan çeşitli okullar birçok yönden farklılaşmakla birlikte bazı ortak özellikler de taşır. Heykel sanatında en yaygın biçimler kapı aslanları ve ortostatları bezeyen kabartma frizler olmuştur. Malatya kabartmalarında, teknik, kompozisyon ve konu açısından imparatorluk dönemi Hitit sanatına benzerlikler görülürse de, sahneler blokların çevresinin dışına taşmaz. Kargamış’taki «Haberciler Duvarı »nın derinlikten ve canlılıktan yoksun kabartmalarında ise daha çok Suriye ve Kuzey Mezopotamya etkisi ağır basar.



Buna karşılık kabartmanın daha plastik bir değer kazandığı Büyük Duvar ve Büyük Merdiven ortostatlarında Alacahöyük ve Yazılıkaya’yla belirgin bir yakınlık vardır. Elbiselerin ve duruşların dönemin özelliklerini yansıtmasına karşılık, eski geleneğin izleri hissedilir. Zincirli figüratif sanatı da Kargamış okulunun etkisinde gelişmiş, ama onun düzeyine erişememiştir. Kahramanmaraş’taki Gurgum merkezlerinde görülen yerel üslubun anlatım gücü ve plastik değeri çok daha etkileyicidir. T.L.

Hitit Mimarlık





Mimarlık
Anadolu’da alt bölümleri kyklop (dev) biçimi iri taşlardan oluşan anıtsal mimarlık eserleri, Hititlerle birlikte daha Eski Krallık Dönemi’nde başlamıştır. Sur duvarlarının baskın, saldırı merdivenleri ve yeraltı tünelleri ile donatılmış olması ilginçtir. Böylece bir savunma yapısı olan surlar aynı zamanda hücum ve baskın tuzağı niteliğini kazanmıştır . Hattuşa kent duvarı bu olanakları ve sağlam kyklop biçimi örgüsü ile eski dünyada eşsizdir.

Boğazköy’de Büyükkale, Hitit devlet yapılarının, devlet arşivinin (binlerce tabletin yer aldığı kitaplık), kabul salonlarının bulunduğu çok iyi korunmuş bir tepe idi. Boğazköy kentine ve bütün ovaya egemen olan bu kalenin, bütün çağdaş Şark Dünyası’nda bir benzeri yoktu.

İki yanı dik meyilli, uzun ve geniş bir yamaç üzeriııde kurulmuş olan Hattuşa Kenti, yedi büyük tapınağı, iki düzineye yakın küçük tapınakları ve yukarıda sözünü ettiğimiz ilginç kent duvarı ile o zamanki bütün dünyanın en görkemli başkentlerinden biri idi.

Büyükkale , çağdaşı Troia VI ve Hellenistik Dönem’deki Bergama (E. Akurgal, Anadolu Uygarlıkları, 5.baskı 1995. Şek.286) gibi konsantrik yarım dairelerden oluşan bir kent planı göstermektedir. Büyük tapınaklar asimetrik bir düzen sergilemektedirler . Hitit mimarlığında sütun tonun yerine dört köşe direkler kullanılıyordu. 1 numaralı Büyük Tapınak’ın dış yüzünde bütün duvar boyunca yükselen büyük pencereler vardı . Bunların dış yüzde yer alması dışarıya kapalı olan Şark Dünyası’nda bilinmeyen bir adetti. Büyük Tapınak’ta gök tanrısı ile eşinin heykellerinin yer aldığı odaların üç bir yanı bu yüksek pencerelerden ışık alıyordu. Böylece bu kapalı odalar bile Yazılıkaya Açıkhava Tapınağı’nda olduğu gibi aydınlıktı. Söz konusu özellik, Hititlerin önceleri Hellenler gibi açık havada ibadet ettiklerinin bir kanıtı olsa gerektir.

Burada Hitit mimarlığının bir iki ilginç özelliğine değinmiş bulunuyoruz. Daha ayrıntılı bilgi E. Akurgal, Hatti ve Hitit Uygarlıkları kitabında verilmiştir. Hitit mimarlığı konusunda: 1) Muhibbe Darga’nın yararlı çalışmasını özellikle salık veriyoruz (Hitit Mimarlığı Arkeolojik ve Filolojik Veriler, İstanbul 1985). 2) Rudolf Naumann, Architektur Kleinasiens, 1971 (Türkçe çevirisi: Beral Madra, Eski Anadolu Mimarlığı, Ankara TTK 1975).

Hitit Mimarlık Sanatının Özellikleri
Hitit mimarlığının en belirgin özelliği karşıtsız yani asimetrik oluşudur; dinsel ve sivil binalarda olduğu gibi kent plancılığında da bu davranış egemendir. Başka bir deyimle yapılar herhangi bir geometrik ilkeye, sözgelimi sıralanmaya, hizalanmaya bağlı olmayıp, Hellen yapı sanatı ile İngiliz ve Türk bahçelerinde gördüğümüz türde, doğal bir oluşum içindedir. Örneğin tapınaklarda ve başka tür yapılarda hiçbir yarı cephe diğer yarı cephenin tıpkısı olmadığı gibi, bina bölümleri arasında da birbirinin tekrarı, karşılığı olan mek yoktur. Bir başka deyimle, Hitit mimarlığında insanoğlunun icadı olan “rational” ve geometrik biçem ya da düzen değil, doğada gördüğümüz, doğadan gelme (genetik) bir oluşum vardır. Bu mimarlık özelliğini Hattuşa’da Büyükkale (Resim 55) ile Büyük Tapınak’ta (Resim 56a,b) belirgin biçimde görürüz. Hemen söylemeliyiz ki Büyük Tapınak’m avludaki ana yapısının karşılıklı (simetrik) düzenli giriş kapısı ve Büyükkale’nin E Yapısı (Resim 55) birer “Bit Hilani” olup Hurri kökenlidirler.

Hitit yapılarının konturları (contour), binaya biçim veren dıs çizgileri bile (Resim 56a,b) bizim bugün yanlış bir yargı ile “biçimsiz” diyebileceğimiz bir görünüş sergilerler.
Hitit yapılarının birçoğunda olduğu üzere, Büyükkale A ve H yapıları ile Büyük Tapınak’taki avluyu dört bir yandan çeviren depo odalarının çok dar olmalarına gelince, bu bir biçem (stil) özelliği olmayıp bir teknik uygulama türüdür. Bu dar ve uzun odalar bir tür temel katı olup sözgelimi Roma mimarlığında kemerli dehlizlerin gördüğü ödevi üstlenmişlerdir.

Hitit mimarlığının “asimetrik” yani karşıtsız düzen biçemi Girit’te olduğu gibi Troia VI kentinde (E. Akurgal, Anadolu Uygarlıkları 5. baskı 1995, Şek. 276), Atina ve Bergama akropollerinde de görülür. Hatta Hippodamos’un geometrik düzenli kentlerinde bile, sözgelimi Miletos, Priene gibi kentlerde, caddeler ve sokaklar birbirlerini 90 dereceli açılarla kestikleri halde, tapınaklar, gymnasion, tiyatro gibi binalar hiçbir zaman simetri (tenazur) yani karşıtlı düzen göstermezler.

İngiliz ve Türk bahçelerinin Hitit mimarlığı anlayışında olmaları ilginçtir. Özünde Türk mimarlığı da Hitit ve Hellen eserlerindeki gibi asimetrik sanat biçemindedir. Nitekim Selçuklu ve Osmanlı külliyeleri, Topkapı Sarayı alanı belirgin olarak Hitit ve Hellen plan özellikleri gösterirler.
Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal- Tübitak Yayınları



Boğazköy
Kralın ve yakınlarının oturdukları saray, Boğazköy (= Hattuşa)’deki, kente göre daha yüksekte bulunan ve şimdi Büyükkale olarak anılan yerde idi. Çok fazla yıkıma uğramış olduğu için sarayın o zamanki dış görünüşü ve iç bölümleri ile ilgili ne yazık ki, çok şey bilmiyoruz. Büyükkale’de tek bir bütün halinde bir saray yoktur. Buna karşılık, büyük avlular aracılığı ile birbirine bağlanan çeşitli büyüklük ve önemde bir çok yapılardan bir saray kompleksi oluşturulmuştur. Bunlardan bir bölümünün yönetim işlerinin merkezi olan resmi binalar olduğuna kuşku yoktur.

Bunu bazılarının içinde çıkan ve sayıları 3000’e yaklaşan tabletlerden ve tablet parçalarından anlıyoruz. Yapılardan birinin, hacim ve yapı biçimi bakımından, elçilerin, huzura çıkacak memurların ve yasal kralların kabul edildiği bir taht salonu olduğu sanılmaktadır. Diğer yandan, yapılardan bir başkasının da dinsel amaçlarla kullanılmış olduğu düşünülmektedir,

Büyükkale’deki, içinde bulunan eşyalara göre, yine dinsel törenlerde kullanılan bir havuz ile yağmur sularının toplandığı sarnıçların varlığı da çok ilgi çekicidir. Etrafı surlarla çevrili ve kentten böylece ayrılmış olan bu saray ve resmi binalar alanı, görüldüğü gibi, arşiv ya da kitaplığı, dinsel bölümleri, taht odası ve herhalde kral ve ailesinin içinde yaşadığı bölümlerden oluşmuş, su gereksinmesi dahi sağlanmış, kente egemen bir yerde olmasına karşın kendi içine kapalı, bir yönetim merkezi durumundaydı. Fakat bu içe dönüklük, Mezopotamya saraylarından farklıydı. Oradaki merkezi avlular etrafına sıralanmış mekanlar yerine, burada bağımsız ve genellikle birden çok katı olan binalar yer almaktaydı.

Savunma yapıları
Hitit savunma sisteminin en iyi örneği kuşkusuz başkent (Hattuşa’da görülmektedir. Burada bütün kent, arazinin sağladığı bütün olanaklardan da yararlanılmak suretiyle, surlarla çevrilmiştir. Doğu ve batı kesimlerinde surlar Yazır ve Büyükkaya derelerinin yatakları boyunca uzanarak kuzeydeki kayalık kitlenin yakınında sivri bir köşe yapar, güneyde ise arazinin de zorladığı biçimde bir yarım daire oluşturur. Surları genel görünüm olarak dik duran bir yumurtaya benzetmek olasıdır. Surlar süreklidir ve ancak engebelerin savunma için çok önemli ve aşılamayacak engeller yarattığı yerlerde kesintiye uğrar. Böyle yerlerde yükseltiler, kayalıklar savunma sistemi içine sokulurlar. Özellikle güneyde, arazi eğiminin daha az olduğu kesimlerde ise surlar, diğer yönlerdeki gibi doğrudan kayalık ya da toprağın üzerine yapılmamış, önce arazi yapay olarak dolgu bir toprak yığması ile yükseltilerek, savunma duvarı bunun üzerine inşa edilmiştir. Bu yapay yığma en geniş yerinde 75 m. ‘yi bulmaktadır; yüksekliği ise 15 m. kadardır ve üzerinden bakıldığında, saldırıların gelebileceği en uygun kesim olan güneydeki araziyi içerlere kadar denetim altında tutmak olasıdır. Burada, yığmada kullanılan toprağın çıkarılmış olduğu bir hendek ve çift duyarlı savunma sistemi ayrıca dikkati çekmektedir. Toprak yığmasının eğimli kesimleri taşlarla örülerek, buradan düşmanın tırmanması güçleştirilmiştir.

Diğer yandan, toprak yığmasının altından, birbiri üstüne bindirilerek sivri bir kemer biçimi verilmiş, 80m. uzunluğundaki bir tünel aracılığı ile, düşmana ansızın baskınlar düzenlenilmesi de sağlanmıştır. Surun iç ve dış duvarlarında bulunan kuleler ile de savunma kolaylaştırılmıştır. Bunların hepsi, Hitit savunma sisteminin iyi düşünülmüş ve yetenekli mimarlar elinden çıkmış olduğunu gösteren eserlerdir.

Kentin kuzeydoğusuna düşen yerde, birbirinden derin bir boğazla ayrılmış iki kaya kitlesi üzerinde kurulmuş olduğu kalan izlerden anlaşılan bir köprü de bu hayret verici mimarlık eserlerindendir. Kentin savunması sadece çepeçevre uzanan bu surlara bırakılmamıştır. Kentin iç alanı da bir kent suru ile, kuzeyde aşağı kent, güneyde ise yukarı kent olarak ikiye ayrılmıştır. Daha önce sözünü ettiğimiz kral sarayı ve diğer yönetim binalarının üzerinde bulunduğu Büyükkale’den kuzeybatıya doğru, Kızlarkayası’nın eteğinden geçerek uzanan ve yine bir toprak yığması üzerine inşa edilmiş bu sur da potern adı verilen 5 adet tünel aracılığı ile aşağı ve yukarı kentleri birbirine bağlamaktadır. Ayrıca güney kesimde, yani yukarı kentlerdeki doğal engebeler olan, kayalıklar da (Yenicekale, Sarıkale gibi) bağımsız birer kale haline sokularak, surların düşman kuvvetleri tarafından aşılması halinde, bunlardan da güçlü bir savunma noktası olarak yararlanılması düşünülmüştür. Büyükkale de başlıbaşına bir müstahkem yer durumundadır.

Hattuşa surları üzerinde altı kapı görülebilmektedir. Bunlardan başka kentin en kuzeyinde 2 kapı yeri daha tahmin edilebilmektedir. Kapıların savunma sistemi içinde önemli bir yeri vardı. Kapılar, sadece kente giriş çıkışı sağlayan duvar kesintileri olarak kabul edilmemelidir; buraları, aynı zamanda sur sistemi içindeki en zayıf noktalardır. Dolayısıyla, kapılarını o biçimde yapılması gerekir ki, barış zamanında, giriş-çıkışı sağladığı kadar, savaş anında da düşmanın kolayca kente girmesini önlesin.

Boğazköy’deki kapılardan 3 tanesi, kapı çerçevelerine işlenmiş olan, betimlere göre Sfenksli Kapı, Aslanlı Kapı ve daha önce sözünü ettiğimiz Kral Kapısı olarak bilinirler. Bunlardan sonuncusu üzerinde yukarıda anlattığımız bir savaşçı tanrı kabartması varsa da, ilk kazı dönemlerinde bunun bir kral olduğu sanılarak, kapıya Kral Kapısı adı verilmiştir; diğerlerinin adından da anlaşılacağı gibi, çerçevelerinde aslan ve sfenksler bulunur. Bunların genel özelliği, girişin ekseni üzerindeki, dikdörtgen planlı ve kule tarzında, surlardan daha yüksek yapılmış bir oda ile, bir yapının iç ve dışa bakan yüzlerinde, çerçeveleri büyük ve tel parça taşlardan yapılmış, parabol biçimde kemerli girişler den oluşmalarıdır. Dışa bakan kemerli geçit biraz içer çekilerek, buraya giren düşmanlara, iki yandan saldırabilmek amaçlanmıştır. Ayrıca, kapıya yaklaşan rampa baz hallerde sur duvarına paralel yapılmıştır ki, düşman kapıya doğru yöneldiğinde, yandan savunma güçlerine hedef olabilsin. Kapı odasının iki yanında birden geçit bulunması ise, yine düşmanın bu aralıkta yok edilmesini sağlamak içindir. Kapı kanatlarının oturduğu mil taşları ve bunlar arkadan kapatan sürgülerin, yan duvarlarda girdiği deliklerin durumundan, kapıların her iki yandan da kapı odasının içine doğru açıldığı anlaşılmaktadır. Bunun savunma açısından önemi vardır, çünkü dış kapıyı açmayı başaran düşman, içteki kapıyı açabilmek için geri çekilmek zorunda kalıyordu ki, bu da odanın içinde ve önünde bu kargaşanın oluşmasına ve Hitit kuvvetlerinin onları yandan ve yukarıdan avlamasına neden oluyordu. Böylece, kule tarzında yükselen kapı yapısı, içindeki oda ve her iki yanındaki kapı kanatları bir bütün oluşturuyor ve sur kapısı gerektiğinde kendini şiddetle savunabilecek bir burç halin alıyordu. Hattuşa, İmparatorluk döneminde bu tür birinci sınıf bir savunma sistemine sahip başkentti. Bunun dışında Hatti ülkesinde benzer birçok müstahkem kent bulunduğunu yapılan kazılar ve eldeki metinler göstermektedir.

Sivil Mimari

Halkın oturduğu evlere gelince, kazılarda ortaya çıktığına göre, Hitit sivil mimarlığı değişmez ve katı planlara sahip değildi. Evler genellikle bağımsızdı ve yer darlığından sıkışık bir düzende yapılmaları gerektiğinde dahi,, evlerin dış duvarları ayrıydı. Evlerde bir avlu bulunması isteniyorsa, bu genellikle evlerin dışında bulunuyordu. Evlerin iç bölümlerin de de kesin bir plana bağlı kalınmamıştı. Evlerin büyüklüğü gibi, iç mekanların da sayısı ve boyutları gereksinmeye göre değişiyordu. Evin odaları dar gelmeye başladığında ve yeterli arsa da varsa, ek yapılarla binaların kullanım kapasitesi artırılabiliyordu. Evlerin çoğunluğu tek katlıydı. Ancak arazinin eğiminden yararlanılarak, iki katlı kesimleri olan evlerin de varlığını kabul etmek gerekir. Evlerdeki yapı malzemesi, temellerde taş, duvarlarda ise kerpiçti. Damlar düz ve toprakla kaplıydı. Eğer evlerin üst katları varsa, alt katın samanlık, ahır ve işlik olarak kullanıldığını, üst katın ise asıl yaşanan yer için ayrılmış olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Ayrıca, ahşap dikmelerle taşınan, yine ahşap çıkmaların üst katlarda bulunabileceği de varsayılmalıdır.

Tapınaklar
Hattuşa’da şimdiye kadar yapılan arkeolojik çalışmalarda 5 büyük tapınak ortaya çıkarılmıştır. Bunlardan en büyüğü 1 no. ‘lu tapınak olarak adlandırılan Fırtına Tanrısı tapınağıdır. Bu, 160 m. uzunluğunda ve 135 m. genişliğinde bir alanda kurulu bir yapı kompleksidir. Esas kutsal yapı 64 X 42 m, boyutlarında olup, etrafı 80’den fazla dar ve uzun odadan oluşan depo ve atölye binalarıyla çevrilidir. Tapınakların, gerek sahip olduğu büyük tarım arazisi, gerekse çeşitli işlerde kullanılan işçi ve sanatkarlar ve tanrılara sanulan armağan ve kurbanlar yüzünden, büyük bir ekonomik güce sahip olduğunu söylemiştik. Etrafındaki çok sayıdaki mekan ekonomik faaliyetlere ayırmış olan 1 no.’lu tapınak, buna en iyi örnektir. Asıl tapınağa, depo yapılarını geçtikten sonra varılır. İçlerinde çıkan buluntular göz önüne alınırsa bunlar için depo terimi yeterli olmaz. Bazılarında çok sayıda tablet bulunmuş olması, mekanlardan bir bölümünün yönetin işlerinde kullanılan büro ya da arşiv olduğu izlenimini de vermektedir. Bunların temellerinin çok kalın ve sağlam bir yapıda olması, depo odaları kompleksinin çok katlı olduğuna da işaret etmektedir. Bazı odalar arasında geçişler yapılarak, birlikte kullanılmış olanları da bulunmaktaydı Depolarda tapınağa ait değerli eşyanın da saklandığ kuşkusuzdur.
(…) Depo kompleksinin kapısından yaklaşık 10 m genişliğindeki bir koridorla, asıl tapınağın kurulduğu iç avluya geçilir.

Hattuşa’da kazılar sonucu ortaya çıkarılmış diğer 4 tapınakta hangi tanrıların kutsandığını bilmiyoruz. Fakat genel çizgileriyle bunların hepsinin ortak noktaları olan ortada avlu, yan odaları bulunan anıtsal bir giriş, tanrı yontularının saklandığı hücrenin hemen ulaşılamayan ve yan odalara bağlanan bir konumda bulunması, pencerelerin varlığı gibi yapısal özellikler, tapınakların kullanım amaçlarına uygun ana öğeleri standartlaşmış bir plana göre inşa edildiğini göstermektedir.

Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. Hititler Bölümü, Ali M. Dinçol





Burası, doğal kaya yarıklarından oluşmuş iki odadır. Ana oda, yaklaşık 20 m. genişlikten başlayarak, gittikçe daralmakta ve sonda eni 5 m. ‘ye kadar inmektedir. Odanın derinliği yaklaşık 30 m. kadardır. Yan oda ise, 18 m. uzunluğunda ve yaklaşık 4 m. eninde bir koridor biçimindedir; yüksek ve dik kayalar tarafından çevrilmiştir. Kaya odalarının ya da başka bir deyimle galerilerinin, ağzı önceleri basit bir duvarla kapatılmışken sonradan, olasılıkla 3. Hattuşili zamanında, buraya Hitit tapınaklarının benzeri bir yapı inşa edilmiştir. 4. Tuthaliya döneminde de yapıların geçirdiği bir yangından sonra bazı değişiklikler olmuştur. Bu kralın, hem A odası olarak da adlandırılan ana galeride kabartma bir betimi ve üzerinde hiyeroglifle yazılmış adı, hem B odası da denilen yan galeride Teşup-Hepat çiftinin oğulları, tanrı Şarruma’nın koruyuculuğu altına sığınmış olarak gösterildiği bir kabartması ve yine hiyerogliflerle belirtilmiş adı yer almaktadır.

Bunlardan anlaşıldığına göre, Yazılıkaya açık hava tapınağına Hitit kralları tarafından büyük önem verilmiş olmalıdır. Büyük galeride geçit halinde arka arkaya sıralanmış durumda gösterilen tanrılar ve tanrıçaların karşılaştıkları yerde, onlardan daha büyük boyda yapılmış baş tanrı Teşup ile baş tanrıça Hepat bulunmaktadır. Karşılıklı duran bu tanrılardan Hepat bir aslanın üzerinde, Teşup ise, insan biçiminde betimlenmiş iki dağ tanrısının sırtına basmış olarak gösterilmiştir. Teşup’un kutsal boğalarından biri onun yanında, diğeri ise tanrıçanın yanında olmak üzere, yüzleri birbirine dönük olarak yapılmıştır. Tanrının sırtlarına bastığı dağlar, olasılıkla adları Teşup ile birlikte metinlerde sık sık geçen Namni ve Hazzi Dağları’dır. Fırtına Tanrısı’nın buradaki betimi ile, yukarıda verdiğimiz, yazılı belgelerde anlatılan heykeller birbirine uymaktadır. (…)

Yazılıkaya’nın bunlardan (Hattuşa’daki tapınaklardan) ayrı bir karakteri olduğu, önce özetlemeğe çalıştığımız özellikleri hatırlanacak olursa kolayca anlaşılır. Bu fark, doğal bir kaya kütlesinin zorunlu kıldığı değişik mekan kullanımından doğmamaktadır. Her şeyden önce, Yazılıkaya sadece 1 ya da 2 tanrının kutsandığı bir tapınak değildir. Burada devletin resmi pantheon’u içindeki pek çok tanrı betimlenmiştir; ayrıca kral 4.Tuthaliya’nın hayatta iken ya da onun ölümünden sonra Şuppiluliyama tarafından yaptırılmış (bu son Hitit acaba ülkesinin içinde bulunduğu karışık bir dönemde için ya da Nişantaşı’ndaki yazıtı yazdırmak için nasıl 2 bulabilmiştir?) 2 kabartması da Yazılıkaya’ nın galerisinde de yer almaktadır.

İkinci nokta da, açık tapınağı olarak nitelenen bu kutsal alan, diğer tapınağın aksine, kentten 1.5 km. uzaklıktadır. Öyleyse, Yazılıkaya nasıl yorumlanmalıdır? Burada betimleri görülen tanrılar çoğunlukla Hurri kökenli olduklarından ve dolayısıyla ‘ Mezopotamya - Kuzey Suriye Bölgesi’nden geldiklerinden, Yazılıkaya’nın açıklanmasına yarayabilecek ipuçları aynı bölgede aramak hatalı olmayacaktır. Belki de b Mezopotamya’daki Yeni Yıl Bayramı’nın kutlandığı dışındaki özel bina gibi bir yerdi. (…)

Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi. Hititler Bölümü, Ali M. Dinçol








Hitit Heykel (Kabartma) Sanatı
Hitit sanatında heykelin çok büyük anlamı ve önemi vardı; çünkü tanrı heykelleri yurtlarının kutsal simgeleri olarak görülüyordu. Büyük Kral Muvatalli ülkenin başkentini Hattuşa’dan Adana civarındaki Dattaşşa’ya naklettiği zaman, tanrı heykellerini de oraya götürmüştü. Çünkü kendisi Mısır savaşıyla uğraşırken Kaşgaların Hattuşa’yı zaptetmelerinden ve tanrı heykellerini ellerine geçirmelerinden korkuyordu.

Tanrı Heykelleri
Boğazköy’de Büyük Tapınak’ta avlunun kuzeyinde doğudaki büyük odada Gök Tanrısı’nın heykeli bulunduğu biliniyordu. Onun batısındaki odada da büyük tanrıçanın heykeli bulunması lazım geldiğini ilk defa bu satırların yazarı saptamıştır (E.Akurgal, Die Kunst Anatoliens, München 1961, s.68). Bu iki heykelin dışında muhakkak ki başka eserler de vardı. Ancak onların nerede yer aldığını bilmiyoruz. Buna karşılık tanrı kabartmaları, aşağıda göreceğimiz gibi bollukla ele geçmiştir .

Lugal Gal (Büyük Kral) Heykelleri
Hititler kral ve büyük kral sözcüklerini Sümer dilinden almışlardır. Lu=Adam, Gal=Büyük, Lugal=Büyük Adam=Büyük Kral anlamına geliyor. Lugal Gal heykellerinden de birçok örnek mevcut olduğu şüphesizdir. Ancak bunlardan hiçbiri günümüze gelmemiştir. Yalnız Yazılıkaya’nın B Galerisi’nde Kral Tuthaliya’ya ait olduğunu sandığımız heykelin altlığı korunmuştur (bkz. E.Akurgal Anadolu Uygarlıkları, s.452). Lugal Gal kabartmalarına gelince aşağıda göreceğimiz gibi, onlardan birçok örnek ele geçmiştir (Resim 66, 67, 74, 83).

Anadolu’da anıtsal heykel Hititlerle başlar. Yazılı kaynaklarda büyük boy heykellerden sıkça söz edilin Alaca’da ve Boğazköy’de gördüğümüz sfenks heykelleri günümüze değin gelmiş örneklerdir.



Hitit figüratif sanatı başlangıçta büyük ölçüde Şark örneklerinden esinlenmiştir. Tanrıların boynuzlu başlıkları, giysiler ve özellikle dinsel ve mitolojik konular Şark etkisi sergilerler. Ancak Büyük Krallık Dönemi’nde kişiliğini bulan Hitit figüratif sanatı övgüye değer bir özgünlük kazanmış, türü kendine öz bir heykelcilik sanatı bütün Anadolu’ya, İzmir’den Antakya değin egemen olmuş hatta yarımada dışına da taşarak Suriye’de ve Filistin’de etkili olmuştu.

Babil sanatından esinlenerek geliştirilmiş boynuzlarla süslü sivri külahlar Hitit sanatın da yeni bir anlam kazanmıştır. Boynuzlar bir tür rütbe işareti olmuştur. Küçük tanrıların sivri külahlarında boynuz sayısı az, büyük tanrılarda ise çoktur. Örneğin İştar’da ve on iki tanrının herbirinde birer boynuz, Hattuşa’nın Gök Tanrısı’nda yalnız ön cephede olmak üzere altı, Hatti Ülkesi’nin Gök Tanrısı’nda ise külahın önde altı ve arka yüzünde beş tane olmak üzere onbir boynuz bulunmaktadır.



Baş tanrının külahı ayrıca elips biçimli beş tanrı hiyeroglifı ile süslüdür. Şarruma tek başına olduğu zaman daha görkemli bir külah ile görülmektedir.

Babasının huzurunda ise saygılı olmak için, sadece külahının ön yüzünde boynuz taşımakta ve külahın ortasındaki tanrı ideogramlarından yoksun olarak tasvir edilmektedir.



Hititler güneş kursunu Mısırlılardan almışlar ancak ona yeni bir biçim vermişler ve onu kral olmanın baş simgesi yapınışlardır. Güneş kursu ‘Ren majeste, kral” anlamına geliyordu. İki kanat arasındaki rozetin ışınlarını güneş kurslarında da buluyoruz. Erkek ve kadın fıgürlerinin duruşu da Hititlere öz bir şema içindedir. Tanrılar ve krallar ellerinde bir şey taşısınlar taşımasınlar, Karagöz figürlerinde olduğu gibi bir kolları biraz diagonal durumda öne uzatılmış, öteki kolları ise göğüs hizasında yere paralel durumdadır (Resim 64-67). Tanrıçalarda ve kraliçelerde ise bir kol tam öne, öbürü biraz öne uzatılmış ve yukarıya kıvrılmış olarak tasvir edilmektedir (Resim 64, 65, 68). Eller bütün figürlerde yumruk biçiminde sıkılmış haldedirler. Krallar tanrılara ibadet ve saygı sırasında iki ellerini yumruk biçiminde birleştirerek yüzleri hizasında tutarlar. Bu duruşu bir Alacahöyük kabartmasında ve Kral Varpalavas’ta görüyoruz.



Göz, kulak, burun ve sakal türünden ayrıntılar genellikle hep aynı kalıptan çıkmış gibidir. Tanrılar ve krallar sakallı ya da sakalsızdırlar, ancak hiçbir zaman bıyıklı değildirler.

İkonografi, dediğimiz gibi hep aynı kalıp içinde olmakla birlikte stil ayrılıkları göze çarpmaktadır. Örneğin daha eski bir dönemde yapılmış olan Alacahöyük kabartmaları, Yazılıkaya tasvirlerinden ayrı bir stil açığa vururlar.



Nitekim Fraktin (Resim 72) ve Haymana’daki Gâvurkaya kabartmaları da değişik stil gösterirler. Bitik, İnandık vazolarında, gümüş kaplarda ve çeşitli madeni eserler de yer alan figürler ise büsbütün ve çok yüksek nitelikli bir işçilik ve biçem (stil) sergiler. Söz konusu eserler “Hitit Saray Stili”nin en güzel ürünüdürler.



Hititlerden bize kalan figüratif sanat eserleri, tapınaklarda ya da kralların diktirdiği anıtlarda yer almaktadır. Bu nedenle elimize geçen kabartmalar, heykeller, mühürler bir “saray sanatı” ürünüdürler.

Eflatunpınar, Fasıllar, Manisa ve Yesemek anıtları bir yana bırakılırsa Hitit kabartmalarında önden tasvir genellikle yapılmıyor, insan ve hayran figürleri hep yandan (profilden) gösteriliyordu. Böyle olmakla birlikte kralların aslında önden tasvir edilmiş olarak düşünülmeleri gerektiğini yukarıda anlatmıştık. Alacahöyük’ün bir kabartmasında aslan başının önden görünmesi Hititli sanatkârın bir becerisi değildir. O bu duruşu Şark kökenli bir örnekten aynen almış olmalıdır.

Hititler çağdaş Mısır ve Mezopotamya’da olduğu gibi kabartmalardaki insan figürlerini gözleri ile gördükleri biçimde değil, kafalarında düşündüklerine göre tasvir ediyorlardı. Hellenler’in M.Ö. 475-450 sıralarında natüralist tasvir yöntemini bulmalarına değin bütün milletler, bugün fotoğraf makinesinin gösterdiği görüşü değil, bir insan görüntüsünü ideal biçimi ile ifade etmeye önem veriyorlardı. Bu tasavvura göre tasvirde insanın uzuvları en anlamlı olarak kabul edilen yönleri ile gösteriliyordu. Yüz her zaman profilden, buna karşılık profilden olan yüzde göz tam cepheden, göğüs ve vücudun üstü önden, bacaklar ise yandan tasvir ediliyordu. Bu tasvir yöntemi bir ilkellik beceriksizliği değil, tersine idealist bir düşünce biçimi idi. Çünkü istenilen ve gereken yerlerde, örneğin yazılıkaya figürlerinde gördüğümüz gibi bütün vücut profilden de tasvir edilebiliyordu.

Anadolu Kültür Tarihi-Ekrem Akurgal- TÜBİTAK Yayınları








Urartular

Urartu Sanatı

Oktay Belli

Yaklaşık olarak 1 yüzyıldan beri Urartu yerleşme merkezi ile mezarlarından, gerek kaçak kazılar sonucunda gerekse yapılan bilimsel kazılar sonucunda binlerce parça sanat eşyası ele geçirilmiştir. Ele geçirilen bu değerli sanat eserleri üzerinde yapılan uzun çalışmalar sonucunda, bu sanatın kendine özgü özellikleri ve genel karakteri saptanmıştır. Urartu Sanatı;
1. Saray sanatı
2. Kent Sanatı
3. Halk Sanatı

olmak üzere üçe ayrılmaktadır.

Saray Sanatı
Barbarca bir görkemliliği yansıtan Urartu saray sanatı örnekleri, özellikle krallığın ilk kuruluş yıllarında, Yeni Asur Krallığı’nın sanat çalışmalarıyla büyük bir benzerlik gösterir. Hatta uzun yıllar Urartu sanatı eski Doğu sanatı üzerinde çalışan bilim adamları tarafından Asur eyalet sanatı olarak tanımlanmış ve Asur sanatından ayırt edilememiştir. Urartu sanatının 10 ve 9. yüzyılda Asur sanatının etkisi ile benzer özellikler göstermesi şaşılacak bir durum olmasa gerekir. Çünkü bu dönemde Urartu Krallığı, güçlü bir sosyo-ekonomik devlet yapısına sahip olan ve komşularını egemenliği altına alan Asur Krallığı’nın etkisindedir. Urartu Krallığı -önemli bir eski Doğu devleti olan Asur Krallığı gibi- tamamen bir güç üstünlüğü olmayı kendine erek edinmiştir. Bu nedenle krallığın ilk yıllarında çiviyazısı ile birlikte Akadça’yı ve kil tabletleri, Asurlular’dan taklit eden Urartular, birçok tanrı adını da Asur ideogramı ile yazmışlardır. Önceleri Asur kralı unvanları, daha sonra da diğer kültür öğeleri ile birlikte askeri donatımı olduğu gibi benimsenmiştir. Bundan başka görkemli Asur saraylarının duvar resimleri, hayvan ve bitki motifleriyle birlikte Urartu saraylarına hazır bir biçimde ulaşmıştır.



Gerçekten de Yeni Asur sanatı ile organik bir bağlantı içinde olan Urartu saray sanatının erken dönemlerine ait eşyalar üzerindeki hayvan motifleri ve hayvan ayrıntılarını gösterme yöntemi, Asur örnekleri göz önüne alınarak yapılmıştır. Yani bugünkü arkeolojik buluntulara göre Urartu saray sanatının kökeninin eski bir kültüre, daha belirgin olarak da Yeni Asur ve Yeni Babil sanatına dayandığı kuşkusuzdur. Bu eserler üslup, biçim ve gelenek olarak önceleri Yeni Asur ve Yeni Babil sanatına uyar. Örneğin, Urartu Krallığı’nın ilk yıllarına ait sanat eserleri üzerindeki aslan, boğa, hayat ağacı ve kanatlı güneş motifleri, Mısır ve Mezopotamya kültürlerinden esinlenen Asur kökenlidir. Eşyaların büyük bir çoğunluğu da yapılış geleneği olarak Asur, fakat içerik ve biçim olarak Urartu özelliğini taşır. Sanat eserlerinin ve eşyaların üzerini bezeyen ilginç sahnelerin büyük bir bölümü ise Urartu toplumunun insanını temsil etmekte, dolayısıyla bölgenin sosyo-ekonomik tarihini, etnografyasını, dinsel inançlarını ve bugüne değin çözümlenemeyen mitoloji ile gizemli kült törenlerini canlı bir biçimde yansıtmaktadır.



Urartu saray sanatının oluşmasında rol almış etmenlerin yanı sıra, Urartu sanatının kendine özgü özellikleri de açık ve tam olarak göze çarpmaktadır. Nitekim Urartu sanatı üzerinde yapılan uzun çalışmaların sonucunda, Urartu sanatının özellikleri tek tek belirlenmiştir. Urartu sanatında görülen tek düzeyliliğe karşın, değişik üslup çalışmaları saptandığı gibi, Hurri, Geç Hitit, Arami, Kuzey Suriye, Yeni Babil, Kimmer ve Kuzeybatı İran sanatının etkileri de ortaya çıkarılmıştır. Bu yararlı çalışmalar sonucunda anıtsal Urartu sanatı, Yeni Asur sanatından kesin olarak ayırt edilebilmiştir.

Örneğin aşağıda sıraladığımız özellikler, -tüm yüzeysel benzeyişlere karşın-Urartu sanatının Asur sanatından ayıran öğeleri oluşturur.

1. Tipik yüz profilleri ile betimlenen “basık”, “şişman” ve “hantal” görünüşlü insan tipi, Urartu sanatının kendine özgü özelliklerinden birini oluşturur.
2. Bütün Urartu tanrı başlarında “tek boynuzlu” bir başlıkla betimlenmiştir.
3. Bıyık uzatma geleneğinin olmadığı Urartular’da, “kemerli ve etli burun” alnın bir devamı imiş gibi gösterilmiştir.
4. Urartu sanatında figür ve olaylar özgür ve rahat değil, “kenar çizgili”, “köşeli” ya da “geometrik çerçeveler” arasına sıkıştırılmıştır.
5. Stilize edilmiş hayvan resimleri, gerçek görüntülerinden oldukça farklı bir gelişme göstermiştir.
6. Hayvan gövdeleri en ince ayrıntısına varıncaya değin zengin süslemelerle bezenmiş, bel kısımları ise sanki “at giysisi” ve “kilimi” ile kaplanmış gibidir.
7. Zengin bezemeler için daireler, kıvrımlar, üçgenler, eğri ve düz hatlardan oluşan çok iyi bir “çizgi bezeme” kullanılmıştır.
8. Urartu sanatında hayvan yüzlerindeki şiddeti gösteren hırlayan açık ağız dışında, bütün hayvanlar “durgunluk” içinde betimlenmiştir.
9. Kalkanlar üzerindeki, aslan motifleri sanki “gezintiye çıkmış” gibi, saray-tapınak eklentilerinin iç odalarını bezeyen boyalı duvar resimlerindeki diz çökmüş boğalar ise “Sakin, dinlenmeye hazırlanır durumda” betimlenmiştir.


Yalnız anıtsal Urartu saray sanatının en karakteristik, en eksiksiz ve en güvenilir yapıtları bile, Yeni Asur sanatına yön veren eski Doğu sanat ilkelerinin en azından bir yansımasını taşır. Ancak bu özelliğin, Urartu sanat eserlerinde kınanacak ya da aşağılanacak bir yanı olmadığını, tersine çeşitli kültürlerden etkilenen ve her türlü üslubu kullanarak sanatsal yetkinliğe ulaşmak için olağanüstü çaba harcayan Urartu sanat ustalarının övgüye layık olduklarını da belirtmekte yarar vardır.


Urartu Sanatının Genel Karakteri:
1. Urartu sanatı genellikle “süsleyici” niteliktedir.
2. Bezeme öğelerinin büyük çoğunluğu “bitkiler”den alınmıştır.’ Bunların sık sık yinelenerek kullanılması ile motifler oluşturulmuştur.
3. Bitkiler içinde ana motifi “Hayat ağacı” oluşturur. Hayat Ağacının gittikçe stilize edilmesi sonucunda“palmet”, “kozalak”, “tomurcuk”, “rozet”, “yaprak biçimli kargı”, “dal”, “daire” ve “nokta” motifleri oluşmuştur.
Bezeme amacı ile yapılan bazı insan ve hayvan motifleri, genellikle ikinci derecede rol oynamaktadır.
5. Urartu sanatçıları simetriye özel bir önem vermiştir. Örneğin, miğfer, kemer ve kalkanlar üzerinde figürlerin bazıları tek bir yöne, diğerleri başka bir yöne yönelmiştir.
6. Sıralar halinde betimlenen figür ve motifler ya tek tek ya da birbiri peşi sıra aynen birkaç kez yinelenmiştir.
7. Figür, motif ve kompozisyonlar bölümlere ayrılmıştır.
8. Av ve savaş sahnelerinde, insan ve hayvan figürlerinin ard arda büyük bir uyum içinde betimlenmesinin yanı sıra, süsleme yöntemi de en az ana motif kadar ilgi çekmektedir.
9. Stil ve simgeciliği ön planda tutan Urartu sanatçıları, sürekli olarak model ve aynı tür bezemeyi kullanarak, orantı kurallarını göz önüne almışlardır.
10. Tek bir hayvan motifinin sürekli kopya edilmesi ile stilize edilen hayvan motiflerinin gövdeleri, güzel ve gelişkin geometrik motiflerle bezenmiştir.
11. Günlük yaşamla ilgili konularının çok a betimlenmesinin yanı sıra, yuvarlak plastik taş yontuculuğu yok denecek kadar az yapılmıştır.
12. Tüm Eski Doğu sanatında olduğu gibi Urartu sanatında da insan figürlerinin göğüs ve omuzları karşıdan, baş, kol, gövde ve ayakları yandan gösterilmiştir.
13. Tanrı, tanrıça, cin, kral ve insan figürleri yandan gösterilirken genellikle sağ kol, -bazen sol, bazen de her iki kol- “V” biçiminde bir kıvrımla ileriye uzatılarak ya geleneksel seiğmiama durumunda ya da sembol veya herhangi bir şey tutarken betimlenmiştir.
14. Urartu sanat eserlerinin biçimleri ile üzerindeki figür ve bezemeler, sanki tek bir yasa buyruğunca belirli atölyelerde üretilmiştir.
15. Urartu sanatını yöneten kurallar, her esere ağırbaşlı bir uyum, sade ve samimi bir denge etkisi katmıştır.



Urartu saray sanatı anıtsaldır. Kaya kabartmalarında, boyalı duvar resimlerinde, mühür ve özellikle tunçtan yapılmış madeni eşyalar üzerindeki Urartu tanrıları, kalıplaşmış ve üslup yönünden hemen hemen benzer anlatımlara sahiptir. Örneğin Karinir-Blur’dan ele geçirilen küçük bir mühürde, boğa üzerindeki tanrı Teişeba figürü, Adilcevaz’da bulunan ünlü kaya kabartmasında boğa üzerinde duran Teişeba figürü ile yalnızca ebat ve bezeme ayrıntıları yönünden ayrıcalık göstermektedir. Yani her iki resimde de uyulması gereken yapay bir taslak esas olarak göz önüne alınıp yapılmıştır; çalışma biçimleri tek bir plan içinde olup, sanatçıya yakışır bir biçimde üslup ve simgecilik dikkati çekmektedir.

Urartu sanat ustalarının sürekli olarak model ve aynı tür bezemeyi uyguladıkları ve orantı kurallarım göz önüne almış oldukları hiçbir zaman kuşku göstermemektedir. Bu özellikle de, Urartu saray sanatının anıtsal kalitesini açıkça kanıtlamaktadır. Urartu saray sanatına ait kral tahtı üzerindeki figürler, hayvanlar üzerindeki tanrılar, insan- hayvan karışımı yontular ile kalkan, miğfer, sadak, adak levhaları, madalyon, gerdanlık, kemer ve at koşum takımları üzerindeki insan, hayvan, bitki, atlı ve arabalı sahneler küçük boyutlu olmalarına karşın, kesin bir anıtsal biçim göstermekte ve her zaman büyütülmeleri olası görülmektedir. Urartu sanatı anıtsal olduğu kadar, ekonomiyi de yansıtmak tadır. Krallığın kuruluşundan yıkılışına değin saray sanatı, kent sanatı ve halk sanatı olarak tanımlanan etkinlikler üzerinde bu olguyu şu ya da bu biçimde sezmemek olanaksızdır. Çünkü Urartu Krallığı’nın yaşadığı Doğu Anadolu yüksek yaylası, Kafkasötesi ve Kuzeybatı Iran Bölgesi’nde her şeyden önce karasal iklim egemendi. Sözünü ettiğimiz coğrafi bölgelerde, engebeli ve yüksek dağlar arasına sıkışmış küçük verimli ovalar, uzunlamasına dar vadiler, platolar ile dalgalı geniş dağ düzlükleri uzanıyordu. Yüksek dağ yamaçlarına kadar uzanan orman alanlarının yanı sıra, zengin akarsu vadilerinin de sık korularla kaplı olduğunu düşünecek olursak, çok büyük bir hızla artan nüfusun tarım ürünlerine olan gereksinmesini karşılayacak ekime elverişli toprakların yetersizliği daha belirgin olarak gözler önüne serilir.

(...)

Urartu Krallığı’nın saray sanatı, yönetim aygıtını elinde bulunduran. merkeziyetçi Urartu Krallığı’nın egemenliği altındaki bölgelerde yaşayan toplulukları birleştirici bir öğe olarak kullandığı resmi devlet kültünün evrensel bir aracı olarak görev yapar, monarşik devletin egemenliğini haklı çıkarmaya yarar ve aynı zamanda da geniş boyutlu bir dinsel yerine getirir Hatta “din sanatın annesidir” önerisi hem merkeziyetçi Urartu Krallığı’nın saray sanatı, hem de tüm Eski Doğu dünyasının sanatı için geçerlidir. Çünkü bu çağlarda din bir sanat boyasına bürünerek, büyük sanat olan tapınak, kilit merkezleri, kaya kabartmaları, :kaya mezarları, yontu gibi değişik ölçüde, ayrı yapıda ve ayrı türde varlıkları ortaya çıkardığı gibi mühür madalyon gerdanlık, muska, adak levhaları vb gibi koruyucu işlevinin olduğuna inanılan küçük sanat eşyalarına da damgasını vurmuştur. Hatta bu çağlar din ile sanatın el ele verdiği dönemdir. Eğer bugün Eski Doğu sanatının yaratıcı zenginliğine, barbarca. görkemliliği ve yüceliği yansıtan eserlerine ve çeşitli eşyalar üzerinde akıl almaz ilginç sahnelerine hayran kalabiliyorsak, sanatçıların kafasını büyüsel güçlerin, mitolojik konuların, doğaötesi düşüncelerin ağır bastığı bir düş dünyasına iten Eski Doğu dinlerine borçluyuz. Çünkü Eski Doğu uygarlıklarında olduğu gibi, Urartu uygarlığı da, dinle düşüncenin, doğa ile doğaötesinin birleştiği kaynaştığı bir uygarlıktır. Bu nedenle saray-tapınak eklentilerinin iç odalarını bezeyen boyalı duvar resimleri, anıtsal kaya kabartmaları mühür, mühür baskıları ve özellikle madeni eşyalar üzerine betimlenen dinsel ve büyüsel içerikli sahneler ile mitolojik konular, anıtsal Urartu sanatının özünü oluşturur. Sevilerek işlenen dinsel ve mitolojik konuların başında şunlar yer almaktadır.

1. Hayvanlar üzerinde duran tanrılar.
2. Tanrı ve tanrıçaların düzenlediği kült törenleri.
3. Tanrı ve tanrıçalara sunulan adaklar.
4. Tanrıya dua törenleri.
5. Tanrıya kurban törenleri.
6. Taş stellere düzenlenen kült törenleri.
7. Hayat ağacına düzenlenen kült törenleri.
8. Tanrıçaların kale ve kapılarına düzenlediği kilit törenleri.
9. Savaşa giden kral ve ordusunun hayat ağacına düzenlediği kült törenleri.
10. İnsan ve hayvan oı birleşmesiyle oluşan doğa dışı yaratıklar.
11. Birkaç hayvan organının birleşmesiyle oluşan mitolojik yaratıklar.
12. Mitolojik yaratıkların kendi aralarında savaşı ya dabunlara karşı verilen savaşım.

Sözünü ettiğimiz bu ilginç sahnelerin hemen hepsi "yapay" ve "basmakalıp" bir biçimde betimlenmiştir. Oldukça sık betimlenen bu sahneler, günlük yaşamın sorunlarından daha derinde yatan Urartu toplumu insanının gizemli düşünceleri­ni, dinsel inanç ve yaşama bakış açılarını yansıtmaktadır. Daha genel bir deyimle bu sahneler, eski bir Doğu devleti olan Urartu toplumunu besleyen efsaneleri resimlendirdiği gibi, içerik olarak da ideolojik ve mitolojik konuları kapsamaktadır. Çünkü tüm İlkçağ devletlerinde olduğu gibi, Urartu toplumunda da mitoloji, Urartu sanatının yalnızca malzeme deposu değil, aynı zamanda temelini oluşturur. Ancak çiviyazılı Urartu belgelerinin eksikliğinin yanı sıra, mitolojik konuları yansıtan malzemenin yetersizliği de şimdilik Urartu mitolojisinin içinden çıkılamayacak derecede zorlaştırmakta ve ilgi çekici gizemli sahnelerin içeriğinin yorumlanmasını engellemektedir.

Eğer biz Urartu sanatını besleyen, hatta bu sanatın özünü oluşturan Urartu toplumu insanının düşünce, dinsel inanç ve mitolojisini bilirsek, görkemli sarayları topınakları, kült merkezlerini, kabartmaları, kaya mezarlarını, askeri donatı­mı oluşturan silahları, mühürleri ve çeşitli sanat eşyalarını süsleyen dinsel ve büyüsel içerikli bezeme öğelerinin anlamını daha kolay' yorumlayabiliriz. Çünkü insanların anlaşılmasında bir araç olarak kullanılan sanatı, ya içinde geliştiği ekonomik ve teknik üretim ya da toplumsal ilişki ve gereksinmeler belirler. Dolayısıyla sanat ve sanat eserlerini çeşitli biçimlerde etkileyen en büyük olgulardan biri' de, Urartu toplumuna egemen dinsel ve büyüsel inançlar ile mitolojik konulardır. Bu nedenle Urartu Krallığı'nın görkemli sanatını yönlendiren ve bu sanatın temelini oluşturan dinsel ve büyüsel inançlar ile mitolojisini bilemezsek, bu dönem sanatının gizemli içeriğini kesinlikle anlayamayız.




Urartu Krallığı'nın saray sanatı olarak adlandırılan adak yazıtlı tunçtan yapılmış "kalkan", "kemer", "miğfer", "sadak" ve "at koşum takımları" üzerine, kutsal birer yaratıkmış gibi aslan, boğa, kartal, aslan başlı yılan ejderi gibi kudret ve kuvvetin simgesi olan hayvanlar bitemlenmiştir. Amacı kralın kahramanlıklarını göstermek olan Asur Krallığı'nın av sahnelerini yansıtan kabartmalarda da, kral yabanıl boğa, aslan ya da kartal biçiminde kuvvet ve kudretin birer simgesi olarak betimlenmekteydi. Urartu Krallığı'nın kudret ve kuvvetini zengin bir biçimde yansıtan bu eserler, aynı zamanda kendilerini evrensel gücün simgesi olarak gören Urartu krallarının yaşayan toplum üzerindeki egemenliğini de açıkça vurgulayan canlı belgeleri oluşturur­lar. Böylece tüm Eski Doğu devletlerinde olduğu gibi, Urartu Krallığı da tamamen bir güç üstünlüğü örneği olmayı kendine erek edinmiştir. Çünkü bir güç üstünlüğü olduğu sürece varlığını koruyabilen Urartu Krallığı, savaşçı niteliğini yitirdiği anda yıkılıp yok olmak zorundavdı. Bu nedenle aslan gibi yürekli ve savaşçı, yabanıl boğa gibi güçlü, dağ keçisi gibi çevik, kartal gibi aşılmaz engelleri aşan, keskin görüşlü ve yırtıcı yetenekleriyle özdeşleşen Urartu kralları, insanlar üzerinde önemli bir üstünlük sağlamış olduğuna inanır. Dolayısıyla dinsel ve büyüsel güçlerin etkisinde erk ve güçlülüğün birer simgesi olarak betimlenen aslan, kartal, yabanıl boğa, dağ keçisi, aslan başlı yılan ejderi ile birkaç hayvan organının birleşmesiyle oluşan gerçekdışı yaratıklar, Urartu krallarının güç ve egemenliğinin koruyucu ve pekiştiriri niteliklerini sembolik de olsa simgelediğinden, saray sanatının sosyal işlevini daha net yansıtır. Bu sanatın amacı da, öncelikle sosyal yapının sürdürülmesi ve evrensel gücün simgesi olan Urartu krallarının egemenliklerinin korunmasına, doğaüstü erk ve yetiye sahip güçler ile onların simgeleri olan üstün yetenekli hayvan güçlerinin yardımını sağlamak zorunda olduğundan, toplumsal sıradüzeni tüm canlılığı ile yansıtır.

Anıtsal Urartu saray sanatının en önemli özelliklerinden biri de, kaya kabartmalarının, yontuların, duvar resimlerinin, yazıtların, keramik, ağaç, fildişi ve madeni eşyaların biçimleriyle üzerindeki figür ve bezemelerin, sanki tek bir yasa buyruğunca belirli mekanlarda üretilmiş olmasıdır. Anıtsal Urartu saray sanatını yöneten kurallar, her esere ağırbaşlı bir uyum, sadece ve samimi bir denge etkisi katmaktadır. Bu nedenle Urartu saray sanatı üslubu, sanatçı ve zanaatçıların öğrenmesi gereken çok sıkı ve katı kurallardan oluşuyordu.





Kökeni çok eskiye dayanan yetkinleşmiş Urartu zanaatçılarının maden döküm ve işlemedeki başarısı, gerçekten akla durgunluk veren bir beceriye ulaşmıştır. Tüm bu işlerin ne denli kaba araçlarla yapıldığı düşünülecek olunursa, yüzyıllarca süren uzmanlaşma sürecinde, sanat ustalarının elde ettikleri "işçilik" sabrı ve güveni karşısında şaşırmamak olanaksızdır. Bu nedenle Urartular, özellikle ÎO 1. bin yılından itibaren Doğu Anadolu Bölgesi'nin yüksek maden işçiliğini yansıtan yetkinleşmiş gerçek maden ustalarıdır. Devletin maddi refah kaynağını yansıtan madenciliğin ve bununla ilgili olarak maden zanaatının çok hızlı bir biçimde gelişerek yüksek bir düzeye ulaştığını, Urartu Krallığı'nın kuruluş dönemine ait ele geçirilen yazıth, yazıtsız ve üzeri resimli çok sayıdaki tunç eşya açıkça kanıtlamaktadır. Ayrıca çift-dilli yazılan Keliş in Steli de, krallığın kuruluş yıllarında madenciliğin geliştiğine dair çok önemli bilgiler vermektedir. Örneğin, Urartu krallarından İşpuini ile oğlu Menua'nm ortak krallıkları döneminde, Urartular'm kutsadığı Muşaşir Bölgesi'ndeki ulusal tanrı Haldi'nin tapınağına, bu iki kralın yaptığı bir tek ziyareti sırasında 1.112 adet büyükbaş hayvan ile 21.500 adet küçükbaş hayvanın yanı sıra, çok sayıda silah, tunç kap vb. bağışlamışlardır. Bu somut kaynaktan da anlaşılacağı üzere, Urartu Krallığı'nın kuruluş yıllarında madenciliğin çok hızlı bir biçimde gelişmiş olduğu, hatta devletin gereksinmesi dışında tunç kap, silah gibi üretim aracı olan madenlerden üretim artığının dahi olduğu açıkça anlaşılmaktadır. Yerleşme merkezlerinin mezarlarından ele geçirilen çok sayıdaki kemer parçası, Urartu resim sanatına ait zengin sahneleri yansıtmaktadır. Tunçtan dövme ve kazıma tekniğıi ile yapılan ve arkası kösele ile kaplı bulunan Urartu kemerleri:
1. Omuz kemeri.
2. Bel kemeri.
Olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Omuzdan kalçaya doğru çapraz olarak kullanılan omuz kemerleri, 1 m. ile 2 m. uzunluğunda, 5-15 cm. genişliğindedir. Bel kemerleri ise 60 cm. ile 1 m. uzunluğunda ve 5-10 cm. arasında değişen genişliğe sahiptir. Kemerler üzerinde oldukça ilginç sahneler bulunmaktadır, Örneğin,:
1. Hayvanlar üzerinde duran tanrılar.
2. Tanrıçaların düzenlediği kült törenleri
3. Tanrı ve tanrıçalara sunulan adaklar.
4. însan ve hayvan organlarının birleşmesiyle oluşan gerçekdışı yaratıklar.
5. Birkaç hayvan organının birleşmesiyle oluşan korkunç mitolojik yaratıklar.
6. Mitolojik yaratıkların kendi aralarında savaşı ya da bunlara karşı verilen savaşım.
7. însan hayvan organlarının birleşmesiyle oluşan avcılar.
8. Av sahneleri.
9. Koşar durumda gösterilen aslan, boğa ve karışık yaratıklar.
10. Çeşitli hayvan ve bitki motifleri.
11. Savaşa giden kral ve ordusunun hayat ağacına düzenlediği kült törenleri.
12. Savaşa giden arabalı, atlı ve piyadeler.
13. Kale resimleri.
14. Ölü ziyafet sahneleri.

Genellikle insan ve hayvan motifleri, birbiri peşi sıra büyük bir uyum içinde betimlenmiştir. Motifleri birbirinden ayırmak için bantlar ya da bezeme öğeleri kullanılmıştır. Aynı motifin birkaç kez yinelenmesi üe elde edilen kompozisyonlarda, bezeme yöntemine büyük bir önem verilmiştir. Askeri donatımın bir parçası olan tunç kemerler üzerine sık sık işlenen "savaş hazırlığı" ile "av sahneleri", Urartu resim sanatında savaş ve savaşla ilgili gelenek ve göreneklerin yaygınlaşarak her şeye egemen olduğu dönemi yansıtmakta­dır. Örneğin, yatay panolara ayrılan kemer parçalarının üzerinde, Urartu ordusunu oluşturan "savaş arabaları","süvariler", "hafif silahlı askerler", ile "piyadeler" savaşa giderken betimlenmiştir.

Bu resimlerde görüldüğü gibi, Urartular dizlerine kadar inen etek giymekteydiler. Kalçalarının üzerinde ise bu giysiyi sıkan tunçtan yapılmış kemer bulunmaktadır. Başlarına ters huni biçiminde karakteristik Urartu miğferi giyen savaşçıla­rın silahları ise, ok-yay, uzun kargı, kısa kargı ve ortasında bir çıkıntı, bulunan kalkandan oluşmaktadır. İÖ 9. yüzyılda Urartu ordusunun giysisi ve askeri donatımını oluşturan silahları, Asurlular'dan farkh olup daha çok Hurri ve Hititler'in giysi ve silahları ile yakınlık göstermektedir. Ancak İÖ 8. yüzyılın başlarından itibaren, özellikle l.Argişti (ÎÖ 786-764) döneminde, Urartu ordusunun askeri donatımını oluşturan silahlar, Asur ordusundan alınarak benimsenmiş­tir.





Bazı kemerlerin toka kısmı üzerine kartal motifi ile Urartu ordusunun vurucu gücünü oluşturan, ellerinde kalkan ve kargı taşıyan süvariler ile savaş arabası içinde sağ elini "V" biçiminde bir kıvrımla ileriye doğru uzatan kral ya da kral soyundan olduğu sanılan kişi, birbiri peşi sıra savaşa giderken betimlenmiştir. Bilindiği gibi bir elin "V" biçiminde bir kıvrımla ileriye uzatılarak geleneksel selamlama biçiminde gösterilmesi, Eski Doğu uygarlıklarından Hitit, Asur, Ahamenid Krallıkları ile bu krallıkların etkilediği komşu devletlerin sanatında olduğu gibi, Urartular'da da kral, kral soyundan olanlar ile çok yüksek mevkideki kişüeri göstermek için başvurulan özgül kuraldır. Kral ve süvarilere yol gösterilmişçesine önlerinden aynı yöne doğru uçan kartal motifi, bezeme öğesi olarak kemerin toka halkasını tamamladığı gibi, özellikle bu motifin dinsel, ülküsel ve pekiştirilmiş koruyucu işlevine olan inanç geleneği de, küçümsenemeyecek ve yadsınamayacak kadar önemli olmalıy­dı. Çünkü kartal motifli kemerleri taşıyan Urartu kralı ve onun savaş gücünü simgeleyen ordusu, ister savaşta ister avda kartal gibi olacağına aşılmaz engelleri aşacağına, onun keskin görüşlülüğünü, yırtıcılığını ve gücünü alacağına inanmış olmalıydılar.
(...)





Kemerler üzerinde sık sık savaş arabası içinde Urartu krallarının aslan, boğa ve birkaç hayvan organının birleşmesiyle oluşan karışık yaratıklara karşı verdiği savaşımı yansıtan ilginç sahneler de betimlenmiştir. Bu sahneler aynı zamanda evrensel gücün simgesi olan Urartu krallarının kahramanlıklarını da yansıtmaktadır. Çünkü Urartu kralları her şeyden önce askeri bir önderdi. Devletin ve yönetici tabakanın varlık edinmelerini sağlayan, bir refah kaynağı olan savaş ise, sürekli ve yasal bir faaliyetti. Gerek elverişsiz, sert ve .acımasız doğa koşullarına, gerekse düşmanlara karşı sürekli savaşım veren Urartu toplumunun tüm yaşamı, savaş ve av ile ilgili sanat ve geleneklerledoluydu. Bu nedenle o çağlarda insanlara karşı verilen savaşım ile hayvanlara karşı verilen savaşım (av) birbirinden ayrılmaz. Dolayısıyla Urartu kralları hem en iyi savaşçı, hem de en iyi avcı olmak zorundadır. Çünkü kralın kahramanlığı ile tanınması ve insanlar üzerinde egemenliğini sürdürebil­mesi, ister savaşta, ister avda başarı kazanmasına bağlıdır. Tunçtan dövme tekniği ile yapılmış üç ayaklı büyük kült kazanları, Urartu tapınak avlularında durmaktaydı. Bu kazanların boğa başlı ya da insan yüzlü, kanatlı ve kuş gövdeli ilginç kulpları bulunmaktadır. Kulpların sırt bölümünde bulunan delikten, kazanı taşımak ya da asmak için halkalar geçirilmekteydi. Figürlü tutamaklar ayrı olarak balmumu kalıplara döküldükten sonra, orjinal kalıpta olmayan bezemeler yapılıp, kazanın üst bölümüne karşılıklı olarak perçinlenmekteydi.






Kadın yüzlü, kuş gövdeli kazan kulplarının, güneş ile ilgili bir tanrıyı simgelediği sanılmaktadır. Özellikle kuşların açık kanatlarının arasında yer alan ve güneşi simgeleyen disk biçimindeki daire, Asur'da tanrı Şamaş'ın sembolüdür. Urartu güneş tanrısı Şivini'nin sembolü de, kanatlı güneş kursudur. Bu nedenle kült kazanlarında kadın yüzlü kuş gövdeli kanatlı tanrıçanın, güneş tanrısı, Şivini'nin eşi Tuşhpuea olduğu anlaşılmaktadır.






Urartu kalelerinin kutsal silah depolarında, dövme tekniği ile yapılmış miğferler ele geçirilmiştir. Ucu sivri, ters huni biçiminde karakteristik Urartu miğferleri:
1. Süs ya da adak miğferi.
2. Savaş miğferi.
olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Anıtsal Urartu saray sanatını yansıtan ve kralların adak yazıtlarını taşıyan süs miğferleri önünde, gerek bezeme, gerekse içerik yönünden ilginç resimler bulunmaktadır. Miğferin görünen ön kısmına büyük bir özenle betimlenen sahnelerin başında şunlar gelmektedir:
1. Kanatlı güneş diski içinde tanrı motifi
2. Aslan başlı yılan ejderleri.
3. Hayat ağacına kült yapan kanatlı tanrıçalar.
4. Şimşeğe benzeyen üsluplaştırılmış hayat ağacı
5. Süvari ve savaş arabaları.
Adak yazıtlı kral miğferleri üzerine betimlenen mitolojik aslan başlı yılan ejderleri, havat ağacı ve Urartu Krallığı'nın savaş gücü, motif ve kompozisyon seçiminde olduğu kadar, içerik yönünden de çok yüksek değerde olan bezeme öğelerini oluşturur. Bu gizemli sahneler, tinsel güçlerin etkisinde, büyüsel kuvvetlerin desteği ile "düşmana karşı kovma" ve "korunmanın" kudretli bileşimini oluşturmaktadır. Savaşçı­lar ve Urartu kralı, kudret ve kuvvetin simgesi olarak, Urartu sanatının karakteristik özelliklerinden biri olan aslan başlı yılan ejderi ile el "korku" ve "savunma" işlevini, ölümsüzlüğü simgeleyen hayat ağacı inancı ile pekiştirmektedir. Tunçtan dövme tekniği ile yapılan ve Urartu saray sanatını yansıtan adak yazıtlı kalkanlar üzerinde, kudret ve kuvvetin simgesi olan aslan ve boğa motifleri betimlenmiştir. Aslanlar, yüzlerinde şiddeti gösteren hırlayan açık ağız dışında, sanki gezintiye çıkmış gibi durgunluk içinde betimlenmiştir. Urartu saray sanatında sanatçılar, yöneticiler tarafından belirlenen katı kurallar çerçevesinde eserlerini yapmakla yükümlü olmuşlardır. Nitekim kalkanlar üzerindeki aslan ve boğa motifleri, özde ve biçimde herhangi bir değişikliğe uğramaksızın Urartu Krallığı'nın sonlarına değin aynı biçimde kopya edilmiştir.


Keramik
Krallığın emrindeki Urartu zanaatçıları, -diğer sanat dallarında olduğu gibi- keramik yapımında da çeşitlilik yaratamamışlardır. Bugüne değin ele geçirüen Urartu keramiği, kalite, ölçü ve biçim yönünden hemen hemen benzer özellikler göstermektedir. Örneğin tipik Urartu keramiği, çok iyi kaliteli, parlak astarlı ve kırmızı renklidir. Karmir-Blur kalesindeki kilerin birinde, biçim olarak birbirine benzeyen, aynı belirsiz oval gövdeye ve ince kulpa sahip bini aşkın kırmızı cüah şarap testisi bulunmuştur. Başka bir kilerde ise, daha yuvarlak bir gövdeye ve daha kavisli bir kulpa sahip testiler ele geçirilmiştir. Kuşkusuz bunlar bir başka atölye yapımı değilseler, herhalde ayrı birsanatkarın elinden çıkmışlardır. Her iki durumda da biçimlerde gözle görülür bir yetkinlik vardır; bu yetkinlik sanatçının değişik biçimlerde çömlek yapmamasından, fakat kendisini tek bir biçime ayırmasından ileri gelmektedir. Devletin egemenliği altındaki çömlekçi atölyelerinin hemen hepsinde, çoğunlukla kalite, form, ölçü ve renk yönünden tek biçim keramik üretilmiştir. Nitekim Kafkasötesi'nde Karmir-Blur, Armavir ve Arin-Berd'de, Kuzeybatı İran'da Bastam'-da, Van Bölgesi'nde Toprakkale, Van Kalesi, Çavuştepe, Adilcevaz, Patnos, Kayalıdere ve Altmtepe'de ele geçirilen keramikler, kalite, renk ve biçim yönünden büyük bir benzerlik gösterirler.




Eski Doğu uygarlıklarının sanatında olduğu gibi, Urartu Krallığının saray sanatı da, önceden saptanan yolu izler, ama yine de sanatçıya kendi yeteneğini gösterme olanağı bırakılır. Sanatçıların, krallığın kuruluşundan beri süregelen sanata ellerinden geldiğince tam bir bağlılıkla sarıldıkları, bu sanatın özenle kutsanmış kurallarına uyarak onu aşmaya çalıştıkları ve bir tür yetkinliğe ulaşmak için büyük çaba harcadıkları anlaşdmaktadır. Urartu sanatçılarının verilen katı örnekleri oldukları gibi resmetmedeki sabır Ve yeteneklerinin övülmesi gerekir. Sanatçılar en küçük ayrıntıyı bile büyük bir özenle yapmak için çaba harcamışlardır. Örneğin ünlü Adilcevaz'da bulunan tanrı Teişeba kaya kabartmasında, unutulmayacak ölçüde gör-kemlilik ile sıcaklık bir arada bulunur. Teişeba kabartması­nın bu iki özelliği dahi, bunu büyük bir sanat yapıtına dönüştürmeye yeterlidir. Kabartma ustası, modeli olduğun­dan daha canlı, öze daha yakın ve en küçük ayrıntıyı bile büyük bir özenle işlemesini bilmiştir. Özellikle sanatçı, tanrı giysisini bezeyen akıl almayacak zenginlikteki dantel gibi örülmüş bezeme öğelerini, en küçük bir karışıklığa dahi yer vermeksizin çok sert olan bazalt taşı üzerine işlemiştir. Sanatçının bitmek tükenmek bilmeyen bir çabayla işini başarıyla sona erdirmek için ne denli sabırlı ve kararlı olduğunu düşünmek bile güç bir iştir. Eğer gerekliyse Adilcevaz kaya kabartmasını, Urartu sanat ustalarının beceri ve teknikten yoksun olmadığını kanıtlayan yetkin bir eser olarak gösterebiliriz.



Anıtsal Urartu saray sanatına bugün bile hayranlık duymamak olanaksızdır. Ancak sanat yapıtları üzerindeki barbarca bir gösterişi yansıtan sahneler, -uzun geçen kış mevsimine, yaşam koşullarının zorluğuna, sert doğa koşullarına, düşmanlara karşı verüen sürekli savaşıma ve tek bir yöneticiye bağımlılığın sonucunda- katı ve acımasızlığın yanı sıra, günümüz düşüncesinde yadırganan ilkel boş inançları da yansıtmaktadır. Fakat bu mutlaka, Urartular'ın güzellik duygusundan yoksun oldukları ya da kendilerine özgü sanat değerleri bulunmadığı anlamına gelmez. Tersine mimarlıkta, duvar resimlemede, kaya kabartmalarında, maden döküm ve işleme ile ince maden işçiliğinde uzmanlaşmış yetkin zanaatçılar vardı. Urartu toplumu bu eşsiz sanat eserleri üzerine işlenen dinsel, büyüsel, mitolojik ve kahramanlık konularını, av ve savaş sahnelerini içeren konuları seviyorlardı. Dolayisiyle, sevilerek benimsenen konu ve efsanelerin betimlenerek canlandırılması eğilimi, tüm Eski Doğu toplumlarında olduğu gibi, Urartu toplumunda da yaygın bir gelenek halindeydi. Ayrıca Urartular, tunçtan yapılmış yontuların yüzlerini, kilden yapılmış insan figürinlerini, keramik üzerindeki insan yüzlerini, saray-tapınak eklentilerinin duvarları ile çatıyı taşıyan ince uzun ağaç direkleri bile gerçeğe daha yakın renklerle boyayarak, figür ve motiflere canlılık, sıcaklık ifadesi kattıkları gibi, bu dönemdeki resim sanatının özniteliği hakkında da açıkça bilgi edinmemizi sağlamışlardır. Hatta taş temeller üzerine kerpiçten örülen saray-tapınak duvarlarının dışını beyaz, içini ise çoğunlukla kırmızı ve mavi gibi kontraslı renklerden oluşan figür ve motiflerle bezeyerek, kerpicin ağır ve tek düzeyli görünümünü yok edip, insana rahatlık veren, iç açıcı bir uyum sağlamışlardır. Yalnız bunlar bile, Urartu insan ruhunun güzellikten yoksun olmadığını kanıtlayan somut belgeleri oluştururlar.

Halk Sanatı
Buraya kadar anlattığımız anıtsal saray sanatı, UrartuKrallığı'nın kudret, ihtişam ve zenginliğinin güçlü etkisini anlatan ve yansıtan örneklerini oluşturuyordu. Taşra eyaletlerindeki kent sanatı da, saray sanatının bir uzantısı ve devamı durumunda idi. Ancak halk sanatı olarak tanımlanan eserler, saray ve kent sanatından oldukça farklı özellikler göstermektedir. Bugüne değin çok az olarak ele geçirilen halk sanatına ait eserler , özellikle merkeziyetçi Urartu Krallığı'­nın zayıflayıp gücünü kaybettiği dönemde daha belirgin olarak ortaya çıkmıştır. Ele geçirilen örneklerde, Urartu sanatında karşılaştığımız alışılagelmiş kural ve göreneklerin önemli ölçüde değiştiği görülmektedir. Nitekim halk sanatına ait örnekleri yansıtan Giyimli (Hırkanis) definesinden ele geçirilen tunçtan yapılmış adak levhaları üzerindeki ilginç sahnelerde, Urartu Krallığı'nın erk ve güçlülüğünü simgele­yen üstün güç ve yeteneklere sahip aslan, yabanıl boğa, kartal ve birkaç hayvan organının birleşmesiyle oluşan korkunç karışık yaratıkların yavaş yavaş ortadan kalktığım gözlemleyebiliriz. Sanatçılar, Urartu Krallığı'nın kuvvet ve kudretini zengin bir biçimde canlandırmak yerine, toplumun ortak gereksinmelerini, ekonomik ve beslenme sorununu -o dönemde topluma egemen dinsel ve büyüsel inançların yardımıyla da olsa- daha inandırıcı bir biçimde yansıtmaya çalışmışlardır. Bu nedenle merkeziyetçi Urartu Krallığı'nın çöküş döneminde halk sanatı olarak tanımlanan sanat eserlerinin önemli olan özelliği, üslup ve bizim ölçülerimize göre güzel olup olmadığı değil, sanatçıların geniş halk yığınlarının gerçek sorun, istek ve düşüncelerini bir ölçüde de olsa yansıtıp yansıtmadığıdır.

Halk sanatına ait örneklerde tüm canlılığı ile karşılaştığımız en büyük olgulardan biri de, "Halk kültleri" dir. Gerçek sorunların acımasızlığına karşı bir avunma ve başkaldırma aracı haline gelen dinsel içerikli gizemli halk külteri, toplumun bağrında kendiliğinden filizlenen idealist akımlar­dır. Urartu Krallığı'nın emrinde ve denetiminde olan resmi kültlerin aksine, doğaüstü erk ve yetiye sahip kuvvetlerin karşısında güçsüz, despotik güçler karşısında çaresiz toplumun umududur. Bugüne değin malzemenin yetersizliği nedeniyle çok az bilinen halk kültleri, ancak merkeziyetçi Urartu Krallığı'nın zayıflayıp gücünü kaybetmesiyle Giyimli adak levhaları üzerindeki halk sanatına daha belirgin olarak yansıyabilmiştir.

Van ilinin 68 km. güneydoğusunda bulunan Giyimli definesinden ele geçirilen halk sanatına ait tunç levhalar üzerine işlenen insan figürleri, kaba ve çirkin olmasına karşın, abartılmadan daha sade ve canlı bir biçimde çizilmeye çalışılmıştır. Sanatçılar, sanki insan biçimi hakkında sahip olduğu bilgiden bir figür ortaya çıkarmak istemiştir. Bunları yaparken de, Urartu sanatının kökleşmiş katı kurallarını göz önünde bulundurmak bile istememişler­dir. Örneğin, -tüm Eski Doğu sanatında olduğu gibi, Urartularda da değişmeyen ve kesin bir kural halinde uygulanan insan figürlerinin yandan gösterilmesi yönteminin tersine- halk sanatında insan figürleri karşıdan betimlenmiş-tir. Bu ise nerdeyse sanatçının, figürleri gördüğü açıdan dikkate aldığı anlamına geliyordu. Ama yine de sanatçı ayakları karşıdan değil, yandan göstermek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla bu tür resimler de, "basık" ve "çarpık" olmaktan kurtulamamıştır.

Giyimli yöresindeki yerel atölyelerde işlenen halk sanatına ait adak levhaları üzerindeki resimlerin büyük bir çoğunluğunu da, karşıdan işlenen insan yüzleri oluşturur. Madeni levhalar üzerine kazınarak ya da vurgu tekniği ile noktalarla oluşturulan insan yüzleri, çirkin ve basit olmasına karşın, daha gerçekçi ve en küçük ayrıntısına varıncaya değin büyükbir özenle betimlenmiştir. Belki de halk sanatçıları insan figürlerini ve özellikle insan yüzlerini tüm insansal zaafları ile çizmeyi yeğlemişlerdir. İşte özellikle bu tür figürler, yasaklayıcı ve katı kurallı Urartu sanatının tutuculuğunu büyük bir şaşkınlığa uğratacak niteliktedir. Kapalı bir meslek haline gelen Urartu saray sanatı, her şeyden önce yönetim aygıtını elinde bulunduran yönetici tabakanın güç ve egemenliğinin koruyucu ve kuvvetlendirici niteliklerini sembolik de olsa yansıtmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle Urartu Krallığı'nın saray sanatı, yönetim aygıtım elinde bulunduran yönetici tabakanın siyasal durumunu sağlamlaştırmasında, geniş halk topluluklarını bir tek merkezi yönetim altında birleştirebilmesinde, bunlar üzerin­de otorite ve egemenliğin sürdürebilmesinde çok yaygın ve etkin bir propoganda aracı haline geldiğinden, yaşayan toplum üzerinde yabancılaşmıştır. Barbarca bir gösterişi yansıtan Urartu saray sanatına ait eşyalar üzerindeki dinsel, büyüsel, mitolojik ve kahramanlık konularım yansıtan sahneler, kuşkusuz geniş halk toplulukları tarafından da büyük bir hayranlıkla izlenmiştir. Yalnız çözümlenmesi gereken asıl sorun, acaba toplum bu dönemdeki sanat eserlerinin içsel değerlerini de aynı ilgiyle izleyip benimseyebilmişmidir. Ancak geniş halk yığınlarının kapalı bir meslek haline gelen Urartu saray sanatına ait eserlerin içsel değerleriyle ilgilenip benimsediğini gösteren en küçük bir belgenin yokluğuna karşın, bu sanat eserlerinin içsel değerlerini benimsemediğine, bunlara yabancı kaldığına dair elimizde canlı deliller bulunmaktadır.

Örneğin, Giyimli definesinden ele geçirilen tunçtan dövülerek yapılmış kemer, madalyon, at koşum takımı, adak levhaları ile çeşitli eşyalara ait yüzlerce parça üzerindeki figür ve sahneler, Giyimli yöresindeki yerel atölyelerde halk tarafından çekiçle dövülerek silinmiş, bunların yerine daha değişik figür ve motifler çizilmiştir. Çekiçle dövülerek silinen eşya parçaları üzerindeki figür ve sahneler, her ne kadar İÖ 7. yüzyıl ve daha sonrasına tarihleniyorsa da, İÖ 8. yüzyıla ait karakteristik Urartu saray sanatı ilkelerinin en azından bir yansımasını taşırlar. Bu nedenle Giyimli tunç levhaları üzerindeki figür ve sahneleri, İÖ 8. ve 7. yüzyıla tarihlenen diğer sanat eserleri üzerindeki figür ve motiflerle karşılaştır­dığımızda, özde Urartu sanatından alınan dersin tavsanma-dığını ve yadsınmadığını da açıkça görürüz. Eğer Urartu saray sanatını yansıtan içsel değerlere halk yabancı değil idiyse, bunları benimsediyse, o zaman neden İÖ 7. yüzyıl ve daha sonrasına tarihlenen sanat ilkelerinin bir yansımasını taşıyan figür ve motifler, Giyimli atölyelerinde halk sanatçıları tarafından çekiçle dövülüp silinerek, yerine değişik resimler yapılmıştır. Silinen eski resimlerin üzerine ikinci kez işlenen basit resimler, halkın Urartu saray sanatını yansıtan içsel değerleri benimsemediğini, bunlara yabancı olduğunu açıkça kanıtlamaktadır.

Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Cilt I, Görsel Yayınlar.






Frigler



Frig(fryg) Sanatı

Mimarlık
Fryg mimarlığı gelişmişti. 1. yüzyılda yaşayan Romalı mimarlık tarihçisi Vitruvius, Fryg evlerinin ağaç kütüklerinden yapıldığını, üzerlerinin de saz ve çamurla kapatıldığını anlatır. Yığma mezar tepeleri, yani tümülüslerin içindeki ahşap odalara benzeyen bu yapıların yerleşme alanında da kullanılıp kullanılmadığı kazılarla saptanamamıştır. M.Ö. 8. yüzyılın sonlarına ait Gordion evleriyle, M.Ö. 6. yüzyılın ortalarına ait Pazarlı yapılarının bazıları taş ve kerpiç kullanılarak inşa edilmiştir. Bu tür yapıların kerpiç duvarlarında yapıyı sağlamlaştırmak üzere ağaç dikmeler ve yatay hatıllar kullanılmış, duvarlar, iç ve dış yüzlerde, çivi kullanılmaksızın birbirine geçirilmiş ahşap kasalar içine alınmış, böylece sağlamlığın yanında estetik bir görünüm elde edilmiştir.



Gordion kazıları Frygler’in, Anadolu’da Troia 1 döneminden beri kullanılan, önde bir giriş holü ve bunun arkasındaki büyük salondan oluşan megaron planlı yapıları severek kullandıklarını ortaya koydu. Bir saray olması olası görülen Gordion’daki 3 numaralı megaronun (18.30 X 30.40 m. boyutlarında) iki katlı olduğu düşünülür. Çatısı 2 sıra ahşap direk yardımıyla kapatılmış olan bu megaron, kentin en büyük yapısıydı ve en iyi korunmuş olan iç avluda yer alıyordu. Bazı Fryg evlerinin tabanları çakıltaşından mozaiklerle kaplıydı. Örneğin Gordion’daki 2 numaralı megaronun zemini, beyaz üzerine koyu kırmızı ve koyu mavi renkli çakıl taşlarıyla oluşturulmuş geometrik motifli bir mozaikle bezeliydi.



Bu çakıl mozaik türünün en eski örneğini temsil etmektedir. Buna benzer ve fakat pişirilmiş kilden, boyalı çivilerin zemine çakılmasıyla oluşturulmuş, geometrik motifli diğer bir zemin mozaiği türü de Pazarlı yapılarında kullanılmıştı. Bu tür mozaik zemin, 7 cm. kadar uzunluğunda, başları küresel, siyah ve krem renkte pişmiş toprak çivilerin kil zemin üzerine geometrik bir bezeme üslubuyla yanyana dizilmesiyle oluşturulmuştu.

Fryg evlerinin görünümleri ile ilgili bilgi, kayalara oyulmuş kutsal yapılar ile Gordion’da bulunmuş bir duvar resminden edinilmektedir. Bunlara göre Fryg evlerinin çatıları semer dam tarzındaydı; çatı, ahşap bir iskeletin üzerinin saz ve kille kaplanmasıyla örtülüyordu. Çatının tepesinde boynuz biçiminde çıkıntılar vardı. Bu türde taştan bir örnek Gordion’da bulunmuştur. Kayaya oyulmuş kutsal odaların cephelerinden öğrenildiğine göre, Fryg evlerinin kapıları ahşap oymalarla süslüydü. M.Ö. 6. yüzyılın ortalarına doğru Gordion, Pazarlı ve diğer Fryg evlerinin dış kaplamaları pişmiş topraktan, kabartma bezekli levhalarla süslenmeğe başladı. Bu kabartmalar çok renkliydiler, figür olarak da en çok geometrik bezeklerle insanlar ve hayvanlara yer verilmekteydi. Geometrik bezeklerle süslü olan mimari kaplama levhaları, Frygia’daki kaya anıtlarının cephelerindeki sima ve kornişlere çok yakın bir benzerlik göstermektedir. Bu geometrik süsleme Demir çağ Frygia’sının kendine özgü bezemesidir. Bunun yayıldığı coğrafi alan Karadeniz kıyılarındaki Akalar’dan, güneye doğru Pisidia Bölgesi’ndeki Düver’e (Burdur yakınlarında) değin uzanmaktadır. Frygia’ nın Lydia egemenliği altına girmesinden sonra ortaya çıkan bu kaplama levhalarının ülkeye, Lydia kralı Kroisos (M.Ö.560-547) döneminde batı dünyasından geldiği sanılır. Nitekim aynı türde kaplama levhalarına Kroisos döneminde Lydia Krallığı’nın başkenti Sardes’te de rastlanmıştır.

Gordion kentinin planı ile ilgili bir fikrimiz olmamakla birlikte, M.Ö. 8. yüzyıla ait olduğu sanılan, etrafı kerpiç bloklardan bir surla çevrili kale ortaya çıkarılmıştır. Bu surun 10 m. yüksekliğindeki taş kapısı günümüze değin ayakta kalabilmiş kapıların en görkemli ve en etkileyici olanlarından biridir: Bu kapıdan içeri girildiğinde, kalenin doğu kesimi megaron planlı büyük yapılarla kaplıydı. Her biri kendi başına bir bütün olan bu megaronlarda yönetici sınıftan kişiler yaşamaktaydı. Bu büyük kralı yapılardan boydan boya kör bir duvarla ayrılan batı kesiminde ise karşılıklı geniş bir caddeye bakan, birbirine yapışık megaron planlı yapı dizileri inşa edilmişti. Çoğunun salonunda merkezi ocakların yer aldığı bu yapıların bazılarının saray görevlilerine ayrılmış olması, bazılarının mutfak, bazılarının da dokuma atölyesi olarak kullanılmış bulunması olasıdır. Ocaksız 2 yapının ise depo ya da hazine binası oldukları sanılır. Hemen tümü, içten 11.5 X 21 m. boyutlarındaki bu yapılar grubunda, her ünitte 25 kişiden 300 kadar kadın görevlinin çalıştığına inanılır.

Anlaşılacağı gibi Fryg mimarlığı hayret verici bir biçimde gelişmişti ve aynı zamanda köklü bir geleneğe sahipti; bu mimarlık geleneğinin kökleri doğuda değil,batı ve kuzeydedir. Çünkü Gordion’da ortaya çıkarılan megaron planlı yapılar, doğuya yabancı olan bir mimarlık türüdür. Oysa aynı türde planlı yapılar, kuzey ve batıda İlk Tunç çağdan , yani 3. bin yılın başlarından beri bilinmekte ve giderek gelişip, M.Ö. 1.bin yılın içlerine değin kullanım görmektedir. Böylece mimarlık geleneklerinin, Frygler’in Anadolu’ya Thrakia ve Balkanlar’ dan geldiğini bildiren filolojik ve edebi kayıtları doğruladığı söylenebilir.

Heykeltraşlık
Frygler heykelcilikte de gelişmiş durumdaydı. Bu sanat dalının en eski örneklerini, biri Darende’nin 10 km. güneybatısındaki Palanga’da, öteki ise Bünyan’nın 40 km. kadar kuzeydoğusundaki Kululu’da bulunmuş heykeller oluşturur. Geç Hitit hiyeroglifli bir yazıt taşıyan Palanga heykeliyle Kululu heykeli M.Ö. 7.yüzyıla aittir ve Doğu Fryg sanatının temsilcileridirler. Boğazköy’de bulunmuş, elleriyle çıplak göğüslerini tutan Kybele heykeli ise bu sanat dalının en ilginç örneğidir. Tanrıçanın iki yanında çifte flüt ve kithara çalan iki erkek vardır.



Bu dikkat çekici heykel grubu M.Ö. 6.yüzyıla aittir. Midas kentinde de Tanrıça Agdistis’i betimleyen bir heykele ait gövde parçası bulunmuştur. Bazıları dimdik duran bu heykellerin daha sonra Erken İon heykel sanatını etkilemiş oldukları kabul edilebilir.

Keramik
Fryg keramiği konusu henüz iyi bilinmez. Tabal, Muşki ve Fryg gibi farklı etnik öğelerin oluşturduğu Fryg Devleti’nin keramiğine yalnızca bir etnik gurubun adını vererek Fryg keramiği denilmesinin yanlışlığı üzerinde durulmuş ve bunların tümüne şimdi Orta Anadolu Demir çağı keramiği adı verilmiştir. Bu keramik iki ana türe ayrılır. Doğuda, Kızılırmak kavsi içindeki Alişar, Boğazköy ve Pazarlı, güney ve güneydoğuda ise Kültepe, Konya ve Göllüdağ gibi kentlerde özellikle geyik ve tek merkezli daire gibi desenlerle süslü, Alişar IV olarak adlandırılan çok renkli keramik vardır. Batıda ise genellikle Tunç çağından beri kullanılan türde, gri ya da kırmızı tek renkli keramik görülür. Bu türde koyu gri ve siyah astarli, parlak perdahli tek renkli keramik Midas kenti, Gordion, Ankara ve Ankara yöresinde çoğunluktadır. Çömlekçi çarkında biçimlendirilmiş olan bu tek renkli keramik türünün ilk kez Troia VII b2 katında ortaya çıkan el yapımı kaba Thrak keramiğinin teknik yönden gelişmiş temsilcileri olması olanaksız değildir.



Çok iyi bezenmiş, çok renkli vazolara Gordion’da da rastlanmış olmakla birlikte, bunların Gordion’a dışalım malı olarak geldiği sanılır. Çok renkli keramik tekniğinin doğudaki Tabal ve Muşkiler’e ait olduğu, tek renkli gri keramiğin ise saf Fryg eseri olduğu kabul edilir.



Maden İşçiliği
Pişmiş toprak çanak-çömleğin yanında, Frygler aynı zamanda maden kapların yapımında da ustaydılar. Bu sanat dalında özellikle Tabal ülkesi çok ileri gitmişti. Örneğin Tevrat’ta Tubal ülkesinin yapımı olan tunç kazanların güneydeki Tyr kenti pazarlarında satıldığından söz edilmektedir. Bu tunç kapların ünü doğuda Asur’dan batıda Yunanistan’a değin yayılmıştı. Makara kulplu, tunçtan tipik Fryg kaseleri Batı Anadolu’daki İonia kentlerine satılmıştır; Anadolu’da, özellikle Ana Tanrıça’ya yapılan sıvı adaklarında kullanılan, orta bölümü kabarık, Bale adı verilen kaseler de Yunanistan’a değin taşınmıştır. Üç ayaklı kaideler üzerinde duran, kenarları kuş vücutlu, kız başlı (siren) ya da boğa başı biçiminde halkalı tutamaklarla süslü kazanlar pek çok Yunan tapınağında bulunmuştur. Eskiden Urartu eseri olduğu kabul edilen bu tür kazanların Tabal ya da Batı Fryg kökenli olmaları çok daha olasıdır. Şimdiye değin Gordion’da bulunmuş en eski tarihli Yunan eserleri M.Ö. 700 yıllarına alt çanak-çömlek parçalarıdır. Oysa Fryg Devleti’nin güçlü bir biçimde ayakta olduğu zamanda yapılmış olan Fryg eserlerine batıda Delfoi, Olympia, Perachor Argos Heraion’u, Ithaka, Aigina Afaia tapınağı, Sparta’da Orthia, Mitylene, Rodos ve Efesos’ta rastlanmıştır.

Veli Sevin, Anadolu Uygarlıkları Ansiklopedisi, Görsel Yayınları

Fhrygler’in ne amaçla kullandıklarını tam olarak bilmiyoruz ama kazılardan çıkan göbekli taslar Osmanlı hamamlarında kullanılan hamam taslarının atası olabilir. Sadece o değil... Phrygli ustaların elinden çıkan metal, ahşap ve pişmiş toprak pek çok eser, sanata yatkın bu ulusun yaratıcılığı nı da günümüze taşıyor. Bu yaratıcılığın en belirgin eserlerinden biri de fibulalar... Fibula bir Phryg buluşu değil. Ama tunçtan yapılmış, elbise ya da kemer tutturmaya yarayan bu basit çengelli iğne modasını Anadolu’ya Phrygler’in yerleştirdiği biliniyor.



Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nin salonları Phryg kazılarından çıkan göbekli taslar, kazanlar, kepçeler, testiler, kemerler, fibulalar, ahşap masalar, sehpalar, resimlerle bezeli testiler ve duvar kaplamaları ile dolu...

Phrygli sanatçılar eserlerinde çok çeşitli malzeme kullanıyordu. Taş ve ahşap oymacılığından çakıltaşı taban mozaiklerine, madeni eşyalardan pişmiş toprak mimari kaplama levhaları ve çanak çömleğe sanat eserleri üze rindeki geometrik motiflerden oluşan bezemeler tamamen Phrygler’e özgü bir uygulama. Sanat eserlerinde insan figürlerine ise çok ender rastlanıyor.

Tarih kitapları sadece el sanatları değil, Phrygler’in müzik ve dansta da üstün bir performans sergilediğini yazıyor. Athenaeus, “...Phrygia usulü flüt çalmayı onlar keşfetmiş ve kullanmış. Bu nedenle, Yunanlılar arasında flütçülere Phrygialı isimler verilir” diyor ve devam ediyor: “... Phrygialı kızların, davullarla, kükremelerle ve iki ellerindeki bronz ziller le hareket ederek gürültülü bir şekilde tanrı çalarına ayin düzenlediklerini işitmiştim...” Gordion Müzesi’nin vitrinini süsleyen bir çömlek parçası üzerine boya ile yapılmış halay çeken kızlar,Bogazköy’de bulunan, çifte flüt ve lir çalan iki müzisyenin eşlik ettiği Ana Tanrıça Matar heykeli ve Gordion’da Hellenistik tabakada ele geçen kemik flütler, müzik ve dansın Phryg yaşamında oynadığı rolü yansıtıyor.

Mimari ise Phryg sanatının en erken gelişmeye başlayan dallarının başında geliyor. İlk örnekleri Hitit İmparatorluk Çağı’nda Orta Anadolu’da çıkan kaya mimarlığı, Phryg mimarlığının da özünü oluşturuyor. Taşı kolaylıkla biçimlendiren sanatçılar, mimarideki başarıyı kabartma ve heykel sanatında da göstermişlerdi.



Kayaya oyulmuş kült anıtları ve mezarların cephesindeki geometrik ve bitkisel motifler, aslan, sfenks kabartmaları, ele geçen tanrıça levhaları ve çanak çömleğe sanat eserleri üzerindeki geometrik motiflerden oluşan beze meler tamamen Phrygler’e özgü bir uygulama. Sanat eserlerinde insan figürlerine ise çok ender rastlanıyor.

Phrygler zengin orman kaynaklarına sahipti. Kazılardan çıkan ahşap masa, sehpa, iskemlelerde çividen eser yok! Geçme olarak birbirine ustaca tutturulmuş mobilyaların geometrik bezemeli oyma ve kakmalarla süslendiği gözleniyor. Hayvancılık yapan, üstelik sanatla bu denli iç içe olan bir ulusun dokumacılıkla uğraşmaması düşünülemez elbet.

Ancak yün ve moherin yanı sıra keten ve kenevirden yapılmış dokumalardan günümüze az sayıda örnek ulaşabildi. Anadolu topraklarının zengin madenlerin den Phrygler de payını almış görünüyor. Maden sanatının en dikkat çekici ürünleri tunçtandı. Göbekli tasları, kazanları, kepçeleri, testileri, kemerleri ve fibulaları sadece kendileri değil, zengin Yakındoğu saraylarında Assur, Urartu, Geç Hitit soyluları da kullanıyordu. Kazılarda ortaya çıkan makara kulp eklentili kaseler ise tamamen Phryg buluşuydu. Kazılarda ele geçen makara kulplu testiler ya da süzgeçli akıtıcısı olan bira kapları ise yaratıcılıklarının gücü hakkında fikir veriyor.
— Doç.Dr. Taciser Tüfekçi Sivas, NG Türkiye, Ocak 2008








Lidya

Lidya ( Lydia) Sanatı


Mimarlık
M.Ö. 6. yüzyıl Lydia evlerinin özelliklerinden söz eden Herodotos’un anlatımının doğruluğu, en yeni kazılarla onaylanmıştır. M.Ö. 6. yüzyılın ortalarında Sardes’te yaşayan halk tabakasından kişilerin evlerinin genel nitelikleri şöyledir: Temeller ırmak ya da tarla taşlarından yapılmış, döşeme sert, sıkıştırılmış kil kullanılmıştır. Temel duvarlarına göre daha dar olan üst duvarlar da, yine aynı türde moloz taşlarla yapılmış, bunların üzerine kerpiç bloklar yerleştirilmiştir; damlarda örtü olarak daima saz kullanılmıştır; kapı eşikleri mavimsi taşlarla belirtilmiş, kapı pervazları genellikle çok ince yapılmıştır. Evler birbirine bitişik düzendedir ve bazen avluya benzer açık bir alana açılırlar. 1 ya da 2 odalı olan evlerin iç düzenlerinde ocaklar, depolama çukuru ve çöp çukurları en önemli öğeleri oluştururlar. Taş temel ve kerpiç duvarlı bu tür evlerin yanında, M.Ö. 6. yüzyılda, Kroisos döneminde, ahşap iskelet üzerine pişmiş toprak levhalarla kaplı yapılar da ortaya çıktı. Üzeri boya ile bezenmiş kabartmalarla süslü bu kaplama levhaları Yunanistan’ dakilere benzerlik gösterir.

Lydia mimarlığında ilginç bir zıtlık göze çarpar. Bu zıtlık, saz ve çamurdan yapılmış ev ve dükkânlar ile Bintepe kralı mezarlığındaki mezar odalarının özenli taş işçiliği arasındadır. Örneğin, Alyattes’e ait mezar odasının çok büyük bir ustalıkla yontulmuş tavanındaki bazı taş blokların uzunluğu 4m., genişliği 1.40m. ve yüksekliği de 1 m.’ye değin varmaktadır.

Sardes’in çok zarif mermer yontular ve yine mermerden genel ve kutsal yapıları ile ün yapmasına karşılık, halk ahşap çatılı, kerpiç duvarlı yapılar içinde çalışıp, yaşıyordu. Herodotos M.Ö. 499 yılında lonialı ihtilalcilerın Sardes’e karşı giriştikleri ani saldırıyı anlatırken, kentin, saldırganların eline geçmekle birlikte, yağma edilemediğini bildirir. Bunun nedeni, Sardes kentinin çok kolay yanmış olmasıdır. Çünkü, evlerin büyük bir bölümü sazdan inşa edilmişti, hatta kerpiçten yapılmış olan birkaç tanesinin de dam örtüleri sazdandı. Bu nedenle, bir evin tutuşmasından hemen sonra, yangın öbür evlere de sıçramış ve çarçabuk yayılıp, saldırgan Ionialılar’a talan edecek bir şey bırakmamıştı.



Bugün Lydia’ nın ve sanatı ile ilgili bildiklerimizin tümü Sardes kazılarında bulunan eserlere dayanır. Bu nedenle Sardes kültürü olarak tanımlayabileceğimiz bu kültürü tüm Lydia ülkesine mal etmeğe olanak yoktur. Sardes dışında başka bir Lydia kentinde arkeolojik kazılar yapılana değin özgün Lydia kültürünü tanımamız olanak dışıdır.



http://sitemaker.umich.edu/late-antiquity/files/sardisplan.jpg
Lydia Mimarlık Sanatı
Lydialılar tapınaklarını düzlük alanda inşa ediyorlar, krallarını da tümülüs denilen yığma tepelerde gömüyorlardı. Bu tümülüsler Anadolu’nun en görkemli gömü tepeleridirler. Alyattes Tümülüsü’nün çapı 355 m, çevresi 1115 m ve yüksekliği 69 metredir. Buna karşılık en büyük Phryg tümülüsünün çapı 250 m, yüksekliği 53 metredir.

Lydia mimarlığından, tümülüsler içindeki mezar odalarından başka günümüze değin kalmış herhangi bir eser yoktur. Lydia krallarının özellikle Kroisos’un sarayından hiçbir kalıntı ele geçmemiştir. Bunlar herhalde görkemli yapılardı. Nitekim tümülüslerde mezar odalarının duvarları çok başarılı mimarlık işçiliği sergilerler. Bayraklı’da M.Ö. 6. yüzyılın başında yapılmış olan Athena Tapınağı’nın sütun başlıklarından bugüne değin kalmış parçalarda Lydia aifabesinden harflerin bulunması, Bayraklı’da (Eski İzmir’de) Lydialı ustaların çalışmış olduklarını kanıtlar (E.Akurgal, Eski İzmir, Ankara, Lev. 168-171). Böylece mimarlık konusunda Lydialıların Hellen yapı ustalarına örnek oldukları anlaşılmaktadır. Anadolu Uygarlıkları, Ekrem Akurgal, TÜBİTAK Yayınları

Heykeltraşlık
M.Ö 7.yüzyılın başlarından 547 yılına kadar devam eden Mermnad sülalesi, Yunanlılar ile siyasal ve dinsel ilişkiler kurdu. Lydia’nın siyasal ve kültürel bakımdan dorukta olduğu bir sırada oluşan heykeltıraş okulları sayesinde Lydia, Arkaik Doğu Yunan sanatının bir merkezi haline geldi. Arkaik çağ Lydia heykel sanatı hakkındaki en iyi bilgiyi mermerden bir tapınak modelinden edinmekteyiz. 1963 yılında Sardes sinagogunun duvarları içinde bulunan bu anıt, yüksek ve alçak kabartmalarla bezenmiştir. Küçük bir İon tapınağı şeklindeki eser, Lydialı mimarların İon düzeninin oluşmasında yaratıcı bir rol oynadıklarını gösterir.



Mevcut yüksekliği 60 cm.’yi bulan bu tapınak modeli, M.Ö. 499 yılında, İonia İhtilali’nin başında yanan, Sardes Kybele tapınağına bir vakıf olarak dikilmişti. Anıtın cephesinde, tanrıça Kybele, 2 ante arasında durmaktadır. Giriş, 3 yivli İon sütunuyla süslüdür. Yüksek kabartma olarak işlenmiş tanrıça, belini saran şeffaf kumaştan bir hiton ile, bunun üzerine yünlü kumaştan bir himatyon giymiştir. Hiton ve himatyonunu sağ eli ile sıkı sıkı kavrayan tanrıça, sol eli ile bugün yalnızca yelesi kalmış bir arslanı göğsünde tutar; boynunda ağır bir kolye taşır. Taş başı ne yazık ki kırıktır. Ayaklarında kalın tabanlı, yumuşak ayakkabılar vardır. Tanrıçanın iki yanında yılanlara yer verilmiştir. Kybele kabartmasının çok yakın benzerlerine Samos eserleri üzerinde rastlanır, ancak arada bazı farklar da vardır. Anıtın arkası ve yanları 18 panoya bölünmüştür. Bu panolarda, alçak kabartma biçiminde, çeşitli mitolojik sahnelere yer verilmiştir. Panolar çok aşınmış ve hasara uğramış olmakla beraber, Arkaik Lydia-İonia sanatının eşsiz birer örneğidirler. Anıtın bir yanında, tanrıçaya tapınmak için öne doğru ilerleyen genç kızlar betimlenmiştir; bir elleriyle eteklerini toparlar durumdadırlar. Diğer panolarda Kybele’nin kutsal arslanları, dans eden genç kızlar, içki kadehleriyle şarap içen ve beraberlerinde cinsleri saptanamayan hayvanlar taşıyan silenler vardır. Kybele’nin yanınde silenler’in bulunması, Lydia şarap tanrısı Baki - Bakhos’e verilen önemin bir belirtisi olabilir.

En ilginç betimler, ne yazık ki çok harap durumdadır. Anıtın arka bölümünde 6 pano vardır. En yukarıdaki 2 panoya bilinmeyen iki olayın betimi işlenmiştir: Bunlardan birinde bir ağacın altında karşılıklı bir aslan ve domuz yüz yüze bakar durumdadır. Kroisos dönemi sikkelerinin önyüz sabnelerini anımsatan bu kabartmadaki arslan, Kybele’nin kutsal hayvanı ve değişmez refakatçisidir; yabandomuzu ise Lydialı genç çoban Attis’i öldüren kötü bir canavardır; bu hayvan aynı zamanda, Kroisos’un en sevdiği oğlunun da ölümün neden olmuştur. Bunedenle sahnenin Kybele ile ilişkili olma olasıdır. Ortadaki panolardan sol taraftakinde, Neme arslanı ile döğüşen Herakles, sağında ise bir arabacı (Peloj 7) betimlenmiştir. En alttaki 2 pano daha çok hasarlıdır, ancak sağ tarafta, Troia kralı Priamos’un ölüm sahnesin canlandırılmış olduğu düşünülebilir.

Tüm kabartmaların dış hatları kazınarak yapılmış, böylece siluetlerin etkisi artırılmış ve Erken Arkaik heykel sanatın karakteristiği olarak da kabartma yüzeyler çok hafif bir biçimde yüksekte bırakılmıştır. Bu üslubun paralelleri Samos ve Miletos heykeltıraşı eserleri ile, Kroisos tarafında Efesos’taki Artemis Tapınağı’na vakfedilmiş, alt bölümleri kabartmalı sütunlarda görülür. Sardes ve Bintepe mezarlarında bulunmuş diğer bazı mermer eserler., heykeltıraşi ekolü hakkında bir fikir vermektedir. Bunlara göre, Samos ve Miletos ekollerine çağdaş bir rakip olarak, M.Ö. 600-550 yılları arasında eserler verdiği, söylenebilir. Sardes heykeltıraşı ekolü, İon sanatının yumuşaklığının ve Doğu Sanatının coşkunluğunun karıştırılıp harman edildiği, kendine özgü niteliği ile tanımlanır. Güç ve incelik Lydia’ya özgü özelliklerdir. Kroisos döneminde bu heykeltıraşi ekolü en deneyimli ve parlak zamanını yaşamıştır.

Lydialılarda Heykel ve Kabartma Sanatı
Lydia gömü kabartmalarında altın, gümüş ve bronz paralarda görülen tasvirler Hellen etkisi gösterirler. Lydia hazinesinde yer alan birçok eser yüksek nitelikli Hellen ürünüdür. Ozellikle bir gümüş oinochoe (Resim 190a-c) Anadolu bn sanatının seçkin örneklerinden biridir. Oinochoenin kulpunu oluşturan erkek fıgürünün uzun saçlarının açıkladığı gibi bueser Anadolu İon sanatının karakteristik bir yaratısıdır. Uzun saçın ilk örneğini Efes’te M.Ö. 570-560 tarihlerinde yapılmış olan bir rahibe fildişi figürcüğünde (E.Akurgal, Kunst Anato liens, s.209, şek.173) ve daha sonra Sisam’da M.O. 6. yüzyılın son dörtlüğüne ait bir bronz erkek heykelciğinde (Ernst Buschor, Altsamische Standbilder IV, Lev.294-300) buluruz. Ka nımızca Lydia hazinesindeki bu eser Italya’ya göç etmiş olan bir İonialı sanatçı tarafindan M.O. 6. yüzyılın son dörtlüğünde meydana getirilmiştir.


Herodot’un anlattığına göre (1 50-52) Lydia Kralı Kroisos Delphi’deki Apollon Tapı nağı’na 5 kilo ağırlığında altından bir aslan heykelciği ve birçok altın ile gümüşten yapıl mış kaplarla ziynet eşyası hediye etmiştir. Ne yazık ki figürlü tasvirler konusunda Hero dot’un öyk Kroisos dönemine girebilecek pek az Lydia eseri gün ışığına çıkmıştır. Bunlardan en önemlisi şimdi İstanbul Müzesi’nde bulunan fildişinden yapılmış bir heykelcik başıdır; elmacık kemiklerinin altında görülen hilal biçimindeki iki damgadan dolayı bu eser ay tanrıçasının kölesi olarak adlandırılmıştır. Fildişi başın fizyonomik özellikleri değişik bir tip gösterdigine göre bu eserin bir Lydialı sanatçının yapıtı olduğu kanısındayız.


Bir başka önemli eser Sardes’te Bintepe Tümülüsü’nde bulunan ve British Museum’da saklanan mermer kabartmadır (E.Akurgal, Kunst Anatoliens, s.156, şek.107). Tümülüs mezar odasındaki bir mobilya eserinin parçası olması gereken bu kabartmadaki otlayan geyiklerle üç atlı binici bize bu eserin M.O. 6. yüzyılın 2. dörtlüğünde Hellen etkisi altında üretilmiş bir Lydia yapıtı olduğu izlenimini vermektedir.

Sardes’te bulunmuş olan terrakotta levhalar ise Larissa, Assos ve Phokaia gibi kentlerde bulunmuş tapınak terrakottaları gibi Hellen sanatının taşralı temsilcileridirler.




Metropolitan Müzesi’nden geri gelen ve şimdi Uşak Müzesi’nde sergilenen altın ve gümüş eserler, Herodot’un öykülediği Delphi’deki hazinenin yapıldığı tarihten sonraki bir döneme, M.Ö. 525-450 sürecine, aittirler.



Uşak Müzesi’ndeki hazinede bir oinochoe büyük bir olasılıkla Anadolu’dan İtalya’ya göç etmiş olan Doğu Hellenli bir ustanın eseridir. İki sfenks heykeli Hellenli ya da Hellen sanat atelyelerinde yetişmiş Lydialı bir sanatçının 6. yüzyıl sonuna ait eseridir. Buna karşın birçok figürlü tasvir Hellen sanatının taşralı örnekleridir. Geri kalan değerli altın ve gümüş eserlerin büyük bölümü Pers kökenlidir. Anadolu Uygarlıkları, Ekrem Akurgal, TÜBİTAK Yayınları

Çömlekçilik
Lydia çömlekçiliği ile ilgili bilgilerimiz son yıllarda giderek artmıştır. Lydia keramikleri biçim yönünden genellikle Yunanlılar’ınkini taklit eder, Anadolu’nun kendine özgü biçimleri azdır. Bu sanat dalının Lydia’ya özgü biçimini, bölgenin ünlü krem ve parfümlerini de, dünyaya yayma amacıyla yapılmış olan lydion’lar oluşturur.



Yüksekçe konik bir ayağa sahip bulunan bir vazocuklar tam anlamıyla bir Lydia buluşudur. Kapların boyasında Lydia özellikleri egemendir: Astar çoğunlukla sarı, beyaz ya da turuncumsu dur; bu astarın üzerine fırça oyunlarıyla mermer hissini uyandıran dalgalı hatlı boyalar sürülmüştür. Bu türde bezek kabın yüzeyine bazen buklemsi bezekler biçiminde uygulanmıştır. Gerek lydion türü kaplar ve gerekse mermer hissini uyandıran bezeme M.Ö. 6. yüzyıl özellikleridirler ve her iki özellik de M.Ö. 500 yıllarından bir süre sonra giderek kaybolmağa yüz tutmuştur.

Lydia’nın M.Ö.6. yüzyıldan önceki kap boyama tekniği ise farklıdır: Bu teknikte kapların yüzeyi, Doğu Yunan sanatından benimsenmiş bir biçimde otlayan keçi türünde bezeklerle doldurulmuştur. Bu tür bezemede kapların yüzeyi, genellikle açık renk bir astar üzerine kırmızımsı bir boya ile yaplımış otlayan yabanıl keçilerle süsleniyordu. Ancak bu tür Lydia bezemesi, çağdaşı diğer Rodos ve Doğu Yunan eserlerinden teknik ve üslup yönlerinden, kendine özgü nitelikleriyle kolayca ayrılabilmektedir. Bu vazo resimlerinden, resim alanında, Doğu Yunan işçiliğinin genel üslubunda, anıtsal resim modellerini yapan ressamların varlığı anlaşılabilmektedir. Bu vazolar üzerine renkli olarak yabandomuzu, arslan, sfenksler, kuş, keçi ve dağ keçileri betimlenmiştir. Lydia’da vazo ressamlığı, kraliyet sarayının esini ile geliştirilmiş fakat hiçbir zaman halk tabakası üzerinde güçlü bir etki yapamamıştır.



Lydia Seramiği
Lydialıların seramik sanatı üzerinde oldukça belirgin bilgimiz vardır. Lydia Bölgesi’nde genellikle iki çeşit seramik elde edilmiştir.
1 - Özgün Lydia çanak çömleği.
2 - Az veya çok Hellen etkisi gösteren Lydia Bölgesi kap kacak örnekleri.
Lydia seramikçilerinin özgün bir yaratısı olan lydion adlı küçük kap o zamanki dünyanın en gözde kremi olan Eydion Myron için kullanılıyordu.


Lydia seramiğinin bir özelliği dalgalı, mermer ve cam kapları anımsatan çizgi ögeleriyle bezeli oluşudur. Kapların hamuru ve fonu beyaz, sarı ya da turuncu rengiydi. Lydia seramiğindeki figürler Hellen etkisi sergilerler. Bu satırların yazarı Bayraklı ve Daskyleion kazılarında güzel örnekler gün ışığına çıkarmıştır. Daskyleion’da şimdi başarılı çalışmalar yapan Tomris Bakır Akbaşoğlu yeni güzel buluntular elde etmektedir.




Lydia hazinesindeki (Ilknur Ozgen, The Lydian Treasure, s.124-125, IV.78) bir gümüş alabastron Doğu Hellen sanatının Lydialı temsilcisidir. Nokta küçüklüğün de yuvarlakçıklarla bezeli, otlayan geyiklerin yakın benzerleri M.Ö. 6. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan Klazomen lahitlerinde görülmektedir. Bu nedenle Uşak Müze si’ndeki alabastronun 6. yüzyılın ikinci dörtlüğü (M.O. 575-550) sıralarında işlenmiş olduğu kanısındayız.



Uşak Müzesi’ndeki Lydia Hazinesi’nde yer alan duvar resimleri Lydialı ların M.O. 5. yüzyılda, yani Pers egemenliği döneminde de yüksek düıeyde eserler ortaya koyduklarını açığa vurmaktadır Olağanüstü nitelikli bu duvar resimleri (Ilknur Ozgen, The Lydian Treasure, 1996, s.68-73, şek.3-10) Thasoslu büyük ressam Polygnotos’un etkili oldu ğu dönemde Doğu Hellen atölyelerinde yetişmiş İonialı ya da Lydialı bir usta tarafından M.O. 475-450 sıralarında yapılmış olmalıdır.

Anadolu Uygarlıkları, Ekrem Akurgal, TÜBİTAK Yayınları

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı