28 Aralık 2009 Pazartesi

ALEVİLİĞİ NASIL ALGILAMALI?

ALEVİLİĞİ NASIL ALGILAMALI?

1. Aleviler’e İlişkin Adlandırmalar ve Niteleyici Kavramlar:


İslam Peygamberi Muhammed’in (571-632) ölümünden sonra, kimin Halife olacağı konusunda Ali Ebu Talip (598-661)’in Halife olmasından yana tavır koyan kesime Şia-i Ali adı verilmiştir. Arapça kökenli olan bu sözcük Ali taraftarları, Ali’yi sevenler ya da Ali yandaşları ve onun izinden yürüyenler anlamına gelir. Bununla birlikte Ehlibeyt’e, aşırı derecede bağlı olmak anlamına gelen Rafızi sözcüğünün, bundan farklı ve olumsuz bir biçimde Aleviler’e yakıştırıldığı biliniyor. Rafızi teriminin, tümüyle hakaret anlamıyla kullanıldığı, kullanıla geldiği, Ehlibeyt’e duydukları aşırı sevgi nedeniyle şeriata ve gerçeklere ters düşen, yoldan sapan anlamında, bir itham ve suçlama terimi olarak ileri sürüldüğü gözardı edilmemeli. Bununla birlikte Kuran’daki âyetlerin zâhiri değil, bâtıni anlamlarını yeğlemeleri nedeniyle, özellikle 10-11. yüzyıllarda, Aleviler’in yaygın bir biçimde Bâtıni ve Bâtıniler biçiminde nitelendirildikleri de görülür.

Şia-i Ali ile hemen hemen aynı anlama gelen Alevi sözcüğününse ne zanman kullanılmaya başlandığı tarih hakkında kesin bilgimiz yok. Alevilik’le Şiilik’in kesin çizgilerle birbirinden ayrıldığı günümüzde, Alevilik adının, en kapsamlı sözcük durumunda bulunduğu, Alevilik kapssamında düşünülen tüm inanç kollarını kucaklayan şemsiye sözcük olarak kullanıldığına tanık olmaktayız.

Bektaşilik, 13.yüzyılda yaşamış olan Hacı Bektaş-i Veli’nin ölümünden yaklaşık iki yüz yıl sonra Erkânname’si düzenlenerek yapılandırılan bir Alevi tarikatının adıdır. Bu tarikatı benimseyen kimselerin kendilerini Bektaşi, Alevi-Bektaşi olarak adlandırmaları ya da böyle adlandırılmaları, onların Alevilik’ten ayrı veya farklı bir yol izlediklerini göstermez. Her Bektaşi’nin kaçınılmaz olarak Alevi olduğu, ama her Alevi olanınsa mutlaka Bektaşi olarak görülmesinin gerekmediği gerçeği unutulmamalı. Bir diğer önemli nokta da, Hacı Bektâş-i Veli’nin, öncelikle Türkiye’de yaşayan -Bektasi olsun olmasın- hemen hemen tüm Alevi kesimlerinin saygı duydukları, "El ele el Hakka" bağlamında Serçeçme kabul ettikleri konusudur. Bektaşilik’in Balım Sultan tarafından kuruluşundan iki yüz yıl kadar önce ve Hacı Bektaşi Veli’nin sağlığında gerçekleştirilmiş olan sözkonusu yapılanmanın, Türkiye’deki Alevilik’in başlıca esaslarından biri olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Aleviler’e verilen adlar arasında Kızılbaş sözcüğünün de önemli bir yer kapladığı görülür. Ebu Deccane ve Hz. Ali’nin başlarına bağladıkları kızıl veya kırmızı sarıktan ileri geldiği söylenen Kızılbaş nitelemesinin çok daha eskilere uzandığı görüşlerine de rastlanılır. Bundan hareketle 12 dilimli tacınsa, sözkonusu eski geleneğin resmi bir kisve haline gelmesinden başka bir şey olmadığı düşüncesi ağırlık kazanmaktadır. Özünde, inandığı yolda ölümü göze alabilen yüksek bir özveriyi ifade eden Kızılbaş sözcüğünün, Aleviler’e karşı olanlarca kötü anlamda kullanıldığı bilinmekle birlikte, Alevi şair ve düşünürlerin bu söze sahip çıktıkları ve gögüslerini kabartarak "Kızlbaş’ım Kızılbaş" demeye devam ettiklerini izlemekteyiz.

Aralarında belirli farklar olmakla birlikte, denebilir ki Şia terimi, Safevi Devleti’nin sonlarına kadar, hemen hemen tüm Ali ve Ehlibeyt yanlılarını kapsamına alan bir anlama sahipti. İran’da özellikle 1732’lerden itibaren, yani Afşar Beyi Nadir Şah’ın yönetimi ele geçirmesinen sonra, Sünniliğin hızla güçlendiğine tanık oluruz. Nadir Şah, Şiiliğin Sünniliğe yaklaştırılması yönünde planlı ve uzun vadeli bir çalışmayı başlatır. Ulemayı görevlendirip işleri sistemli bir biçimde yürütmeye koyulur. Bu süreç aksamadan sürer. Zamanla Mısır’daki Ezher bilginleri de devreye girip, Şia bilginleri ile işbirliği yaparak, sözkonusu girişimi desteklerler. Bu çabaya Türkiye ve diğer ülkelerin bazı dinadamları da arka çıkarlar. Nihayet 1960’lı yıllarda, İran Şiiliği, Sünniliğe yeteri kadar benzetilmiş ve artık "Caferilik"in de "Hak mezhebi" sayılması yönünde Ezher şeyhlerinin en büyüğü tarafından gereken fetva verilmiştir. 1979 İran İslam Devrimi sonucu molların iktidara gelmesi, Şeriat’ın siyasal erki ele geçirmesi ile sonuçlanmış ve İran dünyaya Şeriat yönetimleri ihraç eden bir merkez haline gelmiştir. Bugün Aleviler’in, özellikle de Türkiye’de yaşayan Aleviler’in, sahip oldukları inanç ve kültür sistemininin dayandığı temel değerlerle, günümüz Şiiliği’nin, özellikle de İran Şiiliği ve benzerlerinin sahip oldukları arasında son derece derin uçurumlar ortaya çıkmıştır. Tüm bu gelişmeler sonunda, Şiilik’le aramızda, Ali ve Oniki İmam sevgisi dışında - pek bir benzerlik kalmış değildir. Aleviler’in; Şeriat’ı dünya düzeni haline getirmek isteyen Sünni kesimlerle işbirliği içinde ve aynı yönde hareket eden İran Şiiliği’ne sıcak bakmadıklarını, kendilerini hiçbir biçimde onunla aynı yere koymak istemediklerini, önemle vurgulamakta yarar olduğu kanısındayız.

Günümüzde Alevi coğrafyasında bir hayli değişiklikler gerçekleşmiş, Avrupa ülkelerinin yanısıra dünyanın bir çok yerinde Aleviler’in varlığından ve Alevilik’den sözedilir olmuştur. Balkan ülkelerinde Alevi-Bektaşiler gözle görülür bir yoğunluğa ulaşmış, geçmişte sönükleşen dergâhlarını yeniden canlandırmış bulunmaktadırlar. İran’da da, benzeri Şiilik anlayışının yaşandığı diğer ülkelerde de kendilerini Alevi kabul eden toplulukların varlığı dikkate alınırsa, Aleviliği "Anadolu" veya Türkiye ile sınırlamanın gerçekçi bir yaklaşım olmadığı açıkça görülür.

Önemle belirtilmesi gereken bir diğer nokta da Aleviler’in; etnik köken ve konuştukları diller bakımından tekdüze olmdıkları, son derece renkli bir görünüm sergiledikleridir. Kimi çevrelerin ve politik amaçlı bazı araştırmacıların, Aleviler’i tek ulusa ve tek dile bağlamaya çalışmaları hiç de doğru ve gerçekçi bir tutum değildir ve olamaz da. Bu tür anlayışlar olsa olsa dar-milliyetçi ve faydacı bir tutumu yansıtır, gerçekliği ise gözardı etmeye çalışırlar.

Tarihin bu evresinde, Şia-i Ali kolları arasındaki farklılıklar bir hayli büyümüş, ciddi ayrılık noktaları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Kimileri artık ayrı zeminlerde değerlendirilir bir hal almış, ufak benzerlikler dışında, aralarında ciddiye alınır benzerlikler, ortak noktalar neredeyse kalmamış ya da çok azalmıştır denebilir.


2. Aleviliğin Ortaya Çıkışı ve Gelişmesi:
Aleviler’e ve yaygın kanıya göre; İslam Peygamberi, amcası oğlu ve beş yaşından itibaren yanına alıp büyüttüğü Ali’yi, daha baştan beri kendisine yardımcı (vezir) ve vasi (onu temsil edecek kişi) olarak tayin etmiştir. Ölümüne yakın gittiği Hac’dan dönerken Gadri Humm denilen yerde verdiği hutbe ile de, kendisinden sonra Ali’nin Hilafet makamına geçmesi gerektiğini açıkça beyan etmiş, böylece ölümünden sonra doğabilecek huzursuzluklar önlenmek istenmiştr. Peygamber’in Ali’ye bahşettiği bu yeni görev nedeniyle, Ömer’in Ali’yi kutladığı, hatta hemen orada kendisinie biat ettiği de söylenir. Bunu izleyen gelişmeler, işin istenildiği gibi gitmediğini, Peygamber’in cenazesi henüz yerdeyken huzursuzlukların ortaya çıktığını, Ali’ye verilmiş olan imamet hakkının, en başta Ebu Bekir, Ömer ve Osman tarafından tanınmadığını kanıtlıyor.
Peygamber’in ölümünü (632) fırsat bilen Ebu Bekir, Ömer başta olmak üzere bazı kişiler, Ali’nin cenaze işleriyle uğraştığı bir sırada başka bir yerde toplanıp, Muhammed’in Hz. Ali’ye ilişkin istek ve buyruklarını hiçe sayarak, Ebu Bekir’i Halife ilan etmeleri, bir büyük ayrılığın başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu olay Ali taraftarlarının tepkisine yolaçarak, Ali’nin haksızlığa uğradığı, hakkı olan halifeliğin gasbedildiği düşüncesinin yayılmasına neden oldu. Birçok insan Ali’ye başvurup, onun bu duruma müdahale etmesini, gerekirse zor kullanarak hakkı olan halifeliği geri almasını önerdi. Ancak o, İslam’ın henüz yeni olması nedeniyle ciddi yaralar alabileceğinden kaygı duyarak, makam ve mertebe için kan dökülmesinin doğru olmadığını düşünerek, müttevazı yaşamına devam etti. Daha sonra oğulları Hasan ve Hüseyin de aynı doğrultuda aynı şekilde davranmayı yeğlediler...

Ebu Bekir’i, Ömer’in ve Osman’ın halifelikleri izledi. Ancak Osman’ın ayaklanan halk tarafından öldürülmesinden sonra, Ali bizzat karşı çıktığı halde, halkın ve ileri gelenlerin isteği ve baskısı üzerine halifeliği kabul etmek zorunda kaldı. Beş yıl gibi kısa ve olaylı geçen halifelik döneminde, kendisinden öncekilerden ne denli farklı olduğunu açıklıkla ortaya koydu.

Onun yöneticilik ya da halifelik anlayışı diğerlerinden bir hayli farklı idi ve her alanda hakça bir uygulamayı amaçlıyordu. Bu, Hz. Ali’ye bizzat biat ettikleri halde, önceki halifeler zamanında çeşitli ayrıcalıklar elde etmiş olanların sert bir tutum izlemelerine neden yolaçtı. Çünkü onlar, elde ettikleri aslan payından vazgeçmek niyetinde değillderdi. Çıkarlar ve ayrıcalıklar ağır basıyordu. Bir bakıma gerçekten inanmış olanlarla inanır görünen, çıkarları söz konusu olduğu zaman İslam’ı istismar etmekte herhangi bir sakınca görmeyenler arasındaki farklılığı yansıtıyordu.

Diğer taraftan olaylar; taraflar arasındaki görüş ayrılığının, sadece kimin halife olacağı noktasında değil, İslam’ın uygulanışı ve nasıl anlaşılması gerektiği konularında da sürdüğünü ortaya koydu. Muhammed’in Ehl-i Beyti, sağ kalan bazı sahabeler ve kemerbestlerle Ebu Bekir, Ömer ve Ebu Süfyan ailesinin başını çektiği Umeyyeoğuları arasında derin ayrılıklar başgösterdi. Bu ayrılıklar Ömer ve özellikle de Halife Osman zamanında daha da büyüdü. Halife Osman’ın öldürülmesini bahane ederek Ali’nin halifeliğini tanımak istemeyen Ebu Süfyan oğlu Şam Valisi Muaviye, Muhammed’in eşi Aişe’nin yanısıra Zübeyr ve Talha gibi etkili pek çok kişi düşmanca bir tutum aldılar. Böylece çıkar cephesi, Ümeyyeoğulları yararına genişleyip güçlendi.

Muhammed zamanında ancak ihtiyacı olan kimselerin yararlanabildiği Beytülmal, yani devlet hazinesi, özellikle Osman’ın halifeliği döneminde, öncelikle Umeyyeoğulları’na ve bazı ileri gelen kişilere peşkeş çekildi. Emevi iktidarı, İslam’ın başlangıçdaki kural ve buyruklarına uymak yerine, Ebu Süfyan ailesinin, İslamiyet’in ortaya çıkışı nedeniyle kısmen kaybettiği ekonomik, sosyal ve siyasal çıkarlarını yeniden elde etmek amacıyla onu, İslam dinini, kendi istekleri yönünde değiştirip kullandıkları anlaşılıyor. Bu yüzden, elegeçirdikleri halifeliği Roma hükümdarları ile boy ölçüşen bir anlayışla kullandılar. İslam’ın ortaya çıktığı zamanki toplumu geliştirici özelliklerini ve insanların yararına olan bir çok kuralını, Ümeyyeoğulları’ nın çıkarları yönünde değiştirdiler. Bundan amaç İslam’ı geliştirip güçlendirmek değilldi. Asıl yapılmak istenen, kurmayı planladıkları Emevi saltanatını güvenceye kavuşturmak için bir takım kaide ve kurallara dayalı bir yapı oluşturmaktı. O zaman toplumu, merkezi buyruklarla yönetmek, istenilen tarafa yöneltmek çok daha kolay olacaktı.

İşlerine yarayan eski Arap geleneklerinin bir çoğunu yeniden canlandırarak, Peygamber zamanındaki çeşitli uygulamaları gönüllerince değiştirip sunarak, Şeriat adı adı altında âdeta yeni bir din oluşturdular. Arap gelenekçiliği ve yaşam tarzını İslam’ın kendisiymiş gibi sunma çabaları, giderek yadırganır olmaktan çıktı. Devlet desteği ve eldeki olanaklar, Ehl-i Sünnet’ten yana işleyerek, gerçek İslam’ın, Muaviye’ce temsil edilen anlayış ve yol olduğu kanısını güçlendirdi. Bu kanı Abbasi, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde daha da pekişerek, günümüze kadar geldi. Yüzyılları kapsayan bu süreç, Şeriat’a dayalı oldukça dar ve katı bir bir anlayışın, hoşgörüden yoksun bir yaklaşımın oluşmasına neden oldu. Dahası, gerçek İslam’ın bu ve böyle olduğu yolundaki izlenim ağırlık kazanır oldu. Hatta öyle ki, içimizden bazıları bile, söz konusu olgunun etkisinde kalarak, -bilerek ya da bilmeyerek-İslam’ı Muaviye hattıyla özdeşleştirip, Aleviliği İslam’ın dışında kalan bir inanç olarak görmektedirler. Bunun maksatlı değilse, tepkici ya da çok yüzeysel bir bilgiye sahip olmaktan kaynaklandığını düşünmekteyiz.

Müslümanlar Arap-soylu ve Mevali (Köleler) biçiminde, dine aykırı olan, keyfi bir ayırıma tabi tutuldu. Muhammed zamanında, "Müslüman olabilmenin koşulu" kelime-i şehadet getirmekten ibaretken, Emevi yöneticilerin yaptıkları yeni düzenlemelerle bu, altından kalkılması olanaksız bir hale sokuldu. Ağır, hatta yerine getirilmesi olanaksız koşullara bağlandı. Birinin Müslüman olabilmesi için; bulunduğu memleketin valisinden ve tahsildarından "iyi bir Müslüman" olduğuna dair bir belge alması; Kuran’ın en az bir suresini ebere okuması ve de sünnet olması zorunluydu. Emevi vali ve tahsildarlarının birine "iyi bir Müslümandır" demeleri için, o kişinin Emevi iktidarından yana olması, Ehl-i Beyt’e karşı olması zorunlu koşul haline getrilmişti. O zamanda bir sureyi ezbere okumak, öyle kolaylıkla başarılabilir bir iş değildi. Sünetse "mevali"ler arasında pek yaygın bir uygulama sayılmazdı, oldukça ağır koşullardan biriydi. Bu durum Muaviye’nin, hilafeti, hile ve zorla gasbetmesinden sonra, doksan yıla yakın uzunca bir süre devam eden Emevi iktidarları döneminde varlığını korudu. Bu yüzdendir ki Arapları üstün tutan Muaviye, siyaset bilimcilerince Arap milliyetçiliğinin öncüsü ve babası sayılmaktadır.

Ali ve evlatları, baştan beri sözkonusu milliyetçi ve bölücü tutuma karşı çıktılar. Ehl-i Beyt’in sahip olduğu İslam anlayışı, yapılan bu dar-miliyetçi uygulamayı hoşgörüyle karşılamaya elvermiyordu. Çünkü, İslam’ın özüne ters düşen, hatta onu din olmaktan çıkarıp, bir saltanat ideolojisi haline getiren bir yola girilmişti ve bu, gerçek inanç sahiplerince kabul edilebilecek bir tutum değildi. Ehl-i Beyt de, bedeli Kerbela faciası kadar korkunç da olsa, yüzyıllarca ağır baskı, katliam ve gözyaşı koşullarında yaşamak zorunda bırakılmak da olsa, her şeyi göze alarak söz konusu gidişe karşı çıktı. Esasen Ehl-i Beyt’in kendisi bütünüyle devre dışı bırakılmaya çalışılmış, cami minberlerinden küfür yağmuruna tutulmuş, onun sorunlara yaklaşımı hepten düşmanca karşılanmıştı.

Miladi 661’de Ali şehid edildi. Onun daha sağken yerine İmam tayin ettiği Hasan’ın halifeliğini, Muaviye büyük bir orduyla üstüne yürüyerek ondan almış, o da kan dökülmesin diye bırakmaya -bazı koşulların Muaviyetarafından kabul edilmesi sonucu- razı olmuştu. Ne var ki Muaviye, yapılan antlaşmanın hiç bir şartına uymamış, yerine getirmekten kaçınmış, hatta sözkonusu anlaşmayı, "ayaklarımın altındadır" biçiminde nitelemekte sakınca görmemişti.

680’de ise Kerbela faciası yaşandı, Muhammed’in sevgili torunu Hüseyin ve 72 arkadaşı Kerbela’da hunharca katledildiler. Hüseyin, Muaviye’nin oğlu Yezid’in halifeliğini kabul edip, ona biat etmediği için dost ve yakınlarıyla birlikte katledildi. Bu olay, Emeviler’ce Mevali (Köleler) diye adlandırılan, Arap-olmayan halklar arasında büyük bir tepkiyle karşılandı ve Emeviler’in Ehl-i Beyt’e hayat hakkı tanımadıkları yönündeki kanı ve kaygıları güçlendirdi.

Ali ve Ehl-i Beyt, Mevali diye nitelenen İran, Mezopotamya, Küçük-Asya vb. memleket-lerin Arap-olmayan halkları tarafından sempatiyle karşılandı. Ehl-i Beyt’in Araplar arasında barınma olanağı kalmamış, kurtuluşu Mevaliler arasında yaşamakta bulmuştu. Yeni yönetim, önünde herhangi bir engel tanımıyor, Ehl-i Beyt’e ve kim olursa olsun muhalif-lerine gözaçtırmıyordu.

Bu olgu Aleviliğe, Ali taraftarlığı’na çok daha geniş ve derin bir muhteva kazandırırken, diğer taraftan da Aleviler’in, son derece güç koşullar altında, çeşitli toplum ve kültürlerle karşılaşıp tanışmalarına yolaçtı. Mevali halklar aracılığıyla eski inanç ve kültürlerin insancıl gelenek ve görenekleri, düşünsel ve felsefi yaklaşımları, kısaca iyiden ve güzelden yana ne varsa Şia-i Ali hattına akarak, yeni ve daha zengin bir sentez’in gerçekleşmesine neden oldu. İş bu kadarla da kalmadı, Alevilik de Aleviler de başlangıçta ve İslam dini kapsamında ortaya çıkan durumdan çok daha ileri, karmaşık ve farklı bir yol izleyerek bugüne geldiler. Ali adıyla başlayan bu inanç ve kültür sistemi, uzanabildiği alanda yaşamış bulunan eski kültürlerden çok şey alarak, yeni ve özgün katkılara da açık kapı bırakarak her geçen gün daha da gelişip güçlendi.

Aleviliğin, tüm bu etki ve değerleri, insan’ı merkez alan bir anlayışla ve insan sevgisi temelinde kaynaştırıp sunduğu yargısı, hemen hemen tüm araştırmacılarca benimsenip paylaşılan ortak bir yargı haline gelmiştir.

Sünni ya da Ortodoks İslam, İslam dininin ortaya çıkışından önceki inanç ve düşünceleri genellikle "Bâtıl" olarak nitelemekte, adeta herşeyin Müslümanlık’la başladığını ileri sürmektedir. Oysa İslam-öncesi Arap gelenek ve göreneklerini hiç de "Bâtıl" saymadılar; onları baştacı edip İslam Şeriatı olarak sunmaktan da hiç geri kalmadılar.

Alevilik’se, insanoğlunun ürünü olan iyi ve güzel ne varsa, hangi düşünce ve eylem insanlığın hayrınaysa, onu yadsımak yerine ona kendi sisteminde seçkin bir yer ayırmayı yeğlemiş, onu kendi kültürüne katma geniş yürekliliğini gösterebilmiştir. Bu yaklaşım onu daha da zenginleştirdiği gibi, onun dar anlayış ve dogmalardan sıyrılmasına da ayrıca katkıda bulunmuştur. Yine eski Hint, Yunan, Urartu vb. ülkelerin dinlerinden, Şamanizm’den bir çok iyi şeyi alıp kendi potasında eritip yeni ve evrensel yanları güçlü bir sentez oluşturmasını sağlamıştır.

a. Abbasi, Büyük Selçuklu ve Osmanlı Dönemleri:

Aleviler’in desteğinde Hilafeti elegeçiren Abbasiler, uzun süren iktidarları (750-1258) döneminde, genellikle Emeviler zamanında şekillenmiş olan Şeriat’a bağlılık ve Ehl-i Beyt’e düşmanlık üstüne oturtulan bir politika izlediler. Ali evladı İmamlar’ın büyük bölümü bu dönemde ve bizzat Abbasi yönetiminin plan ve tuzakları sonucu öldürüldüler. Hallac-ı Mansur (öl. 922) ve daha pek çok mutasavvıf, düşün ve felsefe adamı bu dönemde katledildi. Emevileri yıkan hareketin önderi Ebu Müslim Horasani, iktidarı getirip kendi elleriyle Abbasiler’e teslim ettiği halde, kısa bir süre sonra acımasızca katledilmekten kurtulamadı (755). Onun taraftarlarının, Simbad adlı komutanın önderliğinde başlattıkları ayaklanma ise, yedi yıl gibi kısa bir süre sonra kanlı bir biçimde bastırıldı. Beş yüz yıl kadar süren Abbasi yönetimi döneminde Ali taraftarları büyük baskı ve işkencelerle karşılaştılar. Ehl-i Beyt mensupları ve yandaşları, üstüne duvar örülerek öldürülmek dahil, akılalmaz çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırıldılar. Bu konuda Abbasiler, Emeviler’den hiç de geride kalmadılar ve bu, 1258’de Bağdat’daki Abbasi halifesi Moğollar tarafından asılarak öldürülünceye kadar sürdü. Bu olay üzerine Mısır’a kaçarak kurtulan Abbasi halifesinin yakın akraba ve ailesi, burada da halifeliğini sürdürdü ve buna da 1517’de Osmanlı Sultanı Yavuz Selim son verdi. Daha doğrusu Yavuz halifeliği devralarak, Osmanlı padişahlarına aynı zamanda Halife olma olanağını kazandırdı.

İran’da kurulan Büyük Selçuklu Devleti, koyu Sünni idi. Onun sadrazamı Nizam-ül Mülk’ün Alevi düşmanlığı unutulması mümkün olmayan boyutlara ulaştı. İran’ın Horasan’da, Hasan Sabah etrafında toplanmış bulunan direngen Alevi-Bâtıni topluluğuna karşı son derece acımasızca davrandı. Sonunda Hasan Sabah fedaileri tarafından ölümle cezalandırıldı. O dönemde Batıni diye de adlandırılan Aleviler’in Suriye, Lübnan ve Mısır’da bulunan kolları, Selçuklular’ın yanısıra Salahaddin Eyyubi’nin kanlı saldırılarına da hedef oldular. Hatta öyle ki Aleviler, Salahaddin’e karşı Haçlılar ve Yahudiler’le de işbirliği yapmak zorunda kaldılar.

Osmanlı iktidarı Alevi toplumu bakımından unutulması mümkün olmayan kapkara bir dönemin habercisi oldu. Alevi inancı tümdan "Batıl" sayıldı, Aleviler toptan yokedilmeye çalışıldı. Osmanli-İran ilişkilerinin gerginleşmesi sonucu 50 binden fazla Alevi kılıçtan geçirildi ve hayatta kalanlarsa sürekli takip altında tutuldular.

Yavuz Selim’in, İbn-i Kemal gibi Seyhülislam takımına hazırlattığı fetvalarında Kızılbaşlar (yani Aleviler), "kâfirler ve dinsizler topluluğu" olarak tanımlanıyordu. "Onlara sempati gösteren, bâtıl dinlerini kabul eden ve yardımcı olanlar da kâfir ve dinsizdir" biçiminde suçlanıyordu. Aleviler’le savaşta ölen Müslümanlar "kutsal şehit" sayılıp Cennet’e gönderilirken, Aleviler’den ölenler ise "cehennem dibinde" bir yerlere atılıyordu. Aleviler’i "kırıp topluluklarını dağıtmak bütün müslümanların görevidir" şeklinde buyurulurken, en küçük bir merhamet duygusuna yer bırakılmıyordu. Bunun yanısıra kendileri açısından Aleviler’in durumunu, "kâfirlerin -kitap sahibi Hıristiyan ve Yahudiler'in- durumundan daha kötü" gösteriliyordu. "Bu topluluğun kestiği ya da gerek şahinle, gerek okla, gerekse köpekle avladığı hayvanlar murdar" sayılıyor, "gerek kendi aralarında gerekse başka topluluklarla yaptıkları evlenmeler muteber" görülmüyor, koca bir toplum piç insanlar topluluğu olarak nitelendiriliyordu...

Kızılbaş olmak Osmanlı kılıcını ensesinde hissetmek için yeterli bir nedendi. Bununla birlikte diğer halk kitleleri de acımasız bir baskı ve sömürü kıskacına alınmış, son derece güç koşullar altında yaşamak zorunda bırakılmıştı.

Alevi-Kızılbaş toplumunun gerek dinsel inanç, gerekse dünyagörüşü ve yaşam anlayışı bakımından Sarayın saldırı hedefi haline gelmesi, onu bir başkaldırıdan diğerine yöneltti. Ve ardı arkası kesilmeyen katliamlarla karşı karşıya bıraktı. Bu olgu bir yandan Aleviliğin anlamını ve içeriğini ezilen halk kitlelerinden yana derinleştirirken, bir yandan da onu, hangi dine ve hangi millete mensup olursa olsun, Osmanlı yönetiminden rahatsız olan tüm her kesin ilgi odağı, dönemin koşullarında ideolojik ve politik sığınağı haline getirdi. 1239'da Babailer, 1416-1419'da Şeyh Bedreddin, 1511'de Şah Kulu Baba, 1512'de Nur Ali Halife, 1518'de Şeyh Celal, 1525'te Baba Zünun, 1527'de Kalender Çelebi, 1577-1589'da Şah İsmail adında birinin ve sürüp giden çeşitli halk ayaklanmaları birbirini izledi. Bu ayaklanmalara her soydan ve her boydan insanın katıldığı, yer yer Kızılbaş ayaklanması olmaktan çıkıp topyekün bir halk ayaklanmasına dönüştüğü görülür. Bu dönemde Aleviler’e ya da "şer'i düşünceye aykırı hareket edenlere" verilen cezalardan bazıları şöyledir:

- Küreğe konulmak.
- Çoluk çocuğuyla Kıbrıs'a ya da başka yörelere sürülmek.
- Dini önderleri suda boğdurmak ya da ateşe atıp yakarak öldürmek.
- Aşırı bulunanları hırsızlık, katillik, eşkıyalık gibi suçlamalarla öldürülmek. Yani Alevi oldukları için öldürüldükleri gizlenmiş, hırsızlık, katillik, eşkıyalık gibi suçlardan "siyaset" (idam) edildikleri gerekçesi propaganda edilmiştir.

Osmanlı döneminde Alevi-Kızılbaş toplumuna yapılan baskı ve haksızlıkların dayandığı temel anlayış, bugün de aynen sürüyor. Kısaca değinilen padişah Yavuz Selim dönemi ve sonrasında çıkarılan "Fetvalar" bugüne kadar henüz hükümsüz sayılıp ortadan kaldırılmış değil.TC hükümetlerince hazırlatılan devletin "Gizli" belge ve raporlarında, Aleviler’e tıpkı Osmanlı dönemindeki gözle bakıldığı anlaşılıyor.

b. Türkiye Cumhuriyeti Dönemi:

TC`yi tamıtamına Osmanlı Devleti`nin yerine koymak, onun şaşmaz devamı olarak görmek elbette ciddi bir hata olur. Aynı şekilde ondan tümüyle bağımsız, kopuk ve hepten ilgisiz bir biçimde görüp sunmak da bir okadar yanlıştır. Nitekim egemen anlayışa bakıldığı zaman TC`nin her vesile ile Osmanlı mirasına sahip çıktığı, hatta devlet olarak onu zor durumda bırakan Ermeni kırımı gibi olumsuz örnek ve uygulamaların vebalini bile üstlenmekten geri kalmadığı görülür. Aleviler konusunda da durum pek farklı değildir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nda görevli Osmanlı döneminde yapılan Alevi katliamları TC’nin Aleviler`e ilişkin politikasında farklı olan, devletin dinsel esaslara dayanmaması, teokratik yapı ve uygulamalardan sıyrılmış olmasıdır. Bununla birlikte devletin, Ortodoks İslam diye de adlandırılan Sünnilik’ten yana hayırhah tutumu, onu maddi ve manevi her bakımdan kanatları altına alıp koruması, ülkede gerçek anlamda laik bir sistemin uygulanmadığının açık bir göstergesi, devletin Sünniliği tercih ettiğinin de açık bir kanıtıdır. Başka deyişle Aleviler, laik olduğunu söyleyen Cumhuriyet döneminde de ağır baskılara uğramış, 1920’de Koçgiri’de, 1937-38’de Dersim’de acımasızca katledilmişler. 1993’de Sivas’da olduğu gibi ateşte yakılarak barbarca yöntemlerle öldürülmeleri, çeşitli yöntemlerle ortadan kaldırılmaları, öteden beri Cennet’e gitmek için işlenebilecek hayır işlerden sayılmıştır. Üstelik katiller, kimi zaman bizzat devletin güvenlik kuvvetleri tarafından himaye edilerek sözkonusu sevaba nail olmuşlar! Kimi zaman da İstanbul-Gazi mahallesinde olduğu gibi bizzat devletin polisi ve askeri eliyle Alevi kanı akıtılarak, hükümetlerce her türlü taltife layik görülmüşler. Esasen tarihe bakıldığında, sokaktaki insanların değil, bizzat devletin ve örgütlü güçlerin Alevi-Sünni çatışması yarattıkları, bu tür katliamların genellikle siyasal merkezlerden planlandığı rahatlıkla görülür. Bunun örneklerine Türkiye’de de rastlanmış, devletin kendi sıkıntılarını gidermek amacıyla ülkede varolan Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi gerilim noktalarını acımasızca kullandığına sıkça tanık olunmuştur.

Alevi sorununun en az 1400 yıllık bir geçmişi var ve oldukça acılı bir seyir izlemiştir. Türkiye Cumhuriyeti döneminde de bu özelliğinen fazla bir şey kaybetmeden sorun olmaya devam etmiştir. Ne var ki ağır baskı ve elverişsiz koşullar yüzünden zaman zaman derin bir sessizliğe gömülmüş, içiniçin bir gelişme dönemi yaşanmıştır. Kimi dönemlerde de gözle görülür bir canlanma ve hareketlilik görüldü. Günümüzde ise Alevi sorunu dikkate değer bir tırmanma sürecine girmiş ve Alevi toplumu bir an önce sağlıklı bir çözüme ulaşmak için oldukça kararlı bir tutum sergiler olmuştur.

3. Alevi Yol ve Erkânı Gelişmeye Açık Bir Seyir İzlemiştir:

Alevi inanç ve kültürü dikkatle incelendiğinde, onun, sosyal, siyasal, kültürel her türlü gelişmeye açık bir seyir izlediği görülür. Söz konusu özelliğin oluşmasında çeşitli etkenlerin rol oynadığı muhakkak. Bununla birlikte, en küçüğünden en yücesine kadar tüm değerler sisteminin, insan’a endekslemiş olması, başlıca etken olarak görülmelidir. Bu olgu, Alevi inanç ve kültürünü, İslamiyet’in ortaya çıkışı ile sınırlamak yerine, insanoğlunun yarattığı, yaratmakta olduğu ve yaratacağı düşünülen en iyi ve en özgün değerlere açık bir yolda ilerlemeye götürdü. Batılılarca Ortodoks İslam diye adlandırılan Sünnilik ile Alevilik arasındaki anlaşmazlığın, siyasal nedenleri olmakla birlikte, evrene, topluma, insana vb. sorunlara yaklaşımlarındaki derin farklılıklar yüzünden de karşı karşiya geldiklerini belirtmeden geçilmemeli, diye düşünmekteyiz. Ehl-i Sünnet, insanı acz içinde ve zavallı bir kul olarak nitelerken, Alevilik baştan beri, insana varlık alemindeki en yüce yeri vermektedir. Bakın Aleviliğin öncüsü Hz. Ali ne söylüyor:

Derman sende, ama senin haberin yok, derdin senden ama sen görmüyorsun.

Kendini küçücük bir beden sanıyorsun; oysa koskoca bir evren dürülmüş içinde senin.

Öylesine ap-açık, ap-aydın bir kitapsın ki, gizli şeyler onun harfleriyle meydana çıkmada.

Dışarıya, kimseye bir gereksinimin yok senin; gönlünde yazılmış yazılar her şeyden haber verir sana.

Burada Ali hattının mı yoksa ona karşı olanların sahip oldukları anlayışın mı Muhammed’in dinini, yani İslam’ı temsil ettiği sorusu akla gelebilir. Görüşler farklı olmakla birlikte, Ali tarafının işin özüne daha yakın olduğunu söylemenin pek yanlış olmayacaği kanısındayız. Muhammed, kızı Fatma, damadı Ali ve bu ikisinden doğan torunları Hasan ile Hüseyin’den oluşan beş kişlik aile, bizzat Muhammed tarafından Ehl-i Beyt (Ev Halkı) diye adlandırıldı. Doğal olarak bu soydan gelen kişilere de, o tarihten beri Ehl-i Beyt denile geldi. Fatma oldukça akıllı, çevresinde saygınlık uyandıran olgunlukta, bilge ve mutasavvıf bir kadındı. Ali ise İslam’a derinden inanmış, adil, çok güçlü ve bilge bir zattı. Oğulları Hasan ve Hüseyin de, Peygamber dedelerinin sıcak ilgisi, anne ve babalarının mürebbiliği altında yetişmiş kimselerdi. Doğaldır ki bunlar, dedelerinin dinini yakından tanıma fırsatını bulmuş ve o doğrultuda eğitilmişlerdi. Hal böyleyken, Emeviler’ce şekillendirilip güçlendirilen anlayışın, İslam’ın gerçek çizgisini temsil ettiği anlayışı, pek inandırıcı gözukmüyor.

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı