21 Nisan 2011 Perşembe

Kırısoçheri’den Koçgiri’ye 1200 Yıllık Konfederasyon:


Kırısoçheri’den Koçgiri’ye 1200 Yıllık Konfederasyon:




325 yılında İKırısoçheri’den Koçgiri’ye 1200 Yıllık Konfederasyon:znik’te toplanan Ekümenik Hıristiyan konsilinde Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğunun resmi dini olarak kabul edilip Anadolu’nun kadim inanışlarının yasaklaması ile birlikte Anadolu’da sosyal hayatı düzenleyen, iç barışı ve huzuru sağlayan ruhani yapılar ve sosyal kurumlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kaldılar. Ve doğal olarak Anadolu’nun kadim halkı kutsal saydıkları kurumlar önderliğinde İznik Konsil kararları ile dayatılan yeni dine karşı direniş başlattılar.
Hıristiyan Kilisesi halkın bu haklı direnişini çok kanlı bir biçimde bastırdı. Halk ağır şiddete maruz kaldı, zorunlu göçe tabii tutuldu, soykırıma varan insanlık dışı eylemlerle yok edilmenin eşiğine geldi.
Anadolu’nun kadim halkı devletin gücünü arkasına almış olan Hıristiyanlara karşı açık bir biçimde muhalefet etmenin kendilerini çok hızlı bir yok oluşa sürüklediğini çok geçmeden fark ettiler. Varlıklarını korumak için açık muhalefeti terk ederek, yeni bir savunma stratejisi geliştirdiler.
Anadolu’da Hıristiyan olmayanlara yaşam hakkı verilmiyordu. Onlar da takiyye yaptılar, Hıristiyanlarmış gibi göründüler. Daha da ileri giderek – Tıpkı bugün Alevilerin asıl Müslümanlar bizleriz demeleri gibi- dışarıya karşı asıl Hıristiyanların kendileri olduklarını dahi iddia ettiler.
Anadolu halkı gerçek Hıristiyanlar bizleriz dediler ama sudan bahanelerle;
-Kiliseyi, kilisenin dogmalarını, kurumları, kilise hiyerarşisini ve ruhban sınıfının otoritesini reddettiler.
-Hıristiyan azizlerine, kutsal ekmeğe ve ikonlara yapılan kutsal ibadete şiddetle karşı çıktılar.
-Hz. İsa’nın düpedüz bir insan olduğunu, onun babasının dünyanın yaratıcısı olamayacağını savundular .
-Asla kiliseye gitmediler, ibadetlerini inatla ‘proseuchai’ denilen evlerde (dua evi/cem evi) yaptılar.(1)
Bugün hala güncelliğini koruyan Alevilere yönelik o ünlü ve iğrenç ‘mum söndü’ iftirası da ilk defa bu dönemde Hıristiyan kilisesinin vaazlarında görülmeye başlandı.
“Kız kardeşleri, kayınvalideleri veya görümceleriyle kirlenmiş olanlara, ziyafet için toplanıp içki içtikten sonra ışıkları kapayan ve akrabalığa, yaşa ve cinsiyete bakmadan âlem yapanlara lanet olsun”.(2)
Anadolu halkının gerçekten Hıristiyan olmadan, kendisine Hıristiyan süsü vermesi Hıristiyan kilisesini tatmin etmedi. Katliamlar devam etti.
Gün geldi bıçak kemiğe dayandı. Miladi 836 yılında ortaya Carbeas adında bir kahraman çıktı ortaya. Eskişehir civarında Amorium kalesinin komutanıydı. Hıristiyanlar babasını katletmişlerdi. Beş bin kişilik ordusunu aldı Arguvan’a geldi orada bir şehir inşa etti. Daha sonra merkezini Divriği’ye taşıdı. Bizans’ın ve Ortodoks kilisesinin baskısından bunalmış halk onun etrafında toplandı. Carbeas’a en büyük katılım Kuzey Batı Dersim’den, Balu (Bugünkü Palu ve civarı) diyarından geldi.
Kuzey Batı Dersim bölgesinde aşiretler o çağda genel olarak ‘Balaki’ aşiretleri olarak adlandırılıyorlardı. Bu nedenle bir konfederasyon halinde Carbeas’ın etrafında toplanan bu aşiretlere Araplar ‘Bayalika’ adını verdiler. Onlar ise kendilerini Palu’lu anlamına gelen bir sözcükle tanımladılar ‘Paluikiyan’
Carbeas’ın çevresinde toplanan ‘Paluikiyan’lar.Darda, zorda kaldıklarında dışarıya karşı Hıristiyan’mış gibi davranıyorlar ve aradaki ses benzerliğinin ardına sığınarak, Aziz Paul’e ve Paulikiyan kilisesine bağlıolduklarını söylüyorlardı.
Batılı kaynaklarda ‘Paulikiyan’lar olarak geçen bu konfederasyonun ne Hıristiyan Paulikan kilisesi, ne de de bu kilisenin kurucusu Aziz Paul’le hiç ilişkileri olmadı – Bugün Ali adının ardına sığınan Alevilerin Hz. Ali ile bir ilişkilerinin olmadığı gibi-.

Carbeas’ın liderliğinde toplanan bu konfederasyonu oluşturan başlıca aşiretler şunlardı
Bu aşiretlerin büyük bir bölümü Kuzey Batı Dersim’den olmak üzere Anadolu’nun çeşitli bölgelerden gelerek Maciran’a (İmranlı , Divriği ve yakın coğrafyası) yerleştiler. Divriği’ni başkent yaptılar ve burada bir kale inşa ettiler.

Carbeas etrafında toplanan kuvvetlerle Maciran’dan kalkarak Bizans içlerine uzanan çok sayıda akınlar düzenledi. Savunmasız, silahsız ve çaresiz halkı katletmeye kolaylığına alışmış Bizans orduları yerel halktan oluşmuş düzenli kuvvetler karşısında tutunamadılar. Büyük yenilgiler tattılar
Carbeas 863 yılında Ankara Savaşı’nda, bugün Hüseyingazi adı ile anılan tepenin sırtlarında Hakk’a yürüdü. Bedeni aynı yerde toprağa verildi. Carbeas’tan sonra topluluğun başına Chrysocheir (Kırısoçher) geçti. Krısoçher büyük bir kahramandı. Bizans imparatoru III. Michael’i Samsat önlerinde çok ağır yenilgiye uğrattı. Bizans İmparatorluk ordusu bu yenilgi ile adeta dağıldı. Eskişehir önlerinde bir başka Bizans ordusunu daha yendi. Chrysocheir Dersim’den Ege Denizi’ne kadar bütün Doğu Roma topraklarının tartışmasız egemeni oldu. Anadolu’nun önemli şehirleri Ankara, İzmit, İznik ve İzmir’i ele geçirdi.
Krisoçher 872 yılında bugünkü Seyitgazi ilçesinin yanı başındaki tepede Bizanslılarla yaptığı savaşta Hakk’a yürüdü.
Koçgiri’lilerin inşa ettikleri Divriği kalesi Bizans’a ve Hıristiyan Kilisesi’ne karşı direnişini 873 yılına kadar sürdürdü. O yıl, Divriği merkezli büyük bir deprem oldu. Bunu fırsat sayan yakınlardaki bir Bizans Ordusu, kaleye saldırdı. Koçgiri’liler, depremin yaralarını sarmakla meşgullerdi. Savaşacak, karşı koyacak durumda değillerdi. Direnme güçleri yoktu Kaçabilenler kaçtılar. Tutsak edilenlerin büyük bir bölümü Ortodoks askerler tarafından kılıçtan geçirildiler. Çaltı Çayı günlerce kızıl kan aktı. Bizanslılar biz kısım Koçgiri’liyi de Balkanlara sürdüler, burada zorunlu iskana tabii tuttular
Krısoçher’e bağlı konfederasyon onun zamanında ve ondan sonra onun adı ile anıldı; Kırısoçheri Konfederasyonu. Bu federasyonun adı Osmanlı kayıtlarına Koçkili, Koçkirlü olarak geçti.
Bu adlandırma zaman içinde evrile çevrile Koçgiri’ye dönüştü..
‘Koçgiri’lilerin kurduğu devletin başkenti Divriği idi. Bu devletin ruhani merkezi ise Karahöyük (Bugünkü Hacı Bektaş,) mabediydi. Bu dergahın bulunduğu bölge de konfederasyonunun bir parçasıydı ve konfederasyona adını veren efsanevi komutanın ismi ile anılıyordu: Kırısoçheri
On ikinci yüzyıldan sonra Türkçe bölgede hakim dil haline geldi. Kırısoçheri adı da Türkçeleşti Kırşehri oldu.
Alevilerin destanlaştırarak toplumsal belleklerinin bir parçası haline getirdikleri Hüseyin Gazi ve Battal Gazi işte bu Koçgiri konfederasyonunun kurucusu ve komutanlarıdırlar. Onların gerçek isimleri Carbeas ve Chrysocheir’dir.
Carbeas’ın Divriği (başkent) İmranlı, Zara, Refahiye ve Hafik’i içine alan bölgede kurduğu, Kırısoçher ile gücünün doruğuna erişen bu devlet; Aslında Koçgirililer’in kurduğu bir Alevi devletiydi.
Battalnameler Koçgirililer adını verdiğimiz Alevi konfederasyonunun Bizanslılar ile yaptıkları mücadeleyi anlatan halk destanlarıdırlar.
Hıristiyan kilisesine karşı kurulan konfederasyona en büyük desteğin Kuzey Batı Dersim’den gelmesinin bir sebebi vardı.
Yedinci yüzyılda bu bölgede Silvanus adında bir mürşit yaşadı. Silvanus bir ozandı ve ozanlık geleneğinin kurucusur yani piriydi. Onun yaşadığı yüzyılda İstanbul’unda Bizans’ın imparatorluk makamında oturan IV. Konstantin’in (668-685) Orta Anadolu’da ortaya çıkan Hıristiyanlık karşıtı bir isyanı bastırmak için geniş yetkilerle donattığı bir görevlisini Şebinkarahisar’a ’a gönderdi. Sebinkarahisar’dan Kuzey Batı Dersim’e geçen İmpartorluk görevlisi Silvanus’u tutukladı . Önce onu ikna ederek yolundan döndürmeye çalıştı. Silvanus tavrından ve davasından ödün vermedi. Bunun üzerine Bizans görevlisi önceden meydana topladığı aralarında Silvanus’un müritlerinin de bulunduğu kalabalığa Silvanus’u taşlamalarını emretti. Silvanus’un müritleri bir kişi hariç pirlerini taşa tutmaktansa ölmeyi tercih ettiler. Silvanus’a ilk ve tek taşı öğrencisi ve evlatlığı attı.
Bu hikaye resmi tarihin on altıncı yüzyılda taşımaya çalıştığı ancak bu yüzyılda yaşadığını bir türlü kanıtlayamadığı Pir Sultan Abdal’ın gerçek yaşam öyküsüdür. Bu öykü 610 yılında Kuzey Batı Dersim’de hala onun adını taşıyan (Silvus Dağı) bir kutsal tepenin eteklerinde başladı ve 680 yılında Bedehton ovasının kuzeyinde hüzünlü bir şekilde son buldu.
Koçgiri üzerine yaptığım geniş araştırmayı belki de gereğinden fazla özetleyerek yukarıda vermeye çalıştım. Bu sunumu beni soru yağmuruna tutan Koçgiri’li dostları daha fazla bekletmemek adına kitabın yayınlanmasını beklemeden erkenden yaptım.
Alevi Esnaflarına Cevap
Ben Koçgiri’liyim, köküm Dersim’den gelir. Resmi yazıcıların elinde oyuncak olmuş, hurafeler içinde kaybolup gitmiş olan asıl tarihimi -elimden geldiği kadar- arayıp bulmaya, bulup yazmaya, yazıp yaygınlaştırmaya çalışıyorum.
Yüzyıllardır, sizin tarihiniz oralarda diye bizleri Necef çöllerine, Asya steplerine sürenler, bizleri kör kuyularda boğanlar, geçmişimizi çalanlar, tarihimizi tarumar edenler, Şimdi çıkmışlar ortaya diyorlar ki; ‘Erdoğan Çınar, kitaplarında Hıristiyanlığın bir mezhebi olan Paulikienizmi Alevilik; kiliselerini Alevi ocağı; kilise kurucularını Alevi dedesi;’ olarak sunuyor.
Onların gözünde;
-Kiliseye gitmeyen, Kiliseyi, kilisenin dogmalarını, kurumları, kilise hiyerarşisini ve kilise ruhban sınıfının otoritesini reddeden, -Hıristiyan azizlerine, kutsal ekmeğe ve ikonlara yapılan kutsal ibadete de vaftize karşı çıkan , Hz. İsa’nın düpedüz bir insan olduğunu, onun babasın dünyanın yaratıcısı olamayacağını savunan, Meryem’le ve onun bakireliği ile dalga geçen, Hıristiyanlarla İsa’yı haça germeyip, assalardı ipe mi tapacaktınız diye alay eden, Hıristiyan kilisesi ile tutuştuğu savaşta yüz binlerce insanını feda eden bu insanlar Hıristiyan;
-Haklarında ne kadar kaynak varsa hepsinde bunların Hıristiyanların ibadet için toplandıkları o yapıya yani kiliseye gitmeyi reddettikleri için katledildikleri yazılan bu insanlar kilise mensubu;
-Hıristiyan kilisesinin en büyük düşman ilan ettiği Silvanus (Pir Sultan) bir papaz.
-Ben de bir Hıristiyan misyoneriyim.
Onlar benim yazdıklarım arasından cımbızla cümleler çekip bu cümleler üzerinden gündem belirlemeye çalışıyorlar. Ben onlara diyorum ki; Benim ortaya koyduğum bir ‘Alevi tarih tezi’ var. Bu tez bir bütündür.
İnsanları çağdışı, ilkel ve kafatasçı dürtülerle ajite etmeyi bir tarafa bırakın. Yetmiş iki millete aynı nazarla bakmayı temel prensip sayan Alevileri bu türden söylemlerle tahrik edemezsiniz. Pir Sultan Abdal Türk olmaz ise kıyamet mi kopar. Ahmet Edip Harabi Ermeni değil mi? Hangi Alevi ona saygıda kusur ediyor.
Şia tarihini ve İslamiyet’in hilafet kavgalarını işte Aleviliğin tarihi budur diye önümüze konulduğu günleri gerilerde bıraktık. Bu devir kapandı. Bunun dışında gerçek Alevi tarihine ilişkin geliştirdiğiniz bir teziniz varsa getirin onu koyun meydana.
Aleviliğin geçmişine dair, ne buldunuz da ortaya çıkardınız?
Aleviliğin hangi karanlık noktasını aydınlattınız?
Çok bilindik hurafeleri derlemekten toplamaktan, yayınlamaktan başka ne yaptınız şimdiye kadar?
Sadede davet ediyorum sizleri. Eğer benim Alevi tarih tezimi eleştirecekseniz, esasa gelin.
Nasıl oluyor da, Anadolu’da, binlerce yıldan bu yana kuşaktan kuşağa ve kulaktan kulağa aktarılarak bugüne gelen Battal Gazi menakıp ve destanlarında anlatım bulan olaylar, Carbeas ve Chrysocheir dönemi Anadolu’sunda yaşanan tarihi olaylarla, hiçbir tereddüde yer bırakmayacak şekilde bire bir örtüşüyor?
Nasıl oluyor da Carbeas Ankara yakınında Mamak’ta yaşamını yitiriyor, tesadüfe bakın aynı savaşta ve aynı yerde ve aynı zamanda Hüseyin Gazi’de Hakka yürüyor.
Nasıl oluyor da Battal Gazi ile Chrysocheir aynı savaşa katılıp , aynı yerde ve aynı zamanda Hakk’a yürüyorlar mezarları bile aynı yerde oluyor. (Sakın ola ki bir Emevi komutanının hayat hikayesini Battal Gazi budur diye anlatmaya kalkmayın)
Nasıl oluyor da; Aleviler Carbeas’ı, Chrysocheir’i böylesine sahiplenip, bağırlarına basıyorlar. Seyitgazi degahı,Hüseyingazi tepesi Aleviler tarafından neden bu kadar kutsal sayılıyor?
Nasıl oluyor da on altıncı yüzyılda yaşadı dediğiniz Pir Sultan’ın bu yüzyılda yaşadığının bir kanıtını bulup ortaya koyamıyorsunuz. Yüz elli milyon Osmanlı belgesi arasından bir tane kayıt bulup çıkaramıyorsunuz?
Benim tezim ortada. Hayır, bu anlatılanlar doğru değil diyorsanız. Karşı tezinizi dinleyelim. Aydınlatın bizleri.
Erdoğan Çınar yalan söylüyor. Sizlerden duyalım. İşin doğrusunu sizler anlatın;
-Koçgiri konfederasyonunu oluşturan aşiretler anayurtlarını terk ederek İmranlı-Divriği bölgesine, tam da Paulikiyan’ların yaşadıkları ve devlet kurdukları bölgeye ne zaman geldiler ?
-Neden geldiler?
-Onları bir konfederasyon çatısı altında toplanmaya iten sebep neydi?
-Koçgiri adının kaynağı nedir? Bu konfederasyon neden bu isimle anılıyor?
-Daha önce Koçgiri’lilerin yaşadıkları bölgede, aynı şehirlerde, aynı köylerde yaşayan Bizans’ın ve Hıristiyan kilisesinin korkulu rüyası Paulikiyan’lara ne oldu, nereye gitti bu insanlar?
-Eğer Pir Sultan Abdal on altıncı yüzyılda yaşadı diyorsanız. Nerede bunun belgesi, kaydı?
Varsa belgeniz? Koyun şu belgeyi masanın üzerine herkes görsün. Tartışma bitsin.Erdoğan Çınar Pir Sultan’ı Ermeni yaptı, Yıldız dağı Şebinkarahisar’ın güneyinde kalmaz , gibi ipe sapa gelmez detaylarla akılları bulandırmayın. Yıldız dağı Şebinkarahisar’ın neresinde kalırsa kalsın, Pir Sultan Abdal’ın etnik kökeni ne olursa olsun, bu onun yaşadığı yüzyılı değiştirmez.
Geçmişimizi çaldınız.
Tarihimizi tarumar ettiniz.
Şimdi gerçeğe giden yola küçük bir ışık düştü.Tarihimizle tanışma, özümüzle kucaklaşma şansı yakaladık.
Ortalığı yıkıyorsunuz , skandal, skandal diye.
Yüzyıllardır Şia tarihini ve İslamiyet’in hilafet kavgalarını Alevi tarihi diye yutturdunuz bu millete. Aleviliğin köklerini Asya steplerine, Arap çöllerine taşıdınız. O yazdıklarınız skandal değil de benim yazdıklarım mı skandal?

Alın size bir skandal daha:
Açıkça söylüyorum; ‘ARAPLARIN BAYALİKA AVRUPALILARIN PAULİKİYAN OLARAK ADLANDIRDIKLARI İNSANLAR ASLINDA KOÇGİRİ’LİLERDİR.
Bence siz hiç vakit kaybetmeyin çökün bilgisayarlarınızın başına. Erdoğan Çınar bu sefer de Koçgiri’lileri Hıristiyan yaptı, diye sağa sola mesajlar göndermeye başlayın.
Tahrik edin Koçgiri’lileri.
Dersim’lileri zıvanadan çıkarın.
Aleviler’i ayaklandırın.
Cihat vaktidir. Din elden gidiyor çünkü.
Sonra üçünüz beşiniz bir araya gelin, bir kitap çıkarın. Kitabın kapağına da benim ismimi mutlaka yazın. Şöyle yukarılara bir yere kendi isimlerinizin de üstünde olsun ki göze batsın, satışa katkısı olsun.
Bu ekonomik kriz ortamında bir de matbaaya borç takmayın
Erdoğan ÇINAR
Dipnotlar
1) Bizanslı Hetetiklerin Tarihi- Bizans Dünyasında Hıristiyan Düalist Heretikler (650-1405), Yayına Hazırlayanlar Janet Hamilton-Bernard Hamilton-Barış Baysal, Kalkedon Yayınları, İstanbul, Mart 2010.
2) Age.

Aşiretten Cumhuriyet’e iki alevi örneği: varto ve koçgiri

Aşiretten Cumhuriyet’e iki alevi örneği: varto ve koçgiri


 


Erdal Gezik

Kaynak:Kirkbudak Dergisi 2005 Guz /Ankara
Sayfa:27-47

Çocukluğumun geçtiği Erzincan’daki evimizin oturma odasının bir duvarında Ali ve çocukları Hasan ile Hüseyin’in tasvir edildiği bir resim, diğer duvarında ise Cumhuriyet’in kurucusu Mustafa Kemal’in asker üniformasıyla çekilmiş bir portresi asılıydı. Resimler babam tarafından asılmıştı. Yaz ayları Dersim’den ziyaretimize gelen dedem ise, her seferinde Mustafa Kemal’in resmine baktığında başını sallardı. Babamı sevdiğinden dolayı onun fotoğrafını indirmediğini söylerdi. Neden indirmek istediğini ise anlatmazdı.

Ali ve çocuklarının resmi ise hiçbir zaman söz konusu olmadı. Onlar sanki aileden birileriymiş gibiydiler. Kış akşamları annem bizi çevresine topladığında sık sık iki konu hakkında bahsederdi: Kerbela’da Hasan ve Hüseyin’in yaşadıkları acılar ve 1938 yılında Dersim’de ‘bize’ yapılan zulüm. Bazen gözyaşlarını tutamayıp ağladığında, biz de onunla ağlardık. Kerbela’dan bu yana çektiğimiz acılar için.

Böylelikle odamızın iki duvarı, yetmişli yılların ortasında çocuk dünyamızı meşgul etmeye başlamıştı; Dersim’le ilgili duyduğumuz tüm aktarılanlardan sonra Mustafa Kemal’in evimizde asılı resmine nasıl bakmalıydık? Babama göre, o bizim kurtarıcımızdı; O olmasaydı, biz Alevilerin durumu hiç değişmeyecekti. Alevileri, Hasan-Hüseyin’den bu yana zulüm yapan Emevi sülalesinin baskılarından o kurtarmıştı. Annem ve dedem ise açıkça onun hakkında bahsetmezlerdi, ama tepkileri ve anlattıkları başka yönde düşünmemizi mecbur kılıyordu.

Yirmibeş yıl aradan sonra yine Erzincan’da bu soruyla meşgul bir ortama kulak misafiri oluyorum. Bir grup yaşlı adam, Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’le ilgili bir tartışma yapıyor. Onları dinlerken, çocukluğumdaki o resimler ve sohbetler gözlerimin önünden geçiyor. Konuşulanlar ne kadar tanıdık geliyor…

Konunun yalnızca günlük sohbetlerin ilgi odağı olmadığını biliyorum. Cumhuriyet ve Aleviler, ya da Mustafa Kemal ve Aleviler son onbeş yılın Alevi yazımını meşgul eden önemli meselelerden birisidir. Farklı yaklaşım ve tahlillerin yapıldığı, yoğun tartışma içeren bir konu. Değerlendirmeler, Alevilerin bir bütün olarak başından itibaren Mustafa Kemal’in ve Cumhuriyet fikrinin yanında olduklarından tam aksine Mustafa Kemal ve Cumhuriyet’in onlara yeni bir baskı ortamı getirdiği uçlar arasında gezinmektedir[1].

Aleviler ve Cumhuriyet arası ilişkilere bütünsel kavramlar aracılığıyla bakmak yerine, ilk dönemi esas alarak, farklı bölgeler açısından irdelemek daha yerinde olacaktır. Çünkü bilgilerimiz bir bütün olarak ‘taraftar’ veya ‘karşı’ bir Alevi tutumundan bahsedilemeyeceği yönündedir. Bu önveriden çıkarak Cumhuriyet’in kurulma aşamasında farklı tutum sergilemiş iki Alevi bölgesiyle bu makalede ilgilenilecektir. Birincisi, Cumhuriyet’in kurulma aşamasında onunla karşı karşıya gelen Koçgiri (Sivas); ikincisi ise, aynı dönemlerde Cumhuriyet’in yanında yer almış Varto (Muş) bölgesidir. Alevi Kürt aşiretlerinin yaşadığı bu bölgelerin, Cumhuriyet’le ilişkilerinin neden farklı bir hal aldığı sorusuna cevap verilmeye çalışılacaktır[2].


varto’lu Türkler - koçgiri’li Kürtler

Varto ve Koçgiri’de yaşanan olaylar bölge kökenli araştırmacıların da ilgi odağıdır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında hakim olan siyasi tercihler, bölge araştırmacıları tarafından da sürdürülmeye devam etmektedir. Konuya ilgi salt tarih tartışmasıyla sınırlı kalmamaktadır. Yaşanan olaylara yaklaşım, etnik tercihi doğrudan belirleyen önemli bir kritik noktadır.

Varto bölgesiyle ilgili yazan Mehmet Şerif Fırat, Mehmet Halit Fırat ve Burhan Kocadağ, bölgelerindeki gelişmeleri başından itibaren Alevilerin bilinçli bir tercihi olarak değerlendirmektedirler. Onlar, bu bilincin iki kaynağı olduğuna vurgu yaparlar: Cumhuriyetin kurucularının ilerici-aydın fikirleri ve bölgenin ve yeni liderlerin ‘Türk’ karakteri. Yazarlar bölge Alevilerinin Türk kökenli olduğunu ısrarla vurgularlar[3].

Koçgiri kökenli Mamo Baran, Evin Çiçek ve Ali Kendav gibi araştırmacılar ise, her iki konuda zıt görüş belirtirler. Onlara göre bölge Alevilerinin Kürt kökenli olmaları gelişmelerin belirleyicisi olmuştur. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başından itibaren bu kimliğe karşı uyguladıkları baskıcı siyaset, onları ayaklanmaya kadar götürmüştür. Sonraki yıllarda uygulanacak politikalar Koçgirili liderlerin haklılığını gösterecektir.

Her iki yaklaşımın, Cumhuriyet’in kurucularının 1918-23 arası taşıdıkları fikirlerle ilgili tespitleri kimi sorunlar taşıyor. Her şeyden önce Kemal ve arkadaşlarının bu dönemde ne ilericilik ne de Türkçülük adına açıkça ilan edilmiş programları vardı. Kemal, doğu bölgelerinde yaptığı propaganda da ‘İslam birliği’ ve ‘halifeliği savunma’ olgularını öne çıkartmaktaydı[4]. Anadolu’nun Yunan ve Ermeniler tarafında işgali onun bu propagandasını etkili kılmaktaydı. Ayrıca, Mustafa Kemal bu dönemde sürekli Türkler ve Kürtler’in birlikteliğine vurgu yapmaktan çekinmiyor, ileride Kürtler için bir otonomi olanağını açık tutuyordu[5]. O, Kürtlerin ayrılıkçı eğilimleri konusunda oldukça hassastı. Bu yüzden, Kürt faaliyetlerine karşı başından itibaren tedbir almayı ihmal etmediği kadar[6], Kürt ileri gelenlerini, Koçgiri liderleri de dahil, Ankara sürecine dahil etmekte de ısrarlıydı[7].

Kemal’in bu uyuşumcu siyaseti, 1923 sonrası yıllarda zamana yayılarak değişecekti. Bu yüzden, Vartolular’ın bu erken dönemde onun ilerici yanını; Koçgirililer’in ise onun aşırı Türk milliyetçisi olduğunu görmüş olup, tutumlarını buna göre belirledikleri yorumu tartışmalıdır. Her iki konuda da veriler ve tahminler olsa da, bölge Alevilerini harekete geçirecek kadar etkili olmaları zayıf görünmektedir; çünkü farklı seçimleri belirleyecek nedenler, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya gelişinden önce başlamıştı.


alevi kürtler

Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde Anadolu kırsalında yaşayan Aleviler, iki dinsel merkeze sahipti. Birincisi Hacı Bektaş tekkesi, diğeri ise Dersim (bugünkü Tunceli) bölgesi idi.

Geçmişi 14. yüzyıla kadar giden Hacı Bektaş tekkesinin, doğu bölgeleri hariç Anadolu Alevileri için önemli bir yeri vardı. Bu merkezden kırsal bölgelerdeki Alevilerin büyük bölümü yerel ‘dedeler’ aracılığıyla yönetilmekteydi. Tekke’den buralara yapılan yıllık ziyaretlerle ilişkiler pekiştirilmekteydi. Bektaşi tekkesinin sahip olduğu geniş taraftar ağını yaratmasında, onun Osmanlı merkeziyle olan ilişkileri belirleyici olmuştu. Kurulduğu geç Orta Çağ’dan, kısa bir dönem için kapatıldığı 1826 yılına kadar, bu ilişki yalnızca 16. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı – Safavi savaşları süresinde kırılma noktasına gelmişti. Osmanlı’nın Şii Safavilerle yaşadığı sürtüşmelerin bedelini Anadolu’daki Aleviler ödedi. Osmanlılar, Safaviler’le işbirliği içinde olan Alevilere karşı sert tedbirlere başvurmuştu.

İmparatorluk açısından bakıldığında tekke, Anadolu’daki aykırı Türkmen aşiretlerini kontrol etmek için bir araçtı. Aşiretler açısından ise, kendileriyle aynı inancı taşıyan bu tekkeye bağlı olmak, merkezi baskıdan korunmak için bir kapıydı. Bu yüzden, tekke, aşırı aykırı düşüncelerin sızması ve İran tehdidine karşı ‘gözetim’ altında tutuldu[8]. Her iki ihtimalin giderek ortadan kalktığı ve Alevilerin politik merkezlerden uzak, kırsal alanlara uzun süren geri çekilişleri, tekkenin aracı işlevini bir derece azalttı. Bu yüzden onun 1826 yılında kapatılması, Alevi nüfusun şüpheli faaliyetleri yüzünden değil, kuruluşundan bu yana kendisine bağlanan Yeniçeri Ocakları’yla ilişkilerinden dolayı idi. 19. yüzyılın ilk yarısında yürürlüğe konulan reformların uzantısında bu birlikler ortadan kaldırıldığında, tekke de onlarla ruhani ilişkilerinden dolayı payını almıştı.

Bektaşi tekkesinin etkili olmadığı doğu bölgelerindeki Aleviler için ise merkez, dağlarla çevrili Dersim bölgesiydi. Burada dini merkez bir tekke etrafında değil, kendilerini Ali soyuna bağlayan ve ‘Seyit’ unvanı taşıyan kutsal aileler çevresinde örgütlenmişti. Bölgedeki aşiretler için inancın ruhani merkezlerini bu aileler oluşturuyordu. Bölgenin bir Kürt beyliği olarak imparatorluktan aldığı özerklik, merkezi yönetimin uzun süre bölgeye olan ilgisizliği ve aşiret sisteminin ayakta durması, yakın bir zamana kadar idarenin denetiminden uzak yaşamasını sağlamıştı. Bu da bölgede çalışma yapan seyitlerin faaliyetlerini sürdürmelerini kolaylaştırmıştı.

Bu ailelerden en önemli olan Ağuçan, Derviş Cemal, Kureyş ve Baba Mansur Seyitleri aşiretleri karmaşık bir sistemle kendilerine bağlamışlardı. Aşiretlerle kurulan ruhani ilişki kalıtsal olarak kabul gördüğünden, kuşaklar ve bölgesel dağılımdan etkilenmemişti. Nitekim, Dersim yöresinden 17. yüzyıldan itibaren Sivas, Malatya, Maraş, Muş, Erzincan ve Erzurum gibi illere dağılan aşiretler, ilişkinin aksaması değil genişlemesini sağlamıştı. Aşiretlerle birlikte onlar da göçlere katılmış, ya da Seyit ailelerinin üyeleri Dersim’den bu bölgelere yaptıkları yıllık ziyaretleriyle ilişkilerin sürmesini sağlamışlardı.

Seyitler, Dersim aşiretleriyle birlikte çevre illere yayılmalarına rağmen, taraftarları arasına Kürt aşiretlerin dışında başka etnik kimlikleri dahil edemediler. Onlar, zaman içerisinde bu aşiretlerin özelliklerini almadan da kendilerini kurtaramadılar. Seyit aileleri, tıpkı aşiretler gibi, iki düzeyde iç farklılık gösterirler: Birincisi, onlar gibi kendi içlerinde ve aralarında ailesel bazda bölünmüş olmak; ikincisi, yine aşiretler gibi Zazaca ve Kurmanci olmak üzere iki dil konuşuyor olmak. Bu faktörler, onların çalışma alanlarını sınırlamakta ve kendi içlerinde bir merkezin çıkmasını engellemekteydi[9].

İmparatorluğun Balkanlar ve Orta-Doğu’da toprak kaybı, Anadolu’nun, dolayısıyla Alevilerin birçok yönden daha fazla dikkatleri çekmesine neden oldu. Merkezi idarenin Alevilere artan müdahalesi beraberinde farklı tepkileri getirdi. Bektaşi tekkesinde bu süreç 1826’da, Dersimlilerde ise 1860’larda bölgenin son beyi Şah Hüseyin’in Dersim’den sürülmesiyle başladı.

Bektaşiler, tekkenin kapatılmasından sonra, 19. yüzyılın son çeyreğinde yeniden toparlanıp, daha fazla politik gelişmelere dahil oldular. Osmanlı’nın son döneminde onun modernleşmesi için faaliyet gösteren kuruluşlar içerisinde onlar da yer aldılar. Bu çabaların sonucu olarak 1908 yılında iktidarı ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin (İTC) üyeleri arasında da vardılar[10]. Bu destek, tarikatın etkili olduğu -tıpkı İTC’nin kendisi gibi- Balkan ve Trakya’daki taraftarlarıyla sınırlı değildi. Bektaşi tekkesinin sorumluları Anadolu’da Aleviler arasında İTC için destek arayışlarına katıldı. İTC’nin Türk milliyetçiliğine kayması ve yine İTC’nin bir uzantısı olarak çıkacak Kemalist hareketin aşırı merkeziyetçi ve seküler girişimlerini, tekkenin ne derecede benimsediği hakkında açık veriler olmasa da, 1908-25 arası Bektaşi liderleri iktidar sahipleriyle ilişkilerine devam edeceklerdi. 1926 yılında tarikatların yasaklanmasıyla kendi tekkelerine ikinci kez kilit vurulduğunda, bunun doğru bir karar olduğunu beyan edecek kadar Ankara’nın yanındaydılar[11].

Dersimli Alevilerin yeni dönemde Bektaşiler kadar başarılı oldukları söylenemez. Şah Hüseyin sonrası bölgeleri kargaşaya sürüklenmişti. Bölgenin güçlü aşiret yapısı ve dini düzeyde aileler bazında bölünmüşlüğü, ortak siyaset oluşturmalarının önünde büyüyen bir engel oldu. Bu yüzden 1920’lere kadar olan süreçte, bölgenin, periyotlarla kendi içinde olduğu kadar değişik nedenlerden ötürü yönetimle şiddetli çatışmalar yaşadığını görmekteyiz[12].

Dönem boyunca iktidar merkezleriyle ilişki kurma girişimleri de oldu. Sultan Hamit’in bölge aşiretlerini silahlı birliklere dönüştürmek için kurduğu Aşiret Alayları’na, (‘Hamidiye Alayları’ olarak da tanındı) Dersimli aşiretler de ilgi gösterdi. Bölgeye karşı duyulan güvensizlikten dolayı onlar kabul edilmediler[13]. Buna rağmen birliklere subay yetiştirmek için İstanbul’da kurulan ‘Aşiret Mektebleri’ne Dersimliler’in dahil olmasına müsaade edildi[14]. Yine 1. Dünya Savaşı dönemi boyunca Osmanlı cephesine dönem dönem Dersimli aşiretler de destek verdiler[15]. Ayrıca 1918 sonrası Mustafa Kemal’in karşısında olduğu kadar yanında da Dersimliler olacaktı.

Buna rağmen bölge aşiretleri genelde yönetime karşı oluşlarıyla tanındılar. Bu yüzden onların yanaşma çabaları şüpheyle değerlendirildi. Kritik bir dönemde ‘Kürt ulusalcılığı’ adına isyan eden Koçgiri bunun önemli bir kanıtı oldu[16]. Dersim ve çevresindeki Alevi aşiretlerin başarısız çabalarını açıklık getirmek için iki konuyu biraz daha irdelemek gerekiyor.


aşiretçilik, alevilik ve milliyetçilik

Dersimli aşiretlerin gelişen milliyetçilikler arasında bir bütün ‘taraf’ olamamalarını engelleyen iki faktör vardı: İlki onların Alevi, ikincisi ise aşiret yapılarının özellikleriyle alakalıdır.

Şiilik, tasavvuf ve tarikatçı geleneğin buluşmasının popüler bir varyantı olan bölge Aleviliği, geç Orta Çağ’dan itibaren Seyit aileleri aracılığıyla aşiretler üzerinde etkili olmaya başladı. Barındırdığı özellikler, gelişmeler karşısında onların girişimci ve bütünleştirici olmalarını engellemekteydi.

Şii akımına mensup olmalarından dolayı sahip oldukları İmam merkezli anlayışları gereğince, en önemli politik istemleri halifeliğin İmam soyunu temsil edenlere verilmesi oldu[17]. Bu da onları Sunni halifelerle karşı karşıya getirmekteydi. 16. yüzyılın başlarında Şah İsmail’in başarısız girişimi, taraftarları olan toplumun uzun süre merkezi iktidardan uzak yaşaması ve bölgede aşiretler üzerinde kurdukları göreceli iktidarları onların bu hedefini geri plana itti. Yerine konumlarının kabullenmesiyle sınırlı bir siyaset sürdürdüler[18].

Bunun yanı sıra sahip oldukları tasavvuf düşüncesi de 20. yüzyılda boy gösteren milliyetçi hareketlere mesafeli olmalarına neden oldu. Tasavvuf düşüncesinde hakim olan sevgi söylemi onları hümanistleştiren önemli bir etkendi. Özünde tüm toplumlara eşit bakan, adaletsiz ve eşitsiz dünya düzenine karşı çıkan bu söylem, onlara adaletsiz iktidardan uzak durmalarını da öğütlüyordu[19].

Diğer yandan, sahip oldukları ‘tarikat’ anlayışlarıyla bu ikilemler örtüşmekteydi. Tarikat fikri, Tanrı’yla yeniden bütünleşmek için öngördükleri dört aşamalı anlayışlarının ikincisini temsil etmekteydi. Karşıtları olan Sunnileri –tıpkı kutsal kitaba bağlı Hıristiyan ve Yahudileri de gördükleri gibi- bu aşamaların ilk basamağını temsil eden ‘şeriat’ kapısında değerlendirdiklerinden, ruhani düzeyde kendilerinden bir derece düşük görmekteydiler. Bu yaklaşım onlara farklı olduklarını söylüyor ve farklı da davranmaları gerektiğini öğütlüyordu. Düşünsel olarak Sunnilerin taklit edilmesini olanak sunmayan bu anlayış, 20. yüzyılda bölgede gelişen ırkın farklılığını esas alan iktidar amaçlı ‘milli’ söylemlerle mesafeli olmalarının diğer bir nedeniydi.

Yapılarındaki bu olgular onların gelişmeler karşısında pasif bir tutum içerisine girmelerine neden olurken[20], taraftarları olan aşiretlerin de dünyasını büyük oluşumlara kapatan farklı etkenler vardı.

Aşiretler için her şeyden önce aşiret için düşünmek, onun değerlerine ve reisine bağlı kalmak temel güdüydü. Hayatta kalmak ve müdahalelere karşı kendini savunmak için bu şarttı. Altmıştan fazla aşiret ve tayfanın yaşadığı bölgede, bu temel prensip tersten de formüle edilebilirdi: “kendi pozisyonunu korumak için ötekinin yükselmesine fırsat vermemek”. Sınırlı ekonomik olanakların olduğu, güç merkezlerinden uzak bu bölgede bu güdü sürekli sınanmakta, değişen ittifaklara ve sürtüşmelere yol açmaktaydı. Değişen birliktelikler ve çatışmalar içinde tek değişmeyen, ‘düşmanın düşmanının dostluğu’ kuralıydı -bu temelde kurulan ittifakların ne kadar göreceli ve kısa ömürlü olabileceği ise bilinmekteydi[21].

Yükselmek için ekonomik olanakların sınırlı olduğu Dersim’de, öne çıkmanın yine de kimi yolları vardı. Bunlardan ilki şiddet kullanma derecesine bağlıydı. Bu da çoğu zaman aşiretin nüfusu ve coğrafi konumuyla ilgiliydi. Dağlık bölgelerde yaşayan, sınırlı düzeyde tarımcılık yapan aşiretler şiddete en fazla başvuran ve en tecrübeli olanlardı. Onlar, eksik üretimlerini yaptıkları talanlarla telafi etmeye çalışıyorlardı. Yaşadıkları dağlık alanlar da onları karşı saldırılara karşı koruyordu. Osmanlı denetiminin zayıf olduğu dönemlerde çoğu kez Dersim dışında yaptıkları talancılıkla geçimlerini sağlıyor ve zenginleşebiliyorlardı. Bunun bir sonucu olan nüfus artışı, yayılmayı ve toprak işgallerini de beraberinde getirmekteydi. Aşiretlerin Dersim dışına göçlerinin önemli nedenlerinden biri buydu. Cumhuriyet’le birlikte Dersim çevresinde sağlanan denetimlerle bu aşiretler de talanlarını içe yöneltmeye başladılar. Bu da iç çatışmaların artması ve daha fazla bölünmeyi beraberinde getirdi[22].

Aşiretlerin ikinci yükselme aracı ise politik merkezle kurdukları ilişkiler olabiliyordu. Bu yönteme başvuranlar da çoğu kez şiddet uygulamaktan göreceli olarak uzak duran, ya da dağlı aşiretlerin istilası altında olan ova aşiretleriydi. Osmanlı’nın bölgeye sınırlı ilgisi uzun dönem bu aracı etkili kılmamıştı. Yönetim bölge temsilini bir beyle sınırlandırmış ve aşiretlerle kendisi arasındaki aracılığı ona bırakmıştı. Bu beylerden sonuncusu olan Şah Hüseyin’in görevine son verildiğinde, ortaya yeni bir durum çıktı. Bölgede etkili olmak isteyen yönetim, yeni aracılar yaratmak için girişimlere başladı.

Önceki sayfalarda belirtildiği gibi, 1890’ların başlarında Hamidiye birlikleri uzantısında kurulan Aşiret Mektebleri’ne Dersimli aşiretlerin katılımına sınırlı ölçüde müsaade edilmişti. Bu mekteplere alınanlar arasında Ferhadan ve Karabalan gibi Hozat aşiretlerinin çocukları vardı. Seçim tesadüf değildi. Dersim’in idari merkezi konumundaki Hozat, Abbasan ve Qozu (Koç Uşağı) gibi aşiretlerin silahlı tehdidi altında yaşanmaktaydı. Bunu da en fazla hisseden Karabalan ve Ferhadan gibi şiddete göreceli uzak olan ova aşiretlerdi[23].

Siyasi otoriteyle yapılan bu işbirliği, Abbasan ve Qozu aşiretlerine karşı konumlarını güçlendirmek için yapılmış bir girişimden başka bir şey değildi. Bu işbirliğinin ebedi olmadığını da taraflar bilmekteydi. Sonradan Mustafa Kemal’in yanında yer alarak ünlenecek Diyap Ağa bu dönemi en iyi yansıtan kişilerdendir. Ferhadan aşireti üyesi olarak 1900’ların başında Aşiret Mektebi’nde okudu. Buna rağmen 1908 ve 1916’da Dersim’de patlak veren isyanların liderlerinden birisi de o idi[24]. 1920’de Ankara’da Birinci Meclis’e Dersim mebusu olarak girdi ve ‘biz buraya ölmek için geldik’ diyerek Ankara’yı İstanbul’a karşı savunmakta ısrarlı olduğunu gösterdi[25]. 1925 yılında ise, Şeyh Sait isyanın ilk dönem başarılarından etkilenerek, aşiretlerle toplantı yapıp isyan etmeyi planlayan kişi oldu[26]. Sait taraftarları yenilgi aldıklarında da, hızla devlete bağlılığını bildirmekte gecikmedi[27]. Bir başka örnek ise Karabal aşireti üyesi Hasan Hayri’ydi. O, 1890’larda kurulan aşiret mekteblerinde okumuş bir subaydı. 1916 yılında bölgesinin isyana katılmaması için büyük çabalar harcadı[28]. İlk Ankara Meclisi’nde yer aldı ve onun Kürt ve Türk birliğini temsil ettiğini yüksek sesle bildirdi. Buna rağmen 1925 Şeyh Sait isyanıyla alakalandırıldı ve asılmaktan kurtulamadı[29].

Bu dönemde adı geçen Erzincan – Pülümür aşiretlerinden Balabanlar da ilgiye değerdir. Onlar, bölgenin lideri konumundaki Çarekan aşireti karşısında güç olabilmek için, Sultan Abdülhamit’i beklemek zorundaydılar. Bölgenin son beyi Şah Hüseyin bir Çarekan üyesiydi. O tarih sahnesinden çekildikten sonra, ailenin gücünü kırmak için yönetim Şah Hüseyin’in oğullarını Erzincan’a yerleştirmiş ve kendilerine daha az itibarlı mevkiler vermişti. Oğulları bunu kabul etmiş ve böylece Çarekanların bölge aşiretleri üzerindeki etkisinin kırılma süreci başlamıştı. Sultan Abdulhamit’in siyaseti sayesinde, Çarekanların ezeli karşıtları Balabanlar da ilk defa Sarayın desteğini aldılar. Liderleri Gül Ağa da artık Paşa olanlar arasındaydı. Görevine sadıklığı, 1. Dünya Savaşı dönemince ağır kayıplar veren nadir Alevi aşiretlerinden birisi olmasına neden oldu. Osmanlı ordusuyla çatışmalara katıldığı için Erzincan’ı ele geçiren Rus ve Ermeni birliklerinin baskılarından kurtulmak için aşiretiyle Malatya’ya göç etmek zorunda kaldı. Balabanlar ciddi sıkıntılar yaşadılar[30]. Gül Ağa savaş sonrası aşiretiyle topraklarına döndüğünde Kürtçü eğilimler gösterdi. Koçgiri liderlerinden Alişan Bey onunla görüştüğünde, ‘hani toplarınız nerede’ diye isyanın başarısıyla ilgili şüphelerini dile getirdi. Balaban reisleri 1920’de uluslararası kurumlara ‘Kürtler adına’ telgraflar çekip, Türklerle Kürtlerin birlikteliğini bildirenler arasında yer aldılar[31]. Bu onların son siyasal eylemleri oldu. Sonraki yıllarda Balabanlardan bir daha bahsedilmeyecekti.

Aşiretlerin politik oyunları, geleneksel Dersim toplumunun dağıtıldığı 1938 yılına kadar devam etti. Oyunun kurallarının 1920’den sonra değiştiğini, daha doğrusu Ankara’nın İstanbul olmadığını geç fark edeceklerdi. Ne gariptir ki, farklı açılardan bu değişimin ilk belirtileriyle karşılaşacaklar yine de Varto ve Koçgiri gibi Alevi aşiretlerin yaşadığı sınır bölgeler olacaktı.


varto

Muş ilinin kuzey batısındaki bu küçük yerleşim yerinin ünü ve hikayesi 1925 yılında Şeyh Sait liderliğinde yapılan Kürt isyanının ilk örgütleyicisi olan Cibranlı Halit Bey’den kaynaklanır. Halit Bey, adının da ifade ettiği gibi Cibranlı aşiretinin üyesidir. Cibranlılar, Muş- Erzurum hattında yaşayan yarı göçebe bir aşirettir. Sunni inancından olan Cibranlılar, bölgedeki diğer Sunni aşiretler gibi aşırı muhafazakarlığıyla bilinen Nakşibendi tarikatına bağlıdırlar.

Cibranlılar bölgede diğer aşiretlere uyguladıkları şiddetle tanındılar. Sultan Abdulhamit’in bölgede gelişen Ermeni istemlerine karşı itaatsiz aşiretlerden faydalanmak için kurduğu Hamidiye Alaylarına, Cibranlıları da dahil etmesi onları daha güçlü bir konuma getirdi. Halit Bey bu süreçte İstanbul’da Aşiret Mektebi’nde okudu ve 1. Dünya Savaşı’na aşiretinin başında subay olarak katıldı. Cesaretli ve yetenekli bir asker olarak tanındı. Cibranlılar Hamidiye Alayı olarak yalnızca Osmanlı adına savaşlara katılmadılar, yeni konum ve donanımlarıyla aşiretler üzerindeki baskı ve talanlarına da devam ettiler. Hamidiye Alayları’na dahil olmayan bütün aşiretler gibi Varto’da yaşayan Alevi aşiretler de bundan payını aldı[32].

1918’de birliklerin kurucusu Abdulhamit ve onun İmparatorluğu yenildiğinde, Cibranlı Halit de hızla yeni arayışlara girdi. Kendisini kısa zamanda Kürt siyasetinin içinde buldu ve 1919 yılında bölgede Kürt devleti için çalışmalara başladı. Hazırlıkları için ilk çaldığı kapılardan birisi, kısa bir zaman öncesine kadar baskı altında tutmaya çalıştığı bölgedeki Alevi aşiretleri oldu. 1919 yılının sonlarında Karaç köyünde onlara, temsilcisi Binbaşı Kasım aracılığıyla fikirlerini aktardı.

Halit, Alevi ve Sunnilerin bir ırktan geldiğini, bağımsızlıklarını almak için birlikte çalışmak gerektiğini ve bu çabanın da uluslararası desteğe sahip olduğunu aktarmaktaydı. Alevi aşiretlerinin Hamit’in temsilcisine verdikleri cevap kısaydı: “Bizler öteden beri sizlerden ayrı bir zihniyetle yaşamış ve bu uğurda da hesapsız kurban vermiş kimseleriz. Bu işte sizinle birleşmeyiz ve Mustafa Kemal’in doğru yolda olduğunu da Hacı Bektaş Veli önderimizden gelen Delil’ler bizlere anlatmışlardır”[33].

Halit buna rağmen çalışmalarına devam etti. 1925’te Şeyh Said isyanıyla son bulacak bu hazırlıklar için Azadi örgütünü kuranlar arasında yer aldı. İsyanı fiilen kendisi yönetemedi. O ve onun gibi asker kökenli arkadaşları 1924 yılının sonbaharında Beytüşşebap’ta yaşanan olaylardan dolayı tutuklandı. O, bundan kısa bir süre sonra da Bitlis’te asıldı. Cibranlı Halit ve arkadaşlarının tutuklanmasından sonra Azadi örgütünün sorumluluğu Şeyh Sait ve yakınındaki diğer Şeyhlere kaldı. Onların liderliğinde isyan hazırlıkları devam ettiğinde, bölge Alevilerinin 1919 yılında ifade ettikleri şüpheleri gerçekleşmiş oldu.

Alevilerin, Muhafazakar Nakşibendi Şeyhlerinin yürüttüğü bir isyana destek vermeleri mümkün değildi; çünkü, belirttikleri gibi, başarıya ulaştıkları takdirde kendilerini iyi bir gelecek beklemiyordu. İsyanın karşısında durmaktan bu yüzden çekinmediler. 1925 yılının ilkbaharında isyan süresi boyunca yer yer onlarla çatıştılar[34].


koçgiri

Cibranlı Halit’le aynı zamanda Kürt siyasetine dahil olan Alevi kökenli Kürtler de vardı. Bunlar Sivas’ın Koçgiri bölgesinde yaşıyorlardı. Koçgirililer isyanlarını organize etmekte Halit’den daha başarılı oldular -her ne kadar başarısızlık konusunda aynı kaderi paylaşsalar da. Koçgirili liderler 1920’nin temmuzunda ilk çatışmalarını yaşadılar. 1921 yılının yaz mevsimine kadar sürecek olaylar esnasında karşılarında yeni iktidar merkezi Ankara’yı ve ona bağlı güvenlik kuvvetlerini buldular.

Sivas - Erzincan arası yayılmış Koçgirililer, kalabalık nüfuslarıyla, bölgede en etkili aşiretti[35]. Aşiretin etkisini artıran başka bir faktör de, onların Dersim bölgesiyle olan güçlü ilişkileriydi. Koçgirililer kendilerini Batı Dersim’in yerlileri olan Şeyh Hasan aşiretlerine bağlarlardı. 20. yüzyılın ilk çeyreğine kadar da canlı kalan bu ilişki, ancak Cumhuriyet’in bölge üzerindeki kontrolünün artmasıyla yok olacaktı[36].

Koçgirililer isyan hazırlıklarını yaptıklarında kendilerine diğer Alevi Kürt aşiretlerin, özellikle Dersim bölgesinin ve sonra Sunni Kürtlerin yardımda bulunacağına inandılar. Beklentileri büyük çapta gerçekleşmedi. Yalnızca sınırlı bir Dersimli grubu onlara destek sundu; Alevilerin büyük bölümü ve Sunni Kürtlerin tümü onlardan uzak durmayı tercih etti; aynı dönemde kendi bölgesinde isyan hazırlıkları yapan Cibranlı Halit de.

Koçgiri isyanı Türkiye tarihinin önemli bir dönüm noktasında gerçekleşti. Küçük bir bölgeyi ve grubu aşmasa dahi, üzerinde durulması gereken bir isyandır bu. Her şeyden önce o, Alevilerin Anadolu’da uzun bir süreden sonra gerçekleştirdikleri ilk politik eylemdi. İkinci olarak, 1918 sonrası Türkiye’sinde Kürtler adına yapılmış ve açık ulusal hedefleri olan ilk isyandı.

Koçgiri, o tarihe kadar hiç bir olayda adı geçmeyen, aksine yerleşik ve barışçıl aşiretlerin yaşadığı bir bölge olarak biliniyordu. Koçgiri’nin, bu ilklere imzasını atacak kadar değişmesine neler sebep olmuştu?

1910’larda bölgede bulunmuş, gezmiş İngiliz Mark Sykes onları şöyle tanımlıyordu: ‘Bu insanlar farklı ve belirgin özellikleri olan bir ırktandırlar; şimdiye kadar karşılaştığım, Dürziler ve Maltyalı Sinemelliler dışında hiç bir topluma benzemiyorlar. Uzun boylu, yakışıklı ve iri yapılı tipleriyle antik çağdakilerin Jupiter Olimpos’o atfettikleri özellikleri yansıtıyorlar: dolgun dudaklı, uzun, geniş ve ipeğimsi sakal; kartal ama ince şekilli burun; büyük, siyah ve yumuşak gözler; düzgün kaşlar, yüksek ve geniş alın. Geleneklerinde aşırı derecede terbiyeli, fevkalade nazikler. Konuşma tarzlarında ise uysaldırlar. İnançları Şiiliğin ilerlemiş biçimi, dilleri ise kendine has ve Kürtçe’nin anlaşılmaz bir lehçesidir; ne Dersimliler, ne Diyarbakırlılar ve ne de Baban Kürtleri tarafından anlaşılır. Kökenlerini Dersim’e bağlıyorlar; eski zamanlarda buradan sürüldüklerine inanıyorlar’[37].

İşte hiç beklenmedik şekilde bu uysal Aleviler 1920’de Kürtler adına Ankara hükümetine karşı isyana kalkmışlardı.

Onların da hikayeleri, dönemin diğer öne çıkan Kürtleri gibi, Sultan Abdulhamit’le başlar. Sultan Abdulhamit’in ‘Paşa’ ilan ettiği kişiler arasında, Koçgiri aşiretinin lideri Mustafa Bey de yeraldı. Mustafa Bey, böylelikle bölgesel siyasette ‘Mustafa Paşa’ olarak meşru bir konum kazanmış oldu. 1900’ların başlarında erken ölümü aşiretin liderliğinin genç oğulları Alişan ve Haydar Bey’e geçmesine neden oldu[38]. Mustafa Paşa’nın eğitimli çocukları babalarından yalnız konumlarını değil, aynı zamanda ona katiplik yapmış Alişer’i de devraldılar. Böylelikle babaları öldüğünde henüz 16 yaşlarında olan bu genç aşiret liderlerinin gelişiminde sonradan ‘Alişer Efendi’ namıyla tanınacak kişinin belirleyici bir konumu oldu[39].

Sykes’ın kendine has olarak tanımladığı Koçgirililerin belki en has üyesi de Alişer idi. Onun hakkındaki dağınık bilgilere göre, 1882 yılında Koçgiri’de Şeyh Hasanlı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İyi bir eğitim aldı ve genç yaşta Mustafa Paşa’nın danışmanı oldu. Türkçe, Kurmanci ve Zazaca dışında Rusça ve Ermenice bildiği de aktarılar. Güçlü bir propogandacı olan Alişer aynı zamanda şiirleriyle tanınır. Alevi motifleri ve bölgenin tarihini işlediği şiirlerinde muhalif ve Dersimci bir ruh hakimdi. 1921 yılında Koçgiri yenilgisinden 1937 yılında öldürülmesine kadar Dersimli lider Seyit Rıza’nın yanında kaldı. Alişer, ömrünün sonuna kadar tüm girişimlere rağmen teslim olmaya da, Ankara’ya olan muhalefetinden vazgeçmeye de yanaşmadı[40].

Alişer’in politik çalışmaları hakkında ilk bilgiler 1. Dünya Savaşı süresince gelir. Erzincan’da Rus ve Ermeni birlikleriyle görüşmeler yapar. Bölgedeki kargaşadan faydalanıp, Ruslardan aldığı silahları Dersimli aşiretlere aktarır. 1918 sonrası İstanbul’da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti ile ilişki kurar. Koçgiri aşiret reisleri Alişan ve Haydar Beyi de çalışmalarının içine çeker. Çalışmalarına ayrıca kendisi gibi bir Kürt ulusalcısı olan Batı Dersim kökenli Nuri de dahil olur. Nuri, Kürdistan Teali Cemiyeti’nin (KTC) Kürt bölgelerinde örgütlenme kararı doğrultusunda Koçgiri’ye gelmişti[41]. 1920 yılında imzalanan Sevr Antlaşması –ki bu antlaşma bölgede bir Kürt devletinin kurulmasını öngörmekteydi- Nuri’nin çalışmalarının hızlanmasına neden oldu. KTC ile ilişkiler 1920 yılında koptuysa da[42], onlar isyan hazırlıklarına devam ettiler.

Planlanlarına göre, isyana Dersim’in katılacağı kesindi. Dersim’in katılması diğer Kürt bölgelerini de teşvik edecekti. Alişer bu yüzden sürekli Dersim’le ilişki halinde oldu. İsyan başladığında ise bizzat çatışmaları yönetenler arasındaydı[43]. Dersim’den bekledikleri desteğin gelmemesiyle, isyan başladığı hızla bitti.

Bu kısa süren, fakat bir o kadar ilginç olan isyan, yalnız Alişer’in çabalarına bağlanabilir mi? Alişer’in işini kolaylaştıran başka faktörlere daha değinmek gerekiyor.

iki dersim

Her iki bölgedeki aşiretlerin Dersim kökenli oldukları ve işlenilen tarihe kadar da Dersim’le ilişkilerini canlı tuttukları belirtilmişti. Yine de arada önemli bir fark vardı. Koçgirililer Batı Dersim aşiret birliğine, Varto aşiretleri ise Doğu Dersim’deki aşiretlerden birisine bağlıydılar.

Geleneksel Dersim, Batı ve Doğu olmak üzere iki gruba ayrılır. Batı Dersimli’lerin büyük bölümü Şeyh Hasanlar olarak bilinirler. Şeyh Hasanlar, yirmiden fazla aşiretin oluşturduğu bir konfederasyondur. Şey Hasanların reisleri, bölgenin son muhalif liderlerinden Seyit Rıza’nın bağlı olduğu Yukarı Abbasan aşiretinden çıkardı. Dersim’in idari merkezi Hozat olmasından dolayı, siyasi gelişmelere daha fazla katılım gösteren bir topluluktu.

1890’lara kadar birlikteliklerini koruyan Şeyh Hasanlar İmparatorluğa karşıtlıklarıyla tanındılar[44]. Bu yüzden, yönetimin daha fazla ilgisini çektiler. Abdulhamit’in aşiret mekteblerine aldığı kişiler buradan çıktı ve yine paşalık unvanları vererek yönetime bağlamak için şahıslar -Koçgiri örneğinde olduğu gibi- buralardan seçildi. Abdulhamit yönetimiyle ilişkilerin bu boyutunu yaşayan bölge Alevileri belki bundan dolayı, tıpkı Hamidiye Birliklerine dahil olan Sunni Kürt aşiretlerinde olduğu gibi, 1918 sonrası mevkilerini kaybedecekleri tereddüdünü yaşadılar. Bu yüzden Alişer, 1920 yılında Batı Dersim’de ‘hilafet ordusu müfettişi’ unvanıyla dolaşıyor ve yaptığı konuşmalarda, Mustafa Kemal’i Padişah’tan habersiz işler yapmakla suçluyordu[45].

Koçgirililer böyle bir bölgeyle organik ilişkisi olan ve desteğini alan bir topluluktu. Tıpkı Şeyh Hasanlar gibi onlar da değişik tayfalardan oluşmuşlardı. Koçgiri liderleri İbolar olarak bilinen tayfadan çıkardı. Bölgedeki diğer Alevi Kürt aşiretleriyle (Şadilli, İzol, Canbegan, Germiyan, Çarekan) karşılaştıramayacak kadar kalabalık nüfusa sahiptiler. Batı Dersimden aldıkları desteğin yanı sıra, Abdülhamit’in verdiği statü, onları bölgenin tek yöneticisi durumuna getirdi.

Yanı sıra Koçgiri ekonomik açıdan daha iyi bir konumdaydı. Bu yüzden, Dersim’de yaşanan aşiret çatışmaları ve çekişmelerine daha uzak konumdaydılar. Bu da Koçgiri aşiretinin liderliğinin diğer aşiretler tarafından tanınmasını kolaylaştırmaktaydı. Dolayısıyla Koçgiri aşiret liderlerini etkilemek bölgeyi yönlendirmek için yeterliydi. Bunun için de Alişer’in konumundan daha iyi bir konum olamazdı; çünkü, Koçgiri aşiret reisleri bizzat onun yanında yetişmişlerdi.

Abdulhamit’in siyasetinden kısmen faydalanan Koçgiri ve Batı-Dersim aşiretlerinin aksine, Varto bölgesi aşiretleri (Hormek, Lolan, Çarekan, Abdalan) tıpkı bağlı oldukları Doğu Dersim aşiretleri gibi göreceli olarak idari merkezlere uzaktılar. Ayrıca Varto aşiretleri Doğu Dersim’deki gibi bir aşiretler üstü formasyona sahip değildiler. Her birinin Dersim’le ilişkisi büyük oranda kendi aşiretleriyle sınırlıydı. Ekonomik olanakların da sınırlı olması, bu bölgede çekirdek aşiretçiliği ayakta tutan başka bir faktördü. Bu yüzden aşiretler arası sürtüşmelerin zemini her zaman hazırdı. 1. Dünya Savaşı’nın bölgeye yıkıcı etkileri, bu sürtüşmeleri daha da derinleştirecek bir temel attı. Varto Alevilerinin bu yapıları, Sunni Cibranlılar’ın baskılarına karşı ortak cephe oluşturmalarını engellemekte ve bu da onları kendilerini savunmak için dış destek aramaya zorlamaktaydı[46].

Aslında Varto bölgesinin Koçgiri’yle paylaşmadığı ve onu daha fazla meşgul eden başka bir sorunu vardı.


kürt olmanın sorunları

Varto bölgesinde etnik kimliğin tarifi Koçgiri’deki gibi belirgin değildi. Ağırlıklı olarak Alevilerin Kürt, Sunnilerin ise Türk olduğu Sivas-Erzincan hattında, Koçgirililer için her iki özellikleri tartışmasız bir bütünlük oluşturmaktaydı. Aleviliğin Kürt, Sunniliğin ise Türklükle özdeşleştirildiği bu bölgede genel olarak her düzeyde bu tanımlamalar kabul görmekteydi[47]. Bu yüzden örgütlenmelerinin ilk önemli toplantısına Hüseyin Abdal tekkesi de dahil edilebilinmişti. Yine isyanın örgütleyicisi Kürt ulusalcısı Alişer’in şiirlerinde de bir o kadar da Alevi motifleri bulmak mümkündü.

Varto bölgesinde ise durum biraz daha karışıktı. Alevi ve Sunni nüfusun eşit orantıda olduğu bu bölgede, Sunni Cibranlılar silahlı güçleriyle baskın bir konumdaydılar.
Sultan Hamid 1890 sonrası bölgedeki tercihini Cibranlılar lehine yapıp onları Hamidiye Alaylarına dahil ettiğinde, bu onların baskılarını meşru bir destekle artırarak sürdürmelerini sağlamıştı. Bu yüzden 1890 sonrası süreçte iki topluluk arası din yanı sıra, siyasi ayrım da daha da derinleşti. Böylelikle Alevilerin, Cibranlıları koruyan İstanbul’a karşı mesafesi de arttı. 1918’de İmparatorluğun dağılma arifesinde Cibranlı Halit kendi konumunu koruyabilmek için Kürt cephesine geçip, Alevi aşiretleri de buna davet ettiğinde mümkün olmayan bir şeyi gerçekleştirmek istiyordu.

Aslında, toplantının yapıldığı tarihe kadar Cibranlılar Alevileri Kürt olarak görmezlerdi. Koçgiri bölgesinin aksine, Varto’da ‘Kürt’ terimi ‘Müslüman’ olmakla eş tutulmaktaydı. Bölge Sunnilerince Aleviler de Müslüman olarak kabul edilmediklerinden, Kürt sayılmazlardı. Aleviler ‘Kızılbaş’ veya ‘Alevi’ olarak adlandırılır ve kendilerini de bu terimlerle tanımlarlardı[48].

Sunni ve Osmanlı karşıtlığının bizzat Cibranlılarla olan günlük sürtüşmelerle canlı tutulduğu Varto’da, bundan dolayı Bektaşi temsilcilerinin iktidar lehine çabaları daha başarılı olmaktaydı. Bektaşi temsilcileri, bu tür girişimleri 1. Dünya Savaşı esnasında Koçgiri ve Batı Dersim’de yapmışlardı Varto’daki ikilemleri yaşamayan bu bölgede sonuç alamamışlardı[49]. Tekke’nin, Mustafa Kemal hareketiyle yakın ilişkilerini bölge aşiretlerine aktarma çabalarının ise, farklı bir durum yaşayan Varto Alevileri üzerinde etkili olduğu açıktı[50].

Cibranlı Halit’i koruyan Osmanlı’nın yıkılmasına Varto’lu Aleviler yalnızca sevinebilirlerdi. Mümkün olduğu yerde ise bu süreci desteklemekten de kaçınmadılar.


kürtçe konuşmanın sorunları

Varto’daki Sunni ve Alevi aşiretleri arasında başka bir fark da konuştukları dillerden kaynaklanıyordu. Burada Sunni aşiretler Kurmanci, Alevilerin büyük çoğunluğu ise Zazaca konuşmaktaydı. Bu özellik, onların karşı karşıya gelişlerini ne kadar etkiledi?

Bu bölgelerde genel olarak iki grup içerisinde de iki dil yaygındı ve bu her yerde Alevi- Sunni ayrımına tekabül etmezdi. Sunni Kürtler içerisinde Zazaca ve Kurmanci konuşanlar olduğu gibi, Alevilerde de bununla karşılaşılıyordu. Alevi Kürtler için bu ayrım bölgesel bazda şöyle ifade edilebilir: Dersim içinde çoğunluk Zazaca konuşurken, Mazgirt, Pertek, Hozat gibi ilçelerde göz ardı edilemeyecek bir Kurmanci konuşan topluluk vardı. Yine Dersim’i çevreleyen illerden Erzincan, Erzurum, Bingöl, Muş, Elazığ’daki Alevilerin çoğunluğunun dili Zazaca iken; Sivas, Malatya ve Maraş ve kısmen Erzincan bölgesindeki Alevilerin dili ağırlıklı olarak Kurmanci idi. Yan yana yaşadıkları yerlerde ise genelde aşiretler iki dilli olmaktaydı. Farklı dil konuşmalarının Alevi aşiretleri arasında bir ayrıma yol açtığına dair veriler yoktur. Zaten onları birleştiren ve kimliklerinin önemli bir parçası olan Alevi inancın temsilcileri olan Seyit aileleri de kendileri gibi iki dilliydiler.

Diğer yandan Alevi Kürtlerin dillerine karşı özel ilgilerini gösteren fazla bir veri de yoktur. 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı sınırları içinde gelişen Kürtçülük çalışmaları, Sunni Kürt kökenli aydınların girişimiyle Kurmanci’nin yazı dili olarak yaygınlaşmasını da sağlamıştı[51]. Alevi Kürt ileri gelenlerinden de bu çalışmalar içerisinde yer alanlar olmasına karşın, bu onların kendi dillerine karşı böyle bir çaba göstermelerine yol açmadı.

Bildiğimiz kadarıyla bu yönde tek istisna Alişer olmaktadır. O, Koçgiri isyanının hazırlığı sırasında Kürdistan Teali Cemiyet (KTC) tarafından çıkartılan Kurmanci ‘Jin’ dergisini bölgesinde dağıtımı ve okunmasını teşvik etmiş ve Kürtçe konferanslar vermişti[52]. Yine onun, Koçgiri ve sonrası Dersim’de Kürtçe’nin daha aktif kullanımı için çaba sarf ettiği yönünde bilgiler vardır[53].

Koçgiri bölgesinin Kurmanci ağırlıklı olması ve okur oranının yüksekliğinin Alişer’in propagandalarının cevap bulmasına ne kadar katkı sağladığını tespit etmek zordur. Aynı zorluk, ters bir durum yaşayan Varto’da ne kadar etkili olduğu için de geçerlidir.

Yine de dil faktörünün her iki bölgede etkisinin sınırlı olduğu kanısı ağır basmaktadır. Bu önceden belirtildiği gibi, salt Alevi Kürt aşiretlerin dillerine olan ilgisizliğine bağlı değildir. Varto bölgesinde konuşulan farklı dillerin sorunların ağırlaşmasına katkı yaptıklarına dair veriler yoktur. Tam aksine burada iki dillilik yetişkinler arasında yaygın bir fenomendi. Varto’da Zazaca konuşanlar Kurmanci’yi, Kurmanci konuşanlar da Zazacayı kendilerine yabancı görmezlerdi. Ayrıca dil önemli bir etken olsaydı, Alevilerin Sait isyanına biraz daha ilgili olmaları gerekiyordu. Çünkü, 1925 isyanının liderleri (Şeyh Sait dahil) ve katılan tabanın önemli bölümü Zaza idi. Varto Alevileri için bu da dikkate değer bir özellik değildi; çünkü, Sait ve taraftarları her şeyden önce Sunniydi.

Kürt ulusalcılığının Kurmanci konuşan Aleviler üzerinde daha etkili olabileceği savını zayıflatan başka örnekler de var. Koçgiri isyanına Malatya, Maraş ve Mazgirt gibi Kurmanci konuşan Alevilerden destek gelmedi. Zaten Koçgirililer de ilk etapta desteği onlardan değil, kendilerini köken olarak bağladıkları çoğunluğu Zazaca konuşan Dersim aşiretlerinden istediler. Başından itibaren bütün çabaları bu yönde oldu. Öte yandan KTC’nin de bölgede çalışmaları iki merkezle sınırlı kaldı: Umraniye ve Hozat[54]. Birisi ağırlıklı Kurmanci, diğeri Zazaca konuşmaktaydı. Her iki bölgenin ortak yanı Şeyh Hasanlı olmaları ve bu aşiretin bir üyesi olan Alişer tarafından örgütlenmiş olmalarıydı.


dış faktörler: ermeniler ve misyonerler

Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde bölgede günlük hayatın değişimini belirleyen önemli gelişmelerden birisi de Ermeni nüfusunun yok olmasıydı. Bu süreç, Ermenilerle yakın komşu ilişkiler yaşayan Alevi Kürtleri de etkisiz bırakmadı.

Ermenilerin 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bölgede faaliyetlerini artırmalarının nedenlerinden birisi Batılı misyonerlerin çalışmaları olmuştu. Hıristiyan Ermenileri Protestanlaştırmak için gelen misyonerler, onların ulusal bilinç kazanması ve aktif taleplerde bulunmaları için çalışmalar yapıyorlardı. Bu çalışmalar sırasında, Alevilerle de tanışmış, kimi yerlerde sıcak ilişkiler kurmuş ve Alevileri de yönlendirebileceklerine inanmışlardı. Alevileri, Hıristiyanlara yakın bir grup olarak görmeleri, bu çabalarında belirleyici olmuştu[55].

Sivas bu çalışmaların en yaygın olduğu bölgelerden birisiydi. Ayrıca Sivas, 1900’lerden itibaren orta Karadeniz ve güney illerinde (Tokat, Amasya, Sivas) Pontus hareketlerinin de faaliyet alanı içindeydi[56]. Pontusçuların çalışmaları 1918 sonrası açık silahlı faaliyetlere dönüşmüştü.

Koçgiri isyanının öncesine kadar bölgede faal olan misyonerler, Kieser’e göre, onların ulusalcı olmalarında da rol oynamıştı. Kieser, misyoner çalışmalarının Ermeniler’de olduğu gibi, Aleviler’de de kendilerine güvenin artması ve hatta bir Alevi rönesansının yaşanmasına yol açtığını öne sürer. Bu hem misyonerlerle doğrudan ilişki sayesinde hem de dolaylı olarak Alevilerin iyi ilişkiler yaşadıkları Ermeniler aracılığıyla olmuştu[57].

Misyonerler ve Ermenilerle ilişkilerin Aleviler üzerinde bu yönde bir etki yaptığını kanıtlayacak ciddi veriler yoktur. Kieser’in savını desteklemek için öne sürdüğü kaynakların büyük bölümü misyonerlerin kendilerine aittir. Bunlar da oldukça abartılı ve tek taraflı beklentilerin ürünüdür. Bu etkilenmeden bahsedilse bile, bunun neden yalnız Sivas Alevileriyle sınırlı kaldığı sorusu da sorulabilir. Aynı misyoner çalışmaları Malatya, Harput ve Maraş’ta da olmasına rağmen, taleplerini yüksek sesle dile getiren Alevileri buralarda görmek mümkün değildi.

Ermeni nüfusuna uygulanan şiddetin kendisini, Koçgiri isyanının önemli nedenlerinden biri olarak değerlendirenler de vardır. Buna göre, Aleviler, Ermenilere yapılanların kendilerine karşı da yapılacağı tedirginliğiyle isyan etmişlerdi[58]. İsyanın yalnızca Koçgiri’yle sınırlı kalması, korkusunun neden yalnız Koçgiri’de etki yaptığı sorusunu gündeme getiriyor. Diğer yandan Koçgiri’deki isyan öncesi yapılan çalışmalar ve isyan süresince ilan edilen istemler dikkate alındığında, bu faktörün, isyancı liderler için bir propaganda malzemesi dışında, Koçgiri olaylarında etkisinin olmadığını gösteriyor.

Aslında Ermenilere uygulanan şiddetin başka bir etkisinden söz etmek daha doğru olacaktır. Alevilerin Ermeni toplumuyla iyi ilişkileri olduğu ve birçok yerde Ermenileri korudukları yönünde veriler vardır. Bunu tüm Aleviler için söylemek mümkün değildir. En azından Erzincan ve Varto bölgesinde Ermenilere karşı çatışmalara katılan ve Hozat gibi yerlerde onları Osmanlı birliklerine teslim eden Aleviler de vardır[59]. Ermenilerden boşalan yerler bu yöredeki Alevi aşiretlerce gasp edilmişti. Ermenilerin geri dönmesi bu kazanımların elden gitmesi anlamına gelmekteydi.

Ayrıca 1918 sonrası uluslararası antlaşmalar bu bölgeleri kurulacak bir Ermenistan’a devredilmesini öngördüğünde, bölgedeki Sunni Kürt aşiretleri gibi onlar da Ermeni çalışmaları karşısında yer aldılar. Bu yüzden antlaşmaları onaylayan İstanbul hükümeti değil de, onlara açıkça savaş açan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında yer almaları tesadüf değildi. Tıpkı Sevr Antlaşması’na karşı uluslararası kurumlara telgraflar çeken, Ankara’da kurulan mecliste yer almakta tereddüt etmeyen ve Koçgiri’ye karşı duran aşiretlerin ve şahısların da aynı bölgelerden olmaları gibi.


sonuç

Bu makalede bir geçiş dönemi olan 1918-23 yılları arası, Varto ve Koçgiri örneğinden çıkarak, bölge Alevilerinin Mustafa Kemal hareketiyle olan ilişkileri değerlendirilmeye çalışıldı.

Sonuç olarak şu tespitler sıralanabilir: Varto Alevilerinin Mustafa Kemal’in yanında yer almaları, Alevilerin başından itibaren Kemal’in cumhuriyetçi, ilerici görüşlerinden kaynaklanmadı. Varto’nun Kemal yanlısı olması, Varto’daki sorunlar ve aşiretler arası ilişkiler ve inanç farklılıklarının bir zorunluluğu olarak açıklandı. Aslında Varto’da Alevi aşiretlerin, öteden beri sürtüştükleri Cibranlıların içinde yer aldıkları bir Kürt isyanına karşı çıkması, aşiret toplumunun özelliklerinin hakim olduğu ve din sürtüşmelerinin yaşandığı bu bölgede açıklanması zor bir durum değildir. Varto Alevileri ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ gibi bir siyasetle hareket ettiler ve yaşamlarını korumak için Cibranlıların başarısının karşısında durdular.

Varto’ya göre Koçgiri’nin isyancı karakterinin izahı daha karmaşıktır. Diğer Alevi Kürt bölgelerinden daha iyi ekonomik ve sosyal konumda olan Koçgiri’nin böylesi bir serüvene başlayıp sahip olduğu her şeyi yitirme riskini alması, aşiret toplumunun özellikleriyle açıklamak mümkün değildir. Koçgiri isyanı aşiretlere dayansa da geleneksel bir aşiret eylemi değildir; aşiretler ötesinde ulusalcı kişilerin girişimidir. Bu kişilerin, sosyal ortamın uygunluğunun yardımı ve tesadüfi olayların sonucu yakaladıkları bir fırsattır. Onlar, bu erken dönemde aşiret ruhunun her düzeyde hakim olduğu bir toplumu ulusal motiflerle ayaklandırmaya çalışmışlardır. Hızlı yenilgileri de erken olmalarından kaynaklanmaktadır. Aşiret bağları olan Batı Dersim dışında destek görmemişler ve Alevilerin büyük bölümü ve Sunni Kürtlerin tümü onları yalnız bırakmıştır. Koçgiri’nin yenilgisi sonraki Kürt eylemlerinin yenilgisinin başlangıcı ve Kürt toplumunun sorunlu yapısının bir ilk yansıması olarak görülmelidir.

Bu yüzden Alevilerin Cumhuriyet’le ideolojik buluşmaları bu döneme ait değildir. Zaten Cumhuriyeti kuracak kişilerin de bu dönemde cumhuriyetçilik lehine açıkça ilan edilmiş programları da yoktur. Alevilerin Cumhuriyet’in modernist, laik yanıyla buluşması, Mustafa Kemal ve sonraki liderlerinin bu fikirleri uygulamaya koymalarıyla başlayacak 1923 sonrası döneme aittir. Bu buluşmada öne sürüldüğü gibi kendiliğinden ve aşikar değil, uzun ve sancılı bir süreçle mümkün olmuştur. Cumhuriyet’in sorunlu inşası en fazla, bu konuda hassas olan Alevileri etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir.

[1] Bkz. Öz (s. 8): ‘Atatürk, Anadolu’ya geçtikten sonra en yakın destekçileri Alevi-Bektaşiler olmuşlardır. Karşılayanlar, konuk edenler, yanında yer alanlar çoğunlukla Alevi-Bektaşilerdir.’; Cem (s. 34): ‘…Cumhuriyet yöneticilerince öylesine bir politika izleniyordu ki, bunun Kürt toplumunun öteki kesimleri gibi Alevi Kürtler açısından da endişeye yol açmaması düşünülemezdi.’ Konuyla ilgili bir değerlendirme için bkz. Bahadır.
[2]Bu makalede 1921 Koçgiri ve 1925 yılında Varto’daki olayların akışı detayla işlenmeyecektir. Her iki bölgeyle ilgili değişik çalışmalarda bu yönde bilgi bulmak mümkündür. Koçgiri için bkz. Dersimi (1988, 1992), Kemali, Çiçek, Balcıoğlu, Olson (1989b), Kieser (1994); Varto için bkz. Fırat (1968), Fırat (1986), Kocadağ, Olson (1989a), Bruinessen, Hallı.
[3] Mehmet Halit Fırat’ın şu sözleri bu tutumun iyi bir özetini vermektedir: ‘Safsata ve hayali şeylerden nezih olan laik cumhuriyet şeklini asırların hasretiyle bekleyen Alevi Türkler, Atanın ilkelerini mukaddes ve mübarek birer ükde ve imde gibi yüreklerinde sakladıkları ve gerektiği zaman tereddütsüz silahlara sarılarak bu mübeccel ilkeleri hilafet, saltanat ve şeriatın kana susamış destürlerinden kurtarmağa ifayı vazife ve fedayi can eyledikleri gün gibi meydandadır.’ (Fırat, M. H.: 10)
[4] Taşpınar: 52; Zürcher: 159.
[5] Bozarslan: 170; Olson (1989a): 22; Tunaya: 200-1.
[6] Bkz. Göldaş: 208-233.
[7] Dersimi (1988): 123.
[8] Faroqhi: 92.
[9] Grup hakkında geniş bilgi için bkz. Gezik (2000).
[10] Öz: 13.
[11]Birge: 85.
[12] Bkz. Özkök, Hallı, Dersimi (1988), Kalman.
[13] 1903 yılında raportör Arif Bey, Dersimliler’in Hamidiye Alayları’na dahil edilmeleri için ilk önce bölgede asayişin sağlanması gerektiğini belirtiyordu. Bkz. Bulut: 122
[14] Rogan: 90; Kieser’a göre, Abdülhamit’in Alevileri değişik yollarla Saray’a bağlama çabası, 19. yüzyılda misyonerlerin etkisiyle gelişen Alevi bilincinin bağımsız bir harekete dönüşmesini engelleme isteminden kaynaklanıyordu. Kieser (2000): 167.
[15] Dersimi (1988): 118; Karabekir: 78.
[16] Örnek için bkz. Karabekir: 196.
[17]Momen: 63.
[18] Seyit ailelerinin aktardıkları efsaneleri esas alınırsa onların otoriteleri, zamanında Selçuklu ve Osmanlı Sultanları tarafından da tanınmıştı.
[19] Bu özellik genelde tasavvuf akımlarında görülmekteydi. Bu, onların hayatın akışından uzak ve çelişkiler üstü bir pozisyon almalarına neden olmaktaydı.
[20] Yakın tarihte bu tespite bir istisna oluşturan Kureyşan Seyitleri’nden Seyit Ali, ya da başka bir adıyla Aliye Gax’dı. O, Kureyş Seyitleri içerisinde doğrudan talipleri olmayan bir ailenin üyesi olarak 1916 yılında yapılan büyük isyanın liderlerinden birisiydi (Dersimi (1988): 104). Kendisi hakkındaki anlatımlara göre bağımsızlık için başkaldırmıştır. Özkök de (s. 35), onun Rus işgalini fırsat bilip Dersim’in istiklali için başkaldırdığını aktarır.
[21]Çarpıcı bir örnek Ovacık yöresinin Kalan aşiretidir. Şeyh Hasanlara bağlı Kalan aşireti kendi içinde 3 ana kola ayrılmıştır: Keçelan, Balan ve Abbasu Kor. Kalanlar 19. yüzylın son çeyreğinde ilk önce Ovacığın yukarı Tornaba bölgesini istila ettiler. 20. yüzyılın başlarında Keçelan kolu Mercan bölgesine yerleşmeye başladı. Mercan bölgesinin asıl sakinleri olan Pezgevranlarla ilk sürtüşmeleri yaşadılar. Keçelanlar, Pezgevranları bölgeden atmak için kardeş aşiretleri Balanları da yöreye çektiler. Birlikte Pezgevranlara saldırdılar. Ağır kayıplar alan Pezgevranlar önemli oranda Mercan bölgesini terk ettiler. Kısa bir zaman sonra Keçelan ve Balan aşiretleri birbirleriyle çatışmaya başladı. Yüksek kayıplara neden olan bu çatışmalara, Pezgevranlardan boşalan yerlerin paylaşımı konusundaki anlaşmazlık neden olmuştu.
[22] Şeyh Hasanlara bağlı Qozu aşireti (Koç Uşağı), dört tayfadan oluşuyordu: Qozu, Semkan, Reskan ve Nenkan. Hozat-Çemişgezek bölgesinde bulunan engebeli Aliboğazı mıntıkası merkezleri olup, tüm Batı Dersim’e yayılmışlardı. Onlar, bölgenin en isyancı aşiretlerinden birisiydi. 1890’dan sonraki tüm isyanlarda adları geçmektedir. Üzerlerine yapılan askeri harekatlar, saklandıkları dağları ve diğer aşiret yardımları sayesinde başarısız kalmıştır. Qozuların bölgede en önemli destekçileri bir başka güçlü aşiret olan Abbasanlar’dı. 20. yüzyılda Qozular güçlerini artarak bölgenin zayıf aşiretleri üzerinde de kullanacak ve Dersim dışında yapamadıkları talanları burada yapmaya başlayacaklardı. Bu da onları artarak bölge aşiretleriyle karşı karşıya getirecekti. Öyle ki, 1926 yılında onlar üzerine yapılan tedip hareketinde birçok aşiret onlara karşı milis birliklerine katılacaktı. Dostları Abbasanlar ise bu durum karşısında tarafsız kalmayı tercih edeceklerdi. Bkz. Dersimi (1988): 198-203
[23] Bkz. Uluğ: 37, 40.
[24] Özkök: 10; Hallı:373; Dersimi (1988): 86
[25] Kaya: 33.
[26] Bayrak: 264, 280.
[27] Uluğ : 42.
[28] Kaya: 35.
[29] Dersimi (1988): 188-190.
[30] Dersimi (1987): 79, 85,
[31] Yıldız: 69.
[32]Fırat, M.Ş.: 123-140; Hamidiye Alayları’na dahil olmayan Sunni Kürtler ve Ermeniler de bu aşiret birliklerinin baskılarına maruz kalmaktaydı. Bkz. Sykes: 406.
[33] Bu bilgiyi aktaran toplantıda hazır bulunan Mehmet Halit Fırat’tır (s. 18); Başka bir tanık ise Mehmet Şerif Fırat’tır. Mehmet Şerif (s. 158) verdikleri cevabı şöyle özetler: ‘Biz Kürt değiliz…Bizim size itimadımız yoktur. Siz Hamidiye alayı olduğunuz yıllarda birbirimizi kırdık. Bu defa sultan olmak istersiniz, biz de size kul olamayız.’ Kocadağ ise (s. 171) Alevi tepkilerini şöyle aktarır: ‘…Alevi olduğumuz için yıllarca bizleri hor gördünüz. Bizleri ezdiniz ve silahlı adamlarınızla zaman zaman köylerimizi bastınız…Hamidiye aşiret alayı oldunuz, ilk önce bizleri kırdınız. Yarın hükümet olursanız, yine ilk önce bizi ezer geçersiniz.’
[34]Mehmet Şerif Fırat’ın aktardıklarına göre, Alevi aşiretleri bölgedeki tüm cephelerde çatışmalara katıldılar. Buna rağmen Mehmet Şerif Fırat, tüm desteklerine rağmen, isyan sonrası neden sürgüne gönderildiklerine açıklık getirmez. Ayrıca Şerif Fırat’ın anlattıkları ordu kaynaklarınca desteklenmiyor. (Bkz. Hallı) Mehmet Halit Fırat ise daha ölçülü bir katılımdan bahseder. O, Alevi Abdalan aşiretinden isyancılara destek sunanlar olduğunu da aktarır (Fırat, M. H.: 27).
[35] Koçgiri ve bölgedeki diğer Alevi aşiretler hakkında geniş bilgi için bkz. Baran: 28-67.
[36] Bölgede uzun dönem çalışmış yetkililerden biri olan Tankut bu konuda şunları belirtiyor: ‘ Dersimli hududu haricine taşamaz ama Dersim’in daha uzaklarda duyulabilen bir sesi vardır. O vakit, Sivas Alevilerini kımıldatmış ve onlara emir ve işaret verebilmiştir…Vatanseverliğin hududu bütün Aleviliği kucaklamak ve sarmak ister, fakat ancak ve yalnız Sivas içlerinde kabul ve hürmet görebiliyor. Başka yerlerde Dersim’in Alevi milliyeti his ve hareket uyandırmaz.’ Bkz. Bayrak (1994): 444-5.
[37] Sykes: 373; Koçgirililerin itaatkar, bölgelerin verimli ve okumuş olduklarını Türk yetkililer de aktarmışlardır. Bkz. Kemali: 126; Ertuna: 53; Esengin: 181-2.
[38] Baran: 33; Kendav: 42.
[39] Kemali: 126; Uluğ: 50; Dersimi (1988): 279; Çiçek: 140.
[40] Alişer hakkında bilgiler Koçgiri olaylarını işleyen tüm çalışmalarda bulunabilir. Onun hakkında ilk makale, bizzat onun öldürülmesine karışmış Sevgen tarafından yazılmıştır. Alişer hakkında yerel anlatımlar için bkz. Çiçek: 152-63.
[41] Nuri Dersimi’nin hayatı ve düşünceleri için bkz Kieser (1997).
[42] KTC, 1918 yılının sonlarında İstanbul’da, Kürt ileri gelenler tarafından kurulmuştu. Farklı dil ve dine mensup tüm Kürtlerden üyeye sahipti. Kurulmasından kısa bir süre sonra çalışmaları yetkililerin takibine uğradı ve Kürt bölgelerinde açtığı şubeler kapatıldı. Baskılar ve bir o kadar da iç tartışmalar ve uyumsuzluklar 1920 yılında KTC’yi dağılma aşamasına getirmişti. Örgüt hakkında geniş bilgi için bkz Göldaş.
[43] TBMM bünyesinde kurulan Koçgiri İnceleme Kurulu’nun raporu da Alişer’in rolüne işaret etmektedir: bkz. Kendav: 75-81.
[44] Osmanlı kaynakları onlar hakkında şu tespitleri aktarırlar: ‘Dersim’de 5000 kişilik küçük bir ordusu ile ve bölgesinde o zamana göre tahkim edilmiş beş kaleciği ile duruma tamamen hakim ve Türklere düşman olan Şeyh Süleyman ailesinin (Seyit Rıza’nın dedesi- y.n.) mühitine ise hükümet nüfuzu asla yanaşmadı.’ Bkz. Hallı: 370-1.
[45] Kemali: 127.
[46] Bu kimi zaman başka Hamidiye Alaylarının paşalarına sığınmaya kadar gitmekteydi. Bkz. Fırat (1986): 140.
[47] Örnekler için bkz. Kemali: 275; Hallı: 336.
[48] Varto bölgesinde iki grup arası ilişkilerin günlük yansımaları için bkz. Fırat, K. (2000)
[49] Dersimi (1988): 94-8; Kendav: 43.
[50] 1918-25 arası Varto’da Bektaşi çalışmalarının için bkz. Fırat (1968): 14-5, 18, 30.
[51] Zazaca için de ilk çalışmalar iki Sunni din adamından gelmektedir. Bkz. Malmisanij,
[52] Kemali: 127.
[53] Bayrak (1994): 298.
[54] Balcıoğlu: 131; Tunaya: 189.
[55] Misyonerlerin Alevilerle ilgili değerlendirmeleri için bkz. Bayrak (1997); Kieser (2000); Alevi ve Hıristiyan ilişkilerinin bir değerlendirmesi için bkz Gezik (2003).
[56] Balcıoğlu: 120.
[57] Kieser (2000): 85.
[58] Bkz. Bahadır: 45. Bahadır, olayları ‘Koçgiri provokasyonu’ olarak değerlendiriyor ve bazı yetkililerin davranış ve açıklamalarının olayların kızışmasına neden olduğunu savunuyor.
[59] Fırat, M.Ş.: 151-4; Allen: 459; Sasuni: 139.
Kaynakça

Allen, W.E.D. (1953), Caucasian Battlefields: a history of the wars on the Turco-Caucasian border, London.
Bahadır, İ. (2002), Cumhuriyetin Kuruluş Sürecinde Atatürk ve Aleviler, Ankara.
Balcıoğlu, M. (2000), İki isyan: Koçgiri, Pontus -Bir Paşa: Nurettin Paşa, Ankara.
Baran, M. (2002),Koçgiri: kuzey-batı Dersim, İstanbul.
Bayrak, M. (1994), Açık-Gizli/Resmi-Gayriresmi Kürdoloji Belgeleri, Ankara.
Bayrak, M. (1997), Aleviler ve Kürtler, Ankara.
Behrendt, G. (1993), Nationalismus in Kurdistan: Vorgeschicht, Entstehungsbedingungen und erste Manifestationen, Hamburg.
Birge, J.K., (1937), The Bektashi Order, London.
Bozarslan, H. (2003), ‘Kurdish Nationalism in Turkey: from tacit contract to rebellion (1919 – 1925)’, in: Vali, A. (ed.), Essays on the Origins of Kurdish Nationalism, California.
Bruinessen, M. Van (yy), Ağa, Şeyh ve Devlet: Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi, Ankara.
Bulut, F. (1992),Belgelerle Dersim Raporları, İstanbul.
Çem, M. (1995), Alevilik Sorunu ve Dersim Ayaklanması Üzerine, Stockholmç
Çiçek, E. A. (1999), Koçgiri Ulusal Kurtuluş Hareketi, Stockholm.
Dersimi, M.N. (1988), Kürdistan Tarihinde Dersim, Köln.
Dersimi, M.N. (1992), Hatıratım, Ankara.
Esengin, K. (1975), Milli Mücadelede İç Ayaklanmalar, İstanbul.
Ertuna, H. (1974), Türk İstiklal Harbi - cilt 6, Ankara.
Faroqhi, S. (1981), Der Bektaschi Orden in Anatolien, Wien.
Fırat, K. (2000), Milletvekilliğine değişmem, İstanbul.
Fırat, M.H. (1968), 75 Senelik Derbeder bir Hayat Hikayesi, Ankara.
Fırat, M.Ş. (1986), Doğu İlleri ve Varto Tarihi, Ankara.
Gezik, E. (2000),Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, Ankara.
Gezik, (2003), ‘Alevilik ve Hıristiyanlık: ortak geçmiş mi, ortak gelecek mi?’, Munzur s. 15.
Göldaş, İ. (1991), Kürdistan Teali Cemiyeti, İstanbul.
Hallı, R. (1972), Türkiye Cumhuriyetinde Ayaklanmalar (1924-1938), Ankara.
Kalman, M. (1995), Belge ve Tanıklarıyla Dersim Direnişleri, İstanbul.
Karabekir, K. (1951), İstiklal Harbinin Esasları, yy.
Karabekir, K. (1990), Doğu’nun Kurtuluşu: Erzincan-Erzurum’un Kurtuluşu, Sarıkamış ve Ötesi, Erzurum.
Kaya, A. (2004), İlçemiz Hozat, İstanbul.
Kemali, A. (1991), Erzincan, İstanbul.
Kendav, A. (2004), Koçgirililer, İstanbul.
Kieser, H.L. (1994), Les Kurdes Alevis Face au Nationlism Turc Kemalisme, Amsterdam.
Kieser, H.L. (1997), ‘Mehmet Nuri Dersimi, ein asylsuchender Kurde’, in: Kieser, H.L. (ed.), Kurdistan und Europa. Beiträge zur kurdischen Geschichte des 19. und 20. Jahrhunderts / Regards sur l'histoire kurde (19-20e siècles), Zürich.
Kieser, H. L. (2000), Der verpasste Fieden: Mission, Ethnie,und Staat in der Ostprovinzen der Türkei 1839-1938, Zürich.
Kocadağ, B. (1987), Lolan Oymağı ve Yakın Çevre Tarihi, İstanbul.
Malmisanij (yy), ‘Bibliyografya Dimili’, Hevi. s. 3-7.
Momen, M. (1985), An Introduction to Shi’i Islam. The History and Doctrines of Twelver Shi’ism, New Haven.
Olson, R. (1989a), The Emergence of Kurdish Natioanlism and the Sheikh Said Rebellion 1880-1925, Austin.
Olson, R. (1989b), ‘The Koçgiri Rebellion in 1921 and the draft Law for a proposed Autonomy of Kurdistan’, Oriento Moderno, n. 8.
Öz, B. (1989), Kutuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, İstanbul.
Özkök, B. (1937),Osmanlılar Devrinde Dersim İsyanları, İstanbul.
Rogan, E.L. (1996), ‘Aşiret mektebi: Abdulhamit’ II’s School for Tribes (1892- 1907), International Journal of Middle Eastern Studies, n. 28.
Sasuni G. (1986), Kürt ulusal hareketleri ve Ermeni-Kürt iliskileri, Stockholm.
Sevgen, N. (1951), ‘Koçgirili Alişer’, Tarih dünyası, s. 9.
Sykes, M. (1915),The Caliphs Last Heritage: a short History of Ottoman Empire, London.
Taşpınar, Ö. (2005), Kurdish nationalism and political Islam in Turkey : Kemalist identity in transition, New York.
Tunaya, T. Z. (1986), Türkiye’de Siyasal Partiler – cilt II: Mütareke Dönemi, İstanbul.
Uluğ, N.H. (1932), Derebeyi ve Dersim, Ankara.
Yıldız, H. (1990), Fransız Belgeleriyle Sevr-Lozan-Musul Üçgeninde Kürdistan, Köln.
Zürcher, E.J. (1987), Milli Mücadelede İttihatçılık, İstanbul.

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı