28 Ekim 2011 Cuma

İRAN’DA EHL-İ HAKLAR (İRAN ALEVİLERİ)



Ehli Hakk  
Yarenler Ceminde dil olunca, kulak ol!? Bize eskiden böyle anlatmışlar? Ne mutlu o insanlara ki cemevinde baştan ayağa kulak olmuşlar, dinliyorlar. Benim gibi suçlu insanlar ise hep konuşuyor. Hayatın en güzel anısı öğrenmektir. Bu da dinlemekle oluyor.
İran Aleviliği? ya da İranda Ehli Hak?lar dediğimiz zaman, o kadar geniş bir mevzu ki hakikatini isterseniz ben de bilmiyorum nereden başlayayım. Bunun tarih yönleri vardır, felsefi yönleri vardır. Cem nasıl kuruluyor gibi, ama bir tanesinden başlamam lazım.
Biz burada İran Alevisiyiz dediğimiz zaman çok ilginç sorularla karşılaşırız her zaman. Sorarlar, ?Şii?siniz, değil mi?? Soranlara 5?10 dakika anlatmaya çalışırız ki, ?Biz Şii değiliz, biz de İran?da sizin gibi cemevlerine gidiyoruz. Orada yaklaşık 10-12 milyon Alevi var.? Maalesef, en büyük problem odur ki birbirimizden haberimiz yoktur. Aynı problemi biz de İran?da yaşıyoruz.
Ben İran?da, ?Türkiye?de cemevlerine gidiyorum? dediğim zaman, onlar, ?Sen tarikattan mı bahsediyorsun? Gittiğin yer bir tarikat mı?? diye soruyorlar bana. ?Yok, bizim gibi Cem kurarlar, musahiplik, dedelik vardır? Yani aynı bizim gibi?? diyorum. Onlar da şaşırıyorlar.
Bu durumun, dün de açıkladım, tarihi nedenleri var. Zamanında bu topluluk bilerek veya başka sebeplerden dolayı bir ayrılığa duçar olmuş. Şah Hatayi?den sonra, biliyorsunuz tarihten. Ve artık birbirimizi unutmuşuz.
Günümüzde buraya geldiğimden beri, her gittiğim konserde anlatmaya çalıştım: İran?da da bir Alevilik var aynı koşullarda. Biraz şekil olarak farklı olabilir, ama aynı şeyler orada da yaşanılır.
Bir farkı vardır, İran?da Alevilik ve Ehli Hak dediğimiz olgu bizde Sultan Sahak ile başlamış. Sultan Sahak, Hacı Bektaş?tan sonra zuhur eden bir sultandır, padişahtır. İran?da da sizin gibi Allah?ın insan içinde tecelli eden canına ?Sultan? denilir. Padişah, Şah, Sultan, bunların hepsi bu kâmil insana verilen isimlerdir. Artık sultanlık makamına varmış ya da öyle doğmuş kişidir sultan.
Bunu iki kelime ile anlatıyorlar. Biri ?Zat-ı Mihman?, yani ?konuk olmuş zat?. Mesela 15, 20 ya da 7 yaşındayken, sultanlık kuşu onun omzunda oturmuş ve o Sultan olmuştur.
Bir de ?Zat-ı Kurs? var. Zat-ı Kurs ta doğmadan sultan olandır. Mesela Sultan Sahak doğmadan önce Alevilerin Sultanıdır. Sultan Sahak zuhur ettikten sonra çok önemli bir gelişme bizim bölgede Hanedanların yaratılmasıydı. Hanedan dediğimiz postnişinler, soylardır. Pirlerden Sultan Sahak zuhur ettikten ve o bölgelerde cem kurulduktan sonra 12 kişiyi dünyanın her tarafına gönderdi. Sultan Sahak?ın buyruğunda, ?Hacı Bektaş benim, ben de Hacı Bektaş?ım?? denir.
Bizim tarafta iki bölgede de, yani hem Kürt bölgelerinde hem Türk bölgelerinde Ehli Hak?lık yaygındır. Bizim cemlerde ceme girdiğiniz zaman hiçbir zaman, kimse kimsenin milletini, milliyetini sormaz. Biz de bir ?selamın aleyküm? var o da ?Ya Ali?dir. Başka bir şey konuşulmaz cemevlerinde.
Bu 12 Pirler, Hindistan?a, İran?ın her bir köşesine, Anadolu?ya gittiler ve soylarını devam ettirdiler. Yedi ulu soy oradan kaldı. Sonra zaman itibariyle dört soy da onlara eklendi. Şimdi İran?da Alevi olarak tanımlayabileceğimiz on bir Hanedan vardır. Onlar arasından Yediler, Ateşbeyliler, Zunnuriler, Aligelenderler gibi isimleri sayabiliriz.
Benim tercihim odur ki dostların soruları olsa da ben cevaplasam. Çükü baştan bunları söylemek uzun sürecek. Bilmiyorum nereden başlayıp nereden bitireyim?
Bizde 12 hizmet yoktur. Biraz mutfak kuralları farklıdır. Kurban kesmeden başlıyor?
12 hizmet ismiyle değil, ama öyledir. Kapıdan girdiğimiz zaman biz de yeri öpüp niyaz ederiz. Birinci Seyyid dedemiz birinci yerde, yani kapıdan girdiğimizde ilk postta oturur. Yeri öpüp, dede?nin elini öpüp, sonra herkesin elini öperek gelip, en son yine yeri öpüp uygun bir yerde otururlar.
Ayakta, hizmetçiler  Ceme başlamak için Elsuyunu getiriler ve dede orada duasını verir. Elsuyu duası Şah?ın ismiyle başlıyor, oradaki meleklerin ismiyle?
Biliyorsunuz İran?daki Ehli Hak?larda dört melek Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail?in isimleri farklıdır. Onlar, Pir Bünyamin(beni emin), Hz. Davut, Pir Musa ve Mustafa-i Davudan ismiyle şifrelenmişler. Sonra Fatma Ana ki ona ?Remz-i Bar?, yani ?çok sırlı yük sahibi olan? diyoruz. Kürtçe konuşanlar ?Rezbar? da diyorlar hızlı şekilde? Ve ?Yadigâr? ile ?Rüçiyar?, ? İmam Hasan? ile ?İmam Hüseyin?in isimleridir. Rüçiyar, İmam Hasan?ın ismidir; yeşil onun simgesidir. Kırmızı renk de Yadigâr?ın; İmam Hüseyin?in simgesidir.
Bu yedi melek, İran Ehli Hak?larında çok önemli yer alır. Her zaman bizim dualarımızda bu yedi melek vardır. Cemde dedemiz onlara dua verdikten sonra lokma dağılır. Lokmadan sonra herkes gözlerini kapatır, zakirler başlarlar kelâm söylemeye.
Bizde deyişlere Kelâm derler, Kelime?den geliyor. Kutsal deyişe Kelâm diyoruz. Kelâmlarımız iki türlüdür. Işıklar ufacık mum gibi sönükken, zâkir başlar yavaş tempoda ve seste peste. Canları uçmaya hazırlamak için yumuşak yumuşak zikirlere başlar.
Mesela,
?-----NEFES---
kim penah getirirdoğru yarına
Hakkın onunla olur keremi
gedr eyle yarın külli varına
rahmetdir geldikc yarı gedem
-?
gibi?
Açılıştaki çok yumuşak deyişler canları, geçmiş hayatlarına, cennet dediğimiz ütopyalara ve gelecekte ümit ettikleri güzel yaşama götürür. Eskiden Mevlana ve Hafız demişler ki, ?Ben Melektim öbür dünyada ama sonra Âdem şeklinde geldim ve sevgilimden ayrıldım?? Bu ayrılığı yine hatırlatmak, insanları transa, vecde getirmek, yani transa geçip bedenden göç ettirmek, burada yaşayıp nefes aldığımız halde ruhumuzun öbür diyara gidip onları ziyaret etmesi için çok güzel bir fırsat yaratiyor bu kelamlar.
Yani bir anda hızlı ve yüksek başlayıp çalmıyorlar. Yavaş yavaş kelâmlar diyenden sonra ritmik bölümleri geliyor. Biliyorsunuz bizim tarafta takiye yüzünden semahlar yavaş yavaş aradan kaldırılmıştır. Baskılar yüzünden kalksada zikirlerimiz ?dün dediğim gibi zikir, Hakk?ı hatırlamaktır? yavaş yavaş tempoyu hızlandırır ve ses tizleştirir. Öyle bir an gelir ki herkes kendinden geçer. Orada yine ışıkları biraz söndürürler.
Bize atılan iftiraların nedeni budur, derler ya ?mumları söndürdüler? diye. Bunun nedeni o uçuş anında her insan başka davranış gösterebilir, ağlayabilir, başını duvara vurabilir. Kimin ne yapacağı bilinemez ? Öyle beklenmedik hareketler olabilir ki, insanlar güvende olsunlar diye, ?Arkadaşım bana bakıp transtan çıkabilir? diye o ışıkları azaltmışlardır(.tabi ki ber cem evine giden insanin hem cem evinde ve hem dışında hareketleri her zaman ve mekanda etik kurallarının dışında eğildir )
En sonda çok hızlı bir tempoya ulaşılır. Vecd halinde müzik bitince, dede mana dünyasında oradakilerin elinden tutup, yavaş kutsal kelâmlardan söyleyerek onları yine yere indirir. Çünkü hayat, gerçek ve maddi hayat devam etmelidir?
Lokmalar dağıldıktan sonra, dede lokmalara dua verir ve herkes yalnız bir tadımlık lokma alır. Sonra herkes evine gider. Daha önce de söyledim bizde gençler bazen kalırlar, gece12?den 1?den sonraya sabaha kadar yine zikir yaparlar, mest olurlar, sarhoş olurlar. Bu aşk sarhoşluğudur ve o sarhoşluk dünyasında çok acayip şeyler görülebilir. Eskiden bize, Ehli Haklara ve Alevilere, bu nedenle ?Gören? derlerdi.
?Dünya nazar Dünyasıdır
Erenleri Bin Yaşasın
Her Bir Kesi Öz Donunda
Görenleri Bin Yaşasın.?
Biz bir kere böyle bakıyoruz insan görüyoruz ama o bakmaktır görmek değil. Ama gördüğümüz zaman belki önümüzde Fatma Ana oturmuş? Alevi felsefesi budur ki biz ölmeye inanmıyoruz. O büyük canlar, Pir Sultan Abdallar işlerini gördüler, gittiler mi acaba? Yine, içimizdedirler. ?Bir açık göz gerek olsun göre dildâr hanı??
Biz aşkımızı bu gözle görmeliyiz. Görmek için önce can gözümüzü temizlememiz lazımdır. Biliyor musunuz Alevilikte en önemli şeylerden biri perhiz etmektir, imtina etmektir. Halkın namusundan, halkın parasından, yani her kötü şeyden imtina ettikten sonra, onlara ?Hayır!? dedikten sonra içindeki göz açılır, içindeki can kulakları açılır. Biz bu aşamalarda kendimizi temizlemeden önce göremeyiz. Hz. Ali buyurdu ki, ?Kim tanrısını tanımak isterse önce nefsini tanıması lazımdır.?
Bizim Şeytan dediğimiz veya o negatif enerji dediğimiz aslında kendi içimizdedir, görüşümüzdedir. Onları temizledikten sonra vecd olma, Hakk?ı tamamıyla hissetme şansımız olabilir. Cemde herkes birbirinin enerjisinden yararlanır, ama cemden çıktıktan sonra içimizden yine ?yarın paramı nasıl kazanacağım??endişesi gibi doğru olmayan şeyleri de düşünebiliriz. Ne mutlu o insana ki her saniye Hakk?ın huzurunda olsun. Alevi dediğimiz insan her saniye Ali ile yaşayan insandır. Camide olduğu gibi değil; camide namaz kılıp çıkıp dışarıda alışveriş yapmak ve tanrıyı kendinden uzakta görmek gibi değil. Alevilik odur ki her saniye Ali?nin huzurunda olursun. Ali?nin huzuru yalnız cemevi değil. Pirlerimizi görünce ?Hû!? yapalım, peki, ya başka yerde? Onun huzurunda olmayı hayatımıza katabilmeliyiz.
?Bir Ben Var Bende Benden İçeri? deyişi var ya onula bunu birleştirelim. Bir Cavit var sizinle görüşüyor, bir tane de Cavit var içimde, ama biz onla tanış değiliz ki? Çok insanlar var ki kendisiyle küstür. Ben kendisiyle küs olanlardan istiyorum ki o benle barış ilan etsin. Dünyaya barış arzu ediyoruz, dünyaya demokrasi arzu ediyoruz, hâlbuki kendi içimizdeki barıştan haber yok. Kendimizle savaşmadık ki barışalım.
Hz. Muhammed Mekke?ye girdikten sonra dediler, ?Ya Muhammed; savaş bitti? O dedi ki ?Bu küçük cihattır, en büyük cihat, cihad-ı ekber daha yeni başlıyor.? O ?Cihad-ı Ekber?in maalesef İslam dünyasında müfredatı yok, ama Alevilikte var? Biz ne diyoruz:
?Kırklar Meydanı?na vardım
Gel beri ey can dedilers
İzzet ile selam verdim
Gir işte meydan dediler?
Bu Kırklar Meydanı acaba neresidir? Kırklar Meydanı bizim göğsümüzde, akılla gönlün arasında olan bir meydandır. Her âşığın, her Ali?yi sevenin, her gerçek Alevinin Kırkları içinde bulması lazım. Bu filtrelerden geçtikten, temizlendikten sonra, Hakk?ın huzurunda olmayı ve 24 saat o huzurda kalmayı başarır.
Umarım ki hepimiz bunu başarma şansını yakalarız.


Ehli Hakk  
Yarenler Ceminde dil olunca, kulak ol!? Bize eskiden böyle anlatmışlar? Ne mutlu o insanlara ki cemevinde baştan ayağa kulak olmuşlar, dinliyorlar. Benim gibi suçlu insanlar ise hep konuşuyor. Hayatın en güzel anısı öğrenmektir. Bu da dinlemekle oluyor.
İran Aleviliği? ya da İranda Ehli Hak?lar dediğimiz zaman, o kadar geniş bir mevzu ki hakikatini isterseniz ben de bilmiyorum nereden başlayayım. Bunun tarih yönleri vardır, felsefi yönleri vardır. Cem nasıl kuruluyor gibi, ama bir tanesinden başlamam lazım.
Biz burada İran Alevisiyiz dediğimiz zaman çok ilginç sorularla karşılaşırız her zaman. Sorarlar, ?Şii?siniz, değil mi?? Soranlara 5?10 dakika anlatmaya çalışırız ki, ?Biz Şii değiliz, biz de İran?da sizin gibi cemevlerine gidiyoruz. Orada yaklaşık 10-12 milyon Alevi var.? Maalesef, en büyük problem odur ki birbirimizden haberimiz yoktur. Aynı problemi biz de İran?da yaşıyoruz.
Ben İran?da, ?Türkiye?de cemevlerine gidiyorum? dediğim zaman, onlar, ?Sen tarikattan mı bahsediyorsun? Gittiğin yer bir tarikat mı?? diye soruyorlar bana. ?Yok, bizim gibi Cem kurarlar, musahiplik, dedelik vardır? Yani aynı bizim gibi?? diyorum. Onlar da şaşırıyorlar.
Bu durumun, dün de açıkladım, tarihi nedenleri var. Zamanında bu topluluk bilerek veya başka sebeplerden dolayı bir ayrılığa duçar olmuş. Şah Hatayi?den sonra, biliyorsunuz tarihten. Ve artık birbirimizi unutmuşuz.
Günümüzde buraya geldiğimden beri, her gittiğim konserde anlatmaya çalıştım: İran?da da bir Alevilik var aynı koşullarda. Biraz şekil olarak farklı olabilir, ama aynı şeyler orada da yaşanılır.
Bir farkı vardır, İran?da Alevilik ve Ehli Hak dediğimiz olgu bizde Sultan Sahak ile başlamış. Sultan Sahak, Hacı Bektaş?tan sonra zuhur eden bir sultandır, padişahtır. İran?da da sizin gibi Allah?ın insan içinde tecelli eden canına ?Sultan? denilir. Padişah, Şah, Sultan, bunların hepsi bu kâmil insana verilen isimlerdir. Artık sultanlık makamına varmış ya da öyle doğmuş kişidir sultan.
Bunu iki kelime ile anlatıyorlar. Biri ?Zat-ı Mihman?, yani ?konuk olmuş zat?. Mesela 15, 20 ya da 7 yaşındayken, sultanlık kuşu onun omzunda oturmuş ve o Sultan olmuştur.
Bir de ?Zat-ı Kurs? var. Zat-ı Kurs ta doğmadan sultan olandır. Mesela Sultan Sahak doğmadan önce Alevilerin Sultanıdır. Sultan Sahak zuhur ettikten sonra çok önemli bir gelişme bizim bölgede Hanedanların yaratılmasıydı. Hanedan dediğimiz postnişinler, soylardır. Pirlerden Sultan Sahak zuhur ettikten ve o bölgelerde cem kurulduktan sonra 12 kişiyi dünyanın her tarafına gönderdi. Sultan Sahak?ın buyruğunda, ?Hacı Bektaş benim, ben de Hacı Bektaş?ım?? denir.
Bizim tarafta iki bölgede de, yani hem Kürt bölgelerinde hem Türk bölgelerinde Ehli Hak?lık yaygındır. Bizim cemlerde ceme girdiğiniz zaman hiçbir zaman, kimse kimsenin milletini, milliyetini sormaz. Biz de bir ?selamın aleyküm? var o da ?Ya Ali?dir. Başka bir şey konuşulmaz cemevlerinde.
Bu 12 Pirler, Hindistan?a, İran?ın her bir köşesine, Anadolu?ya gittiler ve soylarını devam ettirdiler. Yedi ulu soy oradan kaldı. Sonra zaman itibariyle dört soy da onlara eklendi. Şimdi İran?da Alevi olarak tanımlayabileceğimiz on bir Hanedan vardır. Onlar arasından Yediler, Ateşbeyliler, Zunnuriler, Aligelenderler gibi isimleri sayabiliriz.
Benim tercihim odur ki dostların soruları olsa da ben cevaplasam. Çükü baştan bunları söylemek uzun sürecek. Bilmiyorum nereden başlayıp nereden bitireyim?
Bizde 12 hizmet yoktur. Biraz mutfak kuralları farklıdır. Kurban kesmeden başlıyor?
12 hizmet ismiyle değil, ama öyledir. Kapıdan girdiğimiz zaman biz de yeri öpüp niyaz ederiz. Birinci Seyyid dedemiz birinci yerde, yani kapıdan girdiğimizde ilk postta oturur. Yeri öpüp, dede?nin elini öpüp, sonra herkesin elini öperek gelip, en son yine yeri öpüp uygun bir yerde otururlar.
Ayakta, hizmetçiler  Ceme başlamak için Elsuyunu getiriler ve dede orada duasını verir. Elsuyu duası Şah?ın ismiyle başlıyor, oradaki meleklerin ismiyle?
Biliyorsunuz İran?daki Ehli Hak?larda dört melek Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail?in isimleri farklıdır. Onlar, Pir Bünyamin(beni emin), Hz. Davut, Pir Musa ve Mustafa-i Davudan ismiyle şifrelenmişler. Sonra Fatma Ana ki ona ?Remz-i Bar?, yani ?çok sırlı yük sahibi olan? diyoruz. Kürtçe konuşanlar ?Rezbar? da diyorlar hızlı şekilde? Ve ?Yadigâr? ile ?Rüçiyar?, ? İmam Hasan? ile ?İmam Hüseyin?in isimleridir. Rüçiyar, İmam Hasan?ın ismidir; yeşil onun simgesidir. Kırmızı renk de Yadigâr?ın; İmam Hüseyin?in simgesidir.
Bu yedi melek, İran Ehli Hak?larında çok önemli yer alır. Her zaman bizim dualarımızda bu yedi melek vardır. Cemde dedemiz onlara dua verdikten sonra lokma dağılır. Lokmadan sonra herkes gözlerini kapatır, zakirler başlarlar kelâm söylemeye.
Bizde deyişlere Kelâm derler, Kelime?den geliyor. Kutsal deyişe Kelâm diyoruz. Kelâmlarımız iki türlüdür. Işıklar ufacık mum gibi sönükken, zâkir başlar yavaş tempoda ve seste peste. Canları uçmaya hazırlamak için yumuşak yumuşak zikirlere başlar.
Mesela,
?-----NEFES---
kim penah getirirdoğru yarına
Hakkın onunla olur keremi
gedr eyle yarın külli varına
rahmetdir geldikc yarı gedem
-?
gibi?
Açılıştaki çok yumuşak deyişler canları, geçmiş hayatlarına, cennet dediğimiz ütopyalara ve gelecekte ümit ettikleri güzel yaşama götürür. Eskiden Mevlana ve Hafız demişler ki, ?Ben Melektim öbür dünyada ama sonra Âdem şeklinde geldim ve sevgilimden ayrıldım?? Bu ayrılığı yine hatırlatmak, insanları transa, vecde getirmek, yani transa geçip bedenden göç ettirmek, burada yaşayıp nefes aldığımız halde ruhumuzun öbür diyara gidip onları ziyaret etmesi için çok güzel bir fırsat yaratiyor bu kelamlar.
Yani bir anda hızlı ve yüksek başlayıp çalmıyorlar. Yavaş yavaş kelâmlar diyenden sonra ritmik bölümleri geliyor. Biliyorsunuz bizim tarafta takiye yüzünden semahlar yavaş yavaş aradan kaldırılmıştır. Baskılar yüzünden kalksada zikirlerimiz ?dün dediğim gibi zikir, Hakk?ı hatırlamaktır? yavaş yavaş tempoyu hızlandırır ve ses tizleştirir. Öyle bir an gelir ki herkes kendinden geçer. Orada yine ışıkları biraz söndürürler.
Bize atılan iftiraların nedeni budur, derler ya ?mumları söndürdüler? diye. Bunun nedeni o uçuş anında her insan başka davranış gösterebilir, ağlayabilir, başını duvara vurabilir. Kimin ne yapacağı bilinemez ? Öyle beklenmedik hareketler olabilir ki, insanlar güvende olsunlar diye, ?Arkadaşım bana bakıp transtan çıkabilir? diye o ışıkları azaltmışlardır(.tabi ki ber cem evine giden insanin hem cem evinde ve hem dışında hareketleri her zaman ve mekanda etik kurallarının dışında eğildir )
En sonda çok hızlı bir tempoya ulaşılır. Vecd halinde müzik bitince, dede mana dünyasında oradakilerin elinden tutup, yavaş kutsal kelâmlardan söyleyerek onları yine yere indirir. Çünkü hayat, gerçek ve maddi hayat devam etmelidir?
Lokmalar dağıldıktan sonra, dede lokmalara dua verir ve herkes yalnız bir tadımlık lokma alır. Sonra herkes evine gider. Daha önce de söyledim bizde gençler bazen kalırlar, gece12?den 1?den sonraya sabaha kadar yine zikir yaparlar, mest olurlar, sarhoş olurlar. Bu aşk sarhoşluğudur ve o sarhoşluk dünyasında çok acayip şeyler görülebilir. Eskiden bize, Ehli Haklara ve Alevilere, bu nedenle ?Gören? derlerdi.
?Dünya nazar Dünyasıdır
Erenleri Bin Yaşasın
Her Bir Kesi Öz Donunda
Görenleri Bin Yaşasın.?
Biz bir kere böyle bakıyoruz insan görüyoruz ama o bakmaktır görmek değil. Ama gördüğümüz zaman belki önümüzde Fatma Ana oturmuş? Alevi felsefesi budur ki biz ölmeye inanmıyoruz. O büyük canlar, Pir Sultan Abdallar işlerini gördüler, gittiler mi acaba? Yine, içimizdedirler. ?Bir açık göz gerek olsun göre dildâr hanı??
Biz aşkımızı bu gözle görmeliyiz. Görmek için önce can gözümüzü temizlememiz lazımdır. Biliyor musunuz Alevilikte en önemli şeylerden biri perhiz etmektir, imtina etmektir. Halkın namusundan, halkın parasından, yani her kötü şeyden imtina ettikten sonra, onlara ?Hayır!? dedikten sonra içindeki göz açılır, içindeki can kulakları açılır. Biz bu aşamalarda kendimizi temizlemeden önce göremeyiz. Hz. Ali buyurdu ki, ?Kim tanrısını tanımak isterse önce nefsini tanıması lazımdır.?
Bizim Şeytan dediğimiz veya o negatif enerji dediğimiz aslında kendi içimizdedir, görüşümüzdedir. Onları temizledikten sonra vecd olma, Hakk?ı tamamıyla hissetme şansımız olabilir. Cemde herkes birbirinin enerjisinden yararlanır, ama cemden çıktıktan sonra içimizden yine ?yarın paramı nasıl kazanacağım??endişesi gibi doğru olmayan şeyleri de düşünebiliriz. Ne mutlu o insana ki her saniye Hakk?ın huzurunda olsun. Alevi dediğimiz insan her saniye Ali ile yaşayan insandır. Camide olduğu gibi değil; camide namaz kılıp çıkıp dışarıda alışveriş yapmak ve tanrıyı kendinden uzakta görmek gibi değil. Alevilik odur ki her saniye Ali?nin huzurunda olursun. Ali?nin huzuru yalnız cemevi değil. Pirlerimizi görünce ?Hû!? yapalım, peki, ya başka yerde? Onun huzurunda olmayı hayatımıza katabilmeliyiz.
?Bir Ben Var Bende Benden İçeri? deyişi var ya onula bunu birleştirelim. Bir Cavit var sizinle görüşüyor, bir tane de Cavit var içimde, ama biz onla tanış değiliz ki? Çok insanlar var ki kendisiyle küstür. Ben kendisiyle küs olanlardan istiyorum ki o benle barış ilan etsin. Dünyaya barış arzu ediyoruz, dünyaya demokrasi arzu ediyoruz, hâlbuki kendi içimizdeki barıştan haber yok. Kendimizle savaşmadık ki barışalım.
Hz. Muhammed Mekke?ye girdikten sonra dediler, ?Ya Muhammed; savaş bitti? O dedi ki ?Bu küçük cihattır, en büyük cihat, cihad-ı ekber daha yeni başlıyor.? O ?Cihad-ı Ekber?in maalesef İslam dünyasında müfredatı yok, ama Alevilikte var? Biz ne diyoruz:
?Kırklar Meydanı?na vardım
Gel beri ey can dedilers
İzzet ile selam verdim
Gir işte meydan dediler?
Bu Kırklar Meydanı acaba neresidir? Kırklar Meydanı bizim göğsümüzde, akılla gönlün arasında olan bir meydandır. Her âşığın, her Ali?yi sevenin, her gerçek Alevinin Kırkları içinde bulması lazım. Bu filtrelerden geçtikten, temizlendikten sonra, Hakk?ın huzurunda olmayı ve 24 saat o huzurda kalmayı başarır.
Umarım ki hepimiz bunu başarma şansını yakalarız.


Ehli Hakk  
Yarenler Ceminde dil olunca, kulak ol!? Bize eskiden böyle anlatmışlar? Ne mutlu o insanlara ki cemevinde baştan ayağa kulak olmuşlar, dinliyorlar. Benim gibi suçlu insanlar ise hep konuşuyor. Hayatın en güzel anısı öğrenmektir. Bu da dinlemekle oluyor.
İran Aleviliği? ya da İranda Ehli Hak?lar dediğimiz zaman, o kadar geniş bir mevzu ki hakikatini isterseniz ben de bilmiyorum nereden başlayayım. Bunun tarih yönleri vardır, felsefi yönleri vardır. Cem nasıl kuruluyor gibi, ama bir tanesinden başlamam lazım.
Biz burada İran Alevisiyiz dediğimiz zaman çok ilginç sorularla karşılaşırız her zaman. Sorarlar, ?Şii?siniz, değil mi?? Soranlara 5?10 dakika anlatmaya çalışırız ki, ?Biz Şii değiliz, biz de İran?da sizin gibi cemevlerine gidiyoruz. Orada yaklaşık 10-12 milyon Alevi var.? Maalesef, en büyük problem odur ki birbirimizden haberimiz yoktur. Aynı problemi biz de İran?da yaşıyoruz.
Ben İran?da, ?Türkiye?de cemevlerine gidiyorum? dediğim zaman, onlar, ?Sen tarikattan mı bahsediyorsun? Gittiğin yer bir tarikat mı?? diye soruyorlar bana. ?Yok, bizim gibi Cem kurarlar, musahiplik, dedelik vardır? Yani aynı bizim gibi?? diyorum. Onlar da şaşırıyorlar.
Bu durumun, dün de açıkladım, tarihi nedenleri var. Zamanında bu topluluk bilerek veya başka sebeplerden dolayı bir ayrılığa duçar olmuş. Şah Hatayi?den sonra, biliyorsunuz tarihten. Ve artık birbirimizi unutmuşuz.
Günümüzde buraya geldiğimden beri, her gittiğim konserde anlatmaya çalıştım: İran?da da bir Alevilik var aynı koşullarda. Biraz şekil olarak farklı olabilir, ama aynı şeyler orada da yaşanılır.
Bir farkı vardır, İran?da Alevilik ve Ehli Hak dediğimiz olgu bizde Sultan Sahak ile başlamış. Sultan Sahak, Hacı Bektaş?tan sonra zuhur eden bir sultandır, padişahtır. İran?da da sizin gibi Allah?ın insan içinde tecelli eden canına ?Sultan? denilir. Padişah, Şah, Sultan, bunların hepsi bu kâmil insana verilen isimlerdir. Artık sultanlık makamına varmış ya da öyle doğmuş kişidir sultan.
Bunu iki kelime ile anlatıyorlar. Biri ?Zat-ı Mihman?, yani ?konuk olmuş zat?. Mesela 15, 20 ya da 7 yaşındayken, sultanlık kuşu onun omzunda oturmuş ve o Sultan olmuştur.
Bir de ?Zat-ı Kurs? var. Zat-ı Kurs ta doğmadan sultan olandır. Mesela Sultan Sahak doğmadan önce Alevilerin Sultanıdır. Sultan Sahak zuhur ettikten sonra çok önemli bir gelişme bizim bölgede Hanedanların yaratılmasıydı. Hanedan dediğimiz postnişinler, soylardır. Pirlerden Sultan Sahak zuhur ettikten ve o bölgelerde cem kurulduktan sonra 12 kişiyi dünyanın her tarafına gönderdi. Sultan Sahak?ın buyruğunda, ?Hacı Bektaş benim, ben de Hacı Bektaş?ım?? denir.
Bizim tarafta iki bölgede de, yani hem Kürt bölgelerinde hem Türk bölgelerinde Ehli Hak?lık yaygındır. Bizim cemlerde ceme girdiğiniz zaman hiçbir zaman, kimse kimsenin milletini, milliyetini sormaz. Biz de bir ?selamın aleyküm? var o da ?Ya Ali?dir. Başka bir şey konuşulmaz cemevlerinde.
Bu 12 Pirler, Hindistan?a, İran?ın her bir köşesine, Anadolu?ya gittiler ve soylarını devam ettirdiler. Yedi ulu soy oradan kaldı. Sonra zaman itibariyle dört soy da onlara eklendi. Şimdi İran?da Alevi olarak tanımlayabileceğimiz on bir Hanedan vardır. Onlar arasından Yediler, Ateşbeyliler, Zunnuriler, Aligelenderler gibi isimleri sayabiliriz.
Benim tercihim odur ki dostların soruları olsa da ben cevaplasam. Çükü baştan bunları söylemek uzun sürecek. Bilmiyorum nereden başlayıp nereden bitireyim?
Bizde 12 hizmet yoktur. Biraz mutfak kuralları farklıdır. Kurban kesmeden başlıyor?
12 hizmet ismiyle değil, ama öyledir. Kapıdan girdiğimiz zaman biz de yeri öpüp niyaz ederiz. Birinci Seyyid dedemiz birinci yerde, yani kapıdan girdiğimizde ilk postta oturur. Yeri öpüp, dede?nin elini öpüp, sonra herkesin elini öperek gelip, en son yine yeri öpüp uygun bir yerde otururlar.
Ayakta, hizmetçiler  Ceme başlamak için Elsuyunu getiriler ve dede orada duasını verir. Elsuyu duası Şah?ın ismiyle başlıyor, oradaki meleklerin ismiyle?
Biliyorsunuz İran?daki Ehli Hak?larda dört melek Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail?in isimleri farklıdır. Onlar, Pir Bünyamin(beni emin), Hz. Davut, Pir Musa ve Mustafa-i Davudan ismiyle şifrelenmişler. Sonra Fatma Ana ki ona ?Remz-i Bar?, yani ?çok sırlı yük sahibi olan? diyoruz. Kürtçe konuşanlar ?Rezbar? da diyorlar hızlı şekilde? Ve ?Yadigâr? ile ?Rüçiyar?, ? İmam Hasan? ile ?İmam Hüseyin?in isimleridir. Rüçiyar, İmam Hasan?ın ismidir; yeşil onun simgesidir. Kırmızı renk de Yadigâr?ın; İmam Hüseyin?in simgesidir.
Bu yedi melek, İran Ehli Hak?larında çok önemli yer alır. Her zaman bizim dualarımızda bu yedi melek vardır. Cemde dedemiz onlara dua verdikten sonra lokma dağılır. Lokmadan sonra herkes gözlerini kapatır, zakirler başlarlar kelâm söylemeye.
Bizde deyişlere Kelâm derler, Kelime?den geliyor. Kutsal deyişe Kelâm diyoruz. Kelâmlarımız iki türlüdür. Işıklar ufacık mum gibi sönükken, zâkir başlar yavaş tempoda ve seste peste. Canları uçmaya hazırlamak için yumuşak yumuşak zikirlere başlar.
Mesela,
?-----NEFES---
kim penah getirirdoğru yarına
Hakkın onunla olur keremi
gedr eyle yarın külli varına
rahmetdir geldikc yarı gedem
-?
gibi?
Açılıştaki çok yumuşak deyişler canları, geçmiş hayatlarına, cennet dediğimiz ütopyalara ve gelecekte ümit ettikleri güzel yaşama götürür. Eskiden Mevlana ve Hafız demişler ki, ?Ben Melektim öbür dünyada ama sonra Âdem şeklinde geldim ve sevgilimden ayrıldım?? Bu ayrılığı yine hatırlatmak, insanları transa, vecde getirmek, yani transa geçip bedenden göç ettirmek, burada yaşayıp nefes aldığımız halde ruhumuzun öbür diyara gidip onları ziyaret etmesi için çok güzel bir fırsat yaratiyor bu kelamlar.
Yani bir anda hızlı ve yüksek başlayıp çalmıyorlar. Yavaş yavaş kelâmlar diyenden sonra ritmik bölümleri geliyor. Biliyorsunuz bizim tarafta takiye yüzünden semahlar yavaş yavaş aradan kaldırılmıştır. Baskılar yüzünden kalksada zikirlerimiz ?dün dediğim gibi zikir, Hakk?ı hatırlamaktır? yavaş yavaş tempoyu hızlandırır ve ses tizleştirir. Öyle bir an gelir ki herkes kendinden geçer. Orada yine ışıkları biraz söndürürler.
Bize atılan iftiraların nedeni budur, derler ya ?mumları söndürdüler? diye. Bunun nedeni o uçuş anında her insan başka davranış gösterebilir, ağlayabilir, başını duvara vurabilir. Kimin ne yapacağı bilinemez ? Öyle beklenmedik hareketler olabilir ki, insanlar güvende olsunlar diye, ?Arkadaşım bana bakıp transtan çıkabilir? diye o ışıkları azaltmışlardır(.tabi ki ber cem evine giden insanin hem cem evinde ve hem dışında hareketleri her zaman ve mekanda etik kurallarının dışında eğildir )
En sonda çok hızlı bir tempoya ulaşılır. Vecd halinde müzik bitince, dede mana dünyasında oradakilerin elinden tutup, yavaş kutsal kelâmlardan söyleyerek onları yine yere indirir. Çünkü hayat, gerçek ve maddi hayat devam etmelidir?
Lokmalar dağıldıktan sonra, dede lokmalara dua verir ve herkes yalnız bir tadımlık lokma alır. Sonra herkes evine gider. Daha önce de söyledim bizde gençler bazen kalırlar, gece12?den 1?den sonraya sabaha kadar yine zikir yaparlar, mest olurlar, sarhoş olurlar. Bu aşk sarhoşluğudur ve o sarhoşluk dünyasında çok acayip şeyler görülebilir. Eskiden bize, Ehli Haklara ve Alevilere, bu nedenle ?Gören? derlerdi.
?Dünya nazar Dünyasıdır
Erenleri Bin Yaşasın
Her Bir Kesi Öz Donunda
Görenleri Bin Yaşasın.?
Biz bir kere böyle bakıyoruz insan görüyoruz ama o bakmaktır görmek değil. Ama gördüğümüz zaman belki önümüzde Fatma Ana oturmuş? Alevi felsefesi budur ki biz ölmeye inanmıyoruz. O büyük canlar, Pir Sultan Abdallar işlerini gördüler, gittiler mi acaba? Yine, içimizdedirler. ?Bir açık göz gerek olsun göre dildâr hanı??
Biz aşkımızı bu gözle görmeliyiz. Görmek için önce can gözümüzü temizlememiz lazımdır. Biliyor musunuz Alevilikte en önemli şeylerden biri perhiz etmektir, imtina etmektir. Halkın namusundan, halkın parasından, yani her kötü şeyden imtina ettikten sonra, onlara ?Hayır!? dedikten sonra içindeki göz açılır, içindeki can kulakları açılır. Biz bu aşamalarda kendimizi temizlemeden önce göremeyiz. Hz. Ali buyurdu ki, ?Kim tanrısını tanımak isterse önce nefsini tanıması lazımdır.?
Bizim Şeytan dediğimiz veya o negatif enerji dediğimiz aslında kendi içimizdedir, görüşümüzdedir. Onları temizledikten sonra vecd olma, Hakk?ı tamamıyla hissetme şansımız olabilir. Cemde herkes birbirinin enerjisinden yararlanır, ama cemden çıktıktan sonra içimizden yine ?yarın paramı nasıl kazanacağım??endişesi gibi doğru olmayan şeyleri de düşünebiliriz. Ne mutlu o insana ki her saniye Hakk?ın huzurunda olsun. Alevi dediğimiz insan her saniye Ali ile yaşayan insandır. Camide olduğu gibi değil; camide namaz kılıp çıkıp dışarıda alışveriş yapmak ve tanrıyı kendinden uzakta görmek gibi değil. Alevilik odur ki her saniye Ali?nin huzurunda olursun. Ali?nin huzuru yalnız cemevi değil. Pirlerimizi görünce ?Hû!? yapalım, peki, ya başka yerde? Onun huzurunda olmayı hayatımıza katabilmeliyiz.
?Bir Ben Var Bende Benden İçeri? deyişi var ya onula bunu birleştirelim. Bir Cavit var sizinle görüşüyor, bir tane de Cavit var içimde, ama biz onla tanış değiliz ki? Çok insanlar var ki kendisiyle küstür. Ben kendisiyle küs olanlardan istiyorum ki o benle barış ilan etsin. Dünyaya barış arzu ediyoruz, dünyaya demokrasi arzu ediyoruz, hâlbuki kendi içimizdeki barıştan haber yok. Kendimizle savaşmadık ki barışalım.
Hz. Muhammed Mekke?ye girdikten sonra dediler, ?Ya Muhammed; savaş bitti? O dedi ki ?Bu küçük cihattır, en büyük cihat, cihad-ı ekber daha yeni başlıyor.? O ?Cihad-ı Ekber?in maalesef İslam dünyasında müfredatı yok, ama Alevilikte var? Biz ne diyoruz:
?Kırklar Meydanı?na vardım
Gel beri ey can dedilers
İzzet ile selam verdim
Gir işte meydan dediler?
Bu Kırklar Meydanı acaba neresidir? Kırklar Meydanı bizim göğsümüzde, akılla gönlün arasında olan bir meydandır. Her âşığın, her Ali?yi sevenin, her gerçek Alevinin Kırkları içinde bulması lazım. Bu filtrelerden geçtikten, temizlendikten sonra, Hakk?ın huzurunda olmayı ve 24 saat o huzurda kalmayı başarır.
Umarım ki hepimiz bunu başarma şansını yakalarız.


Ehli Hakk  
Yarenler Ceminde dil olunca, kulak ol!? Bize eskiden böyle anlatmışlar? Ne mutlu o insanlara ki cemevinde baştan ayağa kulak olmuşlar, dinliyorlar. Benim gibi suçlu insanlar ise hep konuşuyor. Hayatın en güzel anısı öğrenmektir. Bu da dinlemekle oluyor.
İran Aleviliği? ya da İranda Ehli Hak?lar dediğimiz zaman, o kadar geniş bir mevzu ki hakikatini isterseniz ben de bilmiyorum nereden başlayayım. Bunun tarih yönleri vardır, felsefi yönleri vardır. Cem nasıl kuruluyor gibi, ama bir tanesinden başlamam lazım.
Biz burada İran Alevisiyiz dediğimiz zaman çok ilginç sorularla karşılaşırız her zaman. Sorarlar, ?Şii?siniz, değil mi?? Soranlara 5?10 dakika anlatmaya çalışırız ki, ?Biz Şii değiliz, biz de İran?da sizin gibi cemevlerine gidiyoruz. Orada yaklaşık 10-12 milyon Alevi var.? Maalesef, en büyük problem odur ki birbirimizden haberimiz yoktur. Aynı problemi biz de İran?da yaşıyoruz.
Ben İran?da, ?Türkiye?de cemevlerine gidiyorum? dediğim zaman, onlar, ?Sen tarikattan mı bahsediyorsun? Gittiğin yer bir tarikat mı?? diye soruyorlar bana. ?Yok, bizim gibi Cem kurarlar, musahiplik, dedelik vardır? Yani aynı bizim gibi?? diyorum. Onlar da şaşırıyorlar.
Bu durumun, dün de açıkladım, tarihi nedenleri var. Zamanında bu topluluk bilerek veya başka sebeplerden dolayı bir ayrılığa duçar olmuş. Şah Hatayi?den sonra, biliyorsunuz tarihten. Ve artık birbirimizi unutmuşuz.
Günümüzde buraya geldiğimden beri, her gittiğim konserde anlatmaya çalıştım: İran?da da bir Alevilik var aynı koşullarda. Biraz şekil olarak farklı olabilir, ama aynı şeyler orada da yaşanılır.
Bir farkı vardır, İran?da Alevilik ve Ehli Hak dediğimiz olgu bizde Sultan Sahak ile başlamış. Sultan Sahak, Hacı Bektaş?tan sonra zuhur eden bir sultandır, padişahtır. İran?da da sizin gibi Allah?ın insan içinde tecelli eden canına ?Sultan? denilir. Padişah, Şah, Sultan, bunların hepsi bu kâmil insana verilen isimlerdir. Artık sultanlık makamına varmış ya da öyle doğmuş kişidir sultan.
Bunu iki kelime ile anlatıyorlar. Biri ?Zat-ı Mihman?, yani ?konuk olmuş zat?. Mesela 15, 20 ya da 7 yaşındayken, sultanlık kuşu onun omzunda oturmuş ve o Sultan olmuştur.
Bir de ?Zat-ı Kurs? var. Zat-ı Kurs ta doğmadan sultan olandır. Mesela Sultan Sahak doğmadan önce Alevilerin Sultanıdır. Sultan Sahak zuhur ettikten sonra çok önemli bir gelişme bizim bölgede Hanedanların yaratılmasıydı. Hanedan dediğimiz postnişinler, soylardır. Pirlerden Sultan Sahak zuhur ettikten ve o bölgelerde cem kurulduktan sonra 12 kişiyi dünyanın her tarafına gönderdi. Sultan Sahak?ın buyruğunda, ?Hacı Bektaş benim, ben de Hacı Bektaş?ım?? denir.
Bizim tarafta iki bölgede de, yani hem Kürt bölgelerinde hem Türk bölgelerinde Ehli Hak?lık yaygındır. Bizim cemlerde ceme girdiğiniz zaman hiçbir zaman, kimse kimsenin milletini, milliyetini sormaz. Biz de bir ?selamın aleyküm? var o da ?Ya Ali?dir. Başka bir şey konuşulmaz cemevlerinde.
Bu 12 Pirler, Hindistan?a, İran?ın her bir köşesine, Anadolu?ya gittiler ve soylarını devam ettirdiler. Yedi ulu soy oradan kaldı. Sonra zaman itibariyle dört soy da onlara eklendi. Şimdi İran?da Alevi olarak tanımlayabileceğimiz on bir Hanedan vardır. Onlar arasından Yediler, Ateşbeyliler, Zunnuriler, Aligelenderler gibi isimleri sayabiliriz.
Benim tercihim odur ki dostların soruları olsa da ben cevaplasam. Çükü baştan bunları söylemek uzun sürecek. Bilmiyorum nereden başlayıp nereden bitireyim?
Bizde 12 hizmet yoktur. Biraz mutfak kuralları farklıdır. Kurban kesmeden başlıyor?
12 hizmet ismiyle değil, ama öyledir. Kapıdan girdiğimiz zaman biz de yeri öpüp niyaz ederiz. Birinci Seyyid dedemiz birinci yerde, yani kapıdan girdiğimizde ilk postta oturur. Yeri öpüp, dede?nin elini öpüp, sonra herkesin elini öperek gelip, en son yine yeri öpüp uygun bir yerde otururlar.
Ayakta, hizmetçiler  Ceme başlamak için Elsuyunu getiriler ve dede orada duasını verir. Elsuyu duası Şah?ın ismiyle başlıyor, oradaki meleklerin ismiyle?
Biliyorsunuz İran?daki Ehli Hak?larda dört melek Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail?in isimleri farklıdır. Onlar, Pir Bünyamin(beni emin), Hz. Davut, Pir Musa ve Mustafa-i Davudan ismiyle şifrelenmişler. Sonra Fatma Ana ki ona ?Remz-i Bar?, yani ?çok sırlı yük sahibi olan? diyoruz. Kürtçe konuşanlar ?Rezbar? da diyorlar hızlı şekilde? Ve ?Yadigâr? ile ?Rüçiyar?, ? İmam Hasan? ile ?İmam Hüseyin?in isimleridir. Rüçiyar, İmam Hasan?ın ismidir; yeşil onun simgesidir. Kırmızı renk de Yadigâr?ın; İmam Hüseyin?in simgesidir.
Bu yedi melek, İran Ehli Hak?larında çok önemli yer alır. Her zaman bizim dualarımızda bu yedi melek vardır. Cemde dedemiz onlara dua verdikten sonra lokma dağılır. Lokmadan sonra herkes gözlerini kapatır, zakirler başlarlar kelâm söylemeye.
Bizde deyişlere Kelâm derler, Kelime?den geliyor. Kutsal deyişe Kelâm diyoruz. Kelâmlarımız iki türlüdür. Işıklar ufacık mum gibi sönükken, zâkir başlar yavaş tempoda ve seste peste. Canları uçmaya hazırlamak için yumuşak yumuşak zikirlere başlar.
Mesela,
?-----NEFES---
kim penah getirirdoğru yarına
Hakkın onunla olur keremi
gedr eyle yarın külli varına
rahmetdir geldikc yarı gedem
-?
gibi?
Açılıştaki çok yumuşak deyişler canları, geçmiş hayatlarına, cennet dediğimiz ütopyalara ve gelecekte ümit ettikleri güzel yaşama götürür. Eskiden Mevlana ve Hafız demişler ki, ?Ben Melektim öbür dünyada ama sonra Âdem şeklinde geldim ve sevgilimden ayrıldım?? Bu ayrılığı yine hatırlatmak, insanları transa, vecde getirmek, yani transa geçip bedenden göç ettirmek, burada yaşayıp nefes aldığımız halde ruhumuzun öbür diyara gidip onları ziyaret etmesi için çok güzel bir fırsat yaratiyor bu kelamlar.
Yani bir anda hızlı ve yüksek başlayıp çalmıyorlar. Yavaş yavaş kelâmlar diyenden sonra ritmik bölümleri geliyor. Biliyorsunuz bizim tarafta takiye yüzünden semahlar yavaş yavaş aradan kaldırılmıştır. Baskılar yüzünden kalksada zikirlerimiz ?dün dediğim gibi zikir, Hakk?ı hatırlamaktır? yavaş yavaş tempoyu hızlandırır ve ses tizleştirir. Öyle bir an gelir ki herkes kendinden geçer. Orada yine ışıkları biraz söndürürler.
Bize atılan iftiraların nedeni budur, derler ya ?mumları söndürdüler? diye. Bunun nedeni o uçuş anında her insan başka davranış gösterebilir, ağlayabilir, başını duvara vurabilir. Kimin ne yapacağı bilinemez ? Öyle beklenmedik hareketler olabilir ki, insanlar güvende olsunlar diye, ?Arkadaşım bana bakıp transtan çıkabilir? diye o ışıkları azaltmışlardır(.tabi ki ber cem evine giden insanin hem cem evinde ve hem dışında hareketleri her zaman ve mekanda etik kurallarının dışında eğildir )
En sonda çok hızlı bir tempoya ulaşılır. Vecd halinde müzik bitince, dede mana dünyasında oradakilerin elinden tutup, yavaş kutsal kelâmlardan söyleyerek onları yine yere indirir. Çünkü hayat, gerçek ve maddi hayat devam etmelidir?
Lokmalar dağıldıktan sonra, dede lokmalara dua verir ve herkes yalnız bir tadımlık lokma alır. Sonra herkes evine gider. Daha önce de söyledim bizde gençler bazen kalırlar, gece12?den 1?den sonraya sabaha kadar yine zikir yaparlar, mest olurlar, sarhoş olurlar. Bu aşk sarhoşluğudur ve o sarhoşluk dünyasında çok acayip şeyler görülebilir. Eskiden bize, Ehli Haklara ve Alevilere, bu nedenle ?Gören? derlerdi.
?Dünya nazar Dünyasıdır
Erenleri Bin Yaşasın
Her Bir Kesi Öz Donunda
Görenleri Bin Yaşasın.?
Biz bir kere böyle bakıyoruz insan görüyoruz ama o bakmaktır görmek değil. Ama gördüğümüz zaman belki önümüzde Fatma Ana oturmuş? Alevi felsefesi budur ki biz ölmeye inanmıyoruz. O büyük canlar, Pir Sultan Abdallar işlerini gördüler, gittiler mi acaba? Yine, içimizdedirler. ?Bir açık göz gerek olsun göre dildâr hanı??
Biz aşkımızı bu gözle görmeliyiz. Görmek için önce can gözümüzü temizlememiz lazımdır. Biliyor musunuz Alevilikte en önemli şeylerden biri perhiz etmektir, imtina etmektir. Halkın namusundan, halkın parasından, yani her kötü şeyden imtina ettikten sonra, onlara ?Hayır!? dedikten sonra içindeki göz açılır, içindeki can kulakları açılır. Biz bu aşamalarda kendimizi temizlemeden önce göremeyiz. Hz. Ali buyurdu ki, ?Kim tanrısını tanımak isterse önce nefsini tanıması lazımdır.?
Bizim Şeytan dediğimiz veya o negatif enerji dediğimiz aslında kendi içimizdedir, görüşümüzdedir. Onları temizledikten sonra vecd olma, Hakk?ı tamamıyla hissetme şansımız olabilir. Cemde herkes birbirinin enerjisinden yararlanır, ama cemden çıktıktan sonra içimizden yine ?yarın paramı nasıl kazanacağım??endişesi gibi doğru olmayan şeyleri de düşünebiliriz. Ne mutlu o insana ki her saniye Hakk?ın huzurunda olsun. Alevi dediğimiz insan her saniye Ali ile yaşayan insandır. Camide olduğu gibi değil; camide namaz kılıp çıkıp dışarıda alışveriş yapmak ve tanrıyı kendinden uzakta görmek gibi değil. Alevilik odur ki her saniye Ali?nin huzurunda olursun. Ali?nin huzuru yalnız cemevi değil. Pirlerimizi görünce ?Hû!? yapalım, peki, ya başka yerde? Onun huzurunda olmayı hayatımıza katabilmeliyiz.
?Bir Ben Var Bende Benden İçeri? deyişi var ya onula bunu birleştirelim. Bir Cavit var sizinle görüşüyor, bir tane de Cavit var içimde, ama biz onla tanış değiliz ki? Çok insanlar var ki kendisiyle küstür. Ben kendisiyle küs olanlardan istiyorum ki o benle barış ilan etsin. Dünyaya barış arzu ediyoruz, dünyaya demokrasi arzu ediyoruz, hâlbuki kendi içimizdeki barıştan haber yok. Kendimizle savaşmadık ki barışalım.
Hz. Muhammed Mekke?ye girdikten sonra dediler, ?Ya Muhammed; savaş bitti? O dedi ki ?Bu küçük cihattır, en büyük cihat, cihad-ı ekber daha yeni başlıyor.? O ?Cihad-ı Ekber?in maalesef İslam dünyasında müfredatı yok, ama Alevilikte var? Biz ne diyoruz:
?Kırklar Meydanı?na vardım
Gel beri ey can dedilers
İzzet ile selam verdim
Gir işte meydan dediler?
Bu Kırklar Meydanı acaba neresidir? Kırklar Meydanı bizim göğsümüzde, akılla gönlün arasında olan bir meydandır. Her âşığın, her Ali?yi sevenin, her gerçek Alevinin Kırkları içinde bulması lazım. Bu filtrelerden geçtikten, temizlendikten sonra, Hakk?ın huzurunda olmayı ve 24 saat o huzurda kalmayı başarır.
Umarım ki hepimiz bunu başarma şansını yakalarız.


Ehli Hakk  
Yarenler Ceminde dil olunca, kulak ol!? Bize eskiden böyle anlatmışlar? Ne mutlu o insanlara ki cemevinde baştan ayağa kulak olmuşlar, dinliyorlar. Benim gibi suçlu insanlar ise hep konuşuyor. Hayatın en güzel anısı öğrenmektir. Bu da dinlemekle oluyor.
İran Aleviliği? ya da İranda Ehli Hak?lar dediğimiz zaman, o kadar geniş bir mevzu ki hakikatini isterseniz ben de bilmiyorum nereden başlayayım. Bunun tarih yönleri vardır, felsefi yönleri vardır. Cem nasıl kuruluyor gibi, ama bir tanesinden başlamam lazım.
Biz burada İran Alevisiyiz dediğimiz zaman çok ilginç sorularla karşılaşırız her zaman. Sorarlar, ?Şii?siniz, değil mi?? Soranlara 5?10 dakika anlatmaya çalışırız ki, ?Biz Şii değiliz, biz de İran?da sizin gibi cemevlerine gidiyoruz. Orada yaklaşık 10-12 milyon Alevi var.? Maalesef, en büyük problem odur ki birbirimizden haberimiz yoktur. Aynı problemi biz de İran?da yaşıyoruz.
Ben İran?da, ?Türkiye?de cemevlerine gidiyorum? dediğim zaman, onlar, ?Sen tarikattan mı bahsediyorsun? Gittiğin yer bir tarikat mı?? diye soruyorlar bana. ?Yok, bizim gibi Cem kurarlar, musahiplik, dedelik vardır? Yani aynı bizim gibi?? diyorum. Onlar da şaşırıyorlar.
Bu durumun, dün de açıkladım, tarihi nedenleri var. Zamanında bu topluluk bilerek veya başka sebeplerden dolayı bir ayrılığa duçar olmuş. Şah Hatayi?den sonra, biliyorsunuz tarihten. Ve artık birbirimizi unutmuşuz.
Günümüzde buraya geldiğimden beri, her gittiğim konserde anlatmaya çalıştım: İran?da da bir Alevilik var aynı koşullarda. Biraz şekil olarak farklı olabilir, ama aynı şeyler orada da yaşanılır.
Bir farkı vardır, İran?da Alevilik ve Ehli Hak dediğimiz olgu bizde Sultan Sahak ile başlamış. Sultan Sahak, Hacı Bektaş?tan sonra zuhur eden bir sultandır, padişahtır. İran?da da sizin gibi Allah?ın insan içinde tecelli eden canına ?Sultan? denilir. Padişah, Şah, Sultan, bunların hepsi bu kâmil insana verilen isimlerdir. Artık sultanlık makamına varmış ya da öyle doğmuş kişidir sultan.
Bunu iki kelime ile anlatıyorlar. Biri ?Zat-ı Mihman?, yani ?konuk olmuş zat?. Mesela 15, 20 ya da 7 yaşındayken, sultanlık kuşu onun omzunda oturmuş ve o Sultan olmuştur.
Bir de ?Zat-ı Kurs? var. Zat-ı Kurs ta doğmadan sultan olandır. Mesela Sultan Sahak doğmadan önce Alevilerin Sultanıdır. Sultan Sahak zuhur ettikten sonra çok önemli bir gelişme bizim bölgede Hanedanların yaratılmasıydı. Hanedan dediğimiz postnişinler, soylardır. Pirlerden Sultan Sahak zuhur ettikten ve o bölgelerde cem kurulduktan sonra 12 kişiyi dünyanın her tarafına gönderdi. Sultan Sahak?ın buyruğunda, ?Hacı Bektaş benim, ben de Hacı Bektaş?ım?? denir.
Bizim tarafta iki bölgede de, yani hem Kürt bölgelerinde hem Türk bölgelerinde Ehli Hak?lık yaygındır. Bizim cemlerde ceme girdiğiniz zaman hiçbir zaman, kimse kimsenin milletini, milliyetini sormaz. Biz de bir ?selamın aleyküm? var o da ?Ya Ali?dir. Başka bir şey konuşulmaz cemevlerinde.
Bu 12 Pirler, Hindistan?a, İran?ın her bir köşesine, Anadolu?ya gittiler ve soylarını devam ettirdiler. Yedi ulu soy oradan kaldı. Sonra zaman itibariyle dört soy da onlara eklendi. Şimdi İran?da Alevi olarak tanımlayabileceğimiz on bir Hanedan vardır. Onlar arasından Yediler, Ateşbeyliler, Zunnuriler, Aligelenderler gibi isimleri sayabiliriz.
Benim tercihim odur ki dostların soruları olsa da ben cevaplasam. Çükü baştan bunları söylemek uzun sürecek. Bilmiyorum nereden başlayıp nereden bitireyim?
Bizde 12 hizmet yoktur. Biraz mutfak kuralları farklıdır. Kurban kesmeden başlıyor?
12 hizmet ismiyle değil, ama öyledir. Kapıdan girdiğimiz zaman biz de yeri öpüp niyaz ederiz. Birinci Seyyid dedemiz birinci yerde, yani kapıdan girdiğimizde ilk postta oturur. Yeri öpüp, dede?nin elini öpüp, sonra herkesin elini öperek gelip, en son yine yeri öpüp uygun bir yerde otururlar.
Ayakta, hizmetçiler  Ceme başlamak için Elsuyunu getiriler ve dede orada duasını verir. Elsuyu duası Şah?ın ismiyle başlıyor, oradaki meleklerin ismiyle?
Biliyorsunuz İran?daki Ehli Hak?larda dört melek Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail?in isimleri farklıdır. Onlar, Pir Bünyamin(beni emin), Hz. Davut, Pir Musa ve Mustafa-i Davudan ismiyle şifrelenmişler. Sonra Fatma Ana ki ona ?Remz-i Bar?, yani ?çok sırlı yük sahibi olan? diyoruz. Kürtçe konuşanlar ?Rezbar? da diyorlar hızlı şekilde? Ve ?Yadigâr? ile ?Rüçiyar?, ? İmam Hasan? ile ?İmam Hüseyin?in isimleridir. Rüçiyar, İmam Hasan?ın ismidir; yeşil onun simgesidir. Kırmızı renk de Yadigâr?ın; İmam Hüseyin?in simgesidir.
Bu yedi melek, İran Ehli Hak?larında çok önemli yer alır. Her zaman bizim dualarımızda bu yedi melek vardır. Cemde dedemiz onlara dua verdikten sonra lokma dağılır. Lokmadan sonra herkes gözlerini kapatır, zakirler başlarlar kelâm söylemeye.
Bizde deyişlere Kelâm derler, Kelime?den geliyor. Kutsal deyişe Kelâm diyoruz. Kelâmlarımız iki türlüdür. Işıklar ufacık mum gibi sönükken, zâkir başlar yavaş tempoda ve seste peste. Canları uçmaya hazırlamak için yumuşak yumuşak zikirlere başlar.
Mesela,
?-----NEFES---
kim penah getirirdoğru yarına
Hakkın onunla olur keremi
gedr eyle yarın külli varına
rahmetdir geldikc yarı gedem
-?
gibi?
Açılıştaki çok yumuşak deyişler canları, geçmiş hayatlarına, cennet dediğimiz ütopyalara ve gelecekte ümit ettikleri güzel yaşama götürür. Eskiden Mevlana ve Hafız demişler ki, ?Ben Melektim öbür dünyada ama sonra Âdem şeklinde geldim ve sevgilimden ayrıldım?? Bu ayrılığı yine hatırlatmak, insanları transa, vecde getirmek, yani transa geçip bedenden göç ettirmek, burada yaşayıp nefes aldığımız halde ruhumuzun öbür diyara gidip onları ziyaret etmesi için çok güzel bir fırsat yaratiyor bu kelamlar.
Yani bir anda hızlı ve yüksek başlayıp çalmıyorlar. Yavaş yavaş kelâmlar diyenden sonra ritmik bölümleri geliyor. Biliyorsunuz bizim tarafta takiye yüzünden semahlar yavaş yavaş aradan kaldırılmıştır. Baskılar yüzünden kalksada zikirlerimiz ?dün dediğim gibi zikir, Hakk?ı hatırlamaktır? yavaş yavaş tempoyu hızlandırır ve ses tizleştirir. Öyle bir an gelir ki herkes kendinden geçer. Orada yine ışıkları biraz söndürürler.
Bize atılan iftiraların nedeni budur, derler ya ?mumları söndürdüler? diye. Bunun nedeni o uçuş anında her insan başka davranış gösterebilir, ağlayabilir, başını duvara vurabilir. Kimin ne yapacağı bilinemez ? Öyle beklenmedik hareketler olabilir ki, insanlar güvende olsunlar diye, ?Arkadaşım bana bakıp transtan çıkabilir? diye o ışıkları azaltmışlardır(.tabi ki ber cem evine giden insanin hem cem evinde ve hem dışında hareketleri her zaman ve mekanda etik kurallarının dışında eğildir )
En sonda çok hızlı bir tempoya ulaşılır. Vecd halinde müzik bitince, dede mana dünyasında oradakilerin elinden tutup, yavaş kutsal kelâmlardan söyleyerek onları yine yere indirir. Çünkü hayat, gerçek ve maddi hayat devam etmelidir?
Lokmalar dağıldıktan sonra, dede lokmalara dua verir ve herkes yalnız bir tadımlık lokma alır. Sonra herkes evine gider. Daha önce de söyledim bizde gençler bazen kalırlar, gece12?den 1?den sonraya sabaha kadar yine zikir yaparlar, mest olurlar, sarhoş olurlar. Bu aşk sarhoşluğudur ve o sarhoşluk dünyasında çok acayip şeyler görülebilir. Eskiden bize, Ehli Haklara ve Alevilere, bu nedenle ?Gören? derlerdi.
?Dünya nazar Dünyasıdır
Erenleri Bin Yaşasın
Her Bir Kesi Öz Donunda
Görenleri Bin Yaşasın.?
Biz bir kere böyle bakıyoruz insan görüyoruz ama o bakmaktır görmek değil. Ama gördüğümüz zaman belki önümüzde Fatma Ana oturmuş? Alevi felsefesi budur ki biz ölmeye inanmıyoruz. O büyük canlar, Pir Sultan Abdallar işlerini gördüler, gittiler mi acaba? Yine, içimizdedirler. ?Bir açık göz gerek olsun göre dildâr hanı??
Biz aşkımızı bu gözle görmeliyiz. Görmek için önce can gözümüzü temizlememiz lazımdır. Biliyor musunuz Alevilikte en önemli şeylerden biri perhiz etmektir, imtina etmektir. Halkın namusundan, halkın parasından, yani her kötü şeyden imtina ettikten sonra, onlara ?Hayır!? dedikten sonra içindeki göz açılır, içindeki can kulakları açılır. Biz bu aşamalarda kendimizi temizlemeden önce göremeyiz. Hz. Ali buyurdu ki, ?Kim tanrısını tanımak isterse önce nefsini tanıması lazımdır.?
Bizim Şeytan dediğimiz veya o negatif enerji dediğimiz aslında kendi içimizdedir, görüşümüzdedir. Onları temizledikten sonra vecd olma, Hakk?ı tamamıyla hissetme şansımız olabilir. Cemde herkes birbirinin enerjisinden yararlanır, ama cemden çıktıktan sonra içimizden yine ?yarın paramı nasıl kazanacağım??endişesi gibi doğru olmayan şeyleri de düşünebiliriz. Ne mutlu o insana ki her saniye Hakk?ın huzurunda olsun. Alevi dediğimiz insan her saniye Ali ile yaşayan insandır. Camide olduğu gibi değil; camide namaz kılıp çıkıp dışarıda alışveriş yapmak ve tanrıyı kendinden uzakta görmek gibi değil. Alevilik odur ki her saniye Ali?nin huzurunda olursun. Ali?nin huzuru yalnız cemevi değil. Pirlerimizi görünce ?Hû!? yapalım, peki, ya başka yerde? Onun huzurunda olmayı hayatımıza katabilmeliyiz.
?Bir Ben Var Bende Benden İçeri? deyişi var ya onula bunu birleştirelim. Bir Cavit var sizinle görüşüyor, bir tane de Cavit var içimde, ama biz onla tanış değiliz ki? Çok insanlar var ki kendisiyle küstür. Ben kendisiyle küs olanlardan istiyorum ki o benle barış ilan etsin. Dünyaya barış arzu ediyoruz, dünyaya demokrasi arzu ediyoruz, hâlbuki kendi içimizdeki barıştan haber yok. Kendimizle savaşmadık ki barışalım.
Hz. Muhammed Mekke?ye girdikten sonra dediler, ?Ya Muhammed; savaş bitti? O dedi ki ?Bu küçük cihattır, en büyük cihat, cihad-ı ekber daha yeni başlıyor.? O ?Cihad-ı Ekber?in maalesef İslam dünyasında müfredatı yok, ama Alevilikte var? Biz ne diyoruz:
?Kırklar Meydanı?na vardım
Gel beri ey can dedilers
İzzet ile selam verdim
Gir işte meydan dediler?
Bu Kırklar Meydanı acaba neresidir? Kırklar Meydanı bizim göğsümüzde, akılla gönlün arasında olan bir meydandır. Her âşığın, her Ali?yi sevenin, her gerçek Alevinin Kırkları içinde bulması lazım. Bu filtrelerden geçtikten, temizlendikten sonra, Hakk?ın huzurunda olmayı ve 24 saat o huzurda kalmayı başarır.
Umarım ki hepimiz bunu başarma şansını yakalarız.
TÜRKİYE’DEN İRAN’A SEYAHAT
İRAN’DA EHL-İ HAKLAR (İRAN ALEVİLERİ)


10 Temmuz 2011 Pazar günü bir yaz sabahı İstanbul’dan –Van Hava alanına oradan da karayolu ile Türkiye-İran- Razi sınır kapısından giriş yaptım. Karayolu ile saat 21.00 de İran-Urumiye ustanına ulaştım.


Urumiye kentinde hazırlıklarımızı tamamladıktan sonra, 12. 07. 2011 tarihinde Ehl-i Hakların (Alevilerin) – Ateşbegler’in önemli ziyaret  merkezi konumda olan GURAN BULAĞI’nı  ziyaret etmek amacıyla özel bir araçla 4,5 saat süren bir yolculuğa devam ettim.


Rehberle birlikte Miyandaab-Melekan Binabad doğru hareket  ettik. Yolumuz üzerinde bir kısmı Alevi köyleri vardı. Bunlardan başlıcalar: Kaylavat,Taşatan (En az 50 haneli Ehl-i Hak aile var), Merduğ köyü (köyün içerisinden geçen Merduğ çayından adını almıştır),Kereceband (Suyu bol olan köy anlamındadır), Serkize, Deregez(Meşed - Türkmen sınırına yakın bir köy), Ağaçeeray (Alevi köyüdür),Yengeç,Karaltı ve Kurde de köylerini yol boyunca takip ederek Shanda Dağı (3710 m) eteğinde bulunan Guran Bulağı’na vardık. Guran Bulağının eteğinde  çıkan kaynak   suyu, Munzur suyu gibi, inançlara göre kutsal su olarak kabul ediliyordu.


Ateşbegleri (Aleviler) her pazartesi, Perşembe  ve Cuma günleri olmak üzere haftada bazen üç, bazen bir defa   olmak üzere çevre köylerden gelen canlar on beş km yol boyu yürüyerek alkışla, coşkuyla ve  çilekeş bir şekilde Guran Bulağını ziyaret ederler. Kurbanlar kesilir, adaklar adanır ve cemler yapılır. Ekim ayının yirmi- otuz tarihleri arasında da, yörede bulunan tüm Ehl-i Haklar (Ateşbegler) – Alevi inancına mensup olanlar canlar, Guran Bulağ’nı tekrar ziyaret ederler. Guran Bulağ’ın da kurbanlar kesilir, adaklar adanılır ve topluca  cemler yapılır.


Ehl-i Haklar kesinlikle bıyıklarını kesmezler. Tıpkı Anadolu Alevileri gibi ibadetlerini cem evlerinde icra ederler. Ehl-i Haklar Guran Bulağını ziyaret ettiğimde  dört  Ehl-i Haklı kişiyle  söyleyişi yaparak yola devam ettik. Aynı günün akşamı Ehl-i Hakların yoğun olarak yaşadığı Mereğa- Nova köyüne geri döndük. Nova köyü Merağ ustadına (il) bağlı  550 haneli köy olup, bir Ehl-i Hak köyüdür. Ateşbegi koluna bağlıdırlar. Nüfusları 2000’e yakın olup, Pir Sultan’nın kardeşi olan Ateşbegi soyundan geldikleri söylenir. Pirlerin Ateşbegi olduğunu belirtiyorlardı. Seyit Snahram Hasan Pür seyitleri olup Seyit babasıyla birlikte, her Perşembe akşamı cem evlerinde ibadet eder ve kurban kestikleri söylediler. Cem evlerini ziyaret ettik, Türkiye deki cem evlerinden bir farklarının olmadıklarını aynı ibadet şekilline uygun on iki hizmet icra ettiklerini belirtiler. Cem evlerinin de benzer yapıda olduğunu ciddi bir farkının da olmadığını gözledim. Nova köyünde 7 tane cem evi bulunmaktadır.1-Nova, 2-Asaren,3-Miriber,4-Simpur,5-Seydali,6-Ali Musevi,7-Sarhoş Bey, Mollacemevleri adıyla anılmaktadırlar.


Nova köyünden seyid –pir sayısı az olduğu için köyde pazartesi, çarşamba, Perşembe ve Cuma günlerinde cem icra edilir. Beyazidi Bestami, Ateşbegi, Hacı  Bektaşi  Veli ve Ehl-i Beyitle ilgili deyişler, beyitler  tamburla söylenir, dualar edilir.  Cemlerde 7 hizmet görülerek ibadet icra edilir. Ürumiyede, ise katıldığım bir cem ibadeti dört saat sürdü.Ceme gİrerken Dede den izin istedik,seyit dededen izn aldıktan sonra, ,rehberime ve bana doksan taneli tesbih,bere aldık ve kemerbesti belimize bağladıktan sonra uygun olan bir yere oturduk.Cem başlanılana kadar beş kez tesbih çekerek dualar ettik. Burada niyaz ve lokmalar hazırlandı. Gelen niyazlara teker, teker dualar verildi. Sırasıyla Seyitler için, hizmet, çırağ ve molla duası verildi. Zikirler devamla yapıldı. Cem ibadeti bittikten sonra, niyazların dağıtımı bitinceye kadar ceme getirilen niyaz çeşitlerinin ayrı, ayrı duaları verildi. Niyaz dağıtımı bitince haftalık kurbanlar ve İran’daki Ehl-i Hakların (Alevilerin) esas merkezi konumunda olan Kirmanşah-Gereband için para toplandı. Bu yardımların amacı ise; İran daki yoksul Ehl-i Hakların sorunlarını çözümü için yapıldığı belirtiyorlardı. Urumiyede ise, üçü resmi olmak üzere, yirmi cem evinin olduğunu belirtiyorlardı.


İRAN’DA ALEVİLİK; 


İran Alevileri kendi aralarında çeşitli adlarla anılmaktadır. Örneğin,
1
-Kırklar,
2- Ateşbeyler,
3-Yediler,
4- Nur baksi(Nimettulalar),
5-Kalandereliler,
6-Sefil Ali Şahlılar,
7-Nemetullahlılar,
8-Günabadiler(dervişler),
9- Muhlis Ekssaihliler,
10- Teyfuriyeliler,
11-Hamusiler,
2- Şah ibrahimiler,
13-Babayadigarıler,
14-Merenuriler,
15-Kesnzanıllar,
16-İsmailler,
17-Vadetivucut v.b.
olmak üzere 32 gruba ayrılmışlardır. İrandaki Ehl-i Hakların (Alevilerin) esas merkezi Kirmanşah-Gereband ‘dır.Burası Alevilerce kutsal bir yerleşke kabul edilir.Seyitleri Seyit Nizam’dır. Seyit Nizam’ın duazmanları, deyişleri, beyitleri  ve Ehl-i  Beyit inancı doğrultusunda Aleviler (Ehl-i Haklar) Cem ibadetlerini icra ederler. Başta İran Ehl-i Hakları( Alevileri) olmak üzere, tüm dünya Alevileri her yıl Şubat ayında Kirmanşah-Gereband’da toplanarak toplu cemler yapılır, kurbanlar kesilir ve ibadetlerini burada icra ederler. Kirmanşah-Gereband inanç merkezi İran’daki Aleviler başta olmak üzere, diğer ülkelerdeki Alevilerin, Ehl-i Beyit’e inanların ilgi odağı durumuna gelmiştir.









Urumiye-Ilığıcı (120 km)


13 Temmuz 2011 tarihinde Urumiye’den saat 09.00 da Alevilerin yoğun olarak yaşadıkları  yerleşkeye doğru yola çıktık. Urumiye ‘nin 12 km kuzeyinde Pence Ali  Dağı bulunmaktadır. Ehl-i Haklara göre; Hz. Ali  bu dağa gelmiştir. Bu dağın eteğinde Hz. Ali’ nin pençesinin izi, dizinin izi ve atının izinin bulunduğuna inanılmaktadır. Ehl-i Hak inancına sahip olanlar her Perşembe ve Cuma günleri  ve Muharrem ayı gibi kutsal günlerde Pence Ali dağını ziyaret ederek kurbanlar kesilir, adaklar adanılır ve cemler yapılır. Urumiye gölünün doğusundan batısına doğru 25-30 km arası  dolgu malzemesiyle de doldurmuş ve 1800 m uzunluğundaki karayolu köprüsü gölün iki tarafını ikiye ayırmıştı. Göl sularının kuruması nedeniyle göl kızıla boyanmıştı. Göle akan akarsular üzerinde 30 yakın barajların yapılması göl suları 14 km içeriye doğru kurumasına ve doğal yapının bozulmasına sebep olmuştu. Doğal yaşamın bozulmaması için de uluslar arası  kurumların desteğiyle küçük Zap ve Aras çaylarının göle akıtılmasıyla ilgili projeler geliştirmeye çalışılmaktadır.


ILIĞICI’nın nüfusu 45 bin olmasına rağmen yüzde  90 nı Ehl-i Hak inancına mensupturlar. Ehl-i Haklar içerisinde  kırklar, yediler, Ateşbegler gibi çeşitli Alevi grupların da bu kentte ayrı, ayrı cem evleri vardı. Gittiğim cem evinde İrec İrem Poyer vs görevli Sefer amca ve zakir karşıladılar. Gerekli ilgiyi gösterdiler. İreç İrem Poyer, Pirleri Pir Momond izin almadığı sürece konuşma yetkisinin olmadığını belirtti. Cem evini  tanıttı. Türkiye’deki  cem evlerinden farklı olmadığı, fiziksel durumu benzerlik olduğunu gördüm. Ilğıcı Cem evinde Çırağ duası dışında, sofra duası, abdest duası, şerbet duası, cem duası, kurban duası gibi duaların  verildiğini orada bulunan ilgililer tarafından belirtildi. Ilığıcı Alevileri 12 imamlarda oruç tutmadıklarını 40 gün perhiz, çileye yattıklarını belirtiler. Muharrem ayında oruç tutmadıklarını 40 gün boyunca hayvan ürünlerini yemediklerini ağaç ve bitkilerden elde edilen yiyecekleri yediklerini  ve 40 gün boyunca karınlarını tam doyurmadıklarını belirttiler. Evlendikleri zaman kurban kestiklerini belirtmenin yanı sıra insan yaşamında doğum, nikâh ve ölümün  önemli dönemler olduğunu belirtiler. Ilğıcı da; Kırklarlara ait üç cem evi, Ateşbegler’e ait iki cem evi, Yedilerin ise, on beş tane  cem evlerinin olduğunu belirttiler. Perşembe günlerinde cem yaptıklarını, sonbahar aylarında ise her gün cem yaptıklarını vurguladılar. Ceme girerken başa bere takılır,bele kemer best  bağlanılır.(özellikle beyaz ve siyah renk olmasına dikkat edilir.) Cemde zikir edilir, Cemlerde tembur çalınarak cem yaptıklarını, duazman ve miraçlaşma okunur.  Cem ibadeti en az 3 saat devam eder. Cemde niyaz kurban duası şeker helva, ceviz, badem, nebad  ve benzeri lokmaların duaları tek, tek yapılır


Ilığıcı‘nın önemli köyleri ise; Kıpcak, Ecepşir,Kültepesi,Şiraz,Geredağdır.


İran da Alevilerin en yoğun olduğu yerler ise; Urimiyede 10-15 bin, Makoda (tahminen 27 Alevi köyü vardı) 5000 bin, Nova da 2000, Merağ da yaklaşık olarak nüfusun  yüzde 60, Miyandabağda 30.000,Kirmanşahta 150-200 bin, Krej 5000 bin, Ecepşirde (Şiraza bağlı yerleşim yeri)5000 kişi, Hemadan da 10.000 kişi,Pol Dokter (Kızılköprüsü,İran –Irak sınırına yakın),Hoy,Şiraz,Tahran,Kerej,Karadağ,Mereğa,Heşrut,Gilan,Deylem,Lahican,Miğancig,Babakendi,
Azizkendi,Zülbin.Horosan,Ekti,Erdebil,Meşed,Muskabat,YukarıMuşkabat,Zencan,Serap,Giydar,
Lengrüd,Rankuh,Ramsar,Mazanderen,Horasan ve Tahran gibi İran‘nın birçok bölgelerinde tahminen
18-20 milyon civarında Ehl-i Haklar’ın(Aleviler’in) yaşadığı sanılmaktadır. Alevilk İslam dünyasında çeşitli halklar arasında yayılmıştır.



Özellikle İran’da yaşayan Türkler, Azeri Türkler, az sayıdaTatar, Nogaylılar, Deylemliler-(Gilekler) ,Lekler, Lorlar, Goranlılar, Kürtler, Araplar, Persler (Farslılar)arasında yayılmıştı


Ali Kaya Araştırmacı Yazar

Kürt Aleviler

Kürt Aleviler

Alevilik kavramı bu gün bir çok alt kavramı daha doğrusu bir çok dini grubu ifade eden, eski kavramların yerine kullanılan bir dini ve etnik üst kavramdır. Bektaşilik dahil Kızıl başlığı, Abdalları, Tahtacıları, Nusayriliği, Kürt Aleviliğini vb. içine almış bir kavramdır. 1984’te başlayan Kürt ulusalcılığıyla ve 80’lerin sonlarından itibaren ortaya çıkan Alevi uyanışıyla birlikte cılızda olsa bir Kürt Alevi etnisinden söz etmek mümkün olmuştur. Söz konusu gelişmelerden önce topluluk üyeleri kendilerini salt Alevi kimliği içinde ifade ediyorlardı. Kürt Alevi Kimliğinin öne çıkma olgusu yenidir, son 15-20 yıllık sürecin sonucudur. Bu çalışmada Anadolu’nun etno-kültürel yapısı çerçevesinde Kürt Alevilerin özelde kendi içlerinde yaşadıkları kimlik kargaşası genelde ise ilişkide oldukları kişiler ve kurumlar tarafından kimliklendirme çalışmaları ele alınarak, söz konusu etnik yapı tanıtılmaya çalışılacaktır.
Kürt Alevilerin, yaşadıkları kimlik çatışmasına örnek oluşturacak inancıyla, Erdal Gezik’in Alevi Kürtler adlı çalışmasından bir alıntı yaparak başlayalım.
“C. kardeşlerle 1995 yılında Batı-Avrupa’ nın bir şehrinde karşılaştım. Onlar çok az Türkçe konuşabilen bir Dersimli anne ve babanın 33 ila 45 yaşları arasında olan dört erkek çocuğu idiler. Kardeşlerden en büyüğü, hararetli bir şekilde asıllarının Türk olduğunu söylemekteydi…..İkinci kardeş, kendisini herhangi bir etnik kökene bağlamayı tercih etmiyordu. O, anne ve babasının Kürt olduğunu belirtiyor, ama bunun kendisi için bir şey ifade etmediğini söylüyordu…başkalarının kendisini ‘solcu bir dünyalı’ olarak tanımalarını istiyordu. Kardeşlerden üçüncüsü, Kürt olduklarını savunuyor ve diğer kardeşlerini inkarcılıkla suçluyordu. En küçük kardeş ise, Alevi olduğunu belirtiyor ve bunun kendisini bir millete bağlı olmanın ötesinde bir bütün olarak yeterli ‘yaşam felsefesi’ sunduğunu söylüyordu.”( Gezik,2000:80)
Gerçi uzun bir alıntı ama, aynı anne babadan dört farklı kimliğin doğabileceğini gösteren çarpıcı bir örnek. İki binli yılların başında Kürt Alevi topluluğuna tanıdık olan birisi için bu o kadarda yabancı bir olgu değil. Kürt Alevi bir ailedeki bu parçalanmış kimlik hali; Kürt Alevilerin yaşadığı köyler arasında da bölgeler arasında da yaşanmaktadır. Aynı coğrafyadaki Kürt aleviler arasında da etnik aidiyet bağlamında farklılıklar görülmektedir. Kürtçe konuşan iki aşiretten biri Kürt olduğunu iddia ederken diğeri Türk olduğunu iddia edebilmektedir. Son yıllarda Kürtçe’nin zazaki lehçesini konuşan Alevilerin farklı bir etnik topluluk olduğunu savlayanlar da olmuştur. Kurmancki ve zazaki ayrımı konuya yabancı bir olgu değildir. Ancak burada kurmancki ve zazaki konuşan aleviler; Kürt aleviler ya da Alevi Kürtler olarak ifade edilecektir. Yine vurgunun Kürtlüğe yada Aleviliğe yapılması da bizim için önemli olmayacak. Bu kavramlarla kast edilen, kurmancki ve zazaki konuşan ve alevi inancına mensup topluluklardır.
Kendilerini birbirinden, farklı dört kimlikle tanıtan kardeşlerin üyesi olduğu topluluk Kürt aleviler, dışardanda birbirinden farklı olarak kimliklendirilmiş veya adlandırılmıştır. Farklılıklar en çok tarihlendirme ve köken arayışı çabasında görülür. Kökenlendirme çabasında, genel olarak üç yaklaşımdan söz edilebilir.
“Bunlardan ilkini, 1850’lerden 1920’ye imparatorluk içerisinde faaliyetlerde bulunmuş Batılı misyonerler, resmi görevliler, ve araştırmacı gezginler oluşturmaktadır. Bunlara göre; aleviler Anadolu’nun yerli halklarının ve büyük ihtimalle yakın bir zaman öncesine kadar Hıristiyan olan toplulukların kendilerini Müslüman adı altında korumaya çalışan takipçileriydiler.
İkinci grup; 1910’lardan sonra konuya kendi ulusal çıkarları çerçevesinde ilgi duyan Türk milliyetçiliğinin taraftarları oluşturmaktadır. Aleviler bu kişiler tarafından Orta-Asya’dan günümüze Osmanlı kültürü üzerindeki tüm Arap ve İran etkisine rağmen, Türk ulusal karakterini koruyan en önemli toplumsal grup olarak görülmekte. Dolayısıyla Alevilere ait tüm özellikler, kökensel olarak Anadolu değil, Orta-Asya ve etnik olarak da Türk olgusuna bağlanmakta. Aleviler tarafından kullanılan Türkçe dışındaki diller göz ardı edilmekte ve inanç düzeyinde her farklılık Türk Şamancılığıyla ilişkilendirilmekteydi.
Üçüncü grubu; 1984 sonrası belirginleşen Kürt ulusalcılığın etkisinde çalışmalar yapan değişik düşün çevreleri oluşturuyor. Kürt tepkisi kendisine tüm Kürtler içerisinde taban buldukça, sahiplendiği Alevi Kürtler içinde politik- etnik bir tarih yazımına yönelmesi fazla gecikmedi. Bu yaklaşım iki yönlü gelişme gösterdi diyebiliriz. İlki bölge kökenli yazarların kendi tarihlerini yazmak için ilgilerini Mezopotamya-İran-Anadolu halkasına çevirmeleri, ikinci ise özellikle Batı Avrupa’da yaşayan Kürt Alevilerin kendi kökenine yönelik bir ilginin başlamasıydı. Türk tarihçiliği ve milliyetçiliğine bir tepki olarak doğmuş, tıpkı Türk milliyetçiliğinin kendisine uygun olarak yarattığı alevi tarihi gibi, Kürtler de her şeyi kendi topraklarında ve Kürt etnisinde arama eğilimine girdiler.”(Gezik,2000:9-10-11-12) Bunlara göre de Alevilik mazda inancının ve Zerdüşt dinin bir devamı olarak Kürtlerin gerçek diniydi.
Tüm Alevilerde olduğu gibi Kürt Alevilerde de horasandan geldiklerine dair güçlü bir inanç vardır.

DAĞILIŞLARI
Birçok araştırmacıya göre dersim, Kürt Alevilerin merkezi olarak kabul edilir. Ve bunu destekleyen farklı bölgelerdeki Kürt Alevilerin anlatmalarına yer verirler. Bu günde dersim dışındaki Kürt aleviler arasında da dersimden geldiklerine dair sözlü aktarımlar bulmak mümkün. Dersim bugünkü Tunceli, Sivas’ın bir bölümü, Erzincan’ın Kemah ve Tercan ilçeleri ile Bingöl’ün kığı ilçesini içine olan bölgedir. Bir dizi Kürt alevi yerleşim bölgesi dersimden başlayarak Bingöl, Kuzey Muş, Varto boyunca Kars’a kadar doğuya uzanır. Diğer bir dizi yerleşim bölgesi Malatya, Maraş, Adıyaman, ve Antep boyunca Suriye Adana’ya uzanır. Kayseri, Çorum, Artvin illeri sınırları içindede Kürt alevi yerleşim bölgelerinin olduğu bilinmektedir. Bu gün ise başta büyük şehirlerde olmak üzere Türkiye’nin birçok şehrine dağılmış durumdalar. Avrupa’nın bir çok ülkesinde de belli bir Kürt alevi nüfusundan söz edilmektedir. Toplam nüfusları hakkında kesin rakam vermek mümkün değildir. Kimi araştırmacılara göre birkaç yüz bin kimine göre ise birkaç milyondur.
Kürt Alevilerin yerleşim bölgeleri bir çok özelliği içinde barındırır. Hem Kürtlerle Türkler arasında bir geçiş bölgesini oluşturur hem de Türk alevi, Kürt alevi, Sünni Türk ve Sünni Kürtlerin bir arada yaşadığı karışık bölgelerdir. Öte taraftan “ bu bölge 1970’lerde Sünniler ve aleviler arasında ciddi çatışmaların yaşandığı bölgedir.”

İNANÇLAR
Yazıya dayalı bir kültürleri olmadığı için Kürt Alevilerin inançları, ibadetleri, günlük yaşamları hakkında tutarlı ve detaylı bilgiler vermek olanaklı olmamıştır. Sözlü olarak aktarılan kültür kesintiye uğrayınca topluluğun bilgisine ulaşmak daha da zorlaşmaktadır. 80’lerin sonlarında başlayan ve 90’larda hız kazanarak bugüne gelen alevi uyanışıyla birlikte bol bir literatürün oluşmasına rağmen. Peş peşe piyasaya çıkan kitaplar bir öncekinin tekrarı niteliğindedir. Kürt Alevilerle ilgili bilgiler sınırlı kalmıştır. Dildaşları olan Sünni Kürtlerde nerde ayrılıyorlar, nerde birleşiyorlar? Dindaşları olan Türk Alevilerle nerde ayrılıyorlar, nerde birleşiyorlar? Bektaşilikle benzerlikleri farklılıkları ne? Şimdilik bu sorulara cevap vermek zor gözüküyor.
Yinede Bektaşilik ve Alevilik karşılaştırmalarından hareketle Kürt Alevilerin inanışları hakkında kısaca bilgiler verilebilir.
Bektaşiliğe nazaran Alevilik tam bir kurumlaşma sağlayamamıştır. Bektaşiler kentlerde örgütlü bir yapı oluştururken, köylerde yaşayan Kızılbaş Aleviler az çok örgütsüz kalmışlardır. Bektaşiler değişmez bir ritüel uygularken, Kızılbaş aleviler efsanelerin yerel folklorla karıştığı mitlere inanırlar. Bektaşi olmak isteyen ve buna layık görülen herkes Bektaşi olabilir. Ancak alevi olarak doğmamış birisi sonradan alevi olamaz. Bektaşilikte tekkenin lideri babadır. Alevilikte tekke görülmez ve cemaatin lideri dededir. Babaların lider olabilmesi için belli bir eğitimden geçmeleri ve mükemmelik derecesine ulaşmış olmaları aranırken, dedelerin şeceresi Ali’ye kadar dayanan bir ocaktan gelmeleri gerekir.
Tüm Alevilerde olduğu gibi Kürt Alevilerde de tanrı insan ayrımı mutlak değildir. Aliye ayrılmış özel bir sevgi ile birlikte alinin soyundan gelen imamlar kutsal kabul edilir. Muharrem ayında 12 imama atfen 12 gün oruç tutulur. Ancak son imam Mehdi’nin ölmediğine geçici olarak dünyayı terk ettiğine ve kıyamet günü gelip dünyayı kurtaracağına inandıkları için 12. gün yarım gün oruç tutulur. Dikkati çeken bir uygulama oruç boyunca et yenmez.
Cem törenleri dinsel ayinlerin merkezi konumundadır. Cem törenlerinde kurban özel bir yer oluşturur ve tüm cemlerde kurban kesilir. Yukarıdan aşağıya dede- rehber-talip biçiminde bir örgütlenme görülür. Talipler arasındaki musahiplik kurumuyla da topluluğun gündelik yaşamı düzenlenir. Topluluk üyelerinin cem’e kabul edilebilmeleri için birer musahiplerinin olması zorunludur. Ancak musahibi olanlar dinsel törene yani ceme kabul edilir. Bu gün bu uygulamaların çoğu yerine getirilmemektedir. İbadetin özünü oluşturan semah artık bir gösteri oyunudur.

SONUÇ
Bilindiği gibi Alevilik kavramı hem dini bir topluluğu tanımlar hem de bir çok etnik topluluğu içine alarak bir üst kimlik kavramını oluşturur. Alevilik, Smith’in, bir etnik grupta olması gereken özellikler tasnifinde; ortak bir soy dışındaki tüm özelliklere sahiptir ve etnik bir grup olarak ele alınabilir. Kürt Aleviler; Smith’in bir etnik grupta aradığı tüm özellikleri içinde barındırır. Kolektif özel bir ad, ortak bir soy, paylaşılan tarihi anılar, ortak kültürü farklı kılan bir veya daha fazla unsur, özel bir yurtlanma, dayanışma gibi.
Gelinen noktada Kürt aleviler yaşadıkları kimlik çatışmalarıyla, bizden ve öteki sorunuyla, ideolojik ve politik çekişmelerin odağında çok yönlü bir çıkmazın içindeler. Kürt aleviler resmi ideoloji için, yükselen siyasi İslam’a karşı, laikliğin koruyucu olarak görülen Aleviliği, kabul ve destekleme noktasında bizden, ancak geçmişlerindeki isyanlarından ve Kürt mücadelesi flörtünden dolayı bizden olmayan bir ötekidir. Kürt ulusal hareketi içinde, hem bir Kürt olarak hem de devlet tarafından dışlanmış bir alevi topluluk yeni yayılım alanları yaratabilir ve gücüne güç katabilir. Sol örgütler içinde geçmişte birçok isyana katılmış topluluk doğal müttefikleridir. Kürt aleviler, geçmişte Kemalist harekete ve Cumhuriyete karşı isyanlar gerçekleştirdikleri halde bugün Türk aleviler kadar Kürt Alevilerde Kemalizm’i desteklemekteler. 1984’de başlayan Kürt ayrılıkçılığını bütün olarak desteklemedikleri söylenebilir. Öte taraftan alevi uyanışı sonucunda oluşturulmaya çalışılan bir üst alevi kurumu içerisinde de konumları net değil ve şimdilik sağlam bir duruş sergileyemiyorlar.

KAYNAKÇA
BENDER, Cemşit (1993) Kürt Uygarlığında Alevilik, Kaynak Yayınları, İstanbul

BRUİNESSEN, Martin Van (2001) Kürtlük, Türklük, Alevilik –Etnik ve Dinsel Kimlik Mücadeleleri- İstanbul, İletişim Yayınları

ÇAMUROĞLU, Reha (2003) Türkiye’de Alevi Uyanışı, Alevi Kimliği içinde ed. T. Olsson, E. Özdalga, C. Raudvere İstanbul,Tarih Vakfı Yurt Yayınları

ÇAKIR, Ruşen (2003) Politik Alevilik ile Politik Sünnilik: Benzerlikler ve Zıtlıklar Alevi Kimliği içinde ed. T. Olsson, E. Özdalga, C. Raudvere İstanbul,Tarih Vakfı Yurt Yayınları

DERSİMİ, Dr. Nuri (1997) Kürdistan Tarihinde Dersim, İstanbul doz Yayınları

GEZİK,Erdal (2000) Dinsel, Etnik ve Politik Sorunlar Bağlamında Alevi Kürtler, Ankara Kalan Yayınları

FOLKLOR/EDEBİYAT, Alevilik Özel Sayısı-1 Genel, Kuram ve Tartışmalar, Sayı 29. Ankara 2002

MELİKOFF, Irene (2003) Bektaşilik/Kızılbaşlık: Tarihsel Bölünme ve Sonuçları, Alevi Kimliği içinde ed. T. Olsson, E. Özdalga, C. Raudvere İstanbul,Tarih Vakfı Yurt Yayınları

XEMGİN, E. (1998) Aleviliğin Kökenindeki Mazda İnancı ve Zerdüşt Öğretisi, İstanbul Berfin Yayınları
ALINTIDIR

Pİr Sİlvanİus

Pİr Sİlvanİus

Anadoluda; malazgirt savaşı olmadan önce, daha islamla tanışmamış, hristiyanlık içinde dışlanan bir topluluk varmış. Bu toplulukta ki insanlara türlü katliyamlar uygulanmış. Sebebi ise hristiyanlığı kabul etmemeleriymiş. Ne kadar eza cefa verselerde, kendi inançlarından vazgeçmiyor ama kıyımlardan kurtulmak için asıl hristiyan bizleriz diyorlarmış.

Bu topluluğun Pir silvanius adında pirleri varmış. Bundan 1200 yıl önce anadolunun, şebinkarahisar beldesinde yaşayan Pir silvenius, inançlarından ödün vermediği için; bizansın imparatoru IV konstantin tarafından idam cezası almış. Cezası kendi müridleri tarafından taşlanarak idam edilmesiymiş. Bunun için de symen adında birini görevlendirmiş. Pir silvanius'u beldenin meydanına getirmişler ve emretmişler, pirlerini taşlamazlarsa onlarda ölecekler. Ellerine taşları alıp, içleri kan ağlayarak pirlerine fırlatıyorlarmış, çoğu pirlerine gelmesin diye sağa sola taşı fırlatıyormuş. İçlerinden pirin, müridlerinden olan, ona hizmet eden josep adında biri yerden kocaman bir taş alarak pirin başına fırlatmış, pir oracıkta hakka yürümüş.

Dostlar; bizans tarihinde yaşanan bu olay, bana pirimiz pir sultanı anımsattı. Ölümleri ne kadar da birbirine benziyor.

16. yy da yaşanan Pir sultanın müridleri tarafından, taşlanarak darağacına gitmesi vakaası osmanlı arşivlerde geçmiyor. 8. yy da yaşanan Pir silvan olayı, bizans arşivlerinde geçiyor. 8 yy sonra bu topraklarda aynı olayın yaşanması tesadüf değil sanki...

Bu arada Silvanius latince orman demekmiş, türkçede ki karşılığı ise ağaçeri'dir. Bu insanlar geçimini ormandan, ağaç keserek sağlıyormışlar. Bugün Tahtacılar dediğimiz, alevilerin pirleri olma ihtimali yüksek gibi geldi.

Saygılar, sevgiler...


Kaynak: Erdoğan çınar, aleviliğin kayıp bin yılı

Horasan Kürtleri

Horasan Kürtleri

[İran Kürdistan’ı Demokrat Partisi Yayın Organı Kürdistan gazetesinin 507 ve 508. sayılarında “Horasan Kürtleri” başlığı altında bir makale yayınlandı. Makale Kurmanc Horasani tarafından Farsça kaleme alındı. Sonrasında ise Fatih Salihi tarafından Kürtçe'nin Sorani lehçesine çevrilen makale, Irak Kürdistanı'nın başkenti Hewlêr'de çıkan Dema Nu adlı gazetede yayınlanmıştır. Horasan Kürtleri ile ilgili bir çok kitap ve makalelerin yayınlanmasına karşın, Kuzey Kürdistan ve Türkiye kamuoyunun, konuya ilişkin bilgilerinin yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Bu nedenle söz konusu makalenin Türkçe çevrisinin çok geniş bir özetini yayınlayarak az da olsa konuya ilişkin bilgi dağarcığına katkıda bulunmak istiyoruz. Farsca’dan Kürtçe’ye oradan da Türkçe’ye.. Çevrinin çevrisinin bir çok riski içerdiğinin bilincindeyiz. Ama konu, bu riski göze alacak kadar önemli. Faydalı olacağı inancıyla...]

“İkinci Dünya Savaşı ve savaşı izleyen birkaç yıl sonraki dönemde, ‘Horasan Kürdistanı’ bölgesinde, (‘Horasan Kürdistanı’ sözcüğü ilk kez, İngiltere Dış İşleri Bakanlığı tarafından, Nusreddin Şah-i Kaçar döneminde, Tejar güçlerinin Orta Asya’ya doğru harekete geçtiği zamanda, Kürtlerin Horasan’da yaşadığı bölgeler, Feruze kenti ve çevresi için kullanıldı.) bir çok olay meydana geldi, gelişmeler yaşandı. Felaket boyutunda olan bu olaylara gösterilen tepki ise, Horasan Kürtleri arasında feodal ve aşiretçi yapıda köklü değişikliklere neden oldu” diye yazan Kurmanc Horasani devamla şunları dile getiriyor:
“Liderimiz Feyzullah Han Becranlu’nun 1948 yılında teslim olmasından, Meşhed dışında tüm Kuzey Horasan’ın alınması ve direnişçilerin Gulpaygan’a sürülmesinden sonra, rejim Horasan Kürtlerinin direncini kırmak amacıyla, askeri yöntem dışındaki tüm yöntemlere başvurdu, çaba sarf etti. Çünkü Batı İran Kürtlerinin Qazi Muhammed liderliğindeki ulusal hareketin yenilgisi taze idi ve devlet Doğu İran’daki Kürtlerle de karşı karşıya gelmek istemiyordu. Bu nedenle, kan dökülmeden Han’ın teslim olması, devlet için yeterli değildi. Han sürgüne gösterildi, Hasan Şirvan kalesi’ndeki karargahı yakılıp yıkıldı, hassas noktalara jandarma karakolları kuruldu, aşiretlerin ileri gelenleri siyasal sistemde yer almaya çağrıldılar. Hanler Qereçorlu bu çağrıya uyan ilk kişi idi. Her ne kadar bu yapılanlar Becranlu Aşireti’nin devlete olan kini ve düşmanlığını sona erdirmediyse de, Feyzullah Han’ın 1952 yılında ölmesi, Horasan Kürdistanı ateş ve zulüm altında başsız bıraktı. Bir başkası mücadele alanlarına çıktı. Kerim Han Becranlu’nun Şah kuvvetlerine karşı savaşı ve Şah’a suikast planı, Feyzullah Han’ın hatırasını yeniden canlandırdı.”

“Halkının çıkarı için teslim olan Feyzullah Han’ın tersine, kerim Han direniş başlattı. Ama ne yazık ki hain ve işbirlikçilerinin ihaneti sonucu saklandığı yer tespit edilince, göğüs göğse girdiği bir çarpışmada hayatını kaybetti” diyen Kurmanc Horasani devamla şunları yazıyor: “1959 yılında Meşhed Radyosu Kürtçe yayını başladı. Horasan Kürtlerinin mücadelesi yavaş, yavaş kültür alanına kaydı. Bu dönemin, Kürt kültürünün, özellikle de müziğinin altın bir dönemi olduğunu söyleyebiliriz. 1962 yılında planlanan toprak reformu, Kürtlerin birliğine vurulan yeni bir darbe idi. Bunun başta gelen nedenlerinden birisi, bölge halkının ekonomik olarak Han’a bağlı olmasıydı. İstesek de istemesek de, halkın feodal sistemle doğrudan ilişkileri vardı. Ama bu reform programı nedeniyle halkın siyasi birliği ortadan kalktı, Horasan Kürdistanı hanları zayıfladılar. Diğer yandan Şah’ın, Saadabad Sarayı’nda, aşiret reisleri ile yaptığı görüşmeler (ki, bu görüşmelerden biri, Kelimullah Tevahudi’nin kaleme aldığı Horasan Kürtlerinin toplu Göçü Tarihi’nin 5. cildinde yer alıyor), Kürtlerin bağımsızlık kalıntılarını da berhava etti. Merkezi hükümete karşı Kürtleri savunması gerekli olan hanlar ise, pratikte merkezi hükümetin işbirlikçileri haline geldiler.”
“Ayrıca, şehirlere göçen Kürtlerin sayısındaki artış ve köylerde yaşayan Kürt aşiretlerine mensup olanların sayısındaki azalma, toplumsal yapıda değişimlere neden oldu” diyen Kurmanc Horasani, “Kürtler yavaş, yavaş ulusal kimliklerinden uzaklaştılar. İlk önce ana ve babalar çocuklarıyla Kürtçe yerine Farsça konuşmaya başladılar” diye yazıyor.

“Siyasi birliğin olmaması, güçlü bir lider ve organize olmuş siyasi parti ve örgütlerin bulunmaması, kalabalık olan Horasan Kürtlerinin sahipsiz ve desteksiz halklardan biri olarak görülmesine neden oldu. Öyle ki, okur yazarlığın artmasına, okur yazar olanların sayısının fazlalığına karşın, Horasan Kürtleri 1979 devrimi esnasında hiç bir harekette bulunmadılar; bu şartlardan faydalanıp, geri kalmışlıklarının tazminatı olarak otonomilerini ilan etmediler. Oysa bu dönemde İran Kürdistanı’nın Kuzeydoğu’sunda bu konuda fırtına kopuyordu” diyen Kurmanc Horasani, devamla Horasan Kürtlerinin nasıl göçebe olarak adlandırıldıklarını, kendi soydaşları tarafından unutulduklarını; Kürtlerin ev sahipliğinden nasıl “bozguncu” olduklarını, Handan nasıl “reş û rut” (avam) haline geldiklerini anlatıyor.

“Kürtlerin sadece bir Kürtçe radyosu vardı. Hanlar ya tek tek yurtdışına kaçtılar ya da evlerine çekildiler. Kürtlerin kutlama ve şölenleri giderek renksiz bir hal aldı. Kürtçe konuşmak ayıplandı, geri kalmışlık ve eğitimsizliğin belirtisi olarak görüldü. Buna karşılık, Fars olmak, Farsça konuşmak medeni ve kültürlü olmanın ölçütü olarak kabul edildi. Okullarda Kürtçe’ye karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Öğretmenler, bu halkın kimliğine büyük bir darbe vurdular” diye yazan Kurmanc Horasani, makalesine şöyle devam ediyor:
“Ama 1979 yılında bir mum yandı. Bir Kürt tarihçisinin eliyle, ilk kez tarihimiz, ulusal kıvançlarımız, insanlıkla ilgili ulusal değerlerimiz kağıt üzerine döküldü. İlk Kürt tarihçisi Kelimullah Tevahudi, ilk kitabı olan ‘Kürtlerin Horasana Toplu Göçü Tarihi’ni yayınladı. O, bu adımı gelecek nesiller kimliklerini unutmasınlar diye attı. Hiç kimse, içinde bir çok sorun ve eksikliği barındırmasına rağmen, bir kitabın, bir halkı 20 yıl süren ağır bir uykudan uyandıracağını düşünmüyordu.”

“16. asrın başlangıcında, Şii Safevi İmparatorluğu, Sunni Osmanlı İmparatorluğu”na rakip olarak ortaya çıktı. Şii mezhebi ve ideolojisini yayma, bir savaş ve mücadele aracı haline geldi. Kürtler ve Kürtlerin ülkesi, bu iki devlet arasındaki savaş ve mücadelede, temel hedeflerden birisi oldu” diyen Kurmanc Horasani şöyle devam ediyor:

“Miladi 1514 yılında, Çaldıran Bölgesi’nde iki imparatorluk arasında, ‘Çaldıran Savaşı’ olarak bilinen büyük bir savaş başladı. Bu savaşta Osmanlı İmparatorluğu Safevi imparatorluğu’na üstün geldi. Bu savaş sonunda Kürtler ve ülkesi parçalandı, paylaşıldı. Bir kısmı İran’da kaldı, bir kısmı da Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası haline geldi.”

“Şah İsmail Safevi zamanında, miladi 1598 yılında (bazı kaynaklara göre 1602 yılında), Ormiye Gölü’nün batısında, Van Gölü’nün çevresinde, Aras nehri’nin güneyindeki bölgelerde, yani Hoy, Maku, Salmas ve Ormiye bölgelerinde yaşayan bazı Kürt aşiretleri, Kazvin’e, İran’ın orta kesimlerine, İran’ın Kuzey Batısı Horasan’a göç ettirildiler. Bu yer değiştirtmenin nedeni ise siyasi idi. Horasana gönderilenler, Özbek saldırılarına karşı koymak ve Horasan’ı korumak amacıyla gönderildiler. Öte yandan bir birinden kopma, ayrılma, bölünüp parçalanma, merkezi hükümetin hoşuna gitmeyen taleplerde bulunan Kürtleri zayıflatıyordu” diye Kurmanc Horasani, daha sonra şunları dile getiriyor:

“Kürtler tabiat olarak cesur ve dayanıklı insanlardır. Onlar Özbek savaşçılarını geri çekilme zorunda bıraktılar. Özbeklerin işgal ettiği yerleri kurtardılar. Kürtler, Şah Abbas Safevi’nin teşvikiyle kurtardıkları yerleri yurt edindiler, ‘Sınır Muhafızı’ ve ‘İran’ın Koruyucuları’ olarak oraya yerleştiler. Şu anda da aynı bölgede yaşıyorlar. Şah Abbas’ın politikası tüm alanlarda başarılı oldu, hem İran’ın egemenliğini koruyabildi, hem iktidarının ömrünü uzattı.”

“Şu anda Kürtlere kültür kurumları oluşturma izni verilmiyor, Kürtçe okuyup yazmak yasak. Ama Kürtler bu tür engellere karşın evde, sokakta ve işyerlerinde, birbirleriyle Kürtçe konuşuyorlar. Düzenledikleri eğlence ve törenlere Kürt sanatçıları davet ediyorlar ve her yıl Kürdistan’a gidip geliyorlar” diye yazan Kurmanc Horasani devamla söyle diyor:

“Şu anda Horasan Kürtlerinin sayısı 1 milyon 700 bin ile 2 milyon arasında. Bu rakamın yüzde 60’ı köylerde, yüzde 35’i şehirlerde yaşıyor, yüzde 5’i ise göçebe. Çoğunlukla Kurmanci lehçesini konuşuyorlar.”

“Horasan Kürtleri, yaklaşık 400 yıl önce, Kürdistan’daki ata baba topraklarını terk ettikleri için, şimdi kendilerine ihtimam gösterilmiyor. Devletin bölgede hiçbir yatırım yapmaması, ilgili kurumların gerekli ilgiyi göstermemeleri nedeniyle bölgede üretim, gelişim düzeyi çok düşüktür. Bölgede ilerleme yerine, uyuşturucu kullanmada, yoksulluk, işsizlik, yolsuzlukta ve toplumsal suçlarda büyük artış var. Elbette bu sorunlar tüm İran’da var. Ama bazı bölgelerde çok da fazladır. Bazı bölgeler bu konuda göz ardı ediliyor. Örneğin, Meşhed’i Qoçan ve Becnur üzerinden Gurgan’a bağlayan demiryolu ile, Gurgan Tahran demiryolunun birbirine bağlanması çeşitli bahanelerle geciktiriliyor. Oysa bu iki hattın birbirine bağlanması, bölgede ekonominin canlanmasına neden olur” diyen Kurmanc Horasani, makalesine devamla şunları yazıyor:

“Rıza Han dönemine kadar, Horasan Kürtleri otonom bir hükümete sahiptiler. Hedo Serdar, 20. yüzyılın başında, Horasan Kürtlerinin bağımsız ve komünist hükümetini oluşturmak amacıyla ilk adımları attı. Daha sonra 1949 yılında, büyük ve onurlu Becranlu Aşireti reisi Ferecullah Han, Serhad Şirvan Otonom Bölgesi’ni ilan etti. Şirvan’ı, Bencerlu’yu aldı, Feruc’i, Qoçan’ı ve Çınaran’ı işgal etti; Otonomi ilan etmekle Horasan Kürtlerini sevindirdi. Ama ne yazık ki müttefiklerinin, Horasan’ın merkezi Meşhed’in işgalini desteklememeleri nedeniyle ve daha fazla kanın akmasını önlemek için Ferecullah Han Serhad’a doğru geri çekildi. Her ne kadar 1960 yılında Şah’a yönelik suikast planı ve Kerim Han Bencerlu’ya bağlı güçlerin yaptığı savaşlarla Horasan Kürtlerinin ulusal hareketi canlandıysa da, hareketin liderinin devlet tarafından zehirlenerek öldürülmesi sonucu, bu mum da söndü.”

“Horasan Kürtlerinin son silahlı hareketi, 1980 yılında, Namanlu Karakolu’nun, Nasrullah Behadurani yönetimindeki ‘ESP TARAN” adlı guruba bağlı gerillalar tarafından işgal edilmesi oldu. Şirvan kentinde ESP TARAN gerillaları ile Pasdarlar arasında çatışmalar başladı. Ama bu örgütün liderinin 1984 yılında zehirletilerek öldürülmesi ve cenazesinin arkadaşlarınınki ile birlikte şehirde dolaştırılması bu mumu da söndürdü” diye yazan Kurmanc Horasani şöyle devam ediyor.

“Ama 1990’lı yılların ortalarında, Kürt aktivistlerin bir araya toplanması, öğrenci hareketinin oluşması, Horasan Kürtlerini zincirlerinden kurtulmak amacıyla harekete geçirdi. Horasan Kürtleri gerçekten şu ana kadar sivil bir mücadele yürüttüler. Bu mücadele, Kürtleri asimile etme sürecinin gevşemesine yol açtı, bazen da ulusal kimliğin gelişmesi doğrultusunda adım atılmasına..”

“Bölgede, Kürt eğitim merkezleri, sadece Kürtlere değil, aynı zamanda diğer halklara ait siyasi örgüt ve sivil toplum kuruluşları oluşturmak yasaktır. Bu yasağa aykırı biçimde hareket edenlere yasal süreç uygulanır. Bu nedenle Kürtler, kültür ve dillerini, anadili ile okuyup yazma ve öteki sosyal ilişkilerini geliştiremiyorlar, modern ve verimli bir hale getiremiyorlar” diyen Kurmanc Horasani, bölgede Uluslararası İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi doğrultusunda, temel insan hakları için mücadele bir örgütün varlığından bahsediyor; Kürt yazar ve öğrencilerin yaptıkları kültürel çalışmalar nedeniyle karşı karşıya kaldıkları zorlukları ve uğradıkları baskıları anlatıyor, sudan bahanelerle gözaltına alındıklarını, hapsedildiklerini anlatıyor ve şu örneği veriyor:

“Örneğin ünlü Horasanlı Kürt tarihçi Kelimullah Tevahudi, Kürtlerin Horasan’a Göçü Tarihi kitabının 5. cildinde yer alan bir konu nedeniyle, Meşhed İstihbaratı tarafından soruşturmaya alındı, hakkında yasal işlem başlatıldı. Nedeni ise, bahsettiği konunun İnsan Haklarını İzleme Komitesi’nin 1997 yılı raporunda da yer alması.”

“2005 yılında bölgede onlarca Kürt aktivisti Şirvan, Bocnurd, Faruc ve Qoçan istihbarat güçlerinin saldırısına uğradılar, bunlardan bazıları tutuklandı, bazılarına para cezası verildi, bazıları ise tehdit edildi. 2005 yılından 2008 yılına kadar Bocnurd İstihbarat dairesi bu ilin Kürt öğrencilerine karşı çok sert davrandı, hiçbir gerekçe olmadan onlara eziyet etti; soruşturma açtı, tutukladı; eylemlere devam etmeleri halinde hapse atmakla, idam etmekle tehdit etti” diyen Kurmanc Horasani, örnek olarak şunları dile getiriyor:

“2008 yılı Haziran ayında, Horasan Kürtleri Kültür Meclisi’nin Bircend Üniversitesi’ndeki, kızlı erkekli tüm üyeleri yakalandı. Yakalananlar arasında Meclis Başkanı Ali Kılıçzade de vardı. Söylemek gerekir ki, 100 milyon tümen kefaletle serbest bırakılan Ali Kılıçzade şu ana kadar kontrol altında tutuluyor. İstihbarat Dairesi’nin Kültür Meclisi’ne yönelik bu saldırısı esnasında Meclis’in tüm eşyalarına ve kütüphanesine el konuldu. Gözaltına alınanlara her türlü maddi ve manevi işkence yapıldı. Söz konusu saldırı ve gözaltına almalardan sonra, İstihbarat Dairesi, Kültür Meclisi üyeleri ile ilişkisi olanları tehdit etti, ilişkilerini kesmelerini istedi. Öyle ki evlilik hazırlığı yapan çiftler de tehdit edildiler. Örneğin Ali Kılıççzade’nin nişanlısına baskı yapılarak evlenmeleri engellendi. Horasanlı Kürt aktivistlerin İran Kürdistanı’nı ziyaret etmeleri ve ilişki kurmaları yasaklandı, ziyaret edenler eziyet gördüler. Bir başka örnek. Genç bir müzisyen, bir kültür yarışması için gittiği Sine’den (Senendec) döndükten sonra, Şirvan İstihbarat Dairesi tarafından gözaltına alındı, hakkında soruşturma yapıldı. Kürtler ile ilgili her türlü kutlama yasaklandı, hatta Horasanlı Kürt türkücüler, Kürtçe türkü söyleyemiyorlar. Örneğin Muzaffer Hamidi ve diğer birkaç Kürt türkücünün, toplantı ve kutlamalarda Kürtçe türkü söylemeleri yasaklandı. 2006 yılında, klasik türküleri söyleyen Bayan Simabina, Horasan Kürtlerinin daveti üzerine bölgeyi ziyaret ederken, Şirvan kentine bağlı turistik Gılyan köyünde, Şirvan İstihbarat görevlilerin saldırısına uğradı. Kendisi ve eşinin tüm eşyalarına el konuldu, haklarında soruşturma açıldı. İran İslam Cumhuriyeti rejimi, Horasan Kürtlerinin, İran’ın diğer Kürtler ile ilişkilerinden, özellikle Kürtlerin aktivitelerinden korkuyor, her türlü kültürel eylemi kanun dışı gösterip yasaklıyor. Kürt aktivistlerini sık, sık Horasan İstihbarat Dairesi’ne gelip çalışmaları hakkında bilgi vermeye zorluyor, bazen da onları haftalarca gözaltında tutuyor.”

“2006 yılında, Şehit Dr. Qasımlo’nun öldürülmesini yıldönümü nedeniyle, Şirvan, Qoçan, Bocnurd, İsferayin, Dergez ve öteki Kürt yerleşim birimlerinde yapılan eylemlerden sonra, tüm tanınmış Kürt aktivistleri gözaltına alındılar, soruşturmaya tabi tutuldular” diyen Kurmanc Horasani, makalesine devamla şunları yazıyor:

“Bölge üniversitelerinde okuyan Kürt öğrenciler, kültürel eylemlerde bulunmaları halinde hemen soruşturma altına alınıyorlar, üniversiteden uzaklaştırılmakla, tutuklanmakla tehdit ediliyorlar.”
Meşhed Firdevsi Üniversitesi Bilimler Fakültesi öğrencilerinin her yıl Cafer Quli adına düzenledikleri anma toplantısının Qoçan valiliği tarafından engellenmeye çalışıldığını ama buna rağmen her yıl 100 bin Horasan Kürdünün bu kutlamalara katıldığını anlatan Kurmanc Horasani, “son iki yıl da Kürtçe müzik CD’lerin hepsine el konuldu” diye yazıyor.

“Bölge İstihbarat Dairesi, Kürt eylemlerine karşı koymada hiçbir engelle karşılaşmıyor. Bu duruma itiraz edenlere ise sert davranılıyor. Kürt aktivist ve öğrencilerin telefonları 24 saat dinleniyor. Horasan Kürt öğrencilerinin, Batı İran’daki Kürt öğrenciler ile ilişki kurması yasak. Bu baskılar öylesi noktalara ulaştı ki, Horasan’daki Kürt yerleşim birimleri Kürt aktivistleri için birer zindana dönüştüler. Üçten fazla kişinin katıldığı toplantılara sert tavır gösteriliyor. Kürtçe şiir akşamlarına veya şiir kitaplarının basımına şert biçimde karşı konuluyor. Her türlü Kürtçe melodi yasak, Kürtçe kültür eserlerini basmak ve satmak büyük bir suç olarak görülüyor” diye yazan Kurmanc Horasani, Horasan Kürtlerinin devlet makamlarına tayin edilmesinden kaçınıldığını anlatıyor ve şöyle devam ediyor: “Devlet Başkanlığı ve İç İşleri bakanlığı’nın Kuzey Horasan Valiliği’ne gönderdikleri yazılarda Horasan Kürtleri, Kürdistan’ın müttefikleri ve İslam Cumhuriyeti için tehlikeli unsurlar olarak görülüyorlar ve bu nedenle de Horasan Kürtlerinin her türlü sivil ve kültürel eylemlerinin bastırılması gerektiği söyleniyor.”

Bölge Kürtleri yerel radyo ve televizyondan da mahrumlar. Kürtler var olan bir yerel kanalda kimliklerinden hiçbir biçimde bahsedemiyorlar” diyen Kurmanc Horasani devamla şunları yazıyor:
“Televizyonda çalışan Kürtler işten çıkartıldılar, bölgede kullanılan lehçe ile çıkartılan ‘Kırmanc” adlı dergi kapatıldı. Bölgesel yayınlarda, Horasan Kürtleri ile ilgili makalelerin yayınlanması engelleniyor. Örneğin ‘Şımalê Şerq’ (Kuzeydoğu) adlı haftalık gazete, Ali Kılıçzade’nin Horasan Kürtlerinin oyunlarını anlatan makalesini yayınladığı için kapatıldı, yöneticileri tehdit edildiler, yazar hemen gözaltına alındı, işkence gördü. Ayrıca gazetenin tüm çalışanları, bir daha böylesi yazılara yer vermemeleri için tehdit edildiler.”
Kadın hakları için yürütülen “Bir Milyon İmza Kampanyası”nın bölgedeki üyelerinin sert tepkilerle karşılaştıklarını, soruşturmaya uğradıklarını anlatan Kurmanc Horasani makalesine şöyle devam ediyor:
“Bölge, uyuşturucu maddelerin geçiş yolu üzerindedir. Horasan, uyuşturucu maddenin bol olduğu bölgelerden biridir. Devlet hiçbir biçimde satıcılarla karşı karşıya gelmiyor. Uyuşturucu madde sattıkları gerekçesi ile yakalananlar da bir müddet sonra, bir daha kültürel, sivil ve toplumsal eylemlere katılmama şartına bağlı olarak serbest bırakılıyorlar. Bölgede tüm Internet siteleri kontrol altında, yazarlarına çok sert davranılıyor.”

Kürtçe müzik klipleri ile Kırmanc sitesine filtre konulduğunu belirten Kurmanc Horasani devam şunları yazıyor: “Genel olarak bölgede Enfal uygulamalarının başladığını söyleyebiliriz. Hatta, sahte bir ‘Kuzey Horasan İli’ kurmakla Horasan Kürtlerini iki parçaya bölündüler. Bir kısmı Horasan’da kaldı, bir kısmi ise kuzey Horasan’da. Horasan Kürtleri bir çok kez gösteri yaptılar, ki en büyükleri 200 yılından 2003 yılına kadar Qoçan’da gerçekleştirilen ve güvenlik güçlerinin amansız baskısına uğrayanlarıdır. Aynı zamanda Horasan Kürtleri Londra’da Horasan Kürtleri Meclisi’ni kurdular ve Federal İran Halkları Kongresi’nde yer almaktan geri kalmadılar. ‘Kırmanc’ adlı bir kültür kurumu oluşturdular, yasal ya da illegal olarak yayınladıkları kitap ve broşürlerle Kürt kültürünü geliştirmek için çaba sarf ediyorlar. Her yıl onlarca öğrenci Horasan Kürt Öğrencileri Meclisi’ne üye oluyor. 2006 yılından bu yana, tüm engel ve tehditlere karşın, Halepçe ve Dr. Qasımlo’nun şehit edilmesine ilişkin merasim düzenleniyor. Bölge halkı kimliğinden vazgeçmiş değil. 53 yıllık Pehlevi Padişahlığı, 30 yıllık İslam Cumhuriyeti, bölge Kürtlerini asimile etmeyi başaramadı.”

“Horasan’da Kürtlerin yaşadığı yerlerin yüzölçümü 641.144 kilometre karedir. Bölgenin en önemli nehri Hezarmizgevt (Bin Cami) dağlarından doğan ve hazar Denizi’ne dökülen ‘Netrek’ nehridir. Önemli Dağlık bölgeleri Doğu’da Hezarmizgevt, Güneydoğu’da Binalod, Güney’de Şah-i Cihan, Batı’da Aladağ ve Türkmenistan sınırındaki Kıvegil’dir” diyen Kurmanc Horasani, makalesinin sonunda şunları dile getiriyor:

“Horasan’da Kürtlerin yaşadığı önemli şehirler şunlardır: Qoçan, Şirvan, Bocnurd, İsferayin, Çınaran, Feruc, Bacgiran, Aşhane, Dergez, Kelat, Laeyn, Cevin, Mane ve Sımaqan, Raz ve Radgan. Bu şehirlere bağlı köylerde yaşayanların önemli bir bölümü tarım ve hayvancılıkla uğraşan Kürtlerdir.

“Tarihi kişilikleri anma ve eserleri koruma konusunda ise. Büyük ve değerli şair Cafer Quli Zengene’nin mezarı yapılmıştır. Cafer Quli, miladi 1355 yılında Qoçan’a bağlı Gogelin köyünde dünyaya geldi. Cafer Quli, tüm ömrünü Kürtçe şiir ve şairlere harcadı. Şiirleri bugün Horasan Kürtlerinin duygu ve ruhlarının mayasıdır. Cafer Quli, her yıl Ocak ayının son Cuma günü, mezarı başında, genç ve yaşlı, kadın erkek, binlerce insanın katıldığı toplantılarda anılıyor. Büyük bir saygı ile yapılan anma toplantılarında O’nun şiirleri okunuyor, halk oyunları oynanıyor, Kürtçe türküler söyleniyor.”

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı