24 Kasım 2010 Çarşamba

KOÇGİRİ KÜLTÜR MERKEZİ"

Değerli dostlar;
"KOÇGİRİ KÜLTÜR MERKEZİ" Girişim Gurubu
05/11/2010 Tarihinde Salon PRİNCESS Te toplandı.
Uzun tartışmalar ve değerlendirmeler sonucunde, KOÇGİRİ KÜLTÜR MERKEZİ nin kurulması bir ihtiyaç olduğu sonucuna varıldı. Buna göre, aşağıdaki listede yer alan arkadaşlar Komisyona seçildi.

Geçici Komisyon Üyeleri
Dursun YILDIZ
Kemal KARAGÖZ
Binali SAYGILI
Cihan ÇELİK
Özcan İNCE
Rıza KARAMAN
Zeynel SOYSAL
Erdal KARAKUŞ
Aydın KARAGÖZ
Hatice DOĞAN
Ergün YILDIZ
Sabri KARAMAN
Murat ÖZÜRK
Ayhan ENGİN

İletişim binoy.bavo@hotmail.com

"ROKÊ DESTÊ ME DİGÊŞÎ HEVDU,WEKİ DÎJLE Û FERAT"...Alîşêr

18 Kasım 2010 Perşembe

Abdullah papur

Abdullah papur





DOĞUMU :1945 yılında Divriği' de doğmuştur.Sivas-kangal'a bağlı iğdeli köyünden yetişmiş olan ozanımız küçük yaşlarda bağlama çalmayı ögrendi. Önce aşıklık geleneğinde usta malı türküler söyleyen Papur, sonraları kendi türkülerine ağırlık verdi. Türkiye'nin birçok yerini dolaştı. 1970'li yıllardan itibaren toplumsal konulara yönelen Papur bu dalda da birçok eser verdi. Fevkalede harika uzunhavalarıyla, halk muziğindeki kâmilliği herkes tarafından kabul edilmiş, anadoluda en az bir Refik Başaran ya da Mahzuni Şerif kadar tanınan, mühim mahalli ozanlarımızdandır.
ÖLÜMÜ : 1989 yılında aramızdan ayrıldı.

Pir Sultan Abdal -Müsahip

Pir Sultan Abdal -Müsahip

Müsahip



Ben bir müsahip ararim
Ola bile benim ile
Yad ellerde gurbet elde
Kala bile benim ile.

Ola ben oldugum yerde
Kala ben kaldigim yerde
Vadem yetip öldügüm yerde
Öle bile benim ile.

Basina kement baglaya
Aski cigerim daglaya
Ben agladikça aglaya
Güle bile benim ile.

Bu isler bizim nemize
Kan gitti gelmez benize
Benim düstügüm denize
Düse bile benim ile.

Pir Sultan’im haldas ola
Yola gidene yoldas ola
Yaremi saran kardes ola
Sara bile benim ile.

KOÇGİRİ'nin büyük sesi cihan çelik'in çok güzel yazısı ile biyografisi









 
CİHAN ÇELİK
23 Eylül 1979’da Koçgirinin ''Kondılan'' köyünde doğdum.Kendimi hatırladığımda!İki yüzyıl önce tavanı is'ten simsiyah kesilmiş büyük çam ağaçlarından özenle yapılmış bir toprak damda,şeker yer gibi, toprak sedirde oluşmuş oyuktan toprak yiyordum.
Yılların is'inden yüzü kararmış bir kadın, kucağına almış seviyordu beni,o kadar acı çekmişti ki şimdi anlıyorum durmadan ağıt söylüyordu...Sabahları şafakla kalkıyordu yüzünü yıkarken güneşe dönüp “Ya Xizirê ser geleki gemiyan,xwedanê be kesi bê xwediyan” diye çağrıyordu Xizirê kal a,Gelmeyeceğini bile bile...
Bir kulağımda ağıtlar bir yanımda bağlamanın sesi ve gurbet türküleri,ölüm türküleri,ayrılık türküleri içli içli söyleniyordu,anlıyordum!Geceleri ösme ne güzel masallar anlatırdı kendimi hep masal kahramanı,kurtaran adam zanederdim hep ama hep hiç kötü adam olmazdım kim isterdi ki...
Birileri gelirdi başka kelimeler çıkardı ağızlarından başka! soğuk,ruhsuz, acımasız bakışlarıyla aşağılıyorlardı “Ez nizanim” , derdim “Ez nizanim”.
Bir gün bizim köyden daha büyük bir yere götürdü dedem ne kadar çok insan vardı ne kadar çoktu! kalabalıklar, koşturanlar ve bu telaşta birinin sesi o kadar çok çıkıyordu ki anlamadığım bir lisanda bağırıyordu! Sonradan öğrendim onun cami megafonundan bağıranın imam olduğunu,farklıydık bizim köyde kimse Allaha bağrımıyordu çünkü kırılabilir ve kıtlık gelebilirdi yine! Aşkla dönüyorlardı Dem'le çalıyorlardı sazlarını... “Ya Xizir”
Sonra elektrik geldi,aydınlandı.Tv geldi.Karıncaları bizde alkışladık elimiz patlarcasına... Bruce Lee’yi de biliyorduk, Sunalı da ,Cüneyt Arkını da Ulusal video gururla sunar…
İstanbul a getirdi babam bizi bu büyüktü çok büyük bir şehirdi.Çoktu günahları çok.Bu kadar çok suyu olan bir şehirde neden bu kadar çok günah olurdu ki.Köprü,Vapur,Tren Garı.Kürtçe bilmeyen “Dinik bakkal”…
Yaz'ın bitimiydi okula gitmeliydim ama okul yoktu! Başka bir köye yürüyerek okula gidiyorduk ama anlamakta zorlanıyorduk yine o tuhaf soğuk lisan.İhbar ediliyorduk,kürtçe konuştuğumuz için ve durmadan cetveller azalıyordu okulda üstümüzde kırılıyordu çünkü türk malıydı. “Ne Mutlu Türküm Diyene!” ama, Türkçe bilmiyorduk.Buz tutan elleri cetvelle ısıtıyordu öğretmen. Neden? Kürtçe Konuşuyorsun…
Ve derken yine o koca şehir, günahları çok olan şehir. “Göçlerimize konak, Umutlarımıza Tabut” olan, o arabalarını sayamadığım şehir...
Yılların is'inden yüzü kararmış bir kadın, kucağına almış seviyordu beni,o kadar acı çekmişti ki şimdi anlıyorum durmadan ağıt söylüyordu...Sabahları şafakla kalkıyordu yüzünü yıkarken güneşe dönüp “Ya Xizirê ser geleki gemiyan,xwedanê be kesi bê xwediyan” diye çağrıyordu Xizirê kal a,Gelmeyeceğini bile bile...
Yıl 1993: Tanrıyı sevmiyordum.Çünkü bir sürü masum insan yakılmıştı,onun adı zikredilerek.O hep ölümde vardı,yaşarken yoktu,zulümde vardı ve ben artık onu hiç sevmeyecektim.
Yıl 1995: Birileri bizi sevmiyordu.Sadece tanrı değil,insanlarda bizi sevmiyorlardı.Bombalanmıştı yüreğimiz ve hepimiz Gaziydik mahallemiz yanıyordu.Elimde sazım yanında kitaplarda vardı.
Taksimdeydim.Artık korkmuyordum,bağırıyordum: “Yaşasın!” , “Kahrolsun!”
Doğudan güneş yine yükseliyordu ve birileri bize kendimizi hatırlatıyordu bu sese bende kulak verdim.Kürttük,Koçgiriliydik artık.Komünist olamadık ama Koçgiriliydik…
Artık Haydar Acar'ı başka bir gözle dinliyordum.Ağıtlarını,bağlamasını.Bizi anlatıyordu,anlaşılmayan sesiyle ama anlamaya gerek yoktu.Ağzından söz değil,duygu çıkıyordu.Sadece duygu.İnceden bir keman tamamlıyordu ağıtı,yitirileni,kavuşulmayan sevgiliyi,yarım kalmışlığımızı,ihanetini ağaların beylerin kendi toprağına ihanetin.Birilerinin küçükken anlattığı o masalların masal olmadığını o yediğim toprağın kanla sulandığını.Üstlerine yıkıldığını o damların.Jandarma görünce neden dizlerinin titrediğinin Babaannemin.Anlamıştım.Çünkü ağıt dolduruyordu gök yüzünü...
“İnsan yaşadığı yere benzer havasına suyuna yalanına benzer” bende benziyordum...
Bir çığlıktı artık yüreğim Koçgiri dağlarından İstanbul varoşlarına...
Ötekiydik Kürt’tük,Aleviydik,Koçgiri’liydik,Horasandan başlayan sürgün sürüyordu bizi belirsizliğe.Atalarımız kendi toprakları için isyan etmişlerdi.(1921)
“Haksızlığın önünde eğilmeyiniz,hakkınızla beraber şerefinizi de kaybedersiniz.” (Hz.Ali)
KOÇGİRİ
Koçgiri başladı harba
Sesi gitti şarka garba
İki ordu asker geldi
Dayanamadı bu darba
Hêrê dilo yêman yêman
Çiyan gırtû berfû duman
Mera bişin Şahê Merdan
Ew dermanê hemü derdan

Karpuz kabuğundan gemiler yapmayı başarmıştım.Artık yalnız değildim binlerce insan vardı.
SEN DE VARMISIN?
23 Eylül 1979 Sivas İmranlı Kavalcık(Kondılan) köyünde doğdum.İlk okul 4 sınıfı iki ay köyde okuduktan sonra İstanbul’a taşındık.Orta okul ve liseyi İstanbul Maltepe Lisesinde bitirdim ve halen İ.Ü.Ön Saya Arkeolojisi öğrencisiyim.Müziğe küçük yaşlarda flüt çalarak başladım.Daha sonra bağlamayı kendi çabamla öğrendim.1995-1997 yılları arasında Erdal Erzincan Müzik Merkezinde bağlama dersi aldım.2002 Yılında klasik türkülerden oluşan ''Dağlar ''adlı albümüm ,2005 yılında ''Dost Perişan'' 2007 yılında da Koçgiri adlı albümüm çıktı.2003-2004 yılları arasında Cem Radyoda bir yıl ''Türkü ırmağı''adlı programı , Anadolu’nun Sesi Radyosunda ''Deli derviş'' adlı programı hazırladım sundum.Yurt içi ve yurt dışı çeşitli konserlerde ve gecelerde ağıtlarımı ezgilerimi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim.


AHMET KAYA..

AHMET KAYA (Malatya, 1957 - Paris, 16 Kasım 2000)


Dibine vurmuş gecelerden geldim... Yalanım yok... Bir cebimde küfür, bir cebimde çocuklara şekerle yaşadım. Hepinizin gurbetindeyim şimdi... Eyvallah!..
Click this bar to view the full image.



Ahmet Kaya, Malatya'da beş çocuklu bir ailenin en küçüğü olarak 1957 yılında dünyaya geldi. Mensucat işçisi bir baba, çocuklarını yetiştirmekle yükümlü bir anne ve diğer dört kardeşle birlikte geçen çocukluk... Babası, neredeyse onun boyu kadar olan bir bağlama ile eve geldiğinde mutluluğun bu olduğunu düşünür. Dokuz yaşındadır daha. 24 Temmuz İşçi Bayramı’nda sahneye çıkarırlar onu, bir daha unutmaz bunu...

This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 500x550 and weights 45KB.



Yaz tatillerinde, ya plakçıda ya da tanıdıkların minibüsünde çalışır. 'Başar ağabey'yi tutuklanınca Ahmet, küçük bağlaması ile ilk bestesini yapar: "Bir Wolksvagen alacağım, Adını ‘Başar’ koyacağım" der... Ruhi Su’nun plaklarını satın alan Ahmet Kaya, bol paçalı pantolonlar giyen uzun saçlı 68’lilerden etkilenen gençir artık...

Click this bar to view the full image.



Mensucat fabrikasından emekli olan babası, daha iyi bir yaşam için İstanbul’a göç eder. İstanbul/Kocamustafapaşa’ya yerleşirler. Ahmet Kaya'nın ilk izlenim ‘korkudur.

Ahmet Kaya, ortaöğrenimini tamamlamaya çalışırken yetmişli yılların toplumsal çatışmalarının farkına varmardı. Ora'dan gelmiş olmanın farklılığını, bu yeni kültür ve yaşam biçimi ile içiçe yaşar. Türküler, devrimci marşlar, Ruhi Su ve Zülfü Livaneli’den müzikal anlamda etkilendiğini inkar etmez, ama kedi sesini arar. Bütün boş zamanlarda bağlama çalıp şarkılar söyler. İlk bestelerini bugünlerde yapar. Boğaziçi Üniversitesi’nde bir panelede Ruhi Su’yla karşılaşır. Ustayı çok sevse de yetmeyen birşeyler vardır Ahmet Kaya için, bunu ifade etmeye çalışır Ruhi Su’ya. Ruhi Su'nun 'Mahsus Mahal' türküsünü kendince yorumlar O'na. Bağlamanın sapını tutan Ruhi Su, 'Böyle bağlama çalınmaz!' der. Oysa Ahmet Kaya asi. Farklı birşeyler yapmak ve kendini aramaktadır. Yıllar sonra verdiği ilk resitalin afine 'Bağlama Böyle De Çalınır' 'i spota çıkaracaktı.



Sek senli yılların başı talihsizliklerle geçer. Evliliği biter, bebeği ondan ayrı büyüyecektir ve çok zordur. Bu dönem bestelerinin olgunlaştığı dönemleridir bu yıllar. Sadece müzikle kendini ifade eden Ahmet Kaya, 1985 yılına geldiğinde kararını verir. 'Zamanıdır' deyip, oltuğunun altında şarkılarını alıp, Unkapanı’nın yolunu tutar. Dinleyenlerin hiçbir kategoriye koyamadığı bu müziğe kimse yüz vermez. Sonraki günlerde arkadaş yardımları ve kendi olanakları ile ilk albümünü yapar. Ama hemen toplatılır. Yapılan itiraz sonuç verir. Olay gazetelere yansır, Ahmet Kaya’nın ‘Ağlama Bebeğim’ adlı albümü Danıştay kararıyla serbestir artık!'

Bu arada. Üniversite öğrencileri, dar gelirliler, 12 Eylül darbesinden nasibini almış-çeşitli kesimlerden tutuklu yakınları, Türkiye’de demokrasiyi yeniden inşa etmeye kararlı kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları Ahmet Kaya'nın dinleyici profilini oluşturur.

Kısa bir süre sonra ikinci albümü "Acılara Tutunmak" ı yapar. Ahmet Kaya, edindiği toplumsal, siyasal duyarlılıkla üretim yapmaktadır, peşpeşe albümler çıkarmaktadır.
Üçüncü albümü O sıralar tutuklu olan ve idamla yargılanan Nevzat Çelik'in 'Şafak Türküsü' şiirini besteler, aynı zamanda albümün de adıdır 'Şafak Türküsü'. Üllkenin gündemindeki idam cezaları ve hapishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailelerinin içinde bulunduğu durumu şarkılaştırmıştır



'An Gelir' isimli dördüncü albümünde Atilla İlhan, Hasan Hüseyin ve Ülkü Tamer'in şiirlerini besteleyen Ahmet Kaya, yeni arayışlar içerisine girmiş, besteciliği ile ilgili kendisini epeyce geliştirmiştir. İlk üç albümde aranjör olarak kendi çabalarının yanı sıra Sezer Bağcan, Oğuz Abadan gibi isimlerle çalışan Ahmet Kaya, dördüncü albümde Osman İşmen ile çalışmaya başlar ve bu beraberlik uzun yıllar sürer...

Beşinci albümünde ünlü şairlerin yanı sıra yeni bir isimle, Yusuf Hayaloğlu'yla çalışmaya başladı. Hayaloğlu'yla beraberlik, Ahmet Kaya müziğinde uzun ve verimli bir çalışmanın başlangıcını oluşturur. 'Yorgun Demokrat' isimli bu albüm, gerek dönemi gerekse içeriği bakımından yine Türkiye’nin toplumsal gidişatına denk düşmüş ve 12 Eylül döneminin etkisini üzerinden atmaya çalışan milyonlarca demokratın durumunu dile getirmiştir.

Albüm çalışmalarına paralel olarak halk konserleri de yapar Ahmet Kaya. Gösterilen ilgi, katılım ve çoşkuya rağmen, ülkenin birçok yerinde ‘sakıncalı’ bir şarkıcıdır artık O. Dinleyicisiyle buluşamamak onu üzmektedir...
Konserde kendisine bağlamasıyla eşlik eden Ahmet Koç’la altıncı albümü olan 'Sevgi Duvarı" nın hazırlıklarına başlar. Can Yücel’in aynı isimli şiirini bestelemiş olan Ahmet Kaya, bu albümü ‘vazgeçilmezlerim’ dediği Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’siz hazırlar ve bu arada 'Resitaller' adını verdiği albümde canlı konser kayıtlarını toplar. 'İyimser Bir Gül' adını taşıyan yedinci albümü, Türkiye doksanlı yıllara adımını atmış, Ahmet Kaya gündemi ile ülke gündemi yine örtüşmüştür. Yeniden Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’ le çalışmaya başlar. Albümün adı 'Başkaldırıyorum'dur.

Olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir 'muhalif'tir artık...
Başı, zaman zaman derde girer, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri ‘sakıncalı’ bulunup kısmen de olsa toplatılır. Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmazdır. Yeni albümün adı 'Başım Belada'dır o yüzden. Ahmet Arif, Atilla İlhan ve Yusuf Hayaloğlu’nun şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile biraraya gelir. Bu arada ağırlıkla Türk Halk Müziği’nden örneklerin yer aldığı 'Resitaller 2' adlı albümü yayınlanır.

Onuncu albümü 'Dokunma Yanarsın' ile birlikte hayatında bir takım değişiklikler gündeme gelir. Bu yeni süreçte de milyonluk satışlara imza atan Kaya, 1993’te onbirinci albümü 'Tedirgin'i çıkarır. Ertesi yıl çıkardığı 'Şarkılarım Dağlara'da hemen hemen tüm şarkı sözlerinin altına da imzasını atar. Albüm, 'Kum Gibi', 'Ağladıkça', 'Saza Niye Gelmedin' gibi parçalarla satış rekorları kırarak Ahmet Kaya diskografisinde ayrı bir yere sahip olur. Toplumsal-kültürel gelişmelerin getirdiği etkileri üretkenliğe çeviren Ahmet Kaya, 1995 yılında onüçüncü albümü 'Beni Bul' u çıkartır.

Sesinin rengini ve olgunluğunu günün teknik imkanlarıyla yeniden deneyerek, ağırlıkla eski şarkıların yeni düzenledi. 1996 tarihli 'Yıldızlar ve Yakamoz' bu arada ortaya çıkar. Bunu, 1998 yılında Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen’den oluşan çekirdek kadroyla hazırladığı 'Dosta Düşmana Karşı' izler.

'Gak Production' isimli bir yapım firması da kuran Kaya, Kent Ozanları isimli çağdaş halk müziği yapan bir grup ve on yıldır asistanlığını yapan Çetin Oraner’in albümlerine de yapımcı olarak imza atar.
Click this bar to view the full image.


Profesyonel süreci boyunca onun müziğine çeşitli isimler bulunmuşsa da Ahmet Kaya, kendisini hep toplumcu-gerçekçi sanat kategorisinde görmüştür. Dünyada ‘protest müzik’ olarak tanımlanan bu türün ülkemizdeki önemli temsilcilerinden olan Ahmet Kaya’nın en belirgin ve ayırdedici tarafı, müziğindeki geleneksel motiflerin ve ulusal kültür değerlerinden yola çıkmasıdır. Toplumsal süreçten kopmammış, olmuştur. Türkiye’nin siyasal ve toplumsal gidişatına paralel bir müzik seyri izlemiştir.

Türkiye'de her söylediği söz ve şarkısı olay olan Ahmet Kaya hakkında birçok dava açıldı ve kendi deyimiyle emniyetler onun ikinci adresi oldu. Bu baskılara rağmen Kaya, kimliğini hiçbir zaman inkar etmedi ve mücadele etti.

Kaya hakkında, yurtdışında verdiği konserlerde 'vatana ihanet' suçlamasıyla 3 ayrı dava açıldı. Bu davalardan biri geçtiğimiz günlerde sonuçlandı ve Kaya'nın 3 yıl 9 ay hapis cezası kesinleşti. Diğer iki davada ise, duruşmalara katılmadığı ve ifade vermediği için Kaya hakkında gıyabi tutuklama kararı verildi.

Kaya'nın çıkardığı kasetlerin bazılarının isimleri şöyle:
"ağlama bebeğim, tedirgin, acılara tutunmak, şafak türküsü, an gelir, yorgun demokrat, başkaldırıyorum, dokunma yanarsın, adı bahtiyar, başım belada, şarkılarım dağlara, yıldızlar ve yakamoz, beni bul ve dosta düşmana karşı."
1980’lerde Nevzat Çelik'in ”Penceresiz kaldım anne / Saçlarına yıldız düşmüş, koparma anne” 'Şafak Türküsü' şiirini türküleştirerek patlama yaptı A. Kaya. Karyerinde “Ağladıkça” isimli türkünün büyük bir yeri oldu. Aram Dinkjian’ın bestelediği bu türkü, sanatçıya sağ veya sol görüşlü farketmeksizin milyonlarca dinleyici kazandırdı. Kaya, son olarak Gazeteciler Derneği’nde yaptığı konuşmada “Kürtçe bir klip çekmek istiyorum ve bunu yayımlayacak bir televizyon kanalı arıyorum” deyince İkitelli medyanın hışmına uğradı ve yüzünden Fransa’ya gitmişti.
16 Kasım günü sabah saat altıda topragından uzakt kalp krizi geçirip öldü.
O Paris Komünarlarıyla Pere Lachais mezarlıgında yatarken bize duruşu ve sesi kaldı.

 







This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 526x623 and weights 59KB.

__________________

Aşık Yoksuli (Tevabil Temuroğlu);




Aşık Yoksuli (Tevabil Temuroğlu);

1944 yılında Arapkir’in Ulaşlı köyünde doğdu. Türkmen-Abdallardan göçer bir ailenin oğlu olan Tevabil ailesiyle beraber köy köy dolaşır. İlkokula 10 yaşında başlar. 1954 yılında Arguvan Mıneyik Köyü’nde iki yıl okur ve okuluna üç yıl Karahöyük Köyü’nde devam eder, buradan 1959 yılında ilkokulu bitirir. Ailesiyle beraber göçerliğe devam eder. Küçük yaşta saz çalmaya ve söylemeye başlayan Tevabil, önceleri Alevi ozanların deyişler ve gezdiği bölgenin anonim türkülerini söylerdi. Bölgemize özgü türkü ve oyun havaları ile; Eğin, Arguvan, Harput ağzı; türkü, deyiş, ağıt, uzun hava, maya, mani, hoyrat, bozlak, gazel, halay ve çeşitli halk oyunlarını ezgi kalıp ve ritimlerini iyi bir virtiöz kadar yetenekli çalan ve söyleyen bir kişiydi. 1970’den itibaren hayatın gerçeğinden aldığı mahlasıyla yazmaya ve söylemeye başlar. Söylediği sosyal içerikli türkülerinden dolayı kovuşturmalara, mahpusluklara uğrar. 12 Eylül Askeri Dikta döneminde işkence görür, hapis yatar. Ufak-tefek, cılız-zayıf bünyesi bu acılara dayanamaz ve 1985 yılında Hakk’a yürür.



Eserlerinde daha çok Arguvan ağzı etkisi vardır. Hemen her konuda eser vermiştir. O dönemde yaşayan büyük ozan Mahsuni Şerif’i önder-usta olarak kabul etmiştir. Birçok bölge türküsünü de TRT repertuarına kazandırmıştır. Kısa ömründe bölgemizde ve tüm Türkiye’de tanınmış, türküleri dilden dile dolaşmıştır. Ozanlık geleneğini kardeşi Naki ve oğlu Erkan sürdürmektedir. Bir deyişinde şöyle demektedir:


Dalgın

Ömür denen garip yolda
Yürüyorum dalgın dalgın
Sabah yeli değmiş gibi
Eriyorum dalgın dalgın

Bilinmez deryanın dibi
Elbet vardır bir sebebi
Birşey yitirmişler gibi
Arıyorum dalgın dalgın

Yoksuli’yim bile bile
İşte bundan düştüm dile
Kucaklaştım toprak ile
Çürüyorum dalgın dalgın




YARIN YOLCUSUN

Neyine aldandın yalan dünyanın
Bu gün misafirsin yarın yolcusun
Dağı daşı altın olsa evrenin
Bu gün misafirsin yarın yolcusun

Ben falanım deyi döğer döşünü
Sanki mal mülk halledecek işini
Dolu sanma şu dünyanın boşunu
Bugün misafirsin yarın yolcusun

Tarihin akışı benzer volkana
Ne şahlara kalmış ne de sultana
Bir eylik etmişsen o kalır sana
Bugün misafirsin yarın yolcusun

İnsanlığı yıkar delidir deli
Başına çalınsın dünya parası pulu
Boşuna aldanma gardaş Yoksuli
Bugün misafirsin yarın yolcusun

HASRET GÜLTEKİN..

Hasret Gültekin Herşeyi Ile



ama acılara alısılmaz
bir şeyler var değisecek
bir şeyler var değiştirmemiz gereken
önce acılardan başlanacak.

ahmet telli ( bekle beni )bir bölüm.




HAYATI


HAYATI
1 Mayıs 1971’de, Sivas’ın İmranlı kazasına bağlı Han köyünde, Süleyman ve Hacıhanım Gültekin’in (Nazire ve Güler’den sonra) üçüncü çocuğu olarak doğdu. Altı yaşında saz çalmaya başladı. On bir yaşında sahneye çıktı. Kadıköy Anadolu Lisesi’nden ikinci sınıfta ayrıldı. 1987 yılında, ilk çalışması “Gün Olaydı” adıyla Diyar Müzik Yapım tarafından yayımlandı. İlk resitalini Kadıköy Moda Sineması’nda 1987 yılında verdi.
1989 yılında, “Gece ile Gündüz Arasında” adlı ikinci çalışması Saltuk Müzik Yapım tarafından yayımlandı. 29 Ekim 1989 yılında Hollanda Kültür Bakanlığı’nın daveti üzerine, “Genç Türküler” festivalinde Birsel Acar’la birlikte Türkiye’yi temsil etti. 1990 yılında aynı ülkede “Türk Haftası” etkinliklerine birçok sanatçı ile birlikte katıldı. Müzik yönetmenliğini üstlendiği resmi olarak ilk defa Kürtçe müzik yasağını delen “Newroz” adlı kaset, 1990’da önce enstrümantal olarak, sonra da Nilüfer Akbal ve Rıza Akkoç’un katılımıyla gerçekleştirildi. 1990 yılında, Şivan Perwer’in (Türkiye’de, resmi olarak Kürtçe müzik yasağını kaldıran) “Krivo” adlı karma kasetinin yayınlanmasına öncülük etti ve süpervizörlüğünü yaptı. 1991 yılında, “Rüzgarın Kanatlarında” adlı üçüncü çalışması Nepa Müzik Yapım tarafından yayımlandı. 1991 yılında Yeter Fırtına ile evlendi. Türkiye’nin dört bir yanında konserler verdi. Birçok Avrupa ülkesinde festivalllere katıldı ve konserler verdi. Aydınlık Gazetesi için; Ankara, İzmir ve İstanbul’da ProsEchos Grubu ile birlikte resitaller verdi. 2 Temmuz 1993’de, Sivas’ta Madımak Oteli’nde 35 insanla birlikte katledildi. 13 Eylül 1993’de oğlu, Roni Hasret Gültekin dünyaya geldi.

Hasret Gültekin’in müzik yönetmenliğini ve müziklerini yaptığı kasetler dizini

1988 Abuzer Karakoç, Hüseyin Aydın, Ali Ekber Eren’in de yer aldığı “BİTMEYEN TÜRKÜLER-Dostlar Muhabbeti”.
1990 Gani Nar’ın seslendirdiği Kürtçe “JİYAN”.
1990 Abuzer Karakoç’un seslendirdiği ve Avrupa’da yayımlanan “Alvar Deyişleri”.
1990 Emekçi’nin seslendirdiği “Gül’e Barut Serdin mi?”
1990 Nurşani’nin türkülerinden oluşan kaseti.
1990 Lütfü Gültekin’in seslendirdiği “Karanlıkta Vurdular”.
1991 “NEWROZ 2” isimli, Kürtçe sözlü türkülerden oluşan kaset.
1992 Arif Sağ, Emekçi, Mehmet Koç, Emre Saltık, Talip fiahin, İhsan Güvercin’in de yer aldığı “Türküler Yalan Söylemez” isimli kasette üç eser seslendirdi.
1992 Ahmet Arif’in şiirlerini besteleyen sanatçılar olarak, Cem Karaca, Ahmet Kaya, Sadık Gürbüz, Esin Afşar, Rahmi Saltuk’la birlikte, Ahmed Arif’in anısına çıkan kasette yer aldı.
Bir çok sanatçının kasetlerinde bağlama, cura ve şelpesiyle yer aldı.


ŞİİRLERİ

bedrettin

Yarin yanağından gayrı her şeye ortağız”

Örneğin işe bak, ne cömertiz...

Bin yıl önce, düşününce

komünmüşüz kendimizce

Ne demeli bu herife ?

Bu cömertlik bu felsefe...



Sahip çıkmak ileriliktir

ve ki tarih lastiktir

Çekmeli, yorumlamalı

Dur, dur...

Evet, evet

Buldum, neden olmamalı ?

(benden, duymuş olmayın)

ibneler,
Bedrettin’e sahip çıkın

(sizi kayırıyor...)



03.03.1989


yunus a

ve hiçbirini incitmeyerek,

bu yolda olana

çığ düşmez diyerek,

görmeden dost eşiği

ve nasıl sallarsa

ana yavrusunun beşiğini,

nenni nenni

öyle...

Nisan 1993

bu gece canıma

Bu gece

ben giderim resmim kalır,

belli ki bir hevesim kalır,

gözüm arkada kalmaz,

Seni göresim kalır..



Sesim kalmaz,

sözüm kalmaz,

yarım kalır bir öykücük,

bozulmuş bir tılsım kalır.


Güze ulaşır vakit

kurur dallar,

ayaz kalır...

Gece çöker baykuş öter,

yaşanmamış bir yaz kalır.


Söner içimdeki yangın,

direnen kımıl, göğ ekinler,

açar güneş,

mevsim ilkbahara döner,

yemyeşil bir tınaz kalır.


Alacak renkler susar,

ortada tek “beyaz” kalır.


Çürür düzen zulüm biter,

kar altında gülüm biter,

vakit ulaşır yolum biter,

birde yasak “adım” kalır.


Toplatılır yazılarım,

yakılır dizelerim,

kurutulur gözlerim,

geride genç ölüm kalır.

1990

HAYAT

Peki öyle olsun hayat..

Zannetme ki pes ettim.

Kilonu tartarım kilonu.

Satarım kilonu da,

bırakmam onuru

Haziran 1992

Gökyüzünde bulutları ayırmıştım

Berraklamıştım

Göğe az, toprağa çok bakardım

Derken geldi Hayyam

ve Hayyam

ve Ben

Bizce muhteşem

o insan yarası toprağı

şarap döker, öper ve tepelerdik

Hayyam...ustası işin

Derdi yok sonu bu gidişin

İyiydi, muhabbetimiz bitti

Arada uçurum yarık

ve derken o denli

çıkageldi

bir kıçı kırık

ensesi benli...


Mayıs 1991

Dağların duman olduğu

Suna’ya mı söylene”



Suna kimdir yahu!

Suna nedir?

Hangi turnayı gözünden vurmuşum da

haberindedir ?

Ben ki kaf dağını

ankaya paç etmişim

Kuşum sekmez

ve de bülbüle

haracım sökmez



Mayıs 1992

BASINDAN

This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 814x472 and weights 113KB.


Click this bar to view the full image.


Click this bar to view the full image.
TÜRKÜ SÖZLERİ ÖRNEKBeni Ağlattın Güzel

Beni Ağlattın Güzel
Derde Bağlattın Güzel
El’e Bıraktın Güzel
Böyle Olur Mu

Dereler Çağlar Oldu
Gözlerim Ağlar Oldu
Gelmedin Aylar Oldu
Böyle Olur Mu

Attın Gurbet Ellere
Bıraktın Yad Ellere
Saldın Dilden Dillere
Böyle Olur Mu

Yöre : Orta Anadolu
Söyleyen : Hasret Gültekin


Dağlar Atamadım Sevdamı

Ne güneş yüzü gördüm
Ne de gökyüzü gördüm
Derde düştüm, heder oldum,
Beter oldum,ben

Laf anlamaz söz dinlemez oldu gönlüm
Dağlar sevdamı atamadım ben

Dağlar atamadım sevdamı,
Dağlar atamadım sevdamı,
Dağlar sevdamı söküp söküp atamadım ben

Güne gün ömre ömür
...
Tomurcuklar ve çiçekler
Düşer ardına büyür

Laf anlamaz söz dinlemez oldu gönlüm
Dağlar sevdamı atamadım ben

Dağlar atamadım sevdamı,
Dağlar atamadım sevdamı,
Dağlar sevdamı söküp söküp atamadım ben


Kaynak Kişi: Hasret Gültekin


Gün Olaydı Tan Olaydı

Gün olaydı tan olaydı
Kaldığın yer Van olaydı
Yattığın yer han olaydı

Gün dolandı dağı taşı
Dinmiyor gözümün yaşı

Dağın başı duman duman
Gurbet halinde halim yaman
Zalim gurbet vermez aman

Gün olaydı tan olaydı
Kaldığın yer Van olaydı
Yattığın yer han olaydı


Kaynak Kişi: Hasret Gültekin

Böyle Olur Mu

Beni Ağlattın Güzel
Derde Bağlattın Güzel
El’e Bıraktın Güzel
Böyle Olur Mu

Dereler Çağlar Oldu
Gözlerim Ağlar Oldu
Gelmedin Aylar Oldu
Böyle Olur Mu

Attın Gurbet Ellere
Bıraktın Yad Ellere
Saldın Dilden Dillere
Böyle Olur Mu

Yöre:Orta Anadolu
Hasret Gültekin
RESİMLER.

This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 667x401 and weights 50KB.

This image has been resized. Click this bar to view the full image. The original image is sized 871x694 and weights 50KB.


Click this bar to view the full image.



Click this bar to view the full image.




EŞİ İLE RÖPÖRTAJ

YETER GÜLTEKİN

Sıvas'ta karayobaz çetelerinin yaktığı sanatçı Hasret Gültekin 'in yüzünü bile görmediği oğlu Hasret Roni, bugün 4.5 yaşında. Babasının nasıl öldürüldüğünü bilmiyor. ''Onun insanları sevmesini, Türkiye'yi sevmesini istiyorum. Nefretle büyümesini istemiyorum'' diyor annesi Yeter Gültekin . O nedenle de şimdilik ''katliamı'' oğluna anlatmak istemiyor.

Hasret Roni de babası gibi müziğe bağlı. ''Doğduğunda kucağında bir cura'' vardı, bugün dört bağlaması, bir gitarı, bir davulu ve bir mızıkası var.

Yeter Gültekin'le beş yıl önce yaşanan ve hâlâ süren acıyı konuştuk.

- Katliamın beşinci yılı, bugüne kadar çok şey söylendi. Sizin söylemedikleriniz neler?

''Biz aslında hep aynı şeyi söyledik, aynı şeyi söylüyoruz. Belki çok konuşmadık diye söylemedik gibi geliyor. Yapılan etkinlikler, sözde yapılan paneller, konferanslar aslında bize göre vicdan rahatlatmaktan öteye bir şey değil. Aslolanın o yapılan işler olmadığını söyledik. Yapılması gereken duruşmalara katılmaktı, o yapılmadı. Sıvas duruşmalarına her kesimden insanların katılması gerektiğini düşündük. Ama katılım sayısı bugüne kadar ailelerinin sayısını üç ya da beş aşabildi. Bunlar da avukat grubu ya da bir iki demokratik kitle grubunun yöneticileriydi. İlk günden beri duruşmaya katılan insan sayısı 150-200 arasındaydı ve orada da kaldı. Oysa böyle bir davanın mağduru toplumdur, bütün bir Türkiye'dir diye düşünüyorum. Ama işte olamadı, insanlar katılmadı, demokratik kitle örgütleri bile katılmadı, kurumlar birbirine alınganlık yaptı. İşte bir dernek sahiplendi öbür dernek alındı ve katılmadı duruşmalara. Sonra davaya sahip çıkan avukatların sayısı bile bugün artık 3-5'i aşmıyor. Halbuki ilk baştan bunun uzun soluklu bir dava olacağı konuşuldu. Uzun lafın kısası kamu vicdanında yargılanması diye bahsettik, ama bu maalesef yapılamadı. Tabii bunda medyanın vermemesi, davanın dışarıya kapatılması, sahiplenilmemesi en büyük etken.

RONİ HASRET GÜLTEKİN
(ŞU AN TARİH İTİBARİYLE 14 YAŞINDADIR)

Öbür tarafına gelince bu etkinliklere; Sıvas geceleri, konferanslar... Bunlar anlamında söylenecek çok fazla bir şey yok. Duygu sömürüsü oldu. İlk günden beri öyle yapıldı. Orada birebir mağdurlar bile çıkıp duygu sömürülerine alet oldular. Sahneye çıkıp olmadık türkülerin sözlerini değiştirerek insanlara bir şey anlatabileceklerini, birtakım mesajlar verebileceklerini düşündüler. Bunca insanın hayatını kaybettiği katliama, bu kadar ölüme bile saygısızca şeyler yapıldı. Maddi yolsuzlukları hiç anlatmıyorum artık. O anlamda yangın giderek büyüdü.

Konferans ve panel bana göre insanlara bir şey söylemek, ışık tutmak için yapılır. Ama bu, olayın şahidi olmayan orada bulunmayan insanların yorumuyla yapıldı, bu mümkün değil. Olayın tanığı insanlar konuşmadığı zaman bir anlamı olmaz. Sıvas özeli ki bu özeldir, güpe gündüz televizyon kamerasının önünde olmuş her şey. Bunun daha yorumunun yapılmasına gerek yok ki. O filmin gösterilmesi yeter.''

- Katliamdan sonra Türk toplumunun gerekli dersleri aldığını düşünüyor musunuz?''

''Düşünmüyorum. Çünkü gerekli derslerin alınması, kamu vicdanında yargılanmasından geçer, insanların o panellerden ve konferanslardan bir şey anlamasından geçer. Biz ilk günden beri ne diyoruz, 'yapılacak hiçbir şey o insanları geri getirmez' .

Bizim bir tek derdimiz var ilk günden beri; öyle şeyler yapmalıyız ki bir daha böyle bir yeltenmeye kimse cesaret etmesin. Bu nedir, derhal ve ağır cezadır. Derhal ceza.. oysa dava hâlâ Yargıtay'da. Öbürü, kamu vicdanında yargılanmadı. İnsanların büyük bir kesimi hâlâ bu insanlara 'bunlar katildir' diye bakmıyor. Bu anlatılamadı. 'Bunlar katil, 35 insanın katili' diye bakılmadı. Hâlâ yapılan katliama kılıf aranıyor, açıklama aranıyor. Bu ne demektir; toplum bunu vicdanında yargılamadı, ders çıkarmadı. Bunun için halen bir sürü şeyler oluyor, bu tür yeltenmeler giderek büyüyor.

O anlamda beş yıldır, bir belgesel diye tutturmamızın nedeni budur. Belgesel filmi çekemiyorsak bile çekilmiş hazır olan filmi bile gösteremiyorsak orada neyin nasıl olduğunu ya da tutuklanan üç-beş insanın dışına çıkamıyorsak ki halen elini kolunu sallaya sallaya adı sanı belli katiller ortada dolaşıyor.''

- Davanın sonucuna ne diyorsunuz?

''Dediğim gibi ilk zaman bizim mahkemeden beklediğimiz çok bir şey yoktu. Çünkü bakışı belliydi mahkemenin, onlar katillerin durumlarına açıklamalar arar durumdaydı. O anlamda bir şey beklemiyorduk. Bizim o mahkemeden beklediğimiz caydırıcı bir karardı, tutuklu insanlara değil, dışarıda bir dahaki katliamlara yeltenecek insanlara caydırıcı bir kararın çabuk çıkması. Yani bu olay unutturulmadan, katliamın üzerine bir şey çektirilmeden. O anlamda olumlu bir karar ama geç kalınmış bir karar. Ama siyasi bir karar. Yani zamanında verilmemiş, Türkiye'deki ya da bu katliamdan dolayı hakikaten bu katliam bir daha yaşanmasın diye değil, Türkiye'de esen diğer siyasi rüzgârlardan etkilenerek verilmiş bir karar. O anlamda üzücü. Ama diğer yanıyla tabii ki olumlu, çünkü cumhuriyet tarihinde hiçbir gerici hiçbir örgüt, hiçbir gerici katil bu biçimde yargılanmadı. Hep onlara taviz verildi. Solcu insanlar, sendikacılar sokağa dökülüp yürüdüğü zaman demokratik hakları için insanca yaşamak için beyinleri copla parçalanırken gerici kesime bu kadar ağır cezalar verilmedi.''

- Siz bir eş anne olarak özelinde Hasret Gültekin, genelinde başka insanlar için birtakım çalışmalar yapıyorsunuz. Hasret Gültekin Kültür Merkezi'nin çalışmaları, davalar... Bu enerjiyi nereden buluyorsunuz ve neyi amaçlıyorsunuz?

''Bu enerjiyi nereden bulduğumu ben de bilmiyorum. Umutsuzluk üst üste gelince insan bıkıyor, yoruluyor ama hep kendimi 'bu enerjiyi bulmak zorundasın, buna sahip çıkmak zorundasın' diye ayağa kaldırıyorum. Çünkü yalnızız ya da çok az insan kaldığımız için bu enerjiyi bulmak zorundayım. Yoksa yaşayamam.''

Miyase İlknur
3 Temmuz 1998 - Cumhuriyet

ANESİNİN YAZDIĞI MEKTUP

HASRET GÜLTEKIN - (ANNESININ MEKTUBU)

Sevgili Oğul !

Gazeteciler randevu isteyince önce korktum ;
ola ki senden rahmetli diye söz ederler.

Meğer bugün Anneler Günüymüş. Hani , hep ünlü bir işadamının, ya da milletin anasını ağlatan bir politikacının annesini seçerler ya , bu kez yarışın kulvarını değiştirmişler. Bu yıl Sivasta yobazların yaktığı tüm çocukların analarını seçmişler Yılın Annesi .

Hasretim biliyor musun? Sana sormadan bunları anlattım diye bana kızmadın ya? En sevdiğin arkadaşlarından Kadirle Ali Rıza çok ısrar ettiler. Dayanamadım konuştum.

Bak Oğul! Sana sormadan bir iş daha yaptım. 2 Temmuzdan bu yana açamadığım odana da girmelerine izin verdim. Ben bakamadım sırtımı döndüm , kardeşin Gülerle Kadir gezdirdiler odanı. Biliyorum sen odana el sürülmesine hatta toplanmasına bile kızardın. Ben görmedim, ama el sürmediler hiçbir şeyine. Kitaplarına ve resimlerine bakmışlar sadece, rahat ol. Fotoğrafta çektiler Hasretim. Sen gittin gideli üzerimden çıkarmadığım siyah elbiselerimle iyi çıkmam dediysem de dinlemediler. Bana kır çiçekleri getirmişler Anneler Günü diye. Sivasta senin yanında olan, hani mızıka çalıp eğlendirdiğin çocuklar var ya, onların anaları adına da kabul ettim. Serkan Doğanın, Huriyenin ,Yeşimin, Muammerin, ıncinin, şu ufak oğlanın adı neydi? 11 yaşındaydı hani. Hah hatırladım Koray işte. Onun da anasıyım ben bugün. Hepsinin anasıyım. Madımak Otelinde kim varsa Asafın , Nesiminin, Muhlisle Leylanın , adını hatırlayamadığım diğerlerinin. Sen kızmazsın biliyorum oğul. Paylaşmayı seversin. Ana Sevgisinide paylaşırsın.

Hasret yavrum , Anneler Gününü kutlamazdık değil mi biz? Yanlış hatırlamıyorum, kutlamazdık. Geçen yıl hariç, oda yine senin muzurluğundan. A oğul, a çocuk, bana çamaşır makinesı alacaksın diye, çok kızdığın Partinin gecesine çıkmaya değer miydi? Baban ayın başında nasılsa alacaktı. Eskisini de tamir ettirirdik ne olacak. Bir süre daha idare ederdik. Kim bilir sana nasıl zul gelmiştir o gece çalıp söylemek. Anneler Gününü bahane edip o parayla çamaşır makinesi almanız için Gülere gizlice vermişsin parayı.

Canım oğlum,

Senin gibi şelpeyle güzel bağlama çalan biri hala çıkmadı. Sen Rüzgarın Kanatlarına binip gittikten sonra türkülerin dilden dile dolaştı. Bütün sanatçılar senin türkülerini okuyor. Ama çok bozuluyorum biliyor musun? Birçoğu bu türkülerin sana ait olduğunu söylemiyor. Bazı büyük bağlama ustaları da senin müziklerini alıp kendileri bulmuş gibi çalıyorlar. Deli Dervişi senin gibi çalan yok hala. Sivasa gitmeden önce Enel Hak adında yeni çalışmalar yapıyordun. Yarım kaldı diye üzülme. Arkadaşların o kaseti bıraktığın kadarıyla seni sevenlere ulaştıracaklar. Senin şair yönünü bilmeyenler de yakından tanıyacaklar. Çünkü arkadaşların senin adını sonsuza dek taşıyacak bir kültür merkezi kuruyor. Sinema , Tiyatro, Müzik, Edebiyat ve Folklor alanında araştırmalar ve çalışmalar yapacaklar. şiirlerini de bir kitapta topluyorlar.

Haberin var mı bilmem ? Ankara DGM de görülen Sivas Davasını basına kapattılar. ıyice unutturmak istiyorlar herhalde. Başkalarının hafızasından silebilirler Madımak Otelinde olanları. Peki ya benim yüreğimden, ya diğer çocukların analarının yüreğinden nasıl söküp atacaklar? Gazeteye niye konuştum biliyor musun? Mahkeme o kara yobazlara ne ceza verir bilmem, halkın vicdanında bir kez daha mahkum olsunlar istedim. şimdilik Hoşça kal yavrum.

Annen Hace Gültekin.


Miyase İlknur , 8 Mayıs 1994 , Cumhuriyet


alıntıdır.

Ferhat Tunç Diskografi

Ferhat Tunç Diskografi



Ferhat Tunç; güneşin kutsal olduğu, ateşin suyla söndürülmediği Tunceli'de (Dersim) 1964 yılında doğdu. Çocukluğu ve ilk gençliği; rüzgarın, karın ve baharın bile asi olduğu bu kentte geçti. Tarih, bu kenti savaşlara, isyanlara ve sürgünlere mahkum etmişti. Bu yüzden ağıtların söylendiği, hüzünlerin beslendiği mağrur bir kentti Tunceli.
Ferhat Tunç bu kentte, mağrurluklar içinde biriktirdiği "gelecek kaygısı"nı daha ilkokul yıllarında müziğe tahvil etti. Bir yandan okula gidiyor bir yandan düğünlerde ve özel gecelerde bağlama çalıp türkü söylüyor; dinleyenleri kah hüzünlendiriyor kah coşturuyordu. Ve bir süre sonra, doğduğu kent onun bu yeteneğine el veriyor; Ferhat Tunç "Dersim'in küçük ozanı" oluyordu.
Liseyi bitirdikten sonra, 1979 yılında zorunlu olarak doğduğu kenti terk edip Almanya'ya ailesinin yanına yerleşti Ferhat Tunç. Bu soğuk ve yabancı yerde, hiç alışamadığı bu gurbet elde yani, her şeye rağmen müziğe yoğunlaşıp başarılı çalışmalara imza atmak istiyordu.



Bu çerçevede 1982 yılında Frankfurt'ta Amerikalı müzisyen Darnel Sumers'la tanıştı ve Sumers yaptığı "reggae" müziğinden yola çıkarak, müzik bilgisi, değişik kültürel motiflerin müziğe aktarılması ve müzikte çok seslilik ve çok renklilik konusunda Ferhat Tunç'a katkı sundu. Tunç, dostu Sumers'tan biriktirdiği bu "yeni"yi Sumers'la birlikte, üç Alman ve bir Yunanlı müzisyenle yaptığı deneysel çalışmalarla pekiştirip zenginleştirdi ve bu bileşimle Avrupa'da birçok konser verdi.
Ardından Mainz Üniversitesi'ne bağlı bir müzik okulunda kısa bir eğitim alan ve bu arada "Kızılırmak" adlı ilk albümünü çıkaran Ferhat Tunç, sonraki yıllarda Tunceli ve Almanya sürecini şöyle tanımlayacaktı: "O yıllarda yaptığım müzik, içerik kaygısına düşmeden, ama devrimci ruha sahip amatörce bir süreçti".
Ferhat Tunç, elde ettiği müzik birikimini, 1984'te Türkiye'den Almanya'ya giden müzisyen Orhan Temur'la başladığı çalışmaya aktardı ve ortaya "Bu Yürek Bu Sevda Var İken" albümü çıktı. Uzak bir ülkede, Almanya'da olmasına rağmen ülkesinde yaşananlara kayıtsız kalmayan Ferhat Tunç'un bu albümü, "12 Eylül'e itiraz"ın izlerini taşıyordu.



Tunç, 1985'te, 12 Eylül'ün rüzgarlarının henüz sert estiği bir dönemde Türkiye'ye döndü ve yeni bir başlangıç yaparak aynı yıl Türkiye'deki ilk albümünü çıkardı. Albümün adı "Vurgunum Hasretine"ydi. Albüm kısa sürede büyük yankı yarattı ve Ferhat Tunç artık Türkiye'de, toplumsal muhalefetin içindeydi. Tunç, o dönemi şöyle özetliyor: "Toplumsal hareketin bastırıldığı, hak ve özgürlüklerin geri alındığı bir dönemde halkımın yanında yerimi aldım".
Tabi, 12 Eylül gibi bir vakıanın yaşandığı Türkiye'de bunun bir bedeli vardı. Miting havasında geçen konserler, çok satan albümler ve toplumsal muhalafetin gözdesi olan bir sanatçının ödeyeceği bedel -elbette!- gözaltılar, davalar, mahkemeler ve yıllar süren konser yasakları olacaktı. Ama bunun da bir karşılığı vardı. Bu konuda şöyle diyor Ferhat Tunç: "Saldırılar arttıkça ben güçleniyordum. Sanatsal üretimimin geliştiğine ve güzelleştiğine şahit oluyordum".


Ve Ferhat Tunç'un 1985 yılında Türkiye'de zorlu başlayan ve sürekli baskı, yasak ve saldırılarla geçen müzik yaşamı boyunca çıkardığı albümler; Türkiye'deki toplumsal gerçekliğin aynası niteliğindedir:


"Kızılırmak" Almanya-1982
"Bu Yürek Bu Sevda Var İken" Almanya-1984
"Vurgunum Hasretine"-1986
"Ay Işığı Yana Yana"-1987
"Yaşam Direnmektir"-1988
"İstanbul Konserleri-1"-1988
"Vuruldu"-1989
"Gül Vatan"-1990
"Ateş Gibi"-1991
"İstanbul Konserleri-2"-1992
"Firari Sevdam"-1993
"Özlemin Dağ Rüzgarı"-1994
"Kanı Susturun"-1995
"Kayıp"-1997
"Kavgamın Çiçeği"-1999
"Her Mevsim Bahardır"-2000
"Şarkılarım Tanıktır"-2002
"Nerdesin Ey Kardeşlik"-2003

Tüm çalışmalarında görüleceği üzere sanatı ile içinde yaşadığı toplumun sorunlarını buluşturan Ferhat Tunç, müzik yaşamının bugün geldiği 21'inci yılında daha güçlü çalışmalara imza atıyor.
Doğup büyüdüğü toprakların asi ruhuyla yıkanmış olmanın kendisine kazandırdığı duruşla var olmayı yeğleyen Tunç, sanatından ve toplumsal yaşamından taviz vermeden yürümeyi sürdürüyor.
Ve her şeyin toplamı olarak, felsefesini şöyle özetliyor: "Aynı tanrının çocularıysak, aynı göğün altında ve aynı toprağın üstünde yaşıyor ve aynı havayı soluyorsak; niye aynı 'insanlığı' yaşamıyoruz?"

MAHZUNİ SERİF...

Asık mahzunı serıfı tanıyalım


Asik Mahzuni Serif Hayati (1940 - 2002) ,



Buraya 'Hasan Ob


ASIK MAHZUNI SERIFI TANIYALIM

1940 'in baslarinda, ileride ' Pir Sultanlarin ' ölümsüzlügünün en büyük kanitlarindan biri
olacak Mahzuni Serif, Afsin' in Berçenek Köyünde dogar. 1956yilinda Berçenege gelen ilk
okuldan mezun olur. Berçenegin okulsuz yillarinda, Elbistan' in Alembey Köyü' nde, Lütfü
Efendi Medresesinde Kur 'an egtimi almis, Eski Türkçe okumus ve yazmistir. 1957 yilinda
Mersin Astsubay Okulu' na gider. 17 yasindayken babasinin zoruyla dayisinin kizi Emine
ile evlenir. Bu evlilikten bir kizi olsa da Mahzuni bu evliligi bir mektupla bitirir. 1960 yilinda
Ankara Ordu Donatim Teknik Okulu' nu basariyla bitirir. Basarisinin geregi Kuleli Askeri
Lisesi' ni ayni yillarda hak etmesine karsilik, toplumculuga ve halk edebiyatina gönül
verdigi ve Alevi oldugu için ordudan ihraç edilir. 1961Ankara'da Italyan asilli Sovina
(Suna) isimli bir kizla tanisir. Bu evlilikten Züleyha, Emrah, Ferhat adli üç çocugu olur. Bu
yildan itibaren, sevip gönül verdigi yoldan giderek, yüzlerce plak ve kaset yapar.
Hakkinda yazilan ve yazdigi kitaplar uluslararasi edebi tartismalara konu olur.
1971Mahzuni üçüncü esi Fatma Hanim i görür begenir sever ve evlenir. Bu evliliklerinden
Derya, Ali, Seyda ve Yetis adli dört çocuklari oldur. Ayni yilolan askeri darbeden sonra
kurulan Nihat Erim hükümeti nin Deniz Gezmis ve Arkadaslarina kiymasina dayanamayip
'Erim Erim Eriyesin' türküsünü patlatmasindan dolayi hemen tutuklanip dört ay cezaya
çarptirilir. Tahliye olur ve yeniden tutuklanir. 1972 de Gaziantep' deki evi kundaklandi.
Ozanmiz' in tüm ödülleri ve arsivinin yandigi söyleniyor. 1973yilinda halki suça tesvik
etmekten tutuklanir. Ankara'da Sikiyönetim Mahkemesi'nde yargilanir. 1962 - 1988
sürecinde defalarca saldiriya ugrar, evi yakilir, mahkemelik olur, tutuklanir, hapse atilir,
dövülür, disleri sökülür... 1989-1991yillari arasinda 'Halk Ozanlari Dernegi' genel
baskanligini yapmistir.1997yilinin haziran ayinda Almanya'da beyin kanamasi geçirip,
Almanya 'nin Ulm Sehrinde tedavi görür. 1998yilinda, 58 kaset sahibi olan Ozanimiz,
dünyanin yasayan üç büyük ozani arasinda birinci sirayi aldi. Bir çok yabanci ülkede
deyisleri degisik dillerde okunmustur. Tüm türkülerinin yer aldiigi 8 kiyabi bulunan
Ozanimiz 'in, Bektasi Kültürünün ve Anadolu Ezgilerinin dünyaya tanitilmasinda önemli bir
yeri vardir. 2001 in baslarinda rahatsizlanarak, kalp ve solunum yetmezligi nedeniyle, JFK
Hospital'da yogun bakim altina alindi. Mayis ayinda, günümüzün Pir Sultan'i Asik Mahzuni
Serif, bir kez daha ölümü yenmeyi basardi. Ve ayni yilin kasim ayinda kendisine,
''Elhamdülüllah Kizilbasim ve Laikim. Ben degil yedi sülalem kizilbastir. Bir suç varsa oda
dedemdedir! " dedigi için,DGM tarafindan dava açildi. Durusma 27. 12. 01 tarihinde DGM
' de yapildi. 2002 Mayis ayinin 17 si Mahzuni Severler için kara bir gün: Evli, sekiz
çocuk, dört torun sahibi olan Degerli Ozanimiz 62 yasinda Almanyanin Köln Sehrinde
hayata gözlerini yumdu. Bu aci ana kadar O, devletin düzenini yikmak suçundan, hala
yargilaniyordu.Su an son ikamatkahi olan Haci Bektas Veli Külliyesi'nin yakinindaki
Çilehane adi verilen bölgede huzur içinde yatiyor.
asi' denmektedir. Burasi göçer Çilingirler' in bulundugu, otlak bir arazidir. Bunun için adina 'Çilingir Çayiri' da denir. Bu gün burasi hala Çilingir Çayiri olarak anilmaktadir. Seyyit Mehmet' in türbesinin bulundugu bu köye simdi ise, 'Hasan Köyü' denilmektedir. Bütün Elbistan / Malatya ovalarinda ve daglarinda o gAsik Mahzuni Serif Hayati (1940 - 2002) ,

Buraya 'Hasan Obasi' denmektedir. Burasi göçer Çilingirler' in bulundugu, otlak bir arazidir. Bunun için adina 'Çilingir Çayiri' da denir. Bu gün burasi hala Çilingir Çayiri olarak anilmaktadir. Seyyit Mehmet' in türbesinin bulundugu bu köye simdi ise, 'Hasan Köyü' denilmektedir. Bütün Elbistan / Malatya ovalarinda ve daglarinda o günün büyük mürsidi ve evliyasi olarak bilinen Seyyid Haci Mehmet Dede, Asik Mahzuni Serif ' in babasi Zeynel' in, öz dedesidir.

Seyyid Mehmet'in 1800'li yillarin basinda vefat etmesiyle, Hasan Köy'de asimile edilerek Sünniligi kabul eden Cirikli ve Aguçan Türkmenleri burada kalir. Ancak, Oniki Imam'a bagliligini sürdürmek isteyen, Kocalar ve bir kisim Aguçan Türkmenleri, Koç Obasi ve Alhasli yaylalarina dagilir.

Sonunda, Afsin'in 15 km. kuzeydogusunda, küçük bir tepe üzerine gelirler ve Hozat / Barginek Köyü'nün anisina Berçenek Köyü'nü kurarlar. Elbistan'a; Dersim'den, Horasan'dan, Hatay'dan akin etmis bütün Türkmen ve Yörük Alevileri asimileye ugrar ve köylere; camiler, imamlar tahsis edilir. Bu arada Berçenek köyü de üç-dört çesit asiretin karmasindan meydana gelir (Aguçan, Cirikli, Kocalar, Savranlar, Ellezler). Bu asiretler uzun zaman kök
kültürlerini devam ettirirler. Ancak, bunlarla birlikte, Maras Sünni Türkmen Köyleri'nden gelen bir kisim Sünni Yörük uzantilar da bu köye yerlesirler.

1940'in baslarinda Mahzuni Serif bu köyde dogar. Barginekli Aguçan Türkmenleri'nden olup, nene tarafi Varto / Hormekan Asireti'nden Razey'e (Irazca hatun) mensuptur.

1940'li yillarda, Berçenek'te ilk okul olmadigi için Mahzuni, Elbistan'in Alembey Köyü'nde, Lütfü Efendi Medresesinde Kur'an egitimi alir, Eski Türkçe okur, yazar. Ancak, 1956 yilinda köye gelen ilk okuldan, mezun olduktan sonra Mersin Astsubay Okulu'na gider. 1960 yilinda Ankara Ordu Donatim Teknik Okulu'nu bitirir. Basarisinin geregi Kuleli Askeri Lisesi'ni
ayni yillarda hak etmesine karsilik, toplumculuga ve halk edebiyatina gönül verdigi ve Alevi oldugu için ordudan ihraç edilir.

1961 yilindan itibaren yüzlerce plak, kaset yapar.

Hakkinda yazilan ve yazdigi kitaplar uluslararasi edebi tartismalara konu olur ve 1998 yilinda dünyanin, yasayan üç büyük ozani arasinda birinci sirayi alir.

....1940'li yillarin basinda dogan Mahzuni Serif, elini sazina attigi günden itibaren bu tarihi bilmekte gecikmemis ve sürüp geldigi ecdadi yolunda fire vermemistir. Geçmisinde yapilan zulüm ve adaletsizlige kin beslememis olup, Yezit sözcügünü yalniz Hz.Hüseyin'i sehit eden Emevi zalimi için kullanmis ve hiç bir sünni dostuna Yezit yakistirmasini reva görmemistir.

Mahzuni'nin, Orta okul yillarindan itibaren begendigi, demokrasi ve sosyalist mantik onu gelecegin en tutarli terbiye kaliplari olarak muhafaza etmislerdir.

...Mahzuni Serif, kendisini dünya kültürleri içinde bir parça
mazlum milletler içinde bir birey olarak tanimlamis ve bu iki gerçekten yola çikarak, dönmeden devam etmistir.

...Mahzuni'yi yakindan tanimak, O'nun eserlerini çok iyi dinlemekten ve özümsemekten geçer. Kendisinin söyledigi gibi 'benim söylediklerim ne ise ben oyum'. Gerçekten de Mahzuni ürettikleri eserlerle topluma ve dünyaya çok önemli iletiler vermistir. Önemli olan bu iletiyi algilamak ve bu iletileri
topluma sunmaktir.

Mahzuni ordudan ayrildiktan sonra toplumsal, siyasi konulari ele alan; geleneksel halk siirini devam ettiren ve diger yanda protest siirlerle halkin sorunlarini dile getiren; halk asigi veya halk ozanligina basladi. 12 yasindan bu yana bu gelenegi devam ettirmektedir.

Saz çalmayi amcasi Asik Fezali (Pehlül Baba) dan ögrendi

Kahramanmaras'in Afsin Ilçesi... Afsin'in Berçenek Köyü... Köyün sahibi tek kisi, yani bir aga.

Köydeki Zeynel Cirik, agaya çalisan bir irgat. Ana Döndü ise ot toplayarak ailenin karnini doyurmaya çalisan cefakar bir kadin.

Bunlarin 1940 yilinda bir ogullari oluyor, adini Serif koyuyorlar.

- Babamin dedigi dogruysa ,anamin da dedigi dogruysa 1943 yilinin ocak 3'ünde Afsin' e bagli Berçenek köyünde dogmusum.

O siralarda dogum tarihi kimin umurunda ki... Bu yüzden Serif'in dogum tarihi 1940 yerine 1943 yaziliyor. Berçenek nasil bir köy?
Iste anlatiyor Mahzuni:

- Köyde ilkokul yokmus o zamanlar. Belli bir yasa gelen çocuklar Elbistanin Alembey Köyü'nde Haci Lütfi Efendi' nin açtigi Hafiz Kuran kursuna gidermis.Yasim, ögrenim çagina geldiginde babamin istegi üzerine ben de Lütfi Efendinin medresesinde hafiz kursuna devam etmek üzere Alembey köyüne gittim, geldim... Bizim çevremizde kocaman bir yobaz bulutu döner. Haci Lütfi Efendi hiç çekinmeden, caninin istedigi sekilde, bilmedigimiz dillerle, bilmedigimiz isimlerle fetvalar verirdi durmadan. Arapçayi o zaman ögrendim. Simdi Arapça yazip okuyabiliyorum. Lütfi Efendinin medresesinde üç buçuk sayfada kaldim...

- Derken köye egitmen, ardindan ögretmen verildi. Devam ettigim ilkokulu süresinde bitirdim.

Asker olmak istedi:

- Gün oldu gönül bir seye takildi. O da su: Arada sirada Afsine, Elbistana subay kiyafetiyle dolasan genç çocuklar görürdüm. Bunlar assubay okulu ögrencileri idi. Çevrenin etkisiyle olacak, askerlige karsi büyük ilgim vardi. Tutturdum, ille ben de assubay olacagim, diye. Bu istegim yerine geldi. Ögrenim görmek, 'subay olmak' için Mersin 3.Assubay Hazirlama Okuluna basladim.

- Bu arada sunu da belirteyim: Ben daha 10-12 yasinda önlüklü bir ilkokul ögrencisi iken dayimin kizi Emine ile nisanlanmistim, yine babamin ve akrabalarin istegiyle.

Imam nikahi ile evlendigi karisindan Zeliha adinda bir kizlari
olur.

- 1956 yilinda girdigim Mersin Assubay Hazirlama Okulunu 1959'da iftiharla bitirdim. Ordonat Tekniker sinifina ayrilarak sinifina ayrilarak Ankaraya Ordonat Tekniker Okuluna geldim. Bu okul simdi benim yargilandigim okuldur; isin daha ilginç yani, bugün yargilandigim salon benim sinifimdi. Burada çok kisa süren bir egitim-ögretimden sonra Sivasa gönderildim. Ekreol Tepede bes ay stajerlik yaptim.

- 1960'ta ihtilalde payimiz oldu. Cemal Babanin emrinde biz bir grup genç silahlandirildik. Diskapi bölgesi bize verildi. Yil 1960 in kasimi oldu. Bugün yargilandigim eski okulumun meydaninda bana ilk Atatürk ödülü verildi. O günün hatirasi olarak. Günün Ordonat Daire Baskani Resat Ülgenalp in imzaladigi ve gözlerimi öperek verdigi kitabi hala saklarim.

- 27 Mayisin verdigi ruhla olacak askerligi daha da sevmeye basladim. Basarilarim beni bir yere dogru hizla sürüklüyordu.

- Gün geçti ben de 'HALKÇILIK' ruhu daha agir basmaya basladi. Bu arada dayimin kizi Emine ile evlenmistim. Bir kizimiz olmustu. Mutlu degildim, anamin babamin karari ile zorla evlenmistim. Çok sürmedi bu. Imam nikahi ile evlendigim karimi bir mektupla bosadim.

- Simdi bagimsizdim bir ölçüde. Halçilik ruhu beni baska yerlere sürüklemeye baslamisti. Sazi 1955-56 yillarinda okuldayken ögrenmeye baslamistim. Siirler yazmaga, türküler söylemeye basladim. Buda pek uzun sürmedi. Okulu terk etmek zorunda kaldim.

- 1961 yiliydi. Ankara'da Italyan asilli Sovina (Suna) isimli bir kizla tanistim. Onunla evlenmeye karar verdim. Daha 14 yasindaydi Suna o zamanlar. Yasalara göre evlenmemiz mümkün degildi. Suna'yi kaçirip, köye götürdüm... Annesi, babasi sikayet etmis... Bir yandan 14 yasindaki kiz kaçirmis bir kisi, bir yandan okul kaçagi, bir yandan da askere gitme çagi gelmis bir asker kaçagi olarak araniyordum.

Bu ask, gazetelere bile geçer. Mahzuni, adini Suna yaptigi Sovina'yi çok sever. Bu evlilikten Züleyha, Emrah, Ferhat adli üç çocugu olur.


Oglu Ferhat ( Duyma ve konusma özürlü )

Gel gör ki Suna, Mahzuni'nin bir arkadasi tarafindan kandirilir, evi terk eder.


- Yillar yillari kovaladi. Sazimla bas basa kaldim. Ankara' da oturuyordum. Saz çalarak, siir yazarak kendimi yetistirmeye çalisiyordum.

- Serüven serüven üzerine geldi, geçti... Yil 1963 oldu. 'Doguda Kitlik Var' in yazari Halil Aytekin' le tanistik. Onun araciligi ile Fikret Otyam' i bulduk... Benim ilk gazeteci dostum Fikret Otyam oldu. Yardim etti bize. Hürriyet Gazetesinden Cüneyt Arcayürek' e gönderdi. Basindan benim hakkimda ilk yazi Cüneyt Arcayürek 'in imzasi ile Hürriyette çikti.

- Bu dönem TIP' in kurulus yillarina rastliyordu. TIP yöneticileriyle iliski kurduk. Bize yalniz onlar sahip çikiyordu. Baska kimseyi tanimiyorduk, bizimle ilgilenen yoktu.

- Bir Asiklar Dernegi kurmamiz gerekti. Nedeni de su idi. Türkiye de halk ozanalri sürekli ezilmislik, yoksulluk içinde yasamislardi. Bu durumdan tamamen olmasa da kurtulmalari gerekti. Örgütlenmeleri gerekiyordu. Biz bu gerekeni yaptik. Asiklar Dernegini kurduk. Sesimizi duyurmaya, çesitli yerlerde konserler vermeye çalistik. Bu çabalarimizda da basarili olduk. Dost Fikret Otyam' in ve Gazeteciler Sendikasi' nin destegi ile konserler verdik.

- Zamanin turizm bakani Nurettin Ardiçoglun' a çiktik, yardim istedik. O zaman TRT dogrudan turizm bakanligina bagli idi. Radyodan N.Ardiçoglu' nun direktifi üzerine Asik Ihsani' ye Kul Ahmed' e ve bana söyleme izni verildi. Sendikanin destegi ve yardimiyla konserler verdik. Bunlarin en önemlisi Büyük Sinemada verdigimiz konserdi. Büyük ilgi toplamisti. Çabamiza destek oldu. Ondan sonra sesimizi yavas yavas duyurmaya basladik. Ve bu da uzun sürmedi sonunda... Önceleri ozanlarin seçildigi Türk Halk Ozanlari Derneginin basina avukatlar getirilmeye basladi. Ilk kadersizligimiz bu oldu. Dagildik ondan sonra da...

Mahzuni Fatma Ile Evleniyor

Fatma Özdemir. Fatma, Elbistanli'dir ve uzaktan Mahzuni ile akrabadir.

Mahzuni, Fatma'yi begenir, sever ve ister. Gel gör ki ailesi, çocuklu ve basi belali bir adama kiz vermek istemezler. Sonunda Fatma, Mahzuni ile evlenir. Yil 1971'dir. Fatma, Mahzuni'nin siirlerine Fadime olarak girer.

- Bana bir mücadele gerekiyordu. Kime ve neye karsi? Gün geçtikçe görerek, du****** sezinleyerek, okuyarak bunu daha iyi anlamaya basladim. Bütün benligimle kendimi saza verdim. Çaliyordum, söylüyordum ama çalismalarima bir yöntem vermem gerekiyordu.

1971 yilinda askeri darbe sonucu Süleyman Demirel hükümeti devrilmis, Nihat Erim baskanliginda bir hükümet kurulmustu. Bu hükümet sol kesime karsi siddetli baski uygulayinca Mahzuni Serif türküyü patlatmisti. Çikardigi 45'lik plak, 'Erim erim eriyesin/Sürüm sürüm sürünesin' diyordu.

Ne demek o zaman basbakana böyle türkü yakmak. Hemen tutuklanir ve 10.5 ay cezaya çarptirilir.


Mahzuni Hapiste

- Deniz Gezmis ve arkadaslarinin asilmasini protesto için, 'Erim Erim eriyesin' diye bir Türküden yargilanirken, Mahkeme Baskani, 'Erim'in plaginin çalinmasini' istedi. Olayin ilginç yanina bak!

- Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orda. Plagi koydular. Hakim, yargilamayi unutmus, kalemi almis eline tempo tutuyor! Ben de güldüm tabii bu duruma. Gülünce hakim beni azarladi. Savci da ona katildi. 'Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor' dedi. Siz olsaniz nasil gülmezsiniz?

- O zaman rahmetli Basbakan Nihat Erim'in ifadesi geldi.

- 'Bir halk ozani, Basbakan'i sevmek mecburiyetinde degildir.' gibi bir ifadede bulunuyordu. Erim, sikayetçi olsaydi 4 yil yerdim. Olmadigi için 10.5 ay yattim.

Yil 1972. Mahzuni Serif, elinde sazi, Sivas'in Sivrialan Köyü'ne Asik Veysel'i ziyarete gider. Asik Veysel'e Mahzuni'nin geldigini söylerler. Mahzuni içeri girince Veysel Baba ayaga kalkar.

Yanindakiler sasirirlar. Çünkü Asik Veysel o tarihe kadar kimseyi ayakta karsilamamistir. Veysel Baba'ya neden Mahzuni'yi ayakta karsiladigini sorarlar. Veysel Baba'nin cevabi çok açiktir:

- 'Susun, gelen Pir Sultan olsa gerektir!'

Mahzuni bu, durmaz ki bu kez 1973 yilinda halki suça tesvik etmekten tutuklanir. Ankara'da Sikiyönetim Mahkemesi'nde yargilanir.

Fatma Hanim, o günleri anlatirken diyor ki:

- 'Mahzuni ile evliligimizden Derya, Ali, Seyda, Yetis adli dört çocugumuz oldu. Gel gör ki çok çektik. Evlendikten 6 ay sonra onu tutukladilar. Derya'nin dogdugu gün tahliye oldu. Çocuk 27 günlük iken yeniden tutukladilar.

- Antep'teyiz... Neset Ertas evimize misafir gelmis. Geceleyin köylü kiyafeti giymis birileri geldiler, Mahzuni'yi aldi götürdüler. Polis, candarma onun pesinde. Sanki ülkeyi biz batirmisiz. Öyle bir baski, öyle bir baski. Mahzuni bir gün disarida ise iki gün içeride. Iste böyle geçti hayatimiz.'

Mahzuni Hapiste

Mahzuni Serif bu tutuklamalardan birini söyle anlatiyor:

- Simdi 'Hey Arapça okuyanlar/Allah Türkçe bilmiyor mu?'nun sözcügü, hukuken yasak olmadigi halde , 70'li yillarda 'Solcu Asik Mahzuni Serif' namiyla dolastigimdan, Savci; 'Efendim Allah Türkçe bilmiyor mu?' demekle, Allah'i dil, dudak, kafa sahibi ediyor. Bu bir insan oluyor. Insan olunca tabii maddeci görüse Tanriyi insan yaratir. Mahzuni bunu yaymak istiyor.'dedi.

- Ben de savunmamda, 'Tanrinin çok daha kadir oldugunu, ama avukatlik müessesinin de tanitilmasi gerekiyor. Iste her ulusun hukukunda avukatlik, mazlumun hakkini simgeleyen bir temsilcidir. Burda Tanri müvekkil durumundadir, Savci avukat durumundadir. Halbuki o daha küçültüyor. Tanri, kendi hakkini kullanmiyor, avukata devrediyor' dedim.

- Son olarak da sunu söylemistim: 'Tamam adalette bir nizam vardir, yüzlestirme olayi. Getirin Tanri'yi benden sikayetçiyse, ben de hakkima raziyim.'dedim.

- O zaman da, 'Aklimin yerinde olup olmadigina' dair rapor istediler.

Mahzuni Serif, hizla ünlenince daha 1970'lerde baska türkücüler ve pop sanatçilari onun eserlerini okumaya basladilar. Ersen ve Dadaslar, Edip Akbayram, Cem Karaca, Selda gibi pop sanatçilari, onun tutulan türkülerini okuyarak ünlerine ün katmislardi.

Yeni yetisen birçok ozan da onu taklit ediyordu.

Mahzuni Serif de diger büyük sanatçilar gibi duygularini aklinin önüne geçiren insanlardandi. Bu yüzden hayati boyunca istismar edildi.

1980 askeri darbesinden sonra da Mahzuni topun agzindaki isimlerden oldu.

Mahzuni Baba, bu tarihlerden sonra bir yandan türkü biçiminde yenilikler yaratti. Domdom Kursunu gibi çok popüler olan eserler verdi. Öte yandan da O, kendisini yaratan Alevi gelenegine daha derinden bir dönüs yapti. O, artik 12 Imamlar için düvazimam söylüyor; Haci Bektas Veli'den yardim dileniyordu.

Bu arada, insanin özüne dogru yolculuk yapiyordu. O, toplumun içindeki bozuk / yabancilasmis insan tiplerini ele alarak taslamalar yaziyordu. Gündelik yasamda gördügü kötü insanlari tiplemeler halinde hicvediyordu. Firildak Adam, Zevzek bu tiplemelerdendir. Cahil ama çikarci kurnazlari, tek tabanca ile devrimcilik yapacagini zanneden maceracilari yerden yere vuruyordu.


Mahzuni ilk defa Haci Bektas' ta

Mahzuni Serif, 1990'dan sonra örgütlenen Aleviler için de fiilen çalismalar yapti. Ne yazik ki Mahzuni'nin kimligini, agirligini anlamayan bazilari onu bu çalisma dönemlerinde üzdüler. Fakat o, Alevi toplumunun geleneksel inanç degerlerinde yol almasi için elinden geleni yapti.

Ankara'daki evi bir dergah gibi çalisti. Evindeki bir sohbetde Mahzuni:

- Eve dostlar geliyor, biz de çalip söylüyoruz. Dostlar kalkip semaha duruyor. Tabii gürültü oluyor. Alttaki komsu çat kapi... Onlar da hakli. Eger biraz para biriktirirsem Ankara'nin disinda, bagimsiz bir ev yaptirip kocaman bir cemevi olusturacagim. Orada sabahlara kadar semah ederiz, kimse de bize karisamaz.

Bu konuda esi Fatma Mahzuni sunlari anlatti:

- Onu sadece maddi anlamda degil manevi anlamda da sömürdüler, üzdüler, yaraladilar. Siz de bilirsiniz, Ankara'daki Hacibektas Veli Vakfi bir cemevi için temel atti. Mahzuni buraya modern bir yapi kazandirmak için elinden geleni yapti. Ustalar çalisirken bana kazan kazan yemek yaptirir, ayran alir, birlikte götürürdük. Ben, takilirdim:

- Babanin evini mi yaptiriyorsun?

O sinirlenir cevap verirdi:

- Evet, babamin evini yaptiriyorum.

- Vakfin kurulusu için çalisan, insanlari tesvik eden Mahzuni idi. Gel gör ki bina bitti, yönetim, orada kapicilik yapmis olanlara bile oda verdi. Mahzuni'ye bunu çok gördüler. Sonra birisi geldi, Mahzuni'nin agzindan bir seyler yazdi. Hacibektas Vakfi bunun üzerine Mahzuni'yi vakif kuruculugundan atti. Üstüne üstlük tazminat almak için Mahzuni'mi mahkemeye bile verdiler. Allah'a sükür bu mahkemeyi Mahzuni kazandi. Vakif üyeligi için de mahkemeye basvurmustu ama ömrü yetmedi... Buyurun, onun o vakif için yaptigina bakin, orayi yönetenlerin Mahzuni'ye yaptigina bakin.


sol üst: Fatma Hanim - Züleyha(Emine'den) - Emrah(Suna'dan) sol alt: Ali - Derya

Fatma Mahzuni sunu da vurguluyor:

- Mahzuni, Haci Bektas'a gönül verenlerin tümünün sembolü oldu. Ona söz söyleyenleri ise kim tanir, kim bilir.

Ustalari:

Geçmisteki ozanlari, yasayan ozanlari bir bir inceledim. Kendime yol gösterici, eylem kilavuzu olarak seçtigim Pir Sultan oldu. Ses olarak da etkilendigim Davut Sulari' dir. Toprak çocuguyuz, topraga karsi büyük bir özlemimiz vardir. Bunu da en iyi dile getiren Veysel Baba idi. Belirli bir derecede onun da etkisinde kaldim. Sulari' den etkilendigim sese, Asik Veysel mülayimligini kattim. Düsün felsefemi de yukarda belirttigim gibi Pir Sultandan aldim... Ve sunu anladim: O güne kadar halk ozanligi sürekli olarak istismar edilmisti. Halk siiri gelenegi gül, bülbül, çiçek, edebiyati ile uyutma perhizi olarak kullanilmisti. Ilk amacim bugüne kadar gelen bu kaliplari kirip, yikmak oldu. Olaylardan ve halk yasamindan aldigim gerçekleri konu olarak isledim... Ve bugüne kadar böyle geldik....

Mahzuni Serif, Subat 2001 tarihli Kizildali dergisi'ne 'Hem Kizilbas hem Alevi'yim' baslikli bir yazi yazmisti. Iste o yazida Istanbul DGM suç unsuru bulmus ve Mahzuni yargilanmaya baslanmisti.

Mahzuni, suçlanan yazisinda sunlari söylüyor:

- Ben Allah adina insana secde etmeyi yeglemekteyim. Bir Alevi çocugu degil bir Hiristiyan, bir Musevi de olsam böyle düsünmekteyim. (...) Insan aleminin sevgisinde, gönlünde, bütünlügünde ve doganin her güzelliginde beni yaradani arayip keyfime göre isimlendirdim. Ona gül dedim, bülbül dedim, çiçek dedim, Ali dedim, Veli dedim; agzima ve gözüme güzel gelen her seye onun adini verdim. Bana bunu haram edecek her yasaya, her bilirkisiye, her dinsel nasa rest çekmekteyim.

- (...) Türkiye Alevileri'nin yolunun gerçek Ali'ci yol oldugunu savunmak ve yaymak isterim. Çünkü Ali'nin baslattigi cemahiriyel vukuat (halkçi hareket) Atatürk'ün noktaladigi Cumhuriyet'in mayasini hazirlamistir.


Peki kurtulusu nerede arar? Politikada dürüst tavirda. Bu yüzden o 1999 tarihinde CHP'ye üye oldu ve sevenlerine de bir isaret verdi.

Mahzuni, MESAM üyesi olduktan sonra ancak son birkaç yilda türkülerinden para kazanmaya baslamisti.

Evli, sekiz çocuk, dört torun sahibi olan Degerli Ozanimiz 62 yasinda Almanyanin Köln Sehrinde hayata gözlerini yumdu. Bu aci ana kadar O, devletin düzenini yikmak suçundan, hala yargilaniyordu.

Su an son ikamatkahi olan Haci Bektas Veli Külliyesi'nin yakinindaki Çilehane adi verilen bölgede huzur içinde yatiyor.

HEPINIZE SAYGILAR SEYYAH
SEYYAH OLDUM PAZAR PAZAR DOLASTIM
BIR TÜCARA SATAMADIM BEN BENI BEN BENI
ünün büyük mürsidi ve evliyasi olarak bilinen Seyyid Haci Mehmet Dede, Asik Mahzuni Serif ' in babasi Zeynel' in, öz dedesidir.

Seyyid Mehmet'in 1800'li yillarin basinda vefat etmesiyle, Hasan Köy'de asimile edilerek Sünniligi kabul eden Cirikli ve Aguçan Türkmenleri burada kalir. Ancak, Oniki Imam'a bagliligini sürdürmek isteyen, Kocalar ve bir kisim Aguçan Türkmenleri, Koç Obasi ve Alhasli yaylalarina dagilir.

Sonunda, Afsin'in 15 km. kuzeydogusunda, küçük bir tepe üzerine gelirler ve Hozat / Barginek Köyü'nün anisina Berçenek Köyü'nü kurarlar. Elbistan'a; Dersim'den, Horasan'dan, Hatay'dan akin etmis bütün Türkmen ve Yörük Alevileri asimileye ugrar ve köylere; camiler, imamlar tahsis edilir. Bu arada Berçenek köyü de üç-dört çesit asiretin karmasindan meydana gelir (Aguçan, Cirikli, Kocalar, Savranlar, Ellezler). Bu asiretler uzun zaman kök
kültürlerini devam ettirirler. Ancak, bunlarla birlikte, Maras Sünni Türkmen Köyleri'nden gelen bir kisim Sünni Yörük uzantilar da bu köye yerlesirler.

1940'in baslarinda Mahzuni Serif bu köyde dogar. Barginekli Aguçan Türkmenleri'nden olup, nene tarafi Varto / Hormekan Asireti'nden Razey'e (Irazca hatun) mensuptur.

1940'li yillarda, Berçenek'te ilk okul olmadigi için Mahzuni, Elbistan'in Alembey Köyü'nde, Lütfü Efendi Medresesinde Kur'an egitimi alir, Eski Türkçe okur, yazar. Ancak, 1956 yilinda köye gelen ilk okuldan, mezun olduktan sonra Mersin Astsubay Okulu'na gider. 1960 yilinda Ankara Ordu Donatim Teknik Okulu'nu bitirir. Basarisinin geregi Kuleli Askeri Lisesi'ni
ayni yillarda hak etmesine karsilik, toplumculuga ve halk edebiyatina gönül verdigi ve Alevi oldugu için ordudan ihraç edilir.

1961 yilindan itibaren yüzlerce plak, kakkinda yazilan ve yazdigi kitaplar uluslararasi edebi tartismalara konu olur ve 1998 yilinda dünyanin, yasayan üç büyük ozani arasinda birinci sirayi alir.

....1940'li yillarin basinda dogan Mahzuni Serif, elini sazina attigi günden itibaren bu tarihi bilmekte gecikmemis ve sürüp geldigi ecdadi yolunda fire vermemistir. Geçmisinde yapilan zulüm ve adaletsizlige kin beslememis olup, Yezit sözcügünü yalniz Hz.Hüseyin'i sehit eden Emevi zalimi için kullanmis ve hiç bir sünni dostuna Yezit yakistirmasini reva görmemistir.

Mahzuni'nin, Orta okul yillarindan itibaren begendigi, demokrasi ve sosyalist mantik onu gelecegin en tutarli terbiye kaliplari olarak muhafaza etmislerdir.

...Mahzuni Serif, kendisini dünya kültürleri içinde bir parça
mazlum milletler içinde bir birey olarak tanimlamis ve bu iki gerçekten yola çikarak, dönmeden devam etmistir.

...Mahzuni'yi yakindan tanimak, O'nun eserlerini çok iyi dinlemekten ve özümsemekten geçer. Kendisinin söyledigi gibi 'benim söylediklerim ne ise ben oyum'. Gerçekten de Mahzuni ürettikleri eserlerle topluma ve dünyaya çok önemli iletiler vermistir. Önemli olan bu iletiyi algilamak ve bu iletileri
topluma sunmaktir.

Mahzuni ordudan ayrildiktan sonra toplumsal, siyasi konulari ele alan; geleneksel halk siirini devam ettiren ve diger yanda protest siirlerle halkin sorunlarini dile getiren; halk asigi veya halk ozanligina basladi. 12 yasindan bu yana bu gelenegi devam ettirmektedir.

Saz çalmayi amcasi Asik Fezali (Pehlül Baba) dan ögrendi

Kahramanmaras'in Afsin Ilçesi... Afsin'in Berçenek Köyü... Köyün sahibi tek kisi, yani bir aga.

Köydeki Zeynel Cirik, agaya çalisan bir irgat. Ana Döndü ise ot toplayarak ailenin karnini doyurmaya çalisan cefakar bir kadin.

Bunlarin 1940 yilinda bir ogullari oluyor, adini Serif koyuyorlar.

- Babamin dedigi dogruysa ,anamin da dedigi dogruysa 1943 yilinin ocak 3'ünde Afsin' e bagli Berçenek köyünde dogmusum.

O siralarda dogum tarihi kimin umurunda ki... Bu yüzden Serif'in dogum tarihi 1940 yerine 1943 yaziliyor. Berçenek nasil bir köy?
Iste anlatiyor Mahzuni:

- Köyde ilkokul yokmus o zamanlar. Belli bir yasa gelen çocuklar Elbistanin Alembey Köyü'nde Haci Lütfi Efendi' nin açtigi Hafiz Kuran kursuna gidermis.Yasim, ögrenim çagina geldiginde babamin istegi üzerine ben de Lütfi Efendinin medresesinde hafiz kursuna devam etmek üzere Alembey köyüne gittim, geldim... Bizim çevremizde kocaman bir yobaz bulutu döner. Haci Lütfi Efendi hiç çekinmeden, caninin istedigi sekilde, bilmedigimiz dillerle, bilmedigimiz isimlerle fetvalar verirdi durmadan. Arapçayi o zaman ögrendim. Simdi Arapça yazip okuyabiliyorum. Lütfi Efendinin medresesinde üç buçuk sayfada kaldim...

- Derken köye egitmen, ardindan ögretmen verildi. Devam ettigim ilkokulu süresinde bitirdim.

Asker olmak istedi:

- Gün oldu gönül bir seye takildi. O da su: Arada sirada Afsine, Elbistana subay kiyafetiyle dolasan genç çocuklar görürdüm. Bunlar assubay okulu ögrencileri idi. Çevrenin etkisiyle olacak, askerlige karsi büyük ilgim vardi. Tutturdum, ille ben de assubay olacagim, diye. Bu istegim yerine geldi. Ögrenim görmek, 'subay olmak' için Mersin 3.Assubay Hazirlama Okuluna basladim.

- Bu arada sunu da belirteyim: Ben daha 10-12 yasinda önlüklü bir ilkokul ögrencisi iken dayimin kizi Emine ile nisanlanmistim, yine babamin ve akrabalarin istegiyle.

Imam nikahi ile evlendigi karisindan Zeliha adinda bir kizlari
olur.

- 1956 yilinda girdigim Mersin Assubay Hazirlama Okulunu 1959'da iftiharla bitirdim. Ordonat Tekniker sinifina ayrilarak sinifina ayrilarak Ankaraya Ordonat Tekniker Okuluna geldim. Bu okul simdi benim yargilandigim okuldur; isin daha ilginç yani, bugün yargilandigim salon benim sinifimdi. Burada çok kisa süren bir egitim-ögretimden sonra Sivasa gönderildim. Ekreol Tepede bes ay stajerlik yaptim.

- 1960'ta ihtilalde payimiz oldu. Cemal Babanin emrinde biz bir grup genç silahlandirildik. Diskapi bölgesi bize verildi. Yil 1960 in kasimi oldu. Bugün yargilandigim eski okulumun meydaninda bana ilk Atatürk ödülü verildi. O günün hatirasi olarak. Günün Ordonat Daire Baskani Resat Ülgenalp in imzaladigi ve gözlerimi öperek verdigi kitabi hala saklarim.

- 27 Mayisin verdigi ruhla olacak askerligi daha da sevmeye basladim. Basarilarim beni bir yere dogru hizla sürüklüyordu.

- Gün geçti ben de 'HALKÇILIK' ruhu daha agir basmaya basladi. Bu arada dayimin kizi Emine ile evlenmistim. Bir kizimiz olmustu. Mutlu degildim, anamin babamin karari ile zorla evlenmistim. Çok sürmedi bu. Imam nikahi ile evlendigim karimi bir mektupla bosadim.

- Simdi bagimsizdim bir ölçüde. Halçilik ruhu beni baska yerlere sürüklemeye baslamisti. Sazi 1955-56 yillarinda okuldayken ögrenmeye baslamistim. Siirler yazmaga, türküler söylemeye basladim. Buda pek uzun sürmedi. Okulu terk etmek zorunda kaldim.

- 1961 yiliydi. Ankara'da Italyan asilli Sovina (Suna) isimli bir kizla tanistim. Onunla evlenmeye karar verdim. Daha 14 yasindaydi Suna o zamanlar. Yasalara göre evlenmemiz mümkün degildi. Suna'yi kaçirip, köye götürdüm... Annesi, babasi sikayet etmis... Bir yandan 14 yasindaki kiz kaçirmis bir kisi, bir yandan okul kaçagi, bir yandan da askere gitme çagi gelmis bir asker kaçagi olarak araniyordum.

Bu ask, gazetelere bile geçer. Mahzuni, adini Suna yaptigi Sovina'yi çok sever. Bu evlilikten Züleyha, Emrah, Ferhat adli üç çocugu olur.


Oglu Ferhat ( Duyma ve konusma özürlü )

Gel gör ki Suna, Mahzuni'nin bir arkadasi tarafindan kandirilir, evi terk eder.


- Yillar yillari kovaladi. Sazimla bas basa kaldim. Ankara' da oturuyordum. Saz çalarak, siir yazarak kendimi yetistirmeye çalisiyordum.

- Serüven serüven üzerine geldi, geçti... Yil 1963 oldu. 'Doguda Kitlik Var' in yazari Halil Aytekin' le tanistik. Onun araciligi ile Fikret Otyam' i bulduk... Benim ilk gazeteci dostum Fikret Otyam oldu. Yardim etti bize. Hürriyet Gazetesinden Cüneyt Arcayürek' e gönderdi. Basindan benim hakkimda ilk yazi Cüneyt Arcayürek 'in imzasi ile Hürriyette çikti.

- Bu dönem TIP' in kurulus yillarina rastliyordu. TIP yöneticileriyle iliski kurduk. Bize yalniz onlar sahip çikiyordu. Baska kimseyi tanimiyorduk, bizimle ilgilenen yoktu.

- Bir Asiklar Dernegi kurmamiz gerekti. Nedeni de su idi. Türkiye de halk ozanalri sürekli ezilmislik, yoksulluk içinde yasamislardi. Bu durumdan tamamen olmasa da kurtulmalari gerekti. Örgütlenmeleri gerekiyordu. Biz bu gerekeni yaptik. Asiklar Dernegini kurduk. Sesimizi duyurmaya, çesitli yerlerde konserler vermeye çalistik. Bu çabalarimizda da basarili olduk. Dost Fikret Otyam' in ve Gazeteciler Sendikasi' nin destegi ile konserler verdik.

- Zamanin turizm bakani Nurettin Ardiçoglun' a çiktik, yardim istedik. O zaman TRT dogrudan turizm bakanligina bagli idi. Radyodan N.Ardiçoglu' nun direktifi üzerine Asik Ihsani' ye Kul Ahmed' e ve bana söyleme izni verildi. Sendikanin destegi ve yardimiyla konserler verdik. Bunlarin en önemlisi Büyük Sinemada verdigimiz konserdi. Büyük ilgi toplamisti. Çabamiza destek oldu. Ondan sonra sesimizi yavas yavas duyurmaya basladik. Ve bu da uzun sürmedi sonunda... Önceleri ozanlarin seçildigi Türk Halk Ozanlari Derneginin basina avukatlar getirilmeye basladi. Ilk kadersizligimiz bu oldu. Dagildik ondan sonra da...

Mahzuni Fatma Ile Evleniyor

Fatma Özdemir. Fatma, Elbistanli'dir ve uzaktan Mahzuni ile akrabadir.

Mahzuni, Fatma'yi begenir, sever ve ister. Gel gör ki ailesi, çocuklu ve basi belali bir adama kiz vermek istemezler. Sonunda Fatma, Mahzuni ile evlenir. Yil 1971'dir. Fatma, Mahzuni'nin siirlerine Fadime olarak girer.

- Bana bir mücadele gerekiyordu. Kime ve neye karsi? Gün geçtikçe görerek, du****** sezinleyerek, okuyarak bunu daha iyi anlamaya basladim. Bütün benligimle kendimi saza verdim. Çaliyordum, söylüyordum ama çalismalarima bir yöntem vermem gerekiyordu.

1971 yilinda askeri darbe sonucu Süleyman Demirel hükümeti devrilmis, Nihat Erim baskanliginda bir hükümet kurulmustu. Bu hükümet sol kesime karsi siddetli baski uygulayinca Mahzuni Serif türküyü patlatmisti. Çikardigi 45'lik plak, 'Erim erim eriyesin/Sürüm sürüm sürünesin' diyordu.

Ne demek o zaman basbakana böyle türkü yakmak. Hemen tutuklanir ve 10.5 ay cezaya çarptirilir.


Mahzuni Hapiste

- Deniz Gezmis ve arkadaslarinin asilmasini protesto için, 'Erim Erim eriyesin' diye bir Türküden yargilanirken, Mahkeme Baskani, 'Erim'in plaginin çalinmasini' istedi. Olayin ilginç yanina bak!

- Bütün heyet, gazeteciler ve dinleyiciler herkes orda. Plagi koydular. Hakim, yargilamayi unutmus, kalemi almis eline tempo tutuyor! Ben de güldüm tabii bu duruma. Gülünce hakim beni azarladi. Savci da ona katildi. 'Bak, mahkemeyle alay ediyor, gülüyor' dedi. Siz olsaniz nasil gülmezsiniz?

- O zaman rahmetli Basbakan Nihat Erim'in ifadesi geldi.

- 'Bir halk ozani, Basbakan'i sevmek mecburiyetinde degildir.' gibi bir ifadede bulunuyordu. Erim, sikayetçi olsaydi 4 yil yerdim. Olmadigi için 10.5 ay yattim.

Yil 1972. Mahzuni Serif, elinde sazi, Sivas'in Sivrialan Köyü'ne Asik Veysel'i ziyarete gider. Asik Veysel'e Mahzuni'nin geldigini söylerler. Mahzuni içeri girince Veysel Baba ayaga kalkar.

Yanindakiler sasirirlar. Çünkü Asik Veysel o tarihe kadar kimseyi ayakta karsilamamistir. Veysel Baba'ya neden Mahzuni'yi ayakta karsiladigini sorarlar. Veysel Baba'nin cevabi çok açiktir:

- 'Susun, gelen Pir Sultan olsa gerektir!'

Mahzuni bu, durmaz ki bu kez 1973 yilinda halki suça tesvik etmekten tutuklanir. Ankara'da Sikiyönetim Mahkemesi'nde yargilanir.

Fatma Hanim, o günleri anlatirken diyor ki:

- 'Mahzuni ile evliligimizden Derya, Ali, Seyda, Yetis adli dört çocugumuz oldu. Gel gör ki çok çektik. Evlendikten 6 ay sonra onu tutukladilar. Derya'nin dogdugu gün tahliye oldu. Çocuk 27 günlük iken yeniden tutukladilar.

- Antep'teyiz... Neset Ertas evimize misafir gelmis. Geceleyin köylü kiyafeti giymis birileri geldiler, Mahzuni'yi aldi götürdüler. Polis, candarma onun pesinde. Sanki ülkeyi biz batirmisiz. Öyle bir baski, öyle bir baski. Mahzuni bir gün disarida ise iki gün içeride. Iste böyle geçti hayatimiz.'

Mahzuni Hapiste

Mahzuni Serif bu tutuklamalardan birini söyle anlatiyor:

- Simdi 'Hey Arapça okuyanlar/Allah Türkçe bilmiyor mu?'nun sözcügü, hukuken yasak olmadigi halde , 70'li yillarda 'Solcu Asik Mahzuni Serif' namiyla dolastigimdan, Savci; 'Efendim Allah Türkçe bilmiyor mu?' demekle, Allah'i dil, dudak, kafa sahibi ediyor. Bu bir insan oluyor. Insan olunca tabii maddeci görüse Tanriyi insan yaratir. Mahzuni bunu yaymak istiyor.'dedi.

- Ben de savunmamda, 'Tanrinin çok daha kadir oldugunu, ama avukatlik müessesinin de tanitilmasi gerekiyor. Iste her ulusun hukukunda avukatlik, mazlumun hakkini simgeleyen bir temsilcidir. Burda Tanri müvekkil durumundadir, Savci avukat durumundadir. Halbuki o daha küçültüyor. Tanri, kendi hakkini kullanmiyor, avukata devrediyor' dedim.

- Son olarak da sunu söylemistim: 'Tamam adalette bir nizam vardir, yüzlestirme olayi. Getirin Tanri'yi benden sikayetçiyse, ben de hakkima raziyim.'dedim.

- O zaman da, 'Aklimin yerinde olup olmadigina' dair rapor istediler.

Mahzuni Serif, hizla ünlenince daha 1970'lerde baska türkücüler ve pop sanatçilari onun eserlerini okumaya basladilar. Ersen ve Dadaslar, Edip Akbayram, Cem Karaca, Selda gibi pop sanatçilari, onun tutulan türkülerini okuyarak ünlerine ün katmislardi.

Yeni yetisen birçok ozan da onu taklit ediyordu.

Mahzuni Serif de diger büyük sanatçilar gibi duygularini aklinin önüne geçiren insanlardandi. Bu yüzden hayati boyunca istismar edildi.

1980 askeri darbesinden sonra da Mahzuni topun agzindaki isimlerden oldu.

Mahzuni Baba, bu tarihlerden sonra bir yandan türkü biçiminde yenilikler yaratti. Domdom Kursunu gibi çok popüler olan eserler verdi. Öte yandan da O, kendisini yaratan Alevi gelenegine daha derinden bir dönüs yapti. O, artik 12 Imamlar için düvazimam söylüyor; Haci Bektas Veli'den yardim dileniyordu.

Bu arada, insanin özüne dogru yolculuk yapiyordu. O, toplumun içindeki bozuk / yabancilasmis insan tiplerini ele alarak taslamalar yaziyordu. Gündelik yasamda gördügü kötü insanlari tiplemeler halinde hicvediyordu. Firildak Adam, Zevzek bu tiplemelerdendir. Cahil ama çikarci kurnazlari, tek tabanca ile devrimcilik yapacagini zanneden maceracilari yerden yere vuruyordu.


Mahzuni ilk defa Haci Bektas' ta

Mahzuni Serif, 1990'dan sonra örgütlenen Aleviler için de fiilen çalismalar yapti. Ne yazik ki Mahzuni'nin kimligini, agirligini anlamayan bazilari onu bu çalisma dönemlerinde üzdüler. Fakat o, Alevi toplumunun geleneksel inanç degerlerinde yol almasi için elinden geleni yapti.

Ankara'daki evi bir dergah gibi çalisti. Evindeki bir sohbetde Mahzuni:

- Eve dostlar geliyor, biz de çalip söylüyoruz. Dostlar kalkip semaha duruyor. Tabii gürültü oluyor. Alttaki komsu çat kapi... Onlar da hakli. Eger biraz para biriktirirsem Ankara'nin disinda, bagimsiz bir ev yaptirip kocaman bir cemevi olusturacagim. Orada sabahlara kadar semah ederiz, kimse de bize karisamaz.

Bu konuda esi Fatma Mahzuni sunlari anlatti:

- Onu sadece maddi anlamda degil manevi anlamda da sömürdüler, üzdüler, yaraladilar. Siz de bilirsiniz, Ankara'daki Hacibektas Veli Vakfi bir cemevi için temel atti. Mahzuni buraya modern bir yapi kazandirmak için elinden geleni yapti. Ustalar çalisirken bana kazan kazan yemek yaptirir, ayran alir, birlikte götürürdük. Ben, takilirdim:

- Babanin evini mi yaptiriyorsun?

O sinirlenir cevap verirdi:

- Evet, babamin evini yaptiriyorum.

- Vakfin kurulusu için çalisan, insanlari tesvik eden Mahzuni idi. Gel gör ki bina bitti, yönetim, orada kapicilik yapmis olanlara bile oda verdi. Mahzuni'ye bunu çok gördüler. Sonra birisi geldi, Mahzuni'nin agzindan bir seyler yazdi. Hacibektas Vakfi bunun üzerine Mahzuni'yi vakif kuruculugundan atti. Üstüne üstlük tazminat almak için Mahzuni'mi mahkemeye bile verdiler. Allah'a sükür bu mahkemeyi Mahzuni kazandi. Vakif üyeligi için de mahkemeye basvurmustu ama ömrü yetmedi... Buyurun, onun o vakif için yaptigina bakin, orayi yönetenlerin Mahzuni'ye yaptigina bakin.


sol üst: Fatma Hanim - Züleyha(Emine'den) - Emrah(Suna'dan) sol alt: Ali - Derya

Fatma Mahzuni sunu da vurguluyor:

- Mahzuni, Haci Bektas'a gönül verenlerin tümünün sembolü oldu. Ona söz söyleyenleri ise kim tanir, kim bilir.

Ustalari:

Geçmisteki ozanlari, yasayan ozanlari bir bir inceledim. Kendime yol gösterici, eylem kilavuzu olarak seçtigim Pir Sultan oldu. Ses olarak da etkilendigim Davut Sulari' dir. Toprak çocuguyuz, topraga karsi büyük bir özlemimiz vardir. Bunu da en iyi dile getiren Veysel Baba idi. Belirli bir derecede onun da etkisinde kaldim. Sulari' den etkilendigim sese, Asik Veysel mülayimligini kattim. Düsün felsefemi de yukarda belirttigim gibi Pir Sultandan aldim... Ve sunu anladim: O güne kadar halk ozanligi sürekli olarak istismar edilmisti. Halk siiri gelenegi gül, bülbül, çiçek, edebiyati ile uyutma perhizi olarak kullanilmisti. Ilk amacim bugüne kadar gelen bu kaliplari kirip, yikmak oldu. Olaylardan ve halk yasamindan aldigim gerçekleri konu olarak isledim... Ve bugüne kadar böyle geldik....

Mahzuni Serif, Subat 2001 tarihli Kizildali dergisi'ne 'Hem Kizilbas hem Alevi'yim' baslikli bir yazi yazmisti. Iste o yazida Istanbul DGM suç unsuru bulmus ve Mahzuni yargilanmaya baslanmisti.

Mahzuni, suçlanan yazisinda sunlari söylüyor:

- Ben Allah adina insana secde etmeyi yeglemekteyim. Bir Alevi çocugu degil bir Hiristiyan, bir Musevi de olsam böyle düsünmekteyim. (...) Insan aleminin sevgisinde, gönlünde, bütünlügünde ve doganin her güzelliginde beni yaradani arayip keyfime göre isimlendirdim. Ona gül dedim, bülbül dedim, çiçek dedim, Ali dedim, Veli dedim; agzima ve gözüme güzel gelen her seye onun adini verdim. Bana bunu haram edecek her yasaya, her bilirkisiye, her dinsel nasa rest çekmekteyim.

- (...) Türkiye Alevileri'nin yolunun gerçek Ali'ci yol oldugunu savunmak ve yaymak isterim. Çünkü Ali'nin baslattigi cemahiriyel vukuat (halkçi hareket) Atatürk'ün noktaladigi Cumhuriyet'in mayasini hazirlamistir.


Peki kurtulusu nerede arar? Politikada dürüst tavirda. Bu yüzden o 1999 tarihinde CHP'ye üye oldu ve sevenlerine de bir isaret verdi.

Mahzuni, MESAM üyesi olduktan sonra ancak son birkaç yilda türkülerinden para kazanmaya baslamisti.

Evli, sekiz çocuk, dört torun sahibi olan Degerli Ozanimiz 62 yasinda Almanyanin Köln Sehrinde hayata gözlerini yumdu. Bu aci ana kadar O, devletin düzenini yikmak suçundan, hala yargilaniyordu.

Su an son ikamatkahi olan Haci Bektas Veli Külliyesi'nin yakinindaki Çilehane adi verilen bölgede huzur içinde yatiyor.

HEPINIZE SAYGILAR SEYYAH
SEYYAH OLDUM PAZAR PAZAR DOIR TÜCARA SATAMADIM BEN BENI BEN BENI


GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE; HALK OZANLIĞI VE “HALKIN OZANLIĞI”

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE; HALK OZANLIĞI VE “HALKIN OZANLIĞI”

Geçmişten günümüze, halk şiiri geleneğine ve bu geleneği sürdüren halk ozanlarına bakacak olursak, çoğunluğu düzenden yana, yani güçlüden olmuşlardır. Adları halk ozanı olmuş ama kendileri hiçbir zaman halkın ozanı olmamışlardır. Halk ozanını tarif ederken, şöyle denir: halkının, üzüntüsünü, derdini, sevincini, ezilmişliğini, bizzat içinde yaşayarak dile getiren, onun öncüsü, sözcüsü olandır. Halk ozanı, kendini, her yönü ile geliştirip, halkının en az bir adım ilerisinde hissetmelidir. Bunu başarabilmek için bol bol okumalıdır. Okuduğu konuları, kendi hayat felsefesi ile iyi bir sentez yapabilen ozan, halkına en faydalı olabilendir.

Halk ozanı, içinde bulunduğu halkın, toplumsal olaylarına duyarsız kalıyorsa, kendi görevini kavrayamamış ya da o bilinci almamış demektir. Bu tip, sesi güzel, yada iyi saz çalabilen, içinde bulunduğu halkı görmezden gelerek şiir yazan her insana halk ozanı diyemeyiz. Bu sözcüğü, yani, halk ozanı ve halkın ozanı kelimesini ayırt ederek kullanmalıyız.

Bu tanımda yola çıkarsak, ancak bu tanıma uyan ozan sayısı iki elin parmağını geçmez. Osmanlının zulmüne boyun eğmeyen Pir Sultan, Bolu beyine kan kusturan Köroğlu, Bin boğa dağlarından kaltak Osmanlının düzenine ve uşaklarına aman vermeyen Dadaloğlu’na, bu anlamda dil uzatabilir miyiz? Ya da, bir Karacaoğlan’ı, Dertli’yi, Sümmani’yi veya Ruhsati’yi aynı kefeye koyabilir miyiz? Koyamayız! Bir Karacaoğlan aşk ve sevdanın ozanı iken, Dadaloğlu, halkı için canı pahasına zorbalara karşı sazı ile sözü ile yeri geldiğinde fiilen kavganın ve barışın ozanı olmuştur. Pir Sultan yine öyle, Osmanlıya karşı söylediği sözlerden geri adım atsa affedilecek, ama geri adıma atma dursun, darağacında bile, o köhne ve baskıcı, bir o kadarda barbara olanı düzeni yerden yere vurmuş ve öyle idam edilmiştir.

Cumhuriyet dönemine geldiğimiz de, Osmanlı da olduğu gibi, bu dönemde de devlet kendine göre ozanları seçip almıştır. Hiçbir ozana yapılmayan kıyak bu dönem içinde, Aşık Veysel, Ali İzzet Özkan, Cevlani, Emiri, Müdami ve Talibi gibi ozanlarımıza yapılmıştır. Bunların içinde de en şanslısı ve korunup kollananı Aşık Veysel olmuştur. Bu günde devlet aynı politikasını sürdürmektedir. Kendine halk ozanıyım diyeni devlet memurluğuna alarak kendi sözcüsü haline getirmiştir. Bunların halkın ozanı oldukları da tartışılır. Ama devlet bu politikasında da dün olduğu gibi başarılı olmuştur. Çünkü halk ozanını halktan koparıp, ait olduğu yerle bağını kesip kendi sözcüsü durumuna getirmiştir. İşte bu noktada da gerçek halkın ozanı ile sahteleri gün yüzüne çıkmıştır. Yani kendini halkın ozanı olarak koruyanlarla da, devletin politikalarına karşı çıkıp başkaldırmışlardır. Bu akımın öncülüğünü, Aşık İhsani üstlenmiştir. Daha sonra, Mahsuni Şerif, Nesimi Çimen, Mihneti, Emekçi, Şah Turna, Tuncelili Zamani, Vicdani, Meçhuli, Nurşani gibi ozanlarımız bu akıma katılmıştır. Ve 1960 ile 1980 arasında büyük ses getirmişlerdir. Devletin ozanları sağcılaştırma, susturma politikası olan Konya Aşıklar Bayramı’na karşılık, Aşık İhsani öncülüğünde kurulan Dev-Oz (Devrimci Halk Ozanlar Derneği) da birleştiler. Böylece, Konya Aşıklar Bayramı’na katılan Alevi ve demokrat geçinen ozanların önünü de kesmiş oldular.
Bu dernek çatısı altında büyük bir sorumluluğu da üstlenmiş oldular. Bu sorumluluk, halkı bu bozuk düzene ve bu düzenin zor aygıtı devlete, bu devletin faşizan baskılarına karşı bilinçlendirmeyi, bunun yanında haklarını aramayı, sazları, sözleri ile örgütlemeye çalıştılar. Bu görevi yerine getirirken devletin baskısı ile de karşılaştılar. Tutuklandılar, hücrelerde yattılar, ama yılmadılar. Yeri geldi 6. Filo’ya, İzmir’de Mahir Çayanlar’la taş atıp karşı koydular. Yeri geldi, Kızıldere vahşetine, 6 Mayıs 1972 Denizler’in idamlarına başkaldırıp ağıt yaktılar. Onunla da yetinmeyip fiili mücadeleye katıldılar. Yeri de geldi halkı eğitici, toplumu uyarıcı görevler üstlendiler. Statlarda on binleri, yüz binleri coşturmayı, harekete geçirmeyi başardılar. Çünkü onlar halkın ozanı idiler. Onlar susamazdılar, baskıya boyun eğemezlerdi, canları pahasına da olsa. Onlar Pir sulatanın torunuydular. Haksızlığın karşısında eğilemezlerdi. Eğilmediler de. Şimdi ekranlarda boy gösteren, kendine halk ozanıyım diyenler, o gün bu insanları, anarşistlikle, terör üslükle suçladılar, çünkü kendilerini besleyen devletin borazanlığını yaptılar.

16 Mayıs 2002 e yitirdiğimiz büyük üstat, Cumhuriyet dönemi başkaldırı şiirinin tanınmış ismi Mahsuni Şerif gerçek ozanı şöyle tanımlıyor:
1- Halk ozanı durup dururken korkmaz ve vicdanında taviz vermez.
2- Halk ozanının canını çekinmeden vereceği tek kapı halk olmalıdır. Çünkü unvanın da (halk ozanı) görevini üstlendiği görülmektedir.

3- Halk ozanı hem devletçi hem halkçı olamaz. Çünkü kendine halk ozanıyım diyenler 1500 yıldır halkına baskı yapan, zulüm yapan devletin karşısına çıktıkları için büyük olmuşlardır. Der.

Tabi ki bu tanıma katılmamak elde değil. Pir Sultan'’n büyük oluşu, günümüzde bile hale ışık tutması bu tanımla örtüş mü yor mu?

O zaman, burada şu soruyu sormak doğru olmaz mı? Osmanlı’dan bu güne kadar halk ozanıyım diyenlerden kaç tanesi bu tanımlara uyuyor? Bunun cevabını da onları kendi içinden çıkartan halka bırakalım. Ama halk kendi yanında olanla, düzene uşaklık edip halkı tanımayanı iyi seçmelidir. Yani, sesine ve sazına değil, onun kendi, yani halkı için ne söylüyor, ne yapıyor, ona göre karar vermelidir. Yoksa bu gidişle, eline saz alan ve kendine halk ozanıyım deyip devlet kapısından beslenip, halkına sırtını dönerek devletin sözcülüğünü yapan neyi düğü belirsiz insanlar çıkmaya devam edecektir.

Derken, 12 Eylül faşizmi topun an, tankın an emekçilerin üzerinden geçerken, kendine, devrimciyim, demokratım, işçiden ve emekçiden yanayım diyeni de zindanlara doldurup, işkenceden geçirdi. Bu zulümden, gerçek halkın ozanları da payına düşeni fazlasıyla aldı. Bazıları da, Türkiye’nin dışına çıkmak zorunda kaldılar. Türkiye de kalanlarda faşizmin işkence tezgâhlarından geçtiler. Bu ağır işkencelerde bile direnmesini, işçi sınıfından yana olmasını bildiler. Halkın ozanı olduklarını kanıtladılar. Faşist cuntada anladı ki halk yenilmez, halkın ozanı ise hiç yenilmez ve susturulamaz. Pir Sultan’lam yenilmedi ki torunları yenilsin, zorbanın karşısında pes etsin. Halkın ozanı, gücünü halktan ve işçi sınıfından aldığı sürece dimdik ayakta kalmasını başarır. Asılsalar, yüzülseler, işkencede öldürülseler, ya da Sivas’larda yakılsalar, onlar unutulmazlar. Pir Sultan vermiş olduğu mücadele ile 500 yıldır bize ışık tutup aramızda yaşamayı hak etmişse, faşizmin karşısında eğilmeyen, devletin değil de halkın sözcüsü ve gözcüsü olan, işçi sınıfından yana tavrını koyan gerçek halkın ozanları da unutulmayıp, asırlar boyu yaşayacaklar.

Gerici yobazlar, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ozanlarımızdan bir hayli kortular. Geçmişten gelen kinlerini, önce taşlayıp sonra asarak katlettikleri Pir Sultan’ı anma şenliklerin de ozanlarımız ile aydınlarımızı, Sivas Madımak Oteli’nde diri diri yakarak kusmuş oldular. Ve dünyada eşine benzerine rastlanmayan bir insanlık dramı yaşattılar. Yine burada da, elinde sazı ile halkın ozanıyım diye ekranlarda boy gösterip birilerine yağ çekenler, devletçi tavrını sürdürüp, susmayı, yani, bir kelime bile söylememeyi, devleti ve bu vahşete seyirci olan kolluk güçlerini eleştirmeden, yapılanın vahşet olduğunu söylemekten bile kaçıp, ipe sapa gelmez şeylerin arkasına sığındılar. Osmanlı’nın soyundan geldiklerini yaptıkları ile ortaya koymuş oldular. Çünkü bunların hale Pir Sultan’a ve onu sevenlere, onun izinden giden tüm insanlara kinleri bitmemişti. Bitmeyecekti de.

Fakat kendine halk ozanıyım diyen ve bazı televizyon ekranlarında boy gösteren, ahkâm kesen ve devlet tarafından beslenenler, dünyanın ilgilendiği bu vahşete göz yumup görmezden geldiler. Eğer görselerdi, bir çift sözleri olsaydı devlet tarafından ödenen nemaları kesilecekti. Halkın ozanları devletten bir şey beklemedikleri için, geçmişte olduğu gibi burada da seslerini yükseltip yiğitliklerini göstermişlerdir.

Devlet kapısından beslenip öten / her sazı çalana ozan mı derim / Halka sırtın dönüp görmezden gelen / Devletçi olana ozan mı derim / Halktan yana çalıp çığırmıyorsa / Halkın dertlerini duyurmuyorsa / İşçi sınıfını kayırmıyorsa / Böyle bir yılana ozan mı derim / Ozan olan halkı için seslenir / Halktan ilham alır ondan beslenir / Halka sözcü olur onu üstlenir / Her sözü yalana ozan mı derim / Kul Sefili ozan olan hür olur / Düzen karşısında sesi gür olur / Grevlerde işçi ile bir olur / Uzakta kalana ozan mı derim.


SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

Anadolu’yu kucaklayan ozan Mahsuni Şerif / İhsan Aktaş

Halk Şiirinde Başkaldırı / Rıza Zelyut

Aşık Veysel, Yaşamı, Sanatı, Şiirleri / Battal Pehlivan

Halk şiirinde gerçekçilik / Rıza Zelyut



alıntıdır.dostun sayfası

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı