7 Mayıs 2010 Cuma

ALEVİ / BEKTAŞİ YOLUNUN ÖNDERLERİ








xml:namespace prefix = o />



Alevi / Bektaşi yolunun baş önderi kuşkusuz Hz. Ali ‘ dir. Onun soyundan gelen İmamlar, Hoca Ahmet Yesevi, Lokman Perende, Hacı Bektaş Veli, Abdal Musa, Balım Sultan, Şah İsmail, Pir Sultan Abdal, Karacaahmet Sultan, Şah Kulu Sultan vb. ulu kişilikler yolu sürdürmüş ve yola hizmet etmiş olan önderlerdir. Biz bu bölümde doğrudan Alevi / Bektaşi olmasa da Alevi / Bektaşi yolunun oluşumuna dolaylı dolaysız katkıda bulunan Baba İlyas, Baba İshak ve Şeyh Bedrettin gibi Anadolu Türkmen halkının efsanevi, tarihsel yolbaşçılarından da bahsedeceğiz.







1. HAZRETİ ALİ







Hazreti Ali, yolun kurucusu ve baş önderidir. Alevi / Bektaşiler ona tarifsiz bir sevgiyle bağlıdırlar. Onu sevmek, dindir, imandır. Nitekim Hazreti Muhammed, “ Ali’yi seven beni sever, beni Seven Allah’ı sever.” Demek suretiyle Hazreti Ali sevgisinin İslam’daki yerini ve önemini çok açık bir biçimde dile getirmiştir.







Hazreti Ali, zulme karşı başkaldırmanın tarihsel simgelerinden biridir. O mazlumların en büyük lideridir. Kendisi de büyük haksızlıklara uğramış, büyük acılar yaşamıştır. O, Tanrı’nın en sevgili kullarındandır. Onda üstün nitelikler vardır. Bu üstün nitelikler ona Tanrı tarafından verilmiştir. O, seçilmişlerdendir. O, Tanrının rızasını kazanmış / murtaza olanlardandır. O, evveldir. O,ahirdir. O, batındır. O, zahirdir. O, candır. O, canandır. O, dindir. O, imandır.







Alevi / Bektaşiler ona duydukları tarifsiz sevgi ve bağlılığın bir yansıması olarak onu çeşitli adlarla anmaktadırlar.







O, Şah – ı Merdan’dır. Yani yiğitlerin şahıdır.



O, Şah – ı Evliya’dır. Yani velilerin şahıdır.



O, Şir – i Yezdan’dır. Yani Tanrı’nın arslanıdır.



O, Nihan’dır. Yani sırdır.



O, Şah – ı Velayet’tir. Yani veliliğin şahıdır.



O, Ebu Turab’tır. Yani toprağın babasıdır.



O, Bab’ül – İlm’ dir. Yani bilimin kapısıdır.



O, Emir’ül – Mü’minin’ dir. Yani İnananların önderidir.



O, Haydar’dır. Yani arslandır.



O, Vechullah’tır. Yani Tanrı’nın yüzüdür, tecellisidir.















HAZRETİ ALİ’NİN SOYU ve ONA DUYULAN EŞSİZ SEVGİNİN KAYNAĞI











Yiğitlerin Şahı olan Hazreti Ali, 598 yılında Mekke’de doğmuştur. Ölüm tarihi ise 661’dir. Kureyş kabilesine mensuptur. Babası Ebu Talib, annesi Fatıma’dır. Hazreti Ali, peygamberimiz Hazreti Muhammed’in amcaoğludur. Kızı Fatıma ile evlenerek damadı olmuştur. Bu evlilikten Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin dünyaya gelmiştir. Hazreti Fatıma, Hazreti Ali, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin, Hazreti Muhammed’in ehlibeytidir.







Hazreti Ali, İslam’ın kuruluş döneminde Hazreti Muhammed’in yanında olmuş, yiğitliği ve yürekliliği ile onu korumuştur. Hazreti Ali, İslam’ı kabul eden ilk erkektir. Çocuk yaşta İslam dinine girerek hiç günah işlemeden, putperest bir geçmişe sahip olmadan Allah’ın dinine hizmet etmiştir. Bu özellik onu öbür sahaben / peygamberin arkadaşlarından ayıran önemli bir unsurdur. Hazreti Ali, Hazreti Muhammed için ölümü göze almış, Mekke’den Medine’ye göç sırasında yatağına yatarak peygamberin düşmanlarına karşı kalkan olmuştur.







Hazreti Ali, halife Osman’ın ardından dört yıl dokuz ay süreyle halifelik yapmıştır. Bilindiği gibi Hazreti Muhammed’in ölümünü ardından İslam toplumu arasında halife seçimi noktasında anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bu anlaşmazlıkların İslam öncesi döneme kadar uzanan nedenleri bulunmakla birlikte, temel ayrılık Hazreti Muhammed’in hastalığı sırasında vefatından kısa bir süre önce Müslümanlar için bir vasiyet yazma isteğinin başta Ömer olmak üzere sahabeden kimilerince engellendiği, oysa peygamberin Hazreti Ali’yi yerine halife tayin etmek istediği yolundaki iddialara dayanmaktadır. Alevi ve Şiilere göre; zaten Hazreti Muhammed, Gadirhum’daki söyleviyle Hazreti Ali’yi vasi tayin etmiştir. Ancak; Ebubekir, Ömer, Osman vd. kişilerce peygamberin bu isteği göz ardı edilmiştir. Hazreti Ali, peygamberin cenaze işleriyle uğraşırken, Ömer’in etkisiyle Ebubekir halife seçilmiştir.







Hazreti Ali, ancak Osman’ın öldürülmesinin ardından halife olabilmiş ve hilafeti dört yıl dokuz ay kadar sürmüştür. Emevilerin bütün yıkıcı muhalefetine karşın Hazreti Ali hilafeti sırasında İslami ilkelere uygun, adil bir yönetim sergilemiş ve İslam toplumunun büyük sevgisini kazanmıştır. İslam toplumunda ilk bilimsel çalışmalar onun döneminde başlamıştır. Bu amaçla Hazreti Ali’nin bir bilim bakanlığı kurduğu belirtilmektedir. ( 1)







Türklerin Hazreti Ali’ye büyük bir sevgi duydukları malumdur. Bu sevginin oluşumundaki etkenlerden biri olarak da Onun halifeliği döneminde İslam ordularının Türkistan’daki harekatını durdurmuş, hatta Horasan’ı tahliye etmiş olması gösterilmektedir. (2)







Hazreti Ali’nin döneminde yeni hukuki düzenlemelerin yapıldığı, el kesme cezasının Hazreti Ali tarafından yasaklandığı da belirtilmektedir. (3)







Ali sözcüğünün anlamı “ yüce” dir. Adının anlamındaki yücelik onun özel olduğunun da göstergelerinden biridir. Ondaki yücelik Tanrı’dandır. Nitekim Alevi / Bektaşiler, Onda İlahi / Tanrısal özellikler olduğuna inanırlar. Bu inanış, Alevi karşıtları tarafından Hazreti Ali’nin Tanrılaştırıldığı ve putlaştırıldığı suçlamasına zemin teşkil etmiştir. Oysa bu suçlama yersizdir. Çünkü Alevi / Bektaşi inanışının omurgasını oluşturan “ vahdet – i vücud “ anlayışı ve Tanrı’nın insanda tecelli ettiği düşüncesi, bu inanışın yani Hazreti Ali’nin Tanrısallığı inancının temelini oluşturmaktadır. İnsan Tanrı’dan bir parçadır. Nitekim Tanrı, “ Biz insana ruhumuzdan üfledik.” Buyurmaktadır. Hazreti Ali’deki Tanrısallık da böyle anlaşılmalıdır.







Aleviler, Hazreti Ali ve Hazreti Muhammed’in yol kardeşi / Musahip / anda / yoldaş olduğuna inanırlar. Nitekim Buyruk’ta bu durum açıklanmaktadır. Dolayısıyla bu inanışın kaynağı da Buyruk’tur. Bilindiği gibi Buyruk, Alevi / Bektaşi yolunun temel kaynaklarındandır.







Hazreti Muhammed’in Hazreti Ali için söylediği kimi sözler onların yol kardeşi olduğunu ortaya koymaktadır. Peygamberimiz Hazreti Ali için şöyle buyurmaktadır:







“ Sen bendensin, ben sendenim.”



“ Ali ve ben aynı ağaçtanız. “



“ Ali’ye eza eden bana eza eder. “



“ Bir kimse Ali’yi severse beni sevmiş olur ve Ali’ye buğz ederse bana buğz etmiş olur.”







Alevi / Bektaşi ozanları şiirlerinde Ali sevgisini en yüksek edebi güzelliklerle işlemişlerdir. Bektaşi ozan Muhittin bir şiirinde Hazreti Ali’yi şöyle anlatmaktadır:







“ Dinle imdi bu sözümü,



Delil ve burhandır Ali.



Gel eşiğe sür yüzünü,



Kıble – i imandır Ali.







Hakikattir, marifettir,



Tarikattir, şeriattir,



Nübüvvettir, velayettir,



Küllide yeksandır Ali. “







Hazreti Ali’ deki Tanrısal nitelikleri, Pir Sultan Abdal, Yunus Emre’yi anımsatır bir biçimde şöyle dile getirmektedir:







“ Yer yoğiken, gök yoğiken var olan,



Arş yüzünde kandildeki nur olan,



Gahi merkez olup, gahi yer olan,



Ali’dir ki, şah – ı Merdan Ali’dir. “







Büyük veli ve büyük Türkmen ozanı Pir Sultan Abdal bir başka nefesinde ise şöyle demektedir:







“ Bu dünyanın evvelini sorarsan,



Allah bir, Muhammed Ali’dir, Ali.



Sen bu yolun sahibini ararsan,



Allah bir, Muhammed Ali’dir, Ali. “







Kızılbaş Safevi Türkmen Devleti ‘nin kurucusu büyük ozan Şah İsmail Hatai ise Hazreti Ali ve Hazreti Muhammed’e olan sevgisini şöyle dile getirmektedir:







“ Daim fikrimde zikrin, ya Muhammed , Ya Ali.



Gönlümün evinde şükrün, ya Muhammed, ya Ali.



Tanıyamaz kendi özün seni yakın bilmeyen



Alemin ayinesisin, ya Muhammed ya Ali.”







Hazreti Ali’ye duyulan sevgi ve bağlılık, Alevi / Bektaşi yolunun özüdür, temelidir. Hazreti Ali ile birlikte onun çocukları olan Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’e de büyük bir sevgi beslenmektedir. Ancak Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin konusuna geçmeden önce Hazreti Ali ile ilgili bir tartışmaya değinmek istiyorum.











ALEVİLERİN ALİ’Sİ AHİSTORİK Mİ ?











Alevilik üzerine yazı yazan, fikir üreten kimi çevreler ve kimi bağnaz Sünni ve Şii araştırmacılar tarafından sıkça gündeme getirilen konulardan biri de Alevilerin inancının odağında yer alan Hazreti Ali’nin İslam tarihindeki “ dördüncü halife” , Hazreti Muhammed’in kuzeni ve damadı olan Ali olmadığı; tarihteki gerçek Ali’ de olmayan özelliklere sahip olduğu, dolayısıyla ahistorik / tarih dışı, üretilmiş ve menkıbesel bir kişilik olduğu yönündeki tartışmalardır.







Bu tartışmaların iki amacı vardır: Birincisi; Alevilere; “ Hazreti Ali, Sünni ve Şii müslümanlar gibi namaz kılan, Ramazan orucu tutan, Hac ibadeti yapan vb. bir İslam ulusudur, o halde siz de onun gibi olun, Sünni ve Şiiler gibi namaz kılıp Ramazan Orucu tutun.” şeklinde propaganda yapıp onları asimile etmektir. Bu yaklaşımda olanlara göre, Kırklar Meclisi ve Kırklar Cemi bir uydurmadan ibarettir. Dolayısıyla cem ve semah diye bir ibadet yoktur. Asıl farz olan Muharrem orucu değil, Ramazan Orucudur. Yani yüzyıllardır Alevi / Bektaşi ozanları tarafından anlatılan miraç ve Kırklar Cemi ve Kırklar Meclisi yalandır. Yüzyıllardır tutulan Muharrem oruçları boşunadır. O halde tüm Alevi / Bektaşi ozanları, tüm dede ve babalar yalancıdır. Sadece Sünni ve Şii hadis kitapları ve diğer Sünni ve Şii kaynaklar doğrudur.







İkincisi; “Alevilik İslam dışı bir inançtır. Başlı başına bir dindir. Ya da Zerdüştlüğün, Yezidiliğin vb. devamıdır. Alevilerin Ali’si aslında Sümer metinlerinde geçen ve ateş ruhu anlamına gelen “ Al “ veya “Alu” ya da ateşperestlerin ilahının Harran bölgesindeki adlandırması olan “ Alla “ veya “ Al “ dır.(4) Alevilik bir Kürt dinidir. Kökeni mezopotamya’dır. O halde Aleviler, İslam dışı olduklarını kabul etsinler. Kürtleşsinler. Hatta ateistleşsinler.” Diye propaganda yaparak, Alevileri kendi siyasal hedeflerine ve inançsızlıklarına payanda yapmaya çalışmaktır.







Birinci amaç için çalışanlar zaten yüzyıllar boyu Alevi Müslümanları ezen, katleden, onları kafir gören, zındık sayan, düşman belleyen geleneğin devamıdırlar. Bunlara göre Aleviler, Alevi gibi yaşadıkları sürece kafirdirler, zındıktırlar; Müslüman sayılabilmeleri için Sünni veya Şii olmaları gerekmektedir. Bu bağnazlara kızıp “ Evet biz Müslüman değiliz demek. “ deyim yerindeyse onların ekmeğine yağ sürmektir. Eğer İslam’ı sadece Sünnilik veya Şiilik olarak görecek olursak Aleviliği İslam dışı saymak kabil olacaktır. Ancak bu doğru değildir. Aleviliğin tarihsel arka plan anlamında gerçek İslam’a sahip çıkma ve onu yaşama egemen kılma hareketi olduğu düşünülecek olursa bu tutum Aleviliğe zarar vermekten başka bir işe yaramayacaktır. Ebussuudların, İbni Kemallerin, İdris – i Bitlisilerin süreği olan bağnazlara rağmen ve onlara inat tüm Alevi / Bektaşiler müslüman ve mümin olduklarını haykırmaya devam etmelidirler. Çünkü bu, hakikatin ta kendisidir. Hazreti Ali efendimizin Sünni ve Şii müslümanlar gibi namaz kılıp kılmadığı ve Ramazan orucu tutup tutmadığının Aleviler için hiçbir önemi yoktur. Tıpkı onun Arap olmasının, Arapça konuşmasının, entari giymesinin, kefiye takmasının, birden çok kadınla evlenmesinin, sakallı olmasının vb. önemi olmadığı gibi. Çünkü Alevilik, Ali’yi körü körüne taklit etmek değildir. Alevilik, Sünni ve Şii müslümanların çoğunun yaptığı gibi Ali’yi ve İslam’ı şekilciliğe boğmak, zahirde takılıp kalmak değildir. Onu örnek almak, ona sınırsız bir sevgiyle bağlanmak, ondan medet dilemek, Tanrının onda tecelli ettiğine inanmak, zulme ve zalimlere karşı direnişinden güç almaktır. Alevilerin Ali’si doğrudan doğruya historik / tarihseldir. Hazreti Muhammed’in kuzeni ve damadı olan İmam Ali’dir. Ancak Alevi / Bektaşiler, tarihsel süreçte ona olan sınırsız ve eşsiz sevgilerinin bir sonucu olarak Hazreti Ali’yi historik kimlik ve kişiliği ile asla çelişmeyecek şekilde yüceltmişler, uğradıkları her zulüm ve katliam sonrası direniş kaynağı ve yeniden ayağa kalkmada tükenmez bir güç menbaı olarak görmüşler, Sünni ve Şiilerin silmeye çalıştıkları uluhiyetine vurgu yapmışlardır. Zaten, “ Ali’yi seven, beni sever. Beni seven Allah’ı sever. “ diyen Hazreti Muhammed onu sevmeyi Allah’ı sevmekle bir tutarak ondaki uluhiyete işaret etmiyor mu ?







“Ali, camiye gitti, namaz kıldı, Ramazan Orucu tuttu. Eğer onu seviyorsanız siz de namaz kılın, Ramazan orucu tutun.”, diye baskı yapan zalimlere Pir Sultan’ın verdiği yanıtı yineleyelim:







“Alınmış abdestim aldırırlarsa,



Kılınmış namazım kıldırırlarsa,



Siz de Şah diyeni öldürürlerse,



Ben de bu yayladan şaha giderim.”







Yine Alevi / Bektaşileri Kabe’ye yönelip secde etmeye ve onu ziyarete yani Hacca çağıranlara da Yunus’un dilinden yanıt vermek gerek:







“ Çalış, kazan, ye, yedir.



Bir gönül ele getir.



Yüz Kabe’den yeğrektir.



Bir gönül ziyareti.”







İkinci amaç için çalışanlar, tıpkı birinci amaçta olduğu gibi Hazreti Ali’yi sadece 7. asırda yaşan Ali olarak düşünmekte ve ona ilişkin yazılan Seyyid Radıy’a ait “ Nehc’ül – Belaga “ adlı kitapta Hazreti Ali’ye atfedilen söz / hadisleri temel alarak, ona şeriatçı, cihatçı vb. yakıştırmalar yapmaktadırlar. Buradan hareketle de günümüz Alevilerinin şeriata, cihatçılığa karşı oluşunu temel alarak Ali’siz yeni bir Alevilik inşa etmeye çalışmaktadırlar. Oysa Hazreti Ali pek çok kez dünyaya gelmiştir. Hünkar Hacı Bektaş Veli, Şah Hatai, Pir Sultan Abdal, Ali’den başkası değildir. Dolayısıyla, Ali denildiğinde sadece 7. asırda yaşayan Ali anlaşılamaz. Kaldı ki şeriatçı, cihatçı oluşu da onların anladığı anlamda değildir.







İkinci amaç için çalışanlara verilecek yanıt da şudur:







Biz Allah’a kul, Muhammed’e ümmet, Ali’ye talip olanlarız. Ya siz kimsiniz ? Zerdüşti mi ? Yezidi mi ? Yoksa ateist mi? Ya da din düşmanı mı ? Yahut Kürtçü, bölücü mü ? Türklük ve müslümanlık kimliğinden rahatsızlık duyan bir soy özürlü mü ?







(Aleviliği İslam dışı gösterme çalışmalarındaki amaçlardan biri de eski Türk inançları ve kimi kültler ve inançlar ile olan bağını temel alarak onu İslam dairesinin dışına taşımaktır. Bu bağlamda dikkat çekici analizlerden biri de Nejat Birdoğan’a aittir:







“ … Tanrısal köklerine bakıldığında, yani Alevi tapınmalarında ve inanmalarındaki ritüellerine bakıldığında, hiçbir özelliklerinin İslam dairesinden gelmediğini görüyoruz…cemlerdeki müzik, şiir ve semahın İslam kaynaklarında reddedildiğini bilmekteyiz. Ruh göçü, tanrının insanda tecelli etmesi, halka namazı, Kıbleye değil insana secde vb.davranmalar da bizi İslam dairesinin dışına taşımaktadır. Ehl- i Beyt yandaşlığı ise Şah İsmail Hatayi’den sonra, yani 16. yy. başlarından sonra bir takıyye, yani kimlik saklama… çabasından ileri gelmektedir.” (Aktaran: Burhan Oğuz, Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri, 3. cilt, s. 24 )







Bu konuya daha sonra tekrar ve daha ayrıntılı bir biçimde değineceğiz. Ancak şimdilik şu kadarıyla yetinelim. Arapların yaşadığı biçimiyle ( ortodoks İslam ) İslam dini tam anlamda özgün bir din midir ki , Türklerin İslam’ı yaşayış biçimlerinden olan Alevilik tümüyle özgün olsun ? İslam’da, Arap toplumunun İslam öncesi gelenekleri, inançları ve diğer kültürel birikimi yok mudur ? Elbette ki vardır. Arap / Emevi / Abbasi İslam’ı ya da diğer bir ifadeyle ortodoks İslam, Hazreti Muhammed’in tanrıdan aldığı vahiyden ibaret olmayıp Tanrısal vahiy ile kadim Arap kültürünün tabii bir sentezidir. Bu sentezin kadim Arap kültürü ile ilgili kısmını Aleviliğin Eski Türk İnançları ile ilişkisini ele alacağımız bölümde ayrıntılı bir biçimde inceleyeceğiz.)







Ali’ye şeriatçı diyorsunuz. Ali’nin şeriatı her Alevinin de şeriatıdır. Alevilerin karşı çıktığı şeriat, egemen Emevi / Abbasi İslam’ının ürettiği ve gerçek İslam’da bulunmayan bir sürü çağ dışı unsurların oluşturduğu şeriattır. Ali’nin, dolayısıyla gerçek İslam’ın şeriatı; eşitlikçilik, adalet, özgürlük, ahlak, erdem, zulme karşı çıkış, iyilikten yana olup kötülüğü önlemek, insanları sevmek, Tanrı’yı bir bilip ona itaat etmek ve ona kul olmaktır. Büyük Alevi ozanı Yunus Emre’nin dediği gibi;







“ Bu, bildiğin şeriat değil,



Şeriat var şeriat içinde.



Gittiğin yol tarikat değil,



Tarikat var, tarikat içinde.”







Ali’ye cihatçı diyorsunuz. Hazreti Ali gerçek İslam şeriatını yaymak için; yani ahlakı, erdemi, iyiliği, sevgiyi, adaleti yaymak için mücadele etmiştir. İşte gerçek cihat budur. Bu anlamda elbetteki cihatçıdır. Hazreti Ali yaşadığı dönemin koşulları ve mensup olduğu toplumun gelenekleri çerçevesinde davranmıştır. Ancak Alevi / Bektaşilere göre Hazreti Ali, sadece İslam’ın ilk yıllarında yaşayıp gitmiş bir kişi değildir. O, Bektaş Veli donunda, Şah Hatai donunda, Pir Sultan donunda tekrar gelmiştir. Her gelişinde de geldiği dönemin koşullarına göre davranıp müminlerin yol göstericisi olmuş, zulme karşı direnişin simgesi olmaya devam etmiştir.







Münkirlere sözün kar etmeyeceği bellidir. İnançsızların, müminleri / Alevileri, Ali’den ayırmaya güçleri yetmeyecektir. Onların Ali’ye duyulan sevgi ve bağlılığı idrak edecek güçleri de yoktur. Kişi idrak edemediği şeyleri inkar edermiş. Bu nedenledir ki, onların Ali yolunu anlamlarını ve benimsemelerini beklemek boşunadır. Bu bilinç ve duyguyla sözlerimizi Kaygusuz Abdal’ın Ali sırrını açıkladığı bir nefesiyle bağlayalım:







“Ali’ ye ismullah derler



Yüzüne secde ederler



Taş yerine koyarlar



Koyamazsın demedim mi ?







Bu Kaygusuz ezeliden



Himmet almış ol veliden



Oku ilmini Ali’den



Doyamazsın demedim mi ? “











Şah – ı Merdan Ali’nin Sözlerinden Kesitler







“ Sen ey İnsan, apaçık bir kitapsın. Öyle bir kitap ki, harfleriyle yüreğin okunur.”







“ İki şey vardır ki, sonu bulunmaz: Bilgi ve akıl. “







“ Bilgin ölü olsa da diridir. Cahil diri olsa da ölü. “







“ Sana karşı kusurlu davranan kişi bağışlamanı dilerse bağışla. Çünkü Allah’ın iyilikleri onun kötülüklerinden çok daha büyük olacaktır. “







“ Eğer yoksullaşırsan, yoksulluğunu gönül varsıllığı ile tedavi et.”







“ Sırrı erdemli insanlardan başkasına verme. Zira o sır yalnızca erdemli insanlarda sır olarak kalabilir.”







“ Başkalarının sırrı sana emanet edilirse onlara sahip çık. Dostlarının ayıplarını görürsen, üstünü ört ve sakla. “







“ Yerilen aşağılık kişiler, saygınlık döşeklerine oturacak olursa biz ayağa kalkarız.”







“ Zulme ve zalime boğun eğen kimse hem hakkından olur hem de şerefini yitirir. “







“ Akıl gibi mal, iyi huy gibi dost, edep gibi miras, ilim gibi şeref bulunmaz. “







“ Dert ve sıkıntının şiddetine sabır göster. Zira onun da sonu gelecektir. Bil ki sabır, asalet derecesidir. “







“ özgür insan tarafından yapıldığında iyilik, bir Nisan yağmuru damlasının sedef kabuğunda inciye dönüşmesi gibidir. Tutsaklığı babadan devralanlar içinse yılanın ağzındaki zehir gibidir. “







“ Emrin altında bulunanlar için yüreğinde muhabbet, merhamet duyguları ve lutuf eğilimleri besle. Sakın çaresizlerin başında, kendilerini yutmayı ganimet bilen yırtıcı bir canavar kesilme. Çünkü onlar iki sınıftır: Ya dinden kardeşin, ya da yaradılıştan eştir sana…”







“ Ne kötüdür haram yemek; zulmün en kötüsüyse zayıfa zulmetmek…”







“ Sana sert davranana karşı yumuşak ol. Belki o da yumuşar. Düşmanına üstünlükle muamele et ve onu bağışla. “







“ Konuğuna gücün yettiğince ikramda bulun. Öyle ki, ona saygıdan seni mirasçı saysınlar. “







“ İki tür insan vardır: Bilen ve dinleyen. Diğerleri işe yaramaz çökeltilerdir. “







“ Bilim insanın güzelliğidir. Onu kazanmak için gayret göster. Onu kazan ki, kahrıyla yaşayan bir insan olma. “







2. HAZRETİ HASAN VE HÜSEYİN











İslam tarihinin en önemli olaylarından olan hilafet ve imamet meselesinin haklı ve fakat mazlum tarafını teşkil eden ehlibeytin önde gelen kişileri olarak Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin, Alevi / Bektaşi yolunun önderlerindendir. Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin, Hazreti Ali’nin oğulları ve Hazreti Muhammed’in torunlarıdır. İkisinin de halifeliği Emevi sülalesi tarafından engellenmiş ve ikisi de şehit edilmiştir.







Hazreti Hasan, hilafet için mücadele etmiş fakat başarılı olamamıştır. Muaviye, çeşitli hilelerle Hazreti Hasan’ı engellemiş ve yaşamını yitirmesi için uğraşmıştır.







Hazreti Hasan, karısı tarafından zehirlenerek öldürülmüştür. Muaviye, Hazreti Hasan’ın karısı Cude’yi oğlu Yezid’le evlilik vaadiyle kandırmış, kiralık adamı Mervan’ın suç ortaklığı ile Hazreti Hasan’ı zehirletmiştir. ( 5 )







Hazreti Hüseyin’e gelince…







İmam Hüseyin, Hicretin üçüncü, başka bir rivayete göre ise dördüncü yılı Şaban ayının 3. günü Medine’de doğmuştur. Yine rivayete göre altı aylık doğmasına karşın yaşamıştır. İslam inancına göre Hazreti Hüseyin dışında altı aylık olup da yaşayan tek kişi Hazreti İsa’dır. ( 6 )







Muaviye’nin ölümünün ardından onun isteği üzerine yerine Yezid geçmek istedi. Fakat Hazreti Hüseyin buna karşı çıktı. Onun şöyle dediği rivayet edilmektedir:







“ Şu dünyanın gidişatına bak ey Velid, haksızlık da ağaçlar gibi büyüyüp dal budak salar oldu. Muaviye zaten halifeliği binbir hile ile ele geçirmişti. Bu da yetmezmiş gibi şimdi de oğlu halifeyim diye ortaya çıkıp hak iddia ediyor. “ ( 7 )







Hazreti Hüseyin beraberindeki 70 – 80 kişi ile Kufe’ye doğru yola çıkar. Kufe halkı halife olarak ona biat etmiştir. Ne var ki Yezid ondan önce davranıp şehre kendine yandaş bir vali atamış ve bu vali bir ordu hazırlayarak Hazreti Hüseyin’in şehre girişini engellemiştir. Kufe valisi İbni Ziyad, Hazreti Hüseyin ve arkadaşlarının teslim olmasını ve Yezid’e biat etmesini istemiştir. Hazreti Hüseyin bunu reddetmiş ve beraberindekilerle Kerbela denilen yerde günlerce susuz bırakılmış, ardından başı kesilerek şehit edilmiştir.







Hazreti Hüseyin ve yanındakiler bu davranışlarıyla canları pahasına zulme ve haksızlığa boyun eğmediklerini göstermişler ve tarihin en şerefli, en asil ve en kahramanca duruşlarından birini sergilemişlerdir. İmam Hüseyin ve yanındakiler, zulme ve haksızlığa karşı çağlar boyu direnen mazlumların ölümsüz simgeleri olmuşlardır. Onların direnişi değişik ad ve şekillerde halen sürmektedir. İmam Hüseyin, adaletsizliğe, haksızlığa ve zulme karşı yükselen bir direniş bayrağıdır. O, bütün mazlumların güç ve inanç kaynağıdır.







İmam Hüseyin şehit edildiğinde tarih, Hicretin 61. yılı, Muharrem ayının onuncu günü, ikindi vaktini gösteriyordu. Şehit olduğunda 56 yaşındaydı. Bu olaydan sonra Yezid iki yıl saltanat sürdü. Ölümünün ardından yerine oğlu ikinci Muaviye geçti. Ancak o, hilafetinin kırkıncı günü şöyle bir konuşma yaparak hilafetten çekildi:







“ Ey nas ! Biliniz ki ben, bu zulmün devamına tahammül edemem. Hilafet makamı Ali’ye ve evladına ait bir makamdır. Ben bu hakkı gasbetmekten Allah’a sığınırım. Kendimi bu makamdan geri alıyorum.” ( 8 )







İkinci Muaviye’nin annesi ile birleşen Mervan o gece ikinci Muaviye’yi zehirleterek öldürtür. Yerine de kendisini Halife ilan eder.







Alevi / Bektaşi yolunun diğer İmamlarının adları ise şöyledir:







İmam Zeynelabidin,



İmam Muhammed Bakır,



İmam Cafer Sadık,



İmam Musa Kazım,



İmam Ali Rıza,



İmam Muhammed Taki,



İmam Ali Naki,



İmam Hasan Askeri,



İmam Muhammed Mehdi.















3. HOCA AHMET YESEVİ











Pir – i Türkistan olarak da bilinen Hoca Ahmet Yesevi ilk Türk mutasavvıflardandır. Doğu Türkistan’ ın Seyran ( sayram ) Kasabasında doğmuştur. Annesi Ayşe Hatun, babası Şeyh İbrahim’dir.1093 – 1166 yılları arasında yaşadığı sanılan Ahmet Yesevi, Türk tarihinin en önemli kişiliklerinden biridir. 12. yüzyılda Orta Asya bölgesinde büyük dinsel etkileri olmuş, Türklerin Müslümanlaşmasındaki önemli etmenlerden biri olarak tarihe geçmiştir. Ahmet Yesevi İlk Türk tarikatı olan Yeseviliğin kurucusudur. Yesevilik, Anadolu Aleviliğinin nüvesini oluşturur. Nitekim Anadolu Aleviliğinin temel kavram ve terimlerini ilk kez Hoca Ahmet Yesevi’nin Divan – ı Hikmet ‘inde görmekteyiz. Ahmet YESEVİ Hazretleri soyca Türk’tür. Türk diline çok büyük hizmetler etmiş, din dilinin Türkçeleşmesi için çaba sarfetmiştir. Ayet ve hadislerin Türkçelerini okuyarak Türkleri İslam’a çağırmıştır. Yesevi Hazretleri şöyle seslenmiştir:







“ Sevmiyorlar bilginler sizin Türk dilini



Erenlerden işitsen açar gönül ilini



Ayet, hadis anlamı Türkçe olsa duyarlar



Anlamına erenler başlarını eğip uyarlar…”







Hikmet adı verilen şiirlerinde kullandığı duru Türkçe ile Türk dilinin ve kültürünün başyapıtlarından birini oluşturmuştur. Anadolu’yu Türkleştiren 99 bin Horasan ereninin piri olan Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri, Hünkar Hacı Bektaş Veli’ nin düşünce ve inanç dünyasının da mimarlarındandır. Hacı Bektaş Veli, Hoca Ahmet Yesevi’nin kurduğu Yeseviliği Anadolu’ya taşımış, ona yeni bir biçim ve öz vererek Anadolu Aleviliğinin / Türk Aleviliğinin oluşmasını sağlamıştır. Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi Hazretlerinin doğrudan öğrencisi değildir. Ancak onun öğrencisi olan Lokman perende’nin öğrencisidir.







Ahmet Yesevi ile Hünkar Hacı Bektaş Veli, dolayısıyla Yesevilik ile Alevilik ve Bektaşilik arasındaki manevi bağ ve ilişki, “ Velayetname – i Hacı Bektaş Veli “ de anlatılmaktadır.







Anadolu Türkmenlerinin yetiştirdiği büyük direniş ve mücadele ozanı Pir Sultan Abdal Ahmet Yesevi ile Hünkar Hacı Bektaş Veli arasındaki ilişkiye bir şiirinde şöyle yer vermektedir:







“ Hoca Ahmet Yesevi anın piridir.



Velayet, dağları taşları yürüdür.



Hazret – i Hakk’ın bu gizli sırrıdır.



Hacı Bektaş Veli, Sultan Balım var. “ ( 9 )











4. HACI BEKTAŞ VELİ











Anadolu’da Aleviliğin en büyük piri olan Hacı Bektaş Veli Hazretleri, Nişabur’da doğmuştur. Asıl adı Mehmet’tir. Bektaş, mahlasıdır. Net bir tarih olmamakla birlikte hem Velayetname’ye, hem Ariflerin Menkıbeleri’ne hem de Aşık Paşa Tarihi’ ne göre 1270 – 71’de ( Bu konuda başka bir görüş daha vardır. Buna göre Hünkar, 1337’de dünyadan göçmüştür.) eski adı Sulucakarahöyük olan Hacı Bektaş’ ta Hakk’a yürümüştür. ( 10 )











Hacı Bektaş Veli, Alevi / Bektaşilerin serçeşmesidir. Yani yolun beslendiği kaynaktır. O, ilim, irfan, sevgi, barış ve direniş pınarıdır. Ondan alınan güç ve esinle yüzyıllar boyu zulme, eritime / asimilasyona karşı direniş bayrağı yükselmiş, Alevi / Bektaşi kimliği yaşamıştır.







Hacı Bektaş Veli, 99 bin Horasan ereninden biridir. Onu Anadolu’ya Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi olan Lokman Perende göndermiştir. Anadolu’ya geldiği zaman, kardeşi Menteş ile birlikte Baba İlyas’ın yanına gittiği, onunla görüştüğü bazı tarihsel kaynaklarda ( Aşık Paşa’ nın Tevarih –i Ali Osman’ında ) belirtilmektedir. Baba İlyas / Baba Resul ve Baba İshak’ın Türkmenlerin hakları için başlattıkları toplumcu ayaklanma Farslaşmış Selçuklular tarafından 1240 yılında kanlı bir biçimde bastırılmıştır. Hacı Bektaş’ın kardeşi Menteş’in kalkışmaya / isyana katıldığı ve bu sırada Hakk’a yürüdüğü kabul edilir. Hünkar’ın bu kalkışmaya katılıp katılmadığı net değildir. Ancak katılmasa bile desteklemiş olma olasılığı büyüktür. Nitekim, onun kalkışmalarda etkin bir eylemci olmadığı fakat Baba İshak’ın halifesi olduğu belirtilmektedir. ( 11 ) Hünkar, kalkışmadan sonra Sulucakarahöyük’e gelmiş ve burayı mekan tutmuştur.







Hünkar’ın Anadolu’ya geldiği yıllarda Türkmenler, Arap ve Acem / Fars etkisindeki Anadolu Selçuklu Devleti’nin ağır zulmü ve baskısı altında eziliyor, Türklere insanlık dışı muameleler yapılıyordu. İşte Babai kalkışması bu nedenle çıkmış ve Baba Resul, Türkmenleri Selçuklu zulmünden kurtarmak için ayaklanmaya öncülük etmişti. Türkmen ayaklanması Fransız paralı askerlerinin yardımıyla bastırılmış ve kalkışmanın önderleri idam edilmiştir.







Hünkar Hacı Bektaş Veli ile ilgili en önemli konulardan biri de onun evlenip evlenmediği konusudur. Onun evlendiğini iddia edenler, Hünkar’ın İdris Hoca’nın eşi Kadıncık Ana’dan doğma kızı Fatma Nuriye Hatun ( Kutlu Melek ) ile evlendiğini ileri sürerler. Bu görüşte olanlara Çelebiler denilmektedir. Çelebilere göre Hacı Bektaş Veli evlenmiş ve çocukları olmuştur. Çelebiler kendilerinin Hünkar’ın soyundan geldiğini iddia etmektedirler ki bu nedenle onlara “ Beloğlu “ denilmektedir.







Hacı Bektaş Veli’nin hiç evlenmediğini iddia edenlere ise Babalar / Babağan denilmektedir. Babalar kendilerini “ Yoloğlu “ olarak adlandırırlar.







Alevilik’te Hünkar’ın soy ağacı konusu da önemlidir. Birçok Alevi onun Hazreti Ali’nin soyundan geldiğini, dolayısıyla seyyid olduğunu savunur. Ancak Hacı Bektaş Veli’nin soy kütüğünün Hazreti Ali’ye dayandırılması tarihsel ve kronolojik olarak mümkün değildir. Bektaş Veli’nin soy kütüğü şöyle belirleniyor:







Hacı Bektaş Veli, Seyyid Muhammed İbrahim Sani, Seyyid Musa Sani, İbrahim Mükerrem Al Mücab, İmam Musa Kazım, İmam Cafer Sadık, İmam Muhammed Bakır, İmam Zeynelabidin, İmam Hüseyin, İmam Ali.







Görüldüğü gibi Hazreti Ali ile Hacı Bektaş Veli arasında sekiz kişi var. İmam Ali, Hicretin 40. yılı RAMAZAN AYININ 21. GECESİ vefat eder. İmam HASAN 670’te, İmam Hüseyin 680’de şehit edilir. İmam Hüseyin’in oğlu İmam Zeynelabidin 712’de, onun oğlu Muhammed Bakır 732’de, Cafer –i Sadık, Hicri 148’de, İmam Musa Kazım miladi 799’da Hakk’a yürümüştür. Hacı Bektaş Veli ise, 1270 – 1271’de vefat etmiştir. Bu tarih ile İmam Musa Kazım’ın Hakk’a yürümesi arasında 500 yılı aşkın bir zaman var. Bu kadar yıl içinde Hacı Bektaş Veli arasında üç kişi bulunuyor. Bu ise bilimsel olarak hiç olanaklı değildir. ( 12 )







Bu nedenle Hacı Bektaş Veli’nin seyyid olması ve soyca Arap olması imkan dahilinde değildir. Hünkar soy itibariyle kesinlikle Türk’tür. Ancak onun soyunun Hazreti Muhammed’e dek dayandırılması anlayışı ona duyulan yoğun sevginin bir yansıması olarak yine çok sevilen Ehlibeyte olan bağlılıkla birleştirilmiş ve tümüyle efsanevi bir yapıya büründürülmüştür. Ancak onun büyüklüğünü ve yüceliğini kan bağında değil, düşünce ve inancında aramak gerekir. Aslolan soy değil, inanç ve düşüncedir. Eğer soy önemli olsaydı Hazreti Muhammed ve Hazreti Ali ile aynı soydan olup da onlara düşmanlık edenlere öfke duymamızın bir anlamı olmazdı. Ayrıca unutmamalıyız ki, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin; “ Benim gerçek evladım, soyumdan gelen değil, yolumdan gelendir.” Dediği rivayet edilmektedir.







Hünkar Hacı Bektaş Veli, Anadolu’nun Türkleşmesi ve Müslümanlaşması hareketinin öncülerindendir. O, büyük Türkmen dervişi olarak söylediği özlü sözlerle ve yetiştirdiği binlerce öğrencisiyle yüzyıllardır Anadolu adlı Türkmen yaylasını aydınlatmaya devam etmektedir. Onun ışığı sadece Anadolu’yu değil, bütün dünyayı aydınlatmaktadır. İşte yüzyıllar boyunca yolumuzu aydınlatan Hünkar’a ait veya ona atfedilen ışıklı sözlerden kimileri:







“Eline, Diline, Beline sahip ol!”







“Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”







“İncinsen de incitme!”







“Emeği ile geçinmeyen bizden değildir.”







“Rengimiz güldür bizim, gül gibi açacağız.



Gönüllere aşk ile sevgiler saçacağız.



Hak hakikat yolunda bir yüzümüz var bizim.



Olduğumuz gibiyiz ve öyle kalacağız.







Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde



Hakk’ın yarattığı her şey yerli yerinde



Bizim nazarımızda kadın erkek farkı yok



Noksanlık,eksiklik senin görüşlerinde”







Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin en ünlü yapıtı “ Makalat “ ve “ Velayetname” dir. Makaleler anlamına gelen “ Makalat” ve “ Velayetname” adlı yapıtların Hünkar’a ait olduğu konusunda bir ihtilaf yoktur. Ancak her iki yapıt da Hünkar’ın Hakk’a yürümesinden sonra ortalama 1480 – 1500 yıllarında kaleme alınmıştır. Hünkar ise 1270 – 1271 ‘de dünyadan göçmüştür. Bu yapıtların dışında kimi yapıtların ona ait olup olmadığı tartışmalıdır. Bu yapıtlar; Şathiyye, Fevaid, Fatiha Tefsiri, Besmele Tefsiri vb. dir.







Şah – ı Merdan Ali’nin yolunu sürdüren büyük Türkmen piri Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye ithafen Alevi / Bektaşi ozanları büyük bir sevgi ve bağlılıkla şiirler söylemişlerdir. Bu şiirlerde Alevi / Bektaşi yolunun en belirgin inançlarından olan don değiştirme / yeniden başka bir kılıkta dünyaya gelme ( Bu inanç sadece ulu kişiler için geçerlidir ) inancının yansıması olarak Hünkar Hacı Bektaş Veli, Hazreti Ali’den başkası değildir. Hazreti Ali, aslında Hünkar Hacı Bektaş Veli donunda tekrar gelmiştir. İşte Pir Sultan Abdal’ın sözleri:







“Muhammed Miraç’ta davet gününde



Arslan hamle kıldı rahı önünde



Kim idi görünen arslan donunda



Var mı Hacı Bektaş Veli’den gayrı







Size niyaz eder Güruh – u Naci



Arkasında hırka, başında tacı



Onulmaz yaranın merhem ilacı



Var mı Hacı Bektaş Veli’den gayrı “ ( 13 )







Bir başka şiirde ise şöyle demektedir:







“ Balım Sultan er köçeği



Keser kılıncı bıçağı



Cümle erenler gerçeği



Hünkar Hacı Bektaş Veli.











Pir Sultan’ım gerçek veli



Erenlerden çekmem eli



On iki imam’ın yolu



Hünkar Hacı Bektaş Veli.” ( 14 )







Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin don değiştirmiş Ali olduğu inancı başka bir Alevi / Bektaşi nefesinde şöyle dile getirilmektedir:







(…)







“Evvel gelip Ali olan,



Sonra gelip Veli olan,



Ebed hem ezeli olan,



Hakk Muhammed Ali haktır,



Hacı Bektaş Veli Haktır. “ ( 15 )







Alevi / Bektaşi inancına göre Hünkar Hacı Bektaş Veli, Türk / Türkmen yurdu Horasan’dan yine Türkleşmekte olan Anadolu’ya ( o zamanlar Anadolu’ya Rum diyarı denilmektedir.) güvercin donunda gelmiştir. Bu durum bir nefeste şöyle dile getirilmektedir.







“ Horasan şehrinde zuhur eyleyen,



Hünkar Hacı Bektaş Veli pirimdir.



Gelip Rum diyarın pirnur eyleyen,



Hünkar Hacı Bektaş veli pirimdir.







Güvercin donunda pervaz eyledi,



Rum erleri gelip niyaz eyledi



Tevella sırrına avaz eyledi



Hünkar Hacı Bektaş Veli pirimdir.” ( 16 )







Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin aydınlık ve ışıltılı yolunda yürüyen milyonlarca Alevi / Bektaşi, ondan aldıkları güç ve esinle insanlığı, örnek erdem ve ahlak toplumunu kurmaya çağırmaktadırlar. Ele dile ve bele sahip olma ilkesinin biçimlendirdiği bu erdem ve ahlak toplumunun özünde insan sevgisi vardır. Alevi / Bektaşi yolunun insan sevgisini en görkemli ve özlü biçimde anlatan söz de yine büyük Türkmen dervişi Hünkar Hacı Bektaş Veli’ye aittir. Sözlerimizi onun o görkem dolu sözleriyle sürdürelim:







“ Ellerin kabesi var,



Benim kabem insandır.



Kuran da kurtaran da



İnsanoğlu insandır. “







Her yıl ülkemizde, 16 Ağustos tarihinde Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde büyük Türkmen dervişi Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi anma törenleri düzenlenmektedir. Bu ve bunun gibi törenler Türkiye’de Alevi / Bektaşi kimliğini taşıyan insanların gücünü gösteren ve Alevi / Bektaşi nüfusu hakkında bir gösterge olan etkinliklerdendir. Ancak törenlere katılım ne üzücü ki, Alevi / Bektaşi nüfusu dikkate alındığında çok düşük düzeyde cereyan etmektedir. Aleviliğin yükselen bir inanç olarak Türkiye’nin toplumsal yaşamında daha fazla yer alabilmesi için bu törenlere katılımın mutlaka yükselmesi ve her yıl milyonlarca insanın mahşeri kalabalıklar halinde Hacıbektaş’ta buluşması gerekmektedir. Hünkar’ın çağrısına uymak ve onu ziyaret edip bir anlamda hac görevini ifa etmek, durumu uygun olan her Alevi / Bektaşi’nin birincil ve vazgeçilmez görevlerindendir. Bu görevi yerine getirmek yola bağlılığın da bir göstergesidir. Hünkar’ın kutlu çağrısına uyanlara ne mutlu!







Yüzyıllar önce o bize şöyle seslenmişti:







“ Dostlarım,



Kardeşlerim,



Canlarım…



Kaldırın başlarınızı



Suçlular gibi, yüzümüz yerde



Özümüz darda durup dururuz.



Kaldırın başlarınızı yukarı



Bize göz verildi, gözleyin diye!



Dil verildi söyleyin diye!







El gövdede kaşınan yeri bilir.



Dert bizde, derman ellerimizdedir.



Ararsan bulursun, verirsen alırsın.



İnanmazsan gelir görürüsün. ( 17 )











5. ABDAL MUSA







14. yüzyılda yaşadığı kabul edilen Abdal Musa da Alevi / Bektaşi yolunun önderlerindendir. Abdal Musa, Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin halifesi olarak yola hizmeti sürdürmüştür. Onun yol içinde oynadığı rol nedeniyle cem ayinlerinde meydanda bulunan on iki posttan biri Abdal Musa postu ( Ayakçı Postu ) olarak kabul edilir. Ayakçı, abdallık mertebesidir. Tekkelerde temizlik işlerini yapan dervişe verilen isimdir. Ayakçı postu, Abdal Sultan makamı olarak bu hizmete verilen değeri anlatmaktadır. Ayrıca Abdal Musa Sultan adına düzenlenen Abdal Musa Cemi ve Abdal Musa Kurbanı bulunmaktadır.







Baba İlyas’ın beş kuşak sonra torunu olan tarihçi Aşık paşa, Abdal Musa’nın Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde Orhan Bey ( 1326 – 1362 ) ile birlikte Bursa’nın fethine katıldığını, Yeniçerilerin Hacı Bektaş Veli’yi pir tanımalarında etkili olduğunu ve bir süre Pir evi’nde kaldığını belirtir.







15. yüzyılda yazıldığı belirtilen Abdal Musa Velayetnamesi bulunmaktadır. Bu velayetname Abdal Musa’nın Antalya Teke yöresine gelişini, halifelerine icazet vererek onları hizmete göndermesini ve kerametlerini anlatır. Şimdi Abdal Musa’ya ait olduğu kabul edilen bir nefesi sunalım:







Kim ne bilür bizi nice soydanuz



Ne zerrece oddan ne de sudanuz







Bizim meftunumuz marifet söyler



Biz Horsan mülkündeki boydanuz







Yedi deniz bizim keşkülümüzde



Hacım umman ise biz de göldenüz







Hızır u İlyas bizim yoldaşımızdır



Ne zerrece günden ne hod aydanuz







Yedi tamu bize nevbahar oldu



Sekiz uçmak içindeki köydenüz







Bizim zahmımıza merhem bulunmaz



Biz kader okunda gizli yaydanuz







Tur’da Musa durup münacat eyler



Neslimizi sorar isen Hoy’danuz







Abdal Musa oldum geldim cihana



Arif anlar bizi nice soydanuz ( 18 )











6. KAYGUSUZ ABDAL







Kaygusuz Abdal, Abdal Musa Sultan’ın mürididir. Antalya Beyliğine bağlı Alaiye Sancağı beyinin oğlu olan Kaygusuz Abdal Gaybi olarak da bilinir. Abdal Musa Sultan’a mürid olduktan sonra Kaygusuz adını almıştır. Kaygusuz Abdal Menakıbnamesi Gaybi ile Abdal Musa’nın karşılaşmasını ve bundan sonraki olayları aktarır. Gaybi Abdal Musa’nın kerameti karşısında onun tarikatına girer. Kaygusuz, dergahta 40 yıl hizmet eder. Kaygusuz Abdal cem ayininde on iki posttan biri olan Nakib Postu ile temsil edilir. Nakib Postu Kaygusuz Sultan Makamıdır. Nakib, tekkede mürşide yardım eden, onun buyruğu üzerine yerine geçen, onun adına iş gören derviş veya dede anlamına gelir.







Kayugusuz Abdal’ın nefesleri Alevi / Bektaşi yolunun felsefesini ve inancını anlatan yazınsal / edebi başyapıtlardandır. Cem ayinlerinde sıkça okunmaktadır. Şimdi onun nefeslerinden ikisini sunalım:







Dervişlik hırkada tacda değildir.



Isılık oddadır, sacda değildir.



Var bir gerçek erden kuşan kuşağı



Anları kurt yemez, ucda değildir.







Hakkı ister isen ademde iste



Irak’ta, Mekke’de, Hac’da değildir.



Döğüp bir kardeşin hatırın yıkma



Eğilip kıldığın secde değildir.







Aşk ile öle gör Kaygusuz Abdal



Aşk ile ölmezsen güçte değildir. ( 19 )







Kaygusuz Abdal’ın Tanrı – insan birlikteliğini vurgulayan bir nefesi:







Alem külli vücuddur can ben oldum



Vücuda can ile canan ben oldum



Suretimi göründür ki ademdür



Ma’nide sıfat – ı rahman ben oldum. ( 20 )







7. BALIM SULTAN







Bektaşiler, Balım Sultan’ı İkinci Pir olarak kabul ederler. Bektaşiliğin tarikat olarak yeniden yapılanmasında onun etkili olduğuna inanılır. Cem ayinlerinde Meydandaki Ekmekçi Postu Balım Sultan Makamıdır. Balım Sultan’ın Bektaşiliğe mücerredliği getirdiğine inanılır. Balım Sultan, Pir’in ( Hacı Bektaş Veli ) hiç evlenmediğini, Hızır Lala olarak bilinen Timurtaş’ın Hünkar’ın manevi oğlu olduğunu ileri sürerek hem mücerredliği meşrulaştırmış hem de bel evladı yerine yol evladının önemli olduğunu savunmuştur. Böylece Bektaşilikte iki kol oluşmuştur. Bir yanda Çelebiler / Çelebiyan / Sofiyan kolu, öbür yanda Babalar / Babağan kolu.







Balım Sultan hakkında belgelere dayalı kesin bilgiler yoktur. Doğum ve vefat tarihleri kesin değildir. Müdafaa adlı yapıtta Hicri 878 – 927 tarihleri verilirken Mısır baskılı Arapça bir yapıtta Hicri 862 – 922 yılları arasında yaşadığı bildirilmektedir. Babasının Seyyid Ali Sultan ( Kızıl Deli Sultan ) ile birlikte Rumeli’ne geçen Mürsel Bali olduğu kanısı yaygındır. Posta oturduktan sonra İstanbul’a geldiği ve sultana nasip verdiği söylenmektedir. Balım Sultan’ın Bektaşiliği Caferi Mezhebi üzere ve Hacı Bektaş Veli’nin güttüğü amaç dahilinde erkan ve kurallara bağladığı kabul edilmektedir. ( 21 )







Bir nefese göre Abdal Musa ve Kızıl Deli Sultan çağdaştırlar.







Balım Sultan arkadaşı yoldaşı,



Kızıl Deli Sultandürür hem eşi,



Abdal Musa Sultan dersen ne kişi,



Pirim Hacı Bektaş Veli değil mi? ( 22 )







Kazak Abdal’a ait bir nefese göre Balım Sultan Pir’in ocağını uyaran, Mürsel Baba’nın oğlu, Kızıl Deli Sultan’ın uyandırdığı / yetiştirdiği kişidir.







Kızıl Deli ocağından uyanan



Baştanbaşa yeşillere boyanan



Varıp pirin eşiğine dayanan



Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır.







Mekan tutmuş Hanbağı’nda bucağın



Bulutlara ağıp tutan sancağın



Uyandırdı pirimizin ocağın



Mürsel Baba oğlu Sultan Balımdır. ( 23 )











7. PİR SULTAN ABDAL







Pir Sultan Abdal, Alevi / Bektaşi yolunun yedi ulu ozanından biridir. Onun deyişleri tüm Anadolu halkının dilinde çağlar boyu söylenmiş ve halen de söylenmektedir. Sadece Alevi / Bektaşi / Kızılbaş Türkmenlerce değil, Sünni, Şii Türkmenler / Türkler ve hatta gayri Türk topluluklarca da çok sevilen Pir Sultan Abdal, Türk / Türkmen halkının haksızlıklara, adaletsizliğe ve zulme karşı direnişinin, ayağa kalkışının, isyanının, haykırışının tecessüm etmiş, kişileşmiş halidir. Kendisi aslen Türkmendir, Türk soyludur. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte 16. yüzyılda yaşadığı kabul edilmektedir. Halkın içinden çıkmış biri olarak daima halkın yanında yer almış ve hiçbir zaman zulme boyun eğmemiştir. Onun düşünceleri yüzlerce yıl Türkmen halkının yol göstericisi olmuştur. Bu nedenle deyişlerinin çoğu halkça ezbere bilinmekte ve büyük bir huşu ve coşku ile ibadet telakki edilerek söylenmektedir.







Pir Sultan Abdal, Osmanlı ile Kızılbaş Türkmen Safevi Devleti arasındaki mücadele ve siyasal olaylarda taraf olmuştur. Bu özelliği dolayısıyla bazı Osmanlıcı çevrelerce ağır eleştirilere maruz bırakılsa da çağdaş, ilerici ve laik Türk ulusçuları tarafından Türk dilinin ve kültürünün büyük ozanlarından biri olarak daima derin bir saygı ve engin bir sevgi ile anılmaktadır. Pir Sultan Abdal, büyük bir Türkmen ozanı olarak Türk dilini kullanışındaki büyük ustalığı, şiirlerindeki derinlik ve insan sevgisi onun çok büyük bir düşünür ve sanatçı olduğunun kanıtlarındandır. Zulme karşı başkaldırması, isyan etmesi, baskılara boyun eğmemesi ve her koşulda halkın yanında yer alması Alevi / Bektaşi öğretisinin vazgeçilmez gereklerindendir. Çünkü Alevi / Bektaşi öğretisi, nereden gelirse gelsin haksızlıklara karşı durmayı, zulme boyun eğmemeyi gerektirmektedir. Pir Sultan Abdal bu geleneğin devamı olarak Türk / Türkmen kültürünün en önemli öğelerinden biridir. Şiirlerinin Alevi / Bektaşiler yanında Sünni Türk / Türkmenler tarafından da sevilip söyleniyor oluşu bunun göstergesidir.







Şimdi Pir Sultan Abdal’ın kişiliğini en çıplak bir biçimde yansıtan bir şiirini sunalım:







Şu milletin hak sancağını,



Çekelim bakalım nic’olursa olsun.



Teber çekip zalımların kanını,



Dökelim bakalım nic’olursa olsun.







Şu milleti güruh güruh gezelim,



Mazlumları bir katara dizelim,



Zalımların sarayın bozalım,



Yıkalım bakalım nic’olursa olsun.







Mahluk deccal oldu insan haşarı,



Asla bilen yoktur hayırı şerri,



Teber çekip şu mağaradan dışarı,



Çıkalım bakalım nic’olursa olsun.







Pir Sultan’ım dostlar yardım etmez mi?



Erenler bağında bülbül ötmez mi?



Bunca yattığımız gayri yetmez mi?



Kalkalım bakalım nic’olursa olsun.







Pir Sultan Abdal dönemin padişahının Sivas’taki uzantısı olan Hızır Paşa tarafından idam edilmiştir. İdam edileceği zaman Hızır Paşa tarafından ona son bir fırsat verilir. Kendisine içinde şah sözcüğünün geçmediği bir deyiş söylerse yaşamının bağışlanacağı söylenir. Fakat o, asla ödün vermez ve yolundan dönmez. İçinde şah sözcüğü geçen üç uzun şiir okur ve darağacına çıkar. Pir Sultan Abdal, idam sehpasına yürürken bile şöyle söyler:







Alınmış abdestim aldırırlarsa



Kılınmış namazım kıldırırlarsa



Sizde şah diyeni öldürürlerse



Ben de bu yayladan Şah’a giderim.







Pir Sultan’ın kendi kimliğini ilan ederken söylediği şu şiir aynı zamanda kimi çevrelerin iddia ettiği gibi Alevi adlandırmasının son bir iki asrın ürünü olmadığının da kanıtıdır:







“ (…)







İmam – ı Ali’dir aynı bekadır.



Pir elinden zehir içsem şifadır



Yardımcımız Muhammed Mustafa’dır.



Hüseyniyim, Aleviyim ne dersin ?







(...)







İmam Rıza’nın ben envarıyım



Şah – ı Kerbela’da doğan Ali’yim



Münkirin, Yezid’in Azrail’iyim



Hüseyniyim, Aleviyim ne dersin ?







(…)







Pir Sultan’ım çağırır Hint’te, Yemen’de



Dolaştırsam seni sahib zamanda



İradet getirdim ikrar imanda



Hüseyniyim, Aleviyim ne dersin ? “











8. SİMAVNA KADISI OĞLU ŞEYH BEDRETTİN MAHMUT







Şeyh Bedrettin, Alevi / Bektaşilerin büyük önderlerindendir. Anadolu Aleviliğinin oluşumuna katkıda bulunan büyük bir Türkmen dervişidir. Öğrenimine Sünni İslam anlayışına göre başlamış ve devam etmiştir. Sünni İslam hukuk eğitimi almıştır. Ancak eğitiminin sonunda vardığı yer Batıni / Alevi öğretisidir. Şeyh Bedrettin düşünceleri ile bu öğretiye çok büyük katkılarda bulunmuş, yolun çağın gereklerine göre yeni unsurlar kazanarak sürmesini ve zenginleşmesini sağlamıştır. İslam ve Anadolu Türk tarihinde Bedrettinilik adı verilen bir akımın kurucusu olmuştur. Bedrettinilik, Alevi / Bektaşi yoluyla bütünleşmiş ve bu adla sürmüştür.







Şeyh Bedrettin hazretlerinin doğum ve ölüm tarihleri konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte onun 1358 – 1420 tarihleri arasında yaşadığı kabul edilmektedir. İdam tarihi 18 Aralık’tır. Şeyh Bedrettin’in babası Edirne’nin Simavna diye bilinen bölgesinde kadılık yapan bir askerdir. Anası ise Müslümanlığı kabul edip “ Melek “ adını alan bir Hristiyandır. Kur’an ve İslam ile ilgili ilk bilgileri babasından alan Şeyh Bedrettin, daha sonra Konya’ya giderek Molla Yusuf olarak tanınan bir bilginden İslami ilimler alanında dersler almıştır. Yine burada Fazlullah adlı birinden tasavvufi bilgiler edinmiştir. Şeyh Bedrettin, astronomi ve tıp bilimi ile de ilgilenmiştir. Ama yoğunlaştığı alanlar Tefsir / Kur’an yorumu, Hadis / Hazreti Muhammed’in sözleri, Fıkıh / Sünni İslam Hukuku ve Arapça dil bilgisidir. Yaşadığı dönemde İslam dünyasında bir eğitim ve öğretim merkezi olan Mısır’ın gözde kenti Kahire’de bulunmuş ve orada pek çok bilginle tanışıp onlarla hoca – öğrenci ilişkisi çerçevesinde münasebet kurmuştur. Şeyh Bedrettin hazretleri, ünlü Türk tasavvuf bilgini Şeyh Hüseyin Ahlatlı ile tanışmış ve bu tanışma onun düşünce ve inanç yaşamında büyük değişimlere yol açmıştır. Şeyh Hüseyin Ahlatlı’ya mürid olan Şeyh Bedrettin hazretleri, onun Hristiyan kökenli olup Müslümanlığa geçerek Meryem adını alan baldızı Maria ile evlenmiştir. Daha sonra şeyhinin isteği üzerine İran’a, Tebriz ve Kazvin’e giderek o dönemde yaygınlaşan Şii / Batıni devinimler hakkında gözlemlerde bulunmuştur. Bu devinimleri yakından incelemiştir. Şeyh Bedrettin hazretleri Safevilerle de tanışmış ve temasa geçmiştir. Tebriz ve Kazvin ziyaretinden sonra Safevi halifesi Hamid ile tanışmıştır. İran’dan sonara Kahire’ye dönen Şeyh Bedrettin, şeyhi tarafından yerine geçecek kişi olarak atanmıştır. Ancak şeyhinin ölümünün ardından diğer müridlerin kıskançlığı nedeniyle Kahire’den ayrılmış ve Halep’e gitmiştir. Orada onu Babai Türkmenler karşılamıştır. Babai Türkmenler ondan kendilerine önder olmasını istemişler fakat o yine İran’a yönelmiş ve Timur’la karşılaşmıştır. Timur bir imparatorluk kurmuş, önceleri Sünni eğilimliyken sonradan Ali evladına, Şii kesime ve hatta Şamanist eğilimli Türkmen şeyhlerine yakın ilgi göstermiştir. (24)











Şeyh Bedrettin, Timur’un ordugahından ayrılıp Aksaray ve Konya’ya gelir. Yol boyunca heteredoks Türkmen topluluklarıyla ilişkiye geçer. Bunlar Babai, Abdal, Işık, Bektaşi vb. adlar alan Sünnilik karşıtı Türkmenlerdir. Şeyh Bedrettin bunları kendisine bağlamayı başarır. Gezileri sırasında Hu Kemal adıyla anılan Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa ile karşılaşır. Şeyh Bedrettin hazretlerinin yolu en sonunda Musa Çelebi ( 1376 – 1413 ) ile kesişmiştir. (Yeri gelmişken ifade edelim; bazı tarihçiler Şeyhin İran’a bir kez gittiğini bazıları ise iki kez gittiğini ileri sürerler.)







Osmanlı ile Timur devleti arasında cereyan eden ünlü Ankara savaşında Yıldırım Beyazıd yenilince Osmanlı ülkesinde bir iç karışıklık ve padişah çocukları arasında da iktidar kavgası başlar. Süleyman, İsa, Musa ve Mehmet Çelebilerin her biri bir bölgede hükümdarlıklarını ilan ederler. Bir mücadele döneminin ardından kardeşlerden Mehmet Çelebi ve Musa Çelebi baş başa kalmıştır. Musa Çelebi, Şeyh Bedrettin’i kadıasker atar. Yoksullardan yana ve toplumcu / sosyalist bir politika izleyen Musa Çelebi’nin babası Sultan Beyazıd, Sünni inançta iken kendisi Batıni dervişlere yakınlık göstermiştir. Alevilerin çok sevdiği Batıni bir derviş olan Şeyh Bedrettin hazretlerini kadıasker olarak ataması da bu nedene dayanmaktadır. Musa Çelebi kardeşiyle sürdürdüğü iktidar savaşını yitirince Şeyh Bedrettin hazretleri için de zor günler başlar. Sultan 1. Mehmet onu İznik’e sürer. Şeyh daha sonra Kastamonu’da hüküm süren İsfendiyar Beyi’nin yanına sığınır. Şeyh, sonunda her şeyi göze alarak Edirne’ye dönmeye karar verir. Deliorman ve Dobruca’da Sarı Saltuk yanlısı Babai, Bektaşi, Oğuz Türkleri Şeyhin etrafında toplanır. Bu arada Şeyhin müridlerinden ve en sadık adamlarından Börklüce Mustafa ve Toklak Kemal, Aydın ve Manisa dolaylarında halkı örgütlemeye çalışırlar. Börklüce Mustafa, yaptığı çalışmalarla Türkmen köylüleri örgütler ve bir bölüm topraklardan ağa – bey takımını atarak toprağı hep birlikte işlemeye ve toplumsal adaleti uygulamaya başlar. Durumdan kaygılanan Sultan Mehmet, Saruhan Valisini üzerlerine gönderir. Örgütlenmiş Türk / Türkmen köylüler, yöredeki Rum halkının da desteğiyle valinin kuvvetlerini Karaburun’un dar geçitlerinde yenilgiye uğratırlar. Börklüce Mustafa’nın çok güçlü olduğunu öğrenen Sultan Mehmet, bu kez de Şehzade Murad’ı büyük bir kuvvetle Börklüce’nin üzerine gönderir. İki ordu arasında cereyan savaşta sekiz bin devrimci Türkmen savaşçı şehit olur. Kalanları da tutsak düşer. Büyük toplumcu Türk şairi Nazım Hikmet, bu olayı “ Şeyh Bedrettin Destanı “ adlı şiirinde şöyle anlatmaktadır:







( … )







“ Hep bir ağızdan Türkü söyleyip



Hep beraber sulardan çekmek ağı,



Demiri oya gibi işleyip hep beraber



Hep beraber sürebilmek toprağı,



Ballı incirleri yiyebilmek hep beraber



Yarin yanağından gayri her şeyde



Her yerde



Hep beraber



Diyebilmek için



On binler verdi sekiz binini…”







Tutsak düşen Türkmen devrimcileri Ayasluğ şehrine götürüp boyunlarını vurdururlar. Börklüce Mustafa’yı da kollarından bir direğe bağlayarak çarmıha gererler. Manisa dolaylarındaki Torlak Kemal de aynı sona uğrar. Sultan Mehmet, Deliorman’daki Şeyh Bedrettin hazretlerinin hızla güçlendiğini haber alınca adamlarından kimilerini Şeyh’in yanına göndererek onun müridi olmalarını sağlar. Bu sözde Mürid ajanlar fırsatını kollayıp çadırında bastırarak Şeyh’i bağlarlar. Serez Şehrindeki Sultan Mehmet’in yanına götürürler. Büyük Türkmen devrimci Şeyh Bedrettin hazretlerinin öldürülmesine fetva verilir. Şeyh’i Serez çarşısında bir ağaca asarak idam ederler. Şey Bedrettin hazretleri, başta Alevi / Bektaşiler olmak üzere bütün Türklüğün ve bütün Türk dünyasının en büyük övünç kaynaklarından biridir. Onun zulme ve zalime karşı başkaldırışı bir efsane olarak bütün Türk nesillerini kıyama çağıran kutlu bir destandır. Bu destan yeni kuşaklara bir ulusal marş gibi belletilmelidir. Tarihin en büyük devrimcilerinden olan Şeyh Bedrettin, Sünni bir ailedendi ve eğitimini de Sünni İslam’a göre almıştı. Ancak sonuçta vardığı nokta Alevi / Kızılbaş ( Batıni / Hurufi / Kalenderi ) öğretisi olmuş ve o, Kızılbaş Türkmenlerin zulme karşı savaşında yolbaşçılık görevi üstlenmiştir. Onun en büyük müridlerinden birinin bir Osmanlı şehzadesi olduğunu hiçbir Alevi Türkmen unutmamalıdır. Şeyh’in destekçilerinin çoğunluğunun gayri Türk, yerli Hristiyan halk olduğu yolundaki iddialar tümüyle saçma ve gerçek dışıdır. Üstelik gülünçtür. Türk kimliğinden, Türkmenlikten rahatsızlık duyan ve soyunu inkar edip haramzadelik yapanlar, Şeyh Bedrettin hazretlerinin ve onun yoldaşlarının Türkmenlik kimliğini ve Türk soylu oluşlarını gölgeleyemezler. Elbette ki onun destekçilerinin bir bölümü yerli halktandı. Ancak onların sayısının çok küçük olduğu da tarihsel olarak sabittir. Şeyh Bedrettin hazretlerinin kıyamı, Hazreti Hüseyin’in kıyamı gibidir. Zulme, zalime, haksızlığa ve adaletsizliğe karşı insanlık onurunun ayağa kalkmasıdır. Şeyh Bedrettin hazretlerinin yolu bütün Alevi / Bektaşi Türkmenlerin yolu olmalıdır. Onun bütün düşünceleri aydınlanmacı, toplumcu ve insancıldır.







Şeyh Bedrettin’in görüşlerinden kesitler:



Hayatı ve dünyayı kendi küçük dünyaları ile sınırlı tutanlar bizi anlamazlar.



İnsanların pek çoğu birbirlerine yahut haksız mala, meşru olmayan paraya veya rütbe ve mevkilere, yiyecek ve içeceklere ibadet ediyorlar da, Allah’a ibadet ediyoruz sanıyorlar.



Bütün namazlar ve niyazlar ahlâkın düzeltilmesi için, iç yüzün arındırılması için birer vasıtadan ibarettir. Hakiki ibadetin hiçbir vakit kayıt ve şartı yoktur. Hangi tarzda yapılırsa yapılsın, Tanrının dileğine uygun olur. İbadetin temeli maksudun Hak olmasıdır. Bir cemaatte bu temel bulunmayınca yaptıkları ibadetler de kaybolur. Yalnız kötü toplantılar kalır. Fenalık üzerinde toplananlardan sen hemen uzaklaş.



Kötü ve Çirkin işlerle uğraşan insanlar Hak’tan uzaklaşmışlardır. Cehennem işte budur. Cennetle cehennemi başka yerde aramak saçmalıktır.



İnsanlar eylemleriyle, düşünce ve fikirleriyle güzeli ve iyiyi bulabildikleri oranda Hak’la buluşmuşlardır.



İnsanlar Müslümanlıktan önce somut bir puta taparlardı, çağımızda ise hayali bir puta tapıyorlar. Belki bir gün Hak kendisini gösterir de Hak olarak ona taparlar.



Gerçek tasavvufçu, hiçbir insan gözünün görmediği, kulağının işitmediği, gönlünün sezmediği şeyleri bilir. Onları halka, kafalarının alabileceği şekilde anlatır. Ama aslını içinde gizler.



Tanrı dünyayı yarattı ve insanlara verdi. Demek ki; dünyanın toprağı ve bu toprağın bütün ürünleri insanların ortak malıdır. Ben senin evinde kendi evim gibi oturabilmeliyim, sen benim eşyamı kendi eşyan gibi kullanabilmelisin. Çünkü bütün bunlar hepimiz içindir ve hepimizin malıdır.



Tarih, gelecek için kavga verip, yitmiş bile olsa, insanlık için vuruşanları hiç unutmaz.



İbadet etmekten amaç; ezeli ve büyük varlığa gönüllerin yönelmesi ve kapılmasıdır. Yoksa dünya umuruna dalmış bir kalp ile bin sene namaz kılmış, oruç tutmuş olsan, bundan dolayı hiçbir sevap ve mükâfat kazanamazsın.



Ölmeden önce ölmek, dünyanın zevklerinden ve hayvani hırs ve şehvetlerinden sakınmaktır. Onu yapabilen insan, şüphesiz ki; hakiki varlık ile birleşir. Ve sonsuz yaşam ile diri olur. Ancak insanlar dünyanın bin bir türlü çekici ve aldatıcı zevkinden, çeşit çeşit yakıcı hırslarından ayrılamadıkları için buna gönül vermezler.



Kutsal kitap Kur’an, açık ve gizli anlamlar taşır. Gizli anlamlar yorumlanmalıdır. Bunu bir Mürşid – i Kamil ( Burada Kur’an’daki “ er- Rasihune fi’l – ilm “ / Bilimde derinleşenler deyimini anımsayalım.) yapabilir.”







Şeyh Bedrettin hazretlerinin kemikleri taraftarlarınca mübadele yıllarında, Yunanistan’dan getirilmiş, çeşitli yerlerde saklandıktan sonra, yirmi yıl Topkapı Sarayı Müzesi’nin depolarında bir çinko kutu içinde korunmuştur. 23. 10. 1961 – 5 / 1849 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla Sultan Mahmut Türbesi Haziresine gömülmüştür.( 25 ) Şeyh’in adına bir anıt mezar yapılması Alevi / Bektaşi toplumunun yerine getirmek zorunda olduğu bir görevdir. Günümüzde Şeyh Bedrettin hazretlerinin erkanını yürütmeye çalışan ve kendilerine Amuca ve Bedrettini ( Arapça aslı düşünülerek Bedreddini olarak da yazılmaktadır.) adını veren bir Türkmen topluluk bulunmaktadır. Bu topluluk Trakya’da Kırklareli’nin bazı köylerinde ve İstanbul’un kimi semtlerinde yaşamaktadır. ( 26 ) Amucalar düşünce olarak Alevi / Bektaşi toplumunun bir parçası haline gelmiştir.



Konumuzu, bir Bedrettini olan sayın Refik Engin’in Toplumsal Barış Dergisi’nde yayımlanan bir şiiriyle bağlayalım.



“Bize de diyorlar Gülşeni,



Gülşeni değil, BEDREDDİNİ.



Tutmayız gönülde kini,



Bedreddiniyiz, BEDREDDİNİ.







Aşk ile döner BEDREDDİNİ,



Severler Ehlibeyt seveni,



Semah eder, içerler demi,



Bedreddiniyiz, BEDREDDİNİ.







Ayırt etmeyiz hiçbir dini,



Sever canlar hep birbirini,



Kabul eyleyin bu ENGİN’İ,



Bedreddiniyiz, BEDREDDİNİ.”







Dipnotlar:







Anton Jozef Dıerl, Anadolu Aleviliği, s. 94.

Gibb, Orta Asya’da Arap Fütühatı, Çev.: M. Hakkı, s. 14.

Anton Jozef Dıerl, age, s. 119

Faik Bulut, Alisiz Alevilik, s. 480.

Cemal Şener,Alevilik Olayı, s. 35.

Cemal Şener, age. s.37.

Cemal Şener, age. s.39.

M. Tevfik Oytan, Bektaşiliğin İçyüzü, c.2, s. 250.

Hüseyin Bal, Alevi İslam Yolu, s. 135 -136.

Abdülbaki Gölpınarlı, Velayetname, s. 99.

Abdülbaki Gölpınarlı, 100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatlar, s.271.

Abdülbaki Gölpınarlı, Velayetname, s. 99.

Pir Sultan Abdal Divanı, Ant Yayınları, s. 331.

Pir Sultan Abdal Divanı, Ant Yayınları, s. 15.

Besim Atalay, Bektaşilik ve Edebiyatı, s. 115.

Besim Atalay, age. s. 117.

Cemal Şener, age, s. 160.

Hüseyin Bal, age. s. 150 – 151.

Aziz Yalçın, Makalat – ı Hacı Bektaş Veli, s. 400.

Hüseyin Bal, age. s. 153.

M. Tevfik Oytan, age, c.2, s. 29.

Hüseyin Bal, age. s.155.

Hüseyin Bal, age. s. 155 – 156.

Erdal Zeki Aslan, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 3, s. 53.

İsmail Onarlı, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 8, s. 47.

Refik Engin, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 8, s. 48.

Lütfi Kaleli, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 8, s. 44 – 45.

Lütfi Kaleli, Toplumsal Barış Dergisi, Sayı 8, s. 45.

www.karacaahmet.com

www.karacaahmet.com

Ahnet Yaşar Ocak, Babailer İsyanı, s. 96.

Osman Turan, Selçuklular Zamanı Türkiye, s. 425.

Cemal Şener, age, s. 99.

İsmail Kayaoğlu, Anadolu’da 13. Yüzyıl Derviş Tarikatleri ve Sosyal Zümreler, Uluslar arası Osmanlı Öncesi Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, s. 21.

Yaşar Nuri Öztürk, Tarih Boyunca Bektaşilik, s. 68.

www.hubyar.org

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı