30 Eylül 2010 Perşembe

Mazdekizm ve Aynı Kaynakla Beslenmiş Heterodoks İnançlı (Alevi) Başkaldırı Hareketleri

İsmail Kaygusuz

Mazdekizm ve Aynı Kaynakla Beslenmiş Heterodoks İnançlı (Alevi) Başkaldırı Hareketleri

İslam tarihi iki büyük koldan oluşmaktadır:

1) Ortodoks İslam (Sünnilik ve Şiilik) iktidarlar tarihi,
2) Heterodoks İslam (Alevilik) muhalefetler tarihi.
Ortodoks İslam tarihi, devletlerin, hükümetlerin ve savaşların tarihidir; memleketleri istila etmeğe, yayılmacılık, kırım, sömürü ve köleleştirmeğe zafer adı veren iktidarlar azınlığının tarihidir. Burjuva tarihçilerin büyük çoğunluğu Heterodoks İslamı (Aleviliği), Ortodoks İslam tarihi içerisinde inceledikleri ve onların çıkarları açısından baktıkları için, heterodoks inançlı halkları hâlâ sapkın, bölücü, düzen bozucu, kâfir, ahlaksızlıkla suçlayıp hor görmeyi sürdürmektedirler.
İslam tarihi içerisinde toplumsal muhalefetin egemenliğe ya da egemenlere karşı direnişlerinde Aleviliğin rolü, tek sözcükle ‘önderlik’tir. Hemen hemen tüm toplumsal muhalefet hareketlerinin inanç ve düşünce kuramlarıyla temelini, inananlarıyla ise bünyesini oluşturan, Heterodoks İslam olarak Alevilik ve Alevi halklardır. Aleviliğin taşıdığı bu özelliğin kaynağı büyük ölçüde Mazdekizmdir. Öyleyse Mazdekizme kısaca göz atalım.

1. Mazdekizmin İnanç, Toplumsal ve Ekonomik Boyutlarının Kısa Tanımı

İran ve Azerbaycan bölgelerinde, ihtilalci inanç ve düşüncelerin kaynağı hiç kuşkusuz Mazdekizm, yani Mazdek inancıydı. Sasaniler döneminde İran’da “Neşeli Din” anlamına gelen Khurramdin denirdi. Arapça ise Khurramiya. 6. yüzyılın ilk yarısında İran’da ortaya çıkmış olan Mazdekizm üç aşamalıdır.

1957’lerde “Mazdek” adlı kitabında Klima, Sasani tarihi ve Orta Doğu dinleri kapsamı içerisinde incelediği Mazdekizmi, din örtüsü altında sosyal bir hareket olarak açıklamıştır. O, Mazdek’i bir sosyal reformcu militan, Sasani kralı Kawa’yı (488-531) da bu hareketi kendi yönetimsel çıkarına çevirmeye çalışan enerjik ve muktedir bir siyasetçi olarak değerlendiriyor. Bandad oğlu Mazdek’in özel yaşamı hakkında fazla bilgi yoktur.

Mazdekizm inancının daha çok toplumsal, ekonomik ve teolojik yönleri Sünni heresiyograflar (sapkın inanç yazarları) tarafından kendi anlayışlarına uygun ve parça parça bilgiler halinde günümüze gelmiştir. Bu bilgilerin İbn al-Mukaffa (ölm. 760) tarafından Arapçaya çevrilmiş olan Khwday-namag (Mazdak-namag=Mazdekname) adlı yapıttan kaynaklandıkları anlaşılıyor. Hem heterodoks İslam’ın oluşmasında ögesel katkılarını, hem de İran'daki inanç örtüsü altındaki toplumsal muhalefet ve başkaldırı hareketlerini daha iyi anlamak bakımından Mazdekizmi kısa da olsa tanıtmakta yarar görüyoruz.

Mazdekizm, kimi araştırmacılara göre kökeni İÖ. 6-7. yüzyıla inen Zerdüşt dininin, kimilerine göre ise 3. yüzyılda Mardin çevresinde ortaya çıkan Mani dininin heterodoks, yani aykırı inancıdır. Kısacası Mazdekizm, her ikisinden de çeşitli ögeler alarak oluşmuş; toplumsal, siyasal ve ekonomik içeriği bulunan kuramsal bir inanç sistemidir.

Ta’alibi’de şu tanımlamayı görüyoruz:

“Mazdek diyordu ki: ‘Tanrı topraktan yiyeceği ve tüm gereksinimleri, halk onları aralarında eşit bölüşsün diye yaratmıştır. Hiçbir kimse diğerinin payından fazlasını alamaz. İnsanlar biribirlerine karşı yanlış davranmış ve biri diğeri üzerinde egemenlik kurmuş. Kuvvetli zayıfı ezmiş; hem malını hem de yaşama hakkını elinden almış… Herkesin varlık bakımından eşit olması için, kesinlikle birinin ortaya çıkıp zenginden alarak fakire vermesi gerekiyor. Her kim olursa olsun, kimsenin bir başkasından daha fazla varlık, mal-mülk ve birden fazla kadına sahip olmaya hakkı yoktur…”

Mazdekizmin toplumsal, siyasal ve ekonomik kuramlar geliştirerek oluşturduğu yaşam biçimi ve felsefesiyle, içinden çıkmış olduğu egemen devlet dini Zardüşt-Mazda inançlarına aykırı olması yüzünden baskıya uğramıştı. Sasani yönetimindeki İran’da bulunan çok sayıda Kutsal Ateş (Zerdüşt) tapınaklarını ve tapınaklara ait geniş arazileri kullanan Rahipler sınıfı, hem toprak sahipleri dikhanlar, hem de İran sarayı üzerinde etkiliydiler. Mazdek’in inançsal öğretisinin “insan eşitliğini, toprağın ve gelirinin ortaklaşa kullanılması, varlığın bölüşülmesi” gibi komünistik ilkeleri dayatması, elbetteki bu kesimlerin çıkarlarına aykırıydı. Zerdüşt rahipleri Mazdeklere “Zındık” diyorlardı. Daha sonra Abbasi Sünni uleması da aynı deyimi kullanacaktır…

Firdevsi, bu inancın ahlak felsefesi üzerinde daha ileri birkaç ayrıntı vermektedir:

“İnsanlar, gıpta, azap, öç, yoksulluk, hırs gibi beş şeytan tarafından doğruluktan uzaklaştırılır. Bunları yenmek ve iyi bir inanç yolunda yürümek için zenginlik ortak ve kadın-erkek eşit haklara sahip olmalı...”

Bu kısa ayrıntılarda söz konusu olan, Mazdek kozmolojisinde, Zerdüşt ve Mani dinlerinde olduğu gibi bazı kötü ahlak alışkanlıklarını, karanlığın şeytanları olarak kişileştirilmesidir." (Ehsan Yarshater: “Mazdakism”, Cambridge History of Iran Vol. 3 (2), Cambridge 1983: 991-998)

Mazdek inancında iki öncül ya da başlangıç ilke vardır: Aydınlık ve karanlık. Aydınlığı yaratanı ışık bilgiyi, duyguyu, düzenlenli olayları ve özgür iradeyi tanımlar. Başka bir deyimle bütün bunlar ışıkla, aydınlıkla sağlanır. Karanlık ise bilgisizliktir, körlüktür ve yönü bilinmeyen rastlantısal olaylardır. Ya da bunların yaratıcısıdır. Mazdekizmde üç asıl öge vardır: Su, ateş ve toprak. Işığı ve ondan oluşanları yaratan Tanrı, karanlığı ve ondan olanları yaratan şeytandır. Krallar kralı olarak nitelendirilen Mutlak Tanrı en üst dünyada tahtında (kursu) oturur. Onun önünde dört kuvvet vardır:

1) Yargılama (Tamyiz),
2) Anlayış-Anlama (Fahm)
3) Saklama-koruma (hıfz),
4) Sevinç-keyif (sürur).
Krallar kralı, bu kuvvetleri önündeki şu dört kişiye vermiştir:
1) Mobada mobad (başyargıç)
2) Herbad (anlamayı, fehmi yönlendiren)
3) Serpahhad (başkumandan),
4) Ramişgar (sevinç, eğlence ustası)
Bu dört gücün sahipleri, 12 ruhsal gücün çevirdiği dairenin içindeki 7 vezirle dünyayı yönetirler. Bu dört güç, yediler ve onikiler bir kişide toplandığı takdirde o kişi tanrılaşır ve artık dinsel görevlere bağlı kalınmaz. Mutlak Varlık, mutlak adını (İsm-i Azam) oluşturan harflerin gücüyle krallığını sürdürür. Bu harflerden bazı şeyler anlayacak duruma erişen insanlar, büyük sırrı (al-sırr al-akbar) keşfetmiş olurlar. Bundan yoksun olanlar körlük, bilgisizlik, sıkıntı-kasvet ve ihmalkârlık içinde kalacaklardır. (Ehsan Yarshater, agy. s.1008)
E. Yarshater, Navbakhti, İbn al-Nadim, Makdısi ve Şehristani’den derlediği bilgilerle aynı makalesinde Mazdekizmin genel bir özetini çıkarmıştır:

“Cosmology: Aydınlık ve karanlığın iki başlangıç ilkesi olduğu inancı ve ışığın biçiminin silinmişi karanlık… Theology (Tanrıbilim-İlahiyat): Tanrı'nın ilahi takdir, mutlak gücünü yadsıma. Bütün peygamberler, veliler ve meleklerin görünüm alanına çıkışındaki esas birlik… Gaybı bilme veya tanrısal önderlerin dönüşü. Dinin özü olarak İmam’ın tanınması… Kutsal yazıların içsel (batıni) anlamı olduğu. Tanrısal ruh olarak İmamların (Abu Müslim gibi) yeniden doğuşuna inanma… Eschatology (Ölüm sonrası bilimi): Kıyamet günü, ölümden sonra dirilme ve son yargılamayı yadsıma. Gerçek kıyamet gününün anlamı ise, yeniden doğuş ve ruhun başkasına geçmesidir (reincarnation). Ethics (Ahlak kural ve anlayışları): Haksızlığa başkaldırı-isyan zamanları dışında kan dökmenin kesinlikle yasak oluşu. Geniş bağlılık çerçevesi içinde bireysel din görüşlerine hoşgörü. Başkalarına iyi dilekte bulunma, yardım etme. Başkalarına zarar vermeksizin her türlü zevki tadma, eğlenme… Ritual (Tapınma etkinliği): İç ve dış temizliğe önem verme. Bağlılık-andiçme ve evlilik törenlerinde, inançsal-ruhsal liderleri kutsama toplantılarında şarap ve ekmek kullanma…”

Abu Müslim’le birlikte İran’da başlayan Heterodoks İslam, yani Alevi toplumsal başkaldırı hareketlerini, Batılı İslam araştırmacıları üçüncü dönem ya da Mazdekid halk hareketlerinin üçüncü aşaması olarak değerlendiriyorlar. Aşağıda kısaca incelemeye çalışacağımız ne Sunbat, hatta ne Mukanna ne de Babek al-Hurrami hareketlerini hiçbiri de tam bir Mazdek hareket değildir. Kabul etmek zorunda olduğumuz İslami siyaset örtüsü, bu söylemi engellemektedir. Zaten Engels’in ‘Köylüler Savaşı’ yapıtında dediği gibi,

“Sınıf mücadelelerinin o çağda dinsel nitelik işareti taşımaları, çeşitli sınıfların çıkarları, ihtiyaç ve taleplerinin dinsel perde ardına gizlenmesi işin aslından hiç birşey değiştirmez ve çağın koşullarıyla açıklanabilir… Genel feodalizme (yönetime) yöneltilmiş bütün saldırıların, herşeyden önce kiliseye karşı olacağı, bütün devrimci toplumsal ve siyasi öğretilerin de aynı zamanda ve esas dinbiliminden sapmış mezhepler olacağı açıktır. Ortaçağ boyunca koşullara göre kah mistik biçimde, kah açık mezhep biçiminde, kah silahlı ayaklanma biçiminde ortaya çıkıyordu.” (agy. s. 61-62)

Buradaki sınıfsal mücadeleler de, önderlerin adına bağlı ‘açık mezhep biçiminde’ başlayıp, ‘silahlı ayaklanma biçimine’ dönüşerek, genelde (Mazdek ağırlıklı) heterodoks İslam örtüsü altında sürdürülmüş halk hareketleriydi.

Bu üçüncü dönem Mazdekid hareket İslamın İran’a girişiyle başlıyor, deniliyor. Aslında Sasani krallığının yıkılıp, Halifelik (Ortodoks yönetim) egemenliğinin baskısı kendisini tam hissettirmesinden itibaren başlamıştı. İran’daki halklar baskı ve cizye yüzünden görünüşte İslam olmuşlardı.

Khusrev’in uzun saltanat yılları boyunca Mazdekizme yaptığı ağır baskı ve mensuplarını sürekli takip, onları yeraltına indirmişti. Pratikte İran’ın her yanında İslamın girişini izleyen ilk yüzyıl boyunca, Mazdeklerin varlığı sürmüştür. Özellikle Jibal, Azerbaycan, Khorasan, Sogdiana, Tabaristan ve Gurgan’da olduğu kadar, İsfahan ve Akhvaz’da da bulunuyorlardı. Nizamülmülk, 755’deki Sunbat hareketi sırasında “Jibal ve Irak halkının neredeyse yarısı Rafızi ve Mazdekid idi” derken, aslında ikisini birbirinden ayırmıyordu.

Ehsan Yarshater, ‘Masdakism’ incelemesinin başlarında “Üçüncü dönem Mazdekid hareketler İslam’ın İran’a girmesiyle başlıyor”diyordu. Bir süre sonra düzeltiyor:

“Sasani iktidarının yıkılması ve Zerdüşt tapınaklarının gücünün sürekli zayıflamasıyla Mazdekler yeniden nefes alma fırsatı buldular. İlk yüzyıl içerisinde bunların eylemleri üzerinde kaynaklar susmaktadır”

dedikten sonra şöyle açınımı getiriyor:

“Ancak aşırı Şiilerin karekteristik inanç ögeleriyle sık sık bağlar kurarak açıklamaya girişiyorlar. Şöyle ki: Tanrısallığın peygamberlere ve imamlara geçmesi (incarnation, hulul), ruh göçü inancı (reincaanation, tenasuh), gaybı, geleceği bilme (occultation, gayb), İmamın geri yaşama dönüşü (recat) ve kutsal yazıların, Kur’an’nın içsel (ésotérique, batıni) anlamlarının oduğu ve onlara başvurma inancı Mazdeklerinkiyle aynıdır… Şehristani’ye göre çeşitli isimler taşıyan bu aşırı Şiilerin İslamla ilgisi yoktur, Mazdekid’idiler: Bunlar İsfahan’da Khurramiyya ve Kudakiyya; Rey’de Mazdakiyya, Sunbadiyya; Azerbaycan’da Dhaquliyya; bazı yerlerde Muhammira (Kızılsarıklılar); Transoksiyan’da Mubayyida (Beyaz giyimliler) adlarıyla anılıyorlardı.” (E. Yarshater, agy. s. 1001)

2. Sunbadiyya, Mubayyida-Mukanna (Müslimiyye) Hareketleri

Abu Müslim Şii terminolojisinde bir İmama eşdeğer gösterildiği halde, Müslimiyye genel adıyla onu izleyen daha sonraki yandaşları, Mazdek düşüncesini temel alarak, heterodoks inançlı siyasal ve toplumsal hareket dizisi geliştirdiler. Bunlardan sadece üçü üzerinde kısaca duracağız. Birincisi Abu Müslim’in silah arkadaşı Sunbad’ın başını çektiği hareketti. 755’de Abu Müslim’in öldürülmesi üzerine Rey’de başkaldırmış. Onun ruhunun kendisine geçtiğini ileri sürerek hareketi başlatmıştır. Kendisi Mazdekid; sefahat ve eğlenceyi teşvik eden biri olarak suçlanmıştır. Abu Müslim’in öcünü almak için harekete geçenlere Müslimiyye deniyordu.

“Sunbat’tan sonra İshak al-Turki hareketi ele aldı. Abu Müslim’in Zardüşt tarafından gönderilmiş peygamber olduğunu ileri sürüyor Rey’de saklı olduğunu ve ortaya çıkıp kendilerini kurtaracağını yayıyordu.” (Henri Laoust: Les Schismes dans l’Islam, Paris 1983: 63)

761’de İshak öldürüldüğü halde yandaşları Horasan ve Transoksiyan’da 2 yıl başkaldırı hareketini sürdürdüler.

İkinci büyük Müslimiyye toplumsal başkaldırısı, 777’de Abbasi halifesi Mehdi’ye karşı ayaklanan “Horasan’ın peçeli peygamberi” olarak ün yapmış al-Mukanna’dan geldi. Hareket Horasan’dan Aral’ın batısına kadar genişledi. Mubayyida bölgesinde yaşayan bazı Türk boylarının da içinde bulunduğu Mazdekler tarafından desteklenen Mukanna, 785-6 yılına dek 8 yıl mücadele verdi. Halife ordusu tarafından kuşatılıp yenilince, esir olmamak için kendisini ateşin içine atmıştır.

Mukanna, Narshakhi’nin verdiği bilgilere göre, tanrısallığın bizzat kendisinde görünüm alanına çıktığını söylüyordu. Bu, şöyle bir devridaim (dönüşüm) ile gerçekleşiyor: Tanrısallık ilkönce Adem’e, Adem’den Nuh’a, İbrahim, Musa, İsa’dan Muhammed’e ve Muhammed’en de doğrudan Abu Müslim’e geçiyor; Abu Mülim'den de kendisine. Mukanna, Mazdek’in bütün kurumları ve yasalarının uygulanmasını zorunlu kılmış, eşitlik ve ortakçılığı yaşama geçirmişti. (E. Yarshater, agy. s.1003)

3. Babek ve Babek-Hurremi Halk Hareketi

Abu Surayya’nın başkaldırısı bastırıldıktan sonra, Azerbaycan’da, diğerleriyle karşılaştırılmayacak biçimde gelişen Babek ve yandaşlarının başkaldırı hareketi patladı. Öyle ki, bu büyük toplumsal hareket, Mamun’un (813-833) saltanatının sonuna dek sürecek ve Mutasım’ın (833-842) da başına dert olacaktır.

Babek’in kişiliği belirsizlikler içindedir. Geleneksel söylemlerden bazıları onun asil bir soydan geldiğini, bazıları ise tam tersine halktan biri olduğunu (babasının zeytinyağı satıcısı, anasının keçi çobanı) belirtmektedirler. Yetişmesi ve mesleği hakkında bilgiler (sığır sürüsü çobanlığı, paralı askerler arasında davulcu vb.) karanlık olmasına rağmen, Hurremi lideri Cavidan b. Sahl’ın özgüvenini kazanmış olması önemliydi. Ölümünden sonra da partizanları Cavidan’ın ruhunun onda cisimlendiğine inanarak Babek’i başlarına geçirdiler.

Babek-Hurremi hareketi, yaklaşık beş yıl sürmüş olan Abu Müslim hareketinden sonra, bölgede en uzun süren toplumsal başkaldırı hareketidir. 516 yılından 537’ye kadar 21 yıl boyunca, iki halifeye saltanatlarını kaybetme korkusu yaşatan Babek-Hurremi hareketi üzerinde, idealist bakış açısına rağmen en geniş araştırmayı, Gulam Hüseyin Sadıki, 1938’da bastırdığı “Les Mouvements Religieux Iraniens IIme et IIIme Siécles en İran” (Hicri ikinci ve üçüncü yüzyıllarda İran’daki dinsel hareketler) isimli yapıtının kapsamı içerisinde yapmıştır. Abbasi dönemi tarihçilerinden gelen bilgilere göre, hemen hemen çeyrek yüzyıllık Babek-Hurremi hareketi süresince 550 bin insanın öldüğü söylenmektedir.

Hareket, birçok batılı tarih araştırmacılarının ileri sürdüğü gibi, özellikle İranlıların Arap egemenliğine karşı başkaldırısı değildir. Azerbaycanlı halktan birinin, yani sırtında fıçısıyla dolaşan kandil yağı satıcısının oğlu Babek’i, zamanın nesnel koşulları ön plana çıkarıp, bu kişinin önderliğinde dünyayı değiştirmeye yönelmiş geniş kapsamlı toplumsal ve siyasi bir harekettir. Sadıki’nin kitabını temellendirdiği, İran halkının dinsel hareketleri, yani eski dinlerini geri getirme İslam dinini kovma mücadelesi de değildir. Babek hareketi bizce, ekonomik ve siyasi anlamda “Mazdek komünizmi” (Bu söylem, 1925 yılında A. Christensen’in, monografi biçiminde özel konu olarak incelediği eserinin adını oluşturmaktadır: Le Régne du roi Kawadh et communisme mazdakit) temelli ve Mazdek-Mani-Şaman, Hıristiyan gnostik inanç ögelerini özümsemiş olarak heterodoks İslam (Alevilik) örtüsüne bürünmüş, baskıcı Ortodoks İslam Abbasi halifelik merkezi Bağdad’a yönelen, yani iktidarı devirmeyi amaçlamış, köylü ayaklanmalarının ötesinde, devrimci halk hareketiydi. Bir kere hareketin içinde değişik inanç ve halk toplulukları (Pers, Türk, Kürt, Bizans Rumları, Ermeniler-Paulikienler, Arap, Arami vb.) bulunmaktaydı.

Babek önderliğindeki bu büyük hareketin yüzbinlere ulaşan askeri kuvvetinin kumandanları arasında sağ kolu sayılan Tarkan adında bir Türk; Halife ordusundan ayrılıp 20 bin askeriyle Babek’e katılan Noktay adlı bir başka Türk daha bulunuyordu. Ayrıca Bizans İmparatoru Theophilos’la yaptığı karşılıklı yardım anlaşmasına uyarak, 2 bin Hurremi savaşçının başında gönderdiği bilinen Nasr Theophobos da Babek’in Bizans asıllı kumandanlarından biriydi. 837’de Abbasi Halifesi Mutasım ile Theophilos arasında yapılan Sozopetra (Doğanşehir) savaşında Nasır Theophobos önemli rol oynamıştı. Yine yardımcılarından Marand şefi İsma Kürt ve önemli kumandanlarından biri olan Muaviya da Arap idi. Ayrıca kendisine ve davasına bağlı Tabaristan prensi Mazyar ve Ermeni prenslerinden Sonbat oğlu Sahl da vardı. Ancak sonuncusu ona ihanet etmiş. Kalesine sığınan Babek’i yakalatarak, Halife Mutasım’dan 1 milyon dirhem gümüş ödül almıştır.

Şimdi Collége de France Profesörlerinden Şii-İslam araştımacısı Henri Laoust’dan kaynaklanarak hareketi özetleyelim:

Başkaldırı Bilal Abadh’da, İran’da kıtlık ve otorite boşluğu olduğu, Armenia valisi Hatim b. Khartama’nın bölgede yarı bağımsızlık ilan edip, yönetimi sıkıntı içine soktuğu bir dönem olan 816 yılında başladı. Dağlık bölgelerdeki boğaz ve geçitlerde istihkam kurmuş olan Babekiler uzun süre bütün hücumları püskürtmüş ve kısa zamanda Cibal, Azerbaycan’dan Horasan ve Tabaristan’dan Kuhistan’a kadar birçok bölgeleri etki alanına almıştı. Birçok Abbasi emirinin ordusunu yok etmiş. Kendilerini de esir etmiş ya da öldürmüş bulunuyorlardı. 824’de Bağdad’dan gönderilen Halife ordusu yenilerek geri döndü. Muhammed al-Tusi 829-30’da yaptığı büyük operasyonlar sırasında öldürüldü. Ordusunun döküntüleri geri çekilirken yok edildi. İzleyen yıllar içinde Horasan valisi Abdullah b. Tahir’in Babek-Hurremi’ler üzerine hücumları da başarısız kaldı. H. Laoust bu başarısızlıkları, Halife’nin Mısır’da karşılaştığı güçlükler ve Babekileri destekleyen Bizans İmparatoru Theophilos’la yaptığı savaşlarda aldığı yenilgilere bağlıyor.

İsyanı bastıran halife Mutasım (833-844) oldu. Halife’nin hizmetine girmiş İslam örtülü Mani inançlı (Usrusana) Türk prensi Afşin, günün koşullarında eksiksiz donatılmış büyük bir ordunun başına geçirilerek 835’te Babekilerin üzerine gönderildi. Afşin yetkin bir kumandan olmasına rağmen iki yıl boyunca birçok yenilgi aldıktan sonra, çeşitli savaş hileleriyle Babek’i ele geçirmeyi başarabildi. Önce Babek’in en gözde kumandanı, kendisi gibi Türk olan Tarkan’ı tuzağa düşürüp ortadan kaldırdı. Böylece biri zalim ve baskıcı yönetimin yanında, öbürü mazlum ve ezilen halklarını isyancı temsilcisi olarak iki Türk kumandan karşı karşıya gelmişlerdi. Afşin Ortodoks İslam örtüsü altında ezen egemen sınıfın yanındaydı, Tarkan ise heterodoks İslam örtüsüne bürünüp ezilen sınıfların yanında yer almıştı. Çok değil üç yıl sonra Abbasi halifesi, Babek’i tüm azalarını kestirip gövdesini darağacına astırdığı kentte, Samarra’da, Afşin’in ortodoks İslam örtüsünü kaldırıp, altındaki Mani inançsal kimliğiyle açlığa mahküm ederek zindanda öldürttü. (H. Laoust: Les Schismes dans l’Islam, s.95 vd.)

Anlatıldığına göre, Babek Mutasım’ın önünde eğilip af dilememiştir. Elleri ayakları kesilirken, sağlam kalanıyla fışkıran kanını yüzüne sürermiş. Mutasım, neden öyle yaptığını sorduğunda: “Kendi kanımla boyuyorum ki, yüzümün sararmaya başladığı görülmesin. Zira senden korktuğumu sanırlar” diye yanıtlamış. (H.Hossein Sadıghi, agy. s. 275) Acaba Afşin de, Halifeye hizmetlerinin karşılığı olarak açlıkla ölüme giderken, sararan yüzünü kapatmayı düşündü mü, dersiniz?

“İslam heresiografisi, Babekileri İslam toplumu dışında görme eğilimi göstermektedir” diyor H. Laoust. Doğrudur. Çünkü onlar yönetimin dini olan Ortodoks İslam (Sünnilik) dışında bir İslamı, ezilen halk çoğunluğunun sıkı sıkı sarıldığı Heterodoks İslamı kabul etmiyorlar. Abu Bakr al-Khallal Babekileri, geniş anlamda Hariciler gibi görmekte. Yani ona göre, ellerinde silahlar yasal yönetime karşı başkaldıran ve yeryüzüne karışıklık ve fitne-fesat tohumları ekmiş isyancılar olarak düşündüğü Haricilere benzetmektedir. Öylesine yönetimle özdeştir ki al-Khallal, “Onlarla savaşmak devletin görevidir, demiş; onlara karşı herkim, şahsını, ailesini veya malını-mülkünü savunurken ölürse şehit olur.”

Al-Bagdadi, Babekileri Mubayiya, yani dinsel yasakları kaldırmış; vahiy yoluyla gelen tanrısal yasa ve buyrukları yadsıyan sapkınlar olarak görmektedir. Bu Abbasi uşağı tarihçi, 1030 yıllarında Hudud adlı eserinde, hâlâ gerici dinci kesimin aynı gözle baktığı Alevilere atılan yüz kızartıcı iftiraları ilk yazan adam olarak şunları söylüyordu:

“Babekiler, yaşadıkları dağlık bölgelerinde, kadınlar ve erkekler birarada toplanarak gece boyunca bir tören yapıyor ve içki içip şarkılar söylüyorlardı. Mumlar-çıralar söndürülünce erkekler kadınların üzerine atılıyor ve herbiri istediği kadını yakalayıp, onları aralarında paylaşıyorlardı… Bu topluluklar dağ başlarında ezan okunan camiler bile yapmışlar. Hatta çocuklarına Kur’an öğretiyorlar, ama ne namaz kılıyorlar, ne bir ay ramazan orucu tutuyorlardı. Kâfirlere karşı yapılan Cihad’a (Kutsal savaş) inanmıyorlardı.” (G. Hossein Sadıghi, agy. s.278-279)

Şehristani onları Mazdekilere yaklaştırır. Ona göre tıpkı diğer Hurremiler gibi Babekiler de, aşırı Abu Muslim partizanlarının devamıdır. Tanrısal buyrukları ve görevleri kaldırarak tek kişiye itaatla dini basitleştirmişlerdir. (H. Laoust: Les Schismes dans l’Islam, s.96)

Babek’in inançsal kuramları öz olarak yaşadığı çevrenin sahip olduğu akımlardır. İnancının ana ögesi, bir insanın ruhunun başka birinin vücuduna geçmesi (hulul) dogmasıdır. Bunun ispatı, Cavidan’ın ruhunun Babek’e geçmiş olduğunun onaylanması olarak görülüyor. Cavidan’ın söylediklerini İbn al-Nadim’in Fihrist yapıtından okuyoruz:

“Hurremilerinin şefleri Babek-Hurremi idi. İnandırnak istediklerine Tanrı olduğunu söylüyordu. Hurremiler arasına öldürmeyi, şiddet, savaş ve işkenceyi o soktu; daha önce bunları bilmezlerdi.”

Yani, bu biçim altında Tanrı olduğunu kabul etmelerini istiyordu. Öbür yandan Mazdekizmin ışık ve karanlık ikilemi öz ilkesi de onun doktrininin konusu olduğu da biliniyor.

“Belki diyor Sadıghi, otoritesinin ona insanüstü bir görünüş vermesi, kendisinin dünya ötesi kökenden gelmiş olabileceğine inandırıyordu.” (G. Hossein Sadıghi, agy. s.268-269)

Bizce bu, yukarıda açıkladığımız Mazdekizmin teolojisindeki, “üç elemana hakim olan dört güç, yediler ve onikiler bir kişide toplandığı takdirde o kişi tanrılaşır ve artık dinsel görevlere bağlı kalınmaz” inanç ilkelerinin somut yaşama geçirilmesidir. Görüldüğü gibi, Babekilerin daha önce açıkladığımız proto Alevilerden Sabailer, Mugiriler, Mansuriler, Hattabiler vb. den özde hiçbir farkı yoktur. Fazladan olarak, Mazdek inancının siyasal-ekonomik ve toplumsal ögeleri, ağırlıklı bir biçimde öne çıkmış ve ezilen halkların dünya görüşü olmuş. Tam anlamıyla sınıfsal nitelik kazandırılarak İslam imparatorlukları içerisinde komünistik ihtilallerin leitmotifi görevi yüklenmiştir. Babeki toplumsal hareketi 40-50 yıl sonra Karmati ihtilalleriyle hedefine ulaşacak ikiyüz yıla yakın süren Karmati sosyalistik devletini kuracaktır.

ALEVİLİĞİN İLK YAZILI KAYNAĞI: Ummu’l Kitap

ALEVİLİĞİN İLK YAZILI KAYNAĞI: Ummu’l Kitap

İsmail Kaygusuz

W. İvanow’un verdiği bilgiye göre, Ummu’l-Kitab’ın bilinen en eski versiyonu, St. Petersburg Rusya Bilimler Akademisi Asya Müzesi’ndedir. 1879 yılında Pamir İsmailileri arasında Shughnan’da bulunmuş olan kitap, küçük boyda 210 elyazması sayfalık (folios) ve eski Farsça (Pahlavi) dilinde yazılmıştır. Kitabın ilk baskısı 1914’te I. I. Zaroobin tarafından bu kopyaya dayanılarak yapılmıştır. Bombay’da bulduğu iki kopyanın da yardımıyla W.İvanow, bazı karşılaştırma ve tamamlamalarla Ummu’l-Kitab’ın metnini bütünleyerek önce Revue des Etudes Islamiques(1932, s.419-482)’de ‘Notes sur l’Ummu’l-Kitab’ başlığıyla geniş bir makale, daha sonra 1937’de ‘Der Islam’(Zeitscrift für Geschichte und Kultur des Islamischen Orients)de yorumları ve gramer düzeltmeleriyle birlikte tam metni yayınladı. Özgün kitabı 10 ve 11.yüzyıla tarihlemesine (hatasına) rağmen, içeriğinin İran körfezi çevresindeki Karmati inançlarının yansımaları olduğu ve özellikle kitapta İmam Bakır’ın hocası olarak adı geçen kişinin Abdullah İbn Saba adını taşıdığı yönünde saptamaları oldukça önemlidir. Gerçekte Ummu’l-Kitab’dan sonra dai Mansur al-Yaman tarafından 870’lerde yazılmış Risalat al Alim wa’l Ghulam adlı eserle yakınlığının belirtilmesi geçerli bir önem taşımaktadır.


Ummu’l Kitab’ın yazılış tarihini yukarıda söylendiği gibi İvanow 11.yy.ın başlarına koymakta. Madelung kitabın son biçiminin 12.yy.ın başlarında alındığına inanmaktadır. Henry Corbin ise 8.yy.ın ortalarına kadar indirerek son noktayı koyuyor. Bunları anımsattıktan sonra F.Daftary şunları söylemektedir:

“Gnostik efsane biçiminde düzenlenmiş Ummu’l-Kitab’ın terminolojisi ve kozmogonyasını (Evreninin yaratılış kuramını) inceleyen son bilimsel araştırmalar, (E.F. Tijdens, ‘Der Mythologisch-gnostisch Hintergrund des Ummu’l-Kitab’ Acta Iranica, 16(1977) s.241-526 ve H.Halm, Kosmologie und Heilslehre der Frühen İsmailiyya, Wiesbaden, 1978, s.142-168) Mukhammisa adını taşıyan eski bir aşırı Şii grup tarafından yaratıldığı sonucuna varmaktadır. Bu sonuncuyu, ruhun bir bedenden diğerine geçmesi gibi inancın kuramsal özelliği ve ayrıca kitapta gnostik adı Salsal olan Salman al-Farisi desteklemektedir. Gerçekten Salman ve Abul Hattab birlikte, metinde kutsal bir formül içinde tekrar tekrar zikredilmektedir. Mukhammisa ya da Pendatistler, 8.yüzyılın ikinci yarısında Küfe’de ortaya çıkmış ve Al Kummi’ye göre bir Hattabi gruplardan biriydi. Onların inancında Muhammed, beş farklı kişide, yani Muhammed, Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin’de gözüken tanrının kendisiydi. Ayrıca onun Adem, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa olarak ortaya çıkmış olduğuna, Salman’ın da daima Bab (kapı) olarak yanında bulunduğuna inanıyorlardı…” (F.Daftary, agy.s.100-101)

Aslında Daftary’nin iddia ettiği gibi yeni araştırmalar, Henry Corbin’in Ummu’l-Kitab üzerindeki saptamalarından fazla ve değişik birşey getirmemiştir. Onun bu kitap hakkında verdiği bilgiler ve birkaç yapıtından derlediklerimizi yazmadan önce, W. İvanow’un Ummu’l Kitab’ın anlaşılmasına kolaylık olsun diye hazırlamış olduğu ‘sorular tablosunu’ vermek yerinde olacak. Bunlar, özgün metindeki sayfa numaralarıyla (ayraç içinde) birlikte, kitabın yanıtlarını verdiği, açıklamalarını yaptığı bir çeşit konu başlıkları niteliğindedir:

“Ummu’l-Kitab, giriş söylencesi olarak değerlendirilebilecek kısım ile müritlerinin yanıtlaması için İmam Muhammed Bakır’a yönelttikleri farklı soruların yeraldığı bölümden oluşmaktadır. Yapıtın başındaki bu soruların bazıları, onları ayırtetmeğe gereksinim duyulmayacak kadar birbiriyle yakından ilgilidir. Bunlar evrenin yaratılışıyla ilgili konuları anlatır. Fakat yapıtın ikinci yarısında sorular daha gelişigüzel yeralmıştır. Birinin nerede sona erdiğini ve diğerinin nerede başladığını bulmak daha kolaydır. Böylece referansları kolaylaştırmak için aşağıdaki biçimde bir sorular tablosu düzenlenebilir:

1) Tanrının insan biçiminde görünüm alanlarına çıktığına inanma zorunluluğu (53)

2) Besmele tertibinin simgesel anlamı ve onun Evreni ve Tanrılığı ilgilendiren dolaylı anlatımları (60)

3) Yaratıcı Kişi ve onun sıfatları (77)

4) Tanrılığı aşma kuramının reddi (kabul edilmezliği) ve onun sıfatlarını bilmenin olanaksızlığı (91?)

5) Divanlar, ya da küreler (yıldızlar) arası kozmik ‘saraylar’(96)

6) Evrenin yaratılışı (119)

7) Maddesel dünyanın ve insanın yaratılışı; Tanrının insan (cinsiyle) ile sözleşmesi (167)

8) Maddi dünyadaki zevk-lezzet alanı (225)

9) İnsanın fiziksel yaşamının doğası(233)

10) İrade özgürlüğü (238)

11) ‘Aşure’nin ve 10 rakamının simgeselliği (247)

12) Kuran (250) (ayrıca 27.soru)

13) Düşlerin doğası(256)

14) Ruhların yeniden doğuşu (268) (ve 32.soru)

15) Baytu’l-Mamur (265) (ve 19.soru)

16) Nuh’un gemisi ve peygamberlerin simgeleri (268)

17) Muhammed’in Miracı, Ali’nin Zülfikar’ı ve Kaim(279)

18) Tanrının kaç tane tahtı vardır? (288)

19) Kabe, Baytu’I-Mamur (291 ve 15.soru)

20) Dünya neyin üzerinde durmaktadır?(302)

21) Adem cennetten kovulduğunda düştüğü dünya (yer) hangisiydi?(306)

22) İnsan kalbinden çıkıp yükselen ruhlar (308)

23) Günah ve Necat-kurtuluş (323),

24) Sırat (393)

25) Kıyamet (345)

26) İnsan vücudunda saklı yedi ışık (350)

27) Kuran’ın Sureleri (355) (ve 12.soru)

28) Astronomiye ait düşüncelerin simgeciliği (363)

29) Namazın açıklanması (367)

30) Oruç vb.(370)

31) Ölüm Melekleri (376)

32) Ruhların yeniden doğuşu (386) (ve 14.soru)

33) Hangi ruhlar kurtulur? (388)

34) Ölümden sonra bedenin kendisi nereye gider?(395)

35) Farklı Ademler ya da insan doğasının farklı görünüşleri (406)

36) Adem’in başı gökyüzüne nasıl değer?(410)

37) Bilgin insanlar niçin bazan basit şeyleri anlamazlar?(411)

38) Adem’in elbiseleri (415-419) (Ummu’l-Kitab, ed. W.Ivanow, printed off ‘Der Islam’…Berlin and Leibzig-1937, s.7-9)

IV.5. j) Henry Corbin’in Ummu’l-Kitab Üzerinde Görüşleri, Yorumları ve Kitabın Özeti

8. yüzyılın ruhsal mayalanmasından günümüze pek az metin kalmıştır. Ancak bunlar, antik gnostisizm ile İsmaili inancı arasındaki bağı yeteri kadar duyumsatır. Bu metinlerden en eskisi “Örnek ya da Ana Kitap” anlamına gelen Ummu’l-Kitab’tır. Eski Pers diliyle zamanımıza ulaşmıştır. Bu özgün metin olabileceği gibi, Arapça orijinalinden çevrilmiş de olabilir. Heterodoks İslam olarak proto-Aleviliğin, ya da Corbin’in deyimiyle ilk Şii gnostisizminin ( tasavvuf bilgeciliği, marifetçilik) ilk aldığı biçimi ve bu yöndeki inanç ve düşünceleri katıksız yansıtmaktadır. Kitap İmam Muhammed Bakır ile üç müridi (Abdullah al-Ansari, Cafer al-Jufi ve Muhammed b. al-Mufaddal) arasında geçen bir sohbet olarak sunulur. Egemen ögelerden mistik harfler (Jafr) öğretisi, Gnostik Markos okulundan esinlenmiştir. Bu Hristiyanlık gnostisizmi ile İmamolojinin benzerliğine götürür bizi. (Henry Corbin, Histoire de la Philosophie Islamique, 4.baskı, Paris-1986, s.116)

Ummu’l-Kitab’ın giriş bölümü (Prologos), kutsal İmamın (Muhammed Bakır) çocukluğunu sergiler. Öğretmeni Abdullah ibn Saba (1), ona aritmetik biliminin erdemlerini ve harflerin, yani felsefe alfabesi jafr’ın simgesel değerlerini öğretmek üzere derse başlar. Fakat daha birinci harf olan Elif’de roller tersyüz olur. Bilgisi kısa zavallı öğretmen öğrenci olur, çocuk İmam da onun öğretmeni...Böylece sahnede, Thomas İncil’inde belirtilen ve aynı zamanda Epistula Apostolorum’dan bilinenler yinelenir. Çocuk İmam açıkça ve sade bir biçimde İsa’nın yerine konulmuştur. Onlar arasında, daha önce biçimlendirilmiş gözlemi onaylayan bir olay vardır. Fakat burada zikredilen artık, İncil yasasının gnostik versiyonu değil, bir proto-İsmaili yazarının değerlendirmesi, apocryphes (yazarları belli olmayan kutsal metinler) denilen metinlerdeki içeriğin alınarak işe yarar hale getirilmesidir. (Henry Corbin, Temps Cyclique et Gnose İsmailienne, Paris-1982, s.184)

Bu proto-İsmaili kitabının bir başka karateristik çizgisi, beşler kümesine verdiği üstünlükte görülür. Yani, Evrenini oluşumunu Pentadism’e (Beşler, beşçilik) bağlamaktadır. Büyük sonsuzluktan (doğan) beş ışık, hudutların hududunda göksel Saray(ın bulunduğu) Beyazlık Denizi (Bahr al-bayza) içinde beş renk oluşturuyor. Bu ışıklar(nurlar), aynı ışıktan bir kişinin (şahs-e nurani) görünüşleri (zuhuratı) ve üyeleridir. Dünya insanlığı (bashariya=beşeriyet) planında insan biçimine bürünmüş olan bunlar, Muhammed, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin olarak gözükürler; yani ‘hırkanın altındakiler (ashab al-kisa)’. Bunların tanrısal görünüm alanına çıkma (theophanique) işlevi, aynı zamanda onikimamcı Şiiliğin marifetçiliğinde (dans la gnose) de öncel plandadır. (Kuran’ın 33.suresinin 33.ayetine dayandırılarak Ehlibeyt’in kutsallaştırılması sözkonusudur: Cebrail gözüküp, ‘Ben de siz beşlerin altıncısıyım’ demiştir) Beyazlık Denizi’nin altında herbirinin kendisini farkettirici (krizalit, ateş, kırmızı, zümrüt, viyolet, güneş, ay, lacivert (lapislazuli) ve su gibi) renkleriyle 9 gök (kubba yahut diwan)sıralanmıştır. Herbiri içinde, Beş Kişi (shakhs e-nurani) sırayla, Beyazlık Denizi’nin beş meleği (önce Cebrail, Mikail, İsrafil, Azrail ve Suriel; sonra Akıl, Nefis,Jadd, Fath, Hayal vb.) olarak görünür. Bu theophanique grup, hepsini birleştirici yahut onların Efendisi ve ‘Altıncısı’ gerçek inananın düşünen Ruh’unda (ruh natıqa) beş nurun birleştiği Kalb dünyası (zemin-i Dil) olan bu Küçük Evrene (mikrokosmos) ulaşıncaya kadar tanrısal zuhuru sürdürürler. Bu mikrokozmik gerigelmenin içine kadar beş Işıklar, ‘Üyelerinin’ tanrılaşması üzerine meşhur tartışmaların bir diğer İsmaili örneklemesiyle benzeşim oluşturur. (Manicheizm’de: Beş ruhsal üye ya da beş Shekhina; Işık cenneti Kralının kendini göstermeleri ve konutları; Yaşayan Ruh’un (Spiritus vivens) beş oğlu; Işığın beş elemanı; ilk insan, Hürmüz’ün zırhı ve oğlu; her insanın içindeki beş ruhsal eleman yahut erdem; bütün beşli gruplar birbilerini simgelerler. Pistis Sophia (İnanç bilgeliği) gnostiğinde: Birinci emredici ve ışığın beş sektörü, büyük peygember ve onun beş yardımcısı. Basilid sisteminde:beş hypostases, beş belirgin ve öndegelen kişi..) Aynı şekilde İslami ortamda da beşli tanrısallığın inananları özel bir ad altında kendilerini gösterdiler: Mukhammisa, yani Pentadistler (Beşleri, yani Ehlibeyti tanrılaştıranlar) (H.Corbin, Temps Cyclique.s.185)

Bundan başka bu beş kişiden herbiri, diğerleriyle birlikte kendi bireyselliğinde tamamlanarak ortaya çıkıyordu. Çocuk İmamın öğretmeni Abdullah İbn Saba, başta anlatılan, bu beş tanrısal kişinin peşpeşe vecd halinde zuhurunun tamamlanması olayıyla altüst olur. Herbiri kendi sırasında, tekil olarak birinci kişiyi açıklayarak, diğerleriyle Unio Mystika (mistik birlik) halinde ve her kere aynı zamanda kendi bireysel özelliği içinde konuşur; diğer hepsi de aynı şekilde. Burada belirleyici kategori, tanrısal görünüm alanına çıkışın, tıpkı bir kathenothéisme (tanrısal giysiye bürünme?) gibi işlev yapmasıdır. Bütünün bireyin içinde varolması, özellikle Fatima’nın varlığı ve ayrıcalıklarını görünüme sunduğu terimlerle açıklanır. Bu terimlerin ifade ettiği bir başka plastik illüsrasyon (heykel betimlemesi) vardır ki, bu sahnede vahiy meleği Cebrail, nurdan kubbelere sürgün edilmiş olanlara bir cennet imajı gösterir. Bu imaj Fatima’nın kişiliğidir. Fatima cennette bir taht üstünde oturmaktadır. Kolyesi, kılıcı ve kulağındaki küpeleri Muhammed’i, Ali’yi ve Hasan ile Hüseyin’i simgelemektedir. Bir başka ‘hakim temayı’ burada belirtmek gerekiyor: Salman’ın Salsal (2) adıyla karşıt inançtaki, doğrusu inançsız (antagonist) Azazil ve askerlerine karşı yedi kez verdiği mücadele, ya da yaptığı savaşlar (3). Salman al-Farisi’nin ilk melek figüründe Tanrıya yaklaştırılması, proto-İsmailik gnostik inancının karakteristik bir görünüşünü vermektedir.

İnançsızın adı (Azazil) bile, Henoch kitaplarında geçen Hermon dağı üzerinde toplanan meleklerin başkaldırısını yöneten kimseyi açık bir biçimde bize anımsatır. Buna rağmen, büyük melek Mikail’i birleşmeye ve ihtilale katılmaya çağıran, tanrısal buyuruculuğundan başka merhametten etkilenmiş büyük melekten bir yansıtmayı öbüründen ayırdığı gibi, Henoch (İnclinden) farklı olarak burada mücadelelerin aşama aşama dramasını görmekteyiz. Bu dramanın öncesinde ‘Gökyüzündeki prologos’ vardır. Belirtmek önemlidir ki, bütün kutsal tarih fikri olarak, daha sonraları İsmaili tanrısal felsefesinin (Theosophie) büyük Risalelerini geliştirecektir. ‘Çok Yüce Kralı’ yeniden tanıma ve aynı zamanda Salman’a tapma çifte çağrısına Azazil, aynı meydan okuma ve aynı yadsımayla girişilmiş yedi saldırıyla yanıt verir. Bu yadsımaların herbiri, her ışıktan kubbenin saygıdeğer betimi ve özelliği olan şahane renklerin birine hesabını verir. (H.Corbin, agy. s.186)

Eğer burada Salman’ın, büyük Kıyamet Meleği Mikail’in rolünü üstlendiği söylenebilirse, o zaman kesin bir biçimde belirtmek gerekir ki, Bogomil inancında sunulduğu gibi, Melek Mikail ‘Tanrının oğlu’ olacaktır. Burada Salman gerçekten, bazan örtülü veya açık mutlak Tanrılığı temsil eden büyük göksel prenstir; onun Kapı’sı (Bab) ve Örtü’südür (Hicab). Ama bu deuteros Theos ‘u (ikinci Tanrı), iyi ve yabancı Tanrının karşıtı olan Marcion’nun demiourgosu yasa Tanrısıyla karşılaştırmak da uygun düşmez. Belki sadece, Salman’ın tanrısal açınımı (mazharı) ile bir ilişki kurulabilir. Onun da ötesinde, buradaki Salman’dan bir ‘Anthropos céleste’, yani ‘Göksel İnsan’ yaratma olayı vardır. Tanrı Salman’a hitabeder: “Ey Salman sen benim kapım-eşiğim ve kitabımsın…Sen benim adaletimsin... Sen benim resulum-elçim ve tahtımsın…Sen benim ve ben senin koruman altındayım…Benim ruhum senin örtünle (hicab) görünüm alanına çıkar (Mon Esprit s’epiphanise par ton Voile)…Ben senin Efendi’nim ve sen inananların Efendi’sisin…Sen bütün göklerin ve yerlerin Efendisi, Sultanısın...Ummu’l Kitab, s.172)” Meleklere Adem’e secde etmelerini emreden sadece melek Mikail değildir. Aynı zamanda melekler, bizzat onun (Salman’nın) önünde de secdeye kapanmaları buyruğunu almışlardır. (Ummu’l Kitab, s.143; Kur’an, 7/11) Olay, dönüşümden dönüşüme (devri daimden devri daime) yankısının yeryüzüne çarpttığı (aksettiği) bir dramaya, ‘Gökyüzündeki prologos’ olarak yazılır. Peygamberliğin bütün devrini düzenleyen Yedi Devir (dönüşüm) ile Salman’ın Yedi Savaşımı arasında aynı biçimde zaman birlikteliği ve ilk örnek (archétypique et synchronisme) ilişkisi vardır. Devrimizin şafağında, İblis-Ahriman yersel Adem’e karşı, Azazil’in göksel Adem Salman’a karşı saldırısını tekrar ettirir. Küçük dönüşümlerin herbiri, tam dönüşüm içine kaydolur; herbiri kendi sırasında Azazil-İblis ve onun lanetli takımının varlığını ispatlar (H.Corbin, agy.s.187).

İslamdaki bu esotérisme’in (batıni) hakim figürü Salman kimdir? Ufukların ötesinden gelen, yurdundan uzak bir sürgün; bir yetim ve İmam’ın manevi çocuğu, evlatlık. Tarihsel olarak bir İranlı, Fars ülkesinden Mazda (Zerdüşt) dinine mensup bir atlı savaşçının oğlu; bir dinsel törene katıldıktan ve arkasından sonra hristiyan olan, arkasından gerçek Peygamberin merhametine sığınan biri. Böylece Muhammed’in çevresine gelir ve burada olağanüstü düzeyde (sırada) yerini alır. Muhammed’i eğitip yetiştiren, onun ilk vahiy kayıtlarını (yazılarını) anlamasına yardım eden Salman’dır. O melek Cebrail’in ‘görünüm alanına çıkmış biçimi (forme épihanique), yani Cebrailin yeryüzü insanı biçimi. (Böylece Peygamber Cebrailin özgün biçiminin ışığını üstünde tutabiliyor) Demekki Salman, Muhammed’i yetiştiren sahabesidir. Melek tarafından dikte ettirilen (yazdırılan) yazıların içeriğinin ésoterique (batıni) anlamlarının özel yorumunu (yapacak) bilgi (gücü) sınırlıdır; yani bu durum, Melek tarafından getirilen vahiylerin bildirimini ve geri alma-ricatları? (les récurrences) göstermekle ilgilidir. ‘Beş manto kişisi, Ehlibeyt’in yanında ‘altıncı’sının yerine, melek Cebrail’e alternatif olarak da Salman geçer. (agy. s.138-140)

Ummu’l Kitab’ın yazarı, sonuçta tevhid’in (birlik) batıni anlamını karıştırdığı terimlerle açıkladığı bu dramaturgie’sinden çıkan mükemmel bir bilince sahip: Azazil, Salman’a karşı, bütün göklerin ötesindeki, ne sıfatı ve ne de niteliği olan şekilsiz bir Tanrıyı yardıma çağırıyor. Bu öyle bir Tanrı ki, kendini hiçbir kişide görünüm alanına çıkarmaz. (Ummu’l- Kitab, s.147) Fakat, İmam Muhammed Bakır’ın “Hu Allah” demenin, Tanrıyı göstermek olduğunu söyleyerek öğrettiği gibi, Salman’ın ışıktan kişiliğinde beş kez tanrısal açınımda (mazharın) özetlenen başka bir pozitif içeriğe sahip olabiliyor. Salman ‘yaratılmadan varolan (incrée)’ yüce tanrısal mazhardır (na-aferida, na-mahluk:Ummu’l Kitab, s.252) .

Tanrı görünüm alanına çıkmaksızın, kendisine hiçbir tapınma buyuramıyacak kadar saf bir belirsizlikten ibarettir. Eğer tanrısal görünüm olarak varlık alanına çıkmak kaçınılmazsa, nesnel bir yeniden doğuş (incarnation materielle) planında değil, Salman’ın büyük meleklik planında zihinsel görüşe (la vision mentale) sunulmuş insanbiçimli (anthropomorphose) biri olarak tamamlanır. Eğer Tanrının varlık alanına çıktığı kişiye (tanrısal mazhara) tapınmak isteniyorsa, bu kişi tanrılığı reddettiği içindir. Azazil’in başvurusu, sadece bir bilinmezliğin soyut bir tanrısallığa başvurmasıdır. Ki bu tanrısallık, onu saydamlaştıran bütün örtünün özelleşmesidir. Bunu, genel inanca aykırılık olarak(paradoxe) algılayan bağnaz ortodoks din inancı Allahsızlık inkarcılığıyla birleştirir. Zira tek tanrıcı dogma, tanrısal açınımı (mazharı) redderek, bu örtünün saydamlığını kaldırır. Onunla, örtüsüne uygun gelen söylemlerin-vaızların Tanrı’ya ulaştığına inanarak, epifanize edilen (görünüm alanına çıkartılan) tanrısallığı karıştırır. Tanrısal mazharların anlam ve gereksinimi, İsmaili gnostisizminde bu ‘Göksel prologos’ tarafından yükseltildi…

Son olarak Ummu’l Kitab risalesinin sonuna doğru verilen bir görüşü daha belirtmek uygun görünüyor. Böylelikle yeniden ‘Henoch’un kitabı’ ile birleştirmemize izin veriliyor. Bu sonlama, daha önce belirttiğimiz mikrokosmik ilişkiyle gösterilir; yani, kurtarıcıyla kurtarılan ruhlar arasındaki özün kimliğiyle. Aynı zamanda İmam’a atfedilen Roshanian, yani ışıktan varlıklar aynı kökenden ve onun ‘Üyeleri’dirler.

Müritler-talipler, yola giriş töreni sırasında, her gnostique (arif kişi) sırayla, büyük melek Mikail ve Göksel insan görünüşlerini üstlenmiş olan Salman olmaya çağırıldıklarını (4) öğrenirler. Çünkü onun beş nurlu ve ‘Bin isimli Melek’ olan Ruhu Natıka’sı, sadece Misrokosmos (Küçük Evren) Salman’dır (Salman-i alam-i kucak-sagir: Ummu’l Kitab, s.392-393). Kuşkusuz bu onlar için, Henoch’un ‘İnsanoğlu, bu sensin!’ (I Henoch, 71,74) diye öğrendiği kadar sarsıcı bir vahiydir. (Henry Corbin, temps Cyclique, s.189)

(1) Henry Corbin’in, Ummu’l- Kitab’ın nüshalarından bazılarında geçen Abdullah Sabbah adını benimsemesi, kitabın tarihlemesi üzerindeki tutarlığıyla çelişmektedir.Yukarıda değindiğimiz W. İvanow’un, başka bir nüshada İmam Bakır’ın öğretmeni olarak Abdullah İbn Saba adını okuyup, doğrusunun bu olduğunu saptaması bizce önemli bir gerçekliktir. Nizari İsmailileri arasında kuşaktan kuşağa aktarılarak zamanımıza ulaşmış olan bu nüshalarda Abdullah ibn Saba’nın, 12.yy. Alamud İsmaililerinin büyük önderi Hasan Sabbah adına benzetilerek, Abdullah Sabbah’a dönüştürüldüğü açıktır. Özgün metnin Abul Hattab çevresinin yazmış olduğu Ummu’l-Kitab’da, Heterodoks İslamın, yani Alevilik inanç ve düşüncesinin atası sayılan Abdullah İbn Saba’nın öğretmen olarak adının geçmesi kadar doğal bir olay olamaz. Zaten 8.yy.da İmam Bakır, İmam Cafer ve oğulları (İmam İsmail ve arkasından İmam Musa Kazım) çevresinde çeşitli adlar altında yükselen ve İslam dışı inanç ögeleriyle geniş felsefi açınımlar kazanmış bu proto Alevi hareketleri, Sabailiğin devamı ve ilerlemiş biçimlenmeleriydi.

(2) Şah İsmail Hatayi’nin, Oniki İmamları, özellikle Ali’nin çok sayıda kerametleri ve Salman’la ilişkilerini anlattığı 36 kıtalık nefesinde Salsal adı da geçmektedir. (İbrahim Arslanoğlu, Şah İsmail Hatayi ve Anadolu Hatayi’leri, İstanbul-1992, s.348-352) Bu şiir, Yemini’nin 1519 yılında yazmış oldu Faziletname ‘nin bir çeşit özeti durumunda. Eline verilen gürz ile savaşçı özellikleri tanımlanan kıtada, Salsal’ın arkasında Ali’nin bulunduğu ve ondan buyruk aldığını görüyoruz:

Cebbar’ı Ensar’ı koydu furuna

Hiçbir zarar getirmedi serine

Salsal’ın gürzünü verdi eline

Allah medet ya Muhammed ya Ali

Ayrıca Salsal’ın çok değişik bir yorumuyla karşılaşıyoruz. Aynı kaynaktan olduğu anlaşılmasına rağmen, çok farklı inanç ve anlayışın yorumu gibi gözüküyor. Bilginin İmam Bakır’dan aktarılmış ve yaratılışla ilgili olmasından bu kanıya varıyoruz. “İmam Bakır’a göre, insanlığın babası olan Hz.Adem’den önce binlerce insan dünyaya gelmiştir” biçiminde nesnel olduğu kadar bilimsel bir yaklaşımı, “Bu rivayet ve açıklama Adem’in sonradan yaratıldığına engel teşkil etmez’ diye yorumlanıyor. Sonra Elmalılı Hamdi Yazır’dan (Hak Dini Kuran Dili C.5, İstanbul-1960, s.3058-3059) aşağıdaki yaratılış öyküsü anlatılıyor: “Yeryüzünde eşref-i mahlukat olarak bilinen insan, önce Salsal denilen sonra da özel şekle sokulup, insan mayasını teşkil eden Hame-i Mesnun yapılmış, bunu müteakıben insan yaratılmıştır. Salsal su ile karıştırıldıktan sonra süzülüp, kara çamur haline gelen toprağın kupkuru halini gösterir ki, özelliği itibariyle bu maddede canlılık düşünülmez. Salsal deyiminin kullanılması, insanın arzdan bir tabiat eseri olarak dünyaya gelmesinin mümkün olamıyacağını tam bir açıklıkla anlatmak içindir. Çünkü tamtakır ve kuru bir çamurun özelliği, hayata tam anlamıyla zıttır. Hame-i Mesnun, insan tohumu olan nufte’nin kendisidir” ( Ali Divanı, Tercüme ve şerheden Müstakimzade Süleyman Saadeddin Efendi-Günümüz Türkçesi: Şakir Diclehan, İstanbul-1982, s.3 vd.)

(3)Salsal’ın Azazil (Şeytan) ile yaptığı kavgalardan Kaygusuz Abdal’ın esinlendiğini görüyoruz. Kaygusuz Abdal’ın Kitab-ı Miglate (Hedefini bulan okun kitabı) adlı yapıtının 1501 tarihli Marburg nüshasında, çeşitli kötülük gösterileri içinde, Şeyh kılığıyla mana aleminde karşısına çıkan Azazil-Şeytan’la dokuz kez savaşım verdiğini görmekteyiz. Ummu’l Kitab’daki ‘Göksel Adem, yersel Cebrail’ Salsal’ın (Salman) yerini Rum dervişi Kaygusuz almıştır. Onun ikinci ve üçüncü savaşımdan iki kısa betimleme geçelim:

“ … ‘Ya Şeyh! yine mi geldün bunda?’ dir. Şeytan kakıdı. Tiz asasun çeküb dervişün üstüne yüridi…Peygamberler tuş tuş söyleşirler ki ol miskin derviş zaif ve naiftir. Koman anı şeytan şimdi öldürür dirler. Bunlar bu sözde iken derviş heman gayretlendi. Arkasından kepenegün çıkardı. Şöyle kodı. Heman ilerü yürüyüp hamle kıldı, el sundı. Şeytanı muhkem tutdı. Ol galebe divan içinde şeytanı basdı. Peygamberler şad oldılar. Dervişe divan kıldılar. Hazeran aferin dediler. Şeytan feryad eyledi. Derviş anı salıverdi. Kepenegün arkasına giyüb geldi oturdı.. Muhammed Mustafa dervişe eydür: ‘Eyü urdın derviş, sen anun hakundan geldün’. Derviş eyitdi: ‘Ya Resula’lah kimesnem yokdur. Garibem, karnum dahı aç. Resul Hazretleri buyurdı. Derviş’e ta’am getürdiler. Yidi karnun toyırdı. Ol demde uykudan benilledi. Uyanıgeldi...Düşidir. Yalnız kendünden gayri kimesne yok. Bu beyti didi:

Cümle aleme sultan ben oldum

Saadet gevherine kan ben oldum



Ben ol bahr-i muhitem her gönüle

Veli bu suret-i insan ben oldum



Suretümi gören dir ki ademdür

Surette sıfat-ı Rahman ben oldum”

“…Derviş’e yine uyku havale oldı yatdı. Yine meclis yine yerlü yerünce…Derviş şah Ali’yi gördi. Elin öpüp eyitdi: ‘Ya Şah! Ol şeyh benümle katı savaşdı. Kanı ol şimdi, kanda gitdi?’ dir. Nagah ol demde Şeytan çıkageldi. Derviş gördü ki ol herifdür…Şeyh dahi gördi. Derviş gelür, eyitdi: ‘Bu ne beladur ki ugradum’ dir. Derviş kepenegün çıkardu, şöyle kodı. Şeytanın üzerine hamle kıldu. Şeytan dahı buna karşu geldi. Birbiriyle cenge durdılar. Cümle peygamberler turup bakarlardı…”

Derviş Şeytan’ı kaçırdıktan sonra Şah Ali ile Uçmag’ı(Cennet) dolaşırlar. Sonra şu beyitleri okur:



Hak’a minnet canum külli nur oldu

İçüm taşım nur ile mamur oldu



Uyandı devletüm gaflet habından

Bir ile külli varlıgum bir oldu

“Bunu didi. Derviş gözün açub baktı. Gördü ki, yerde gökde her ne mahluk ve cemi eşya ki var, cümle fasih kelam ile (açık sözle) söyler. Derviş bu kez bunı böyle söyledi:



Hak’a minnet ki Hak cümlede mevcud

Kamu şeyde görinen nuru Mab’ud



Ne kim vardur heman nur-ı tecelli

Ticaretde kamusu buldılar sud (kazanç)” ( “Kitab-ı Miglate”, Kaygusuz Abdal’ın Mensur Eserleri, Hazırlayan: Doç.Dr. Abdurrahman Güzel, Ankara-1983, s.75-129; 89-91)

(4) Alamut İsmaililiğinde II. Hasan el-Zikr üs-Selam’ın (Ö.1166) ilan ettiği Büyük Kıyamet (Yeniden Diriliş) döneminin ilkelerini içeren Haft bab-i Baba Sayyidina kitabında Kaim el-Kıyamet, Zülkarneyn ve Hızır ile özdeşleştirilen İmam Ali’dir. Bir başka deyimle, Ali ile zamanın İmamı özdeşleştirilmiş ve inananları kendisine bağlı olanları, gerçekten Ali’nin ruhunu onda, kendilerini de Salman ruhu içinde görüyorlardı. ( Farhad Daftary, “The Ismailis: their History and Doctrines” (London, 1990, s.394) Görgü Cemlerinde çalınıp okunan Şah Hatayi’nin nefeslerinde n bir Düvaz İmam’da, talibi ‘Salman olmaya’ çağırması da Ummu’l Kitab ve Haft bab-i Baba Sayyidina’daki ve inanç ve anlayışın onaylayıcı bir kanıtıdır:

Muhammed’i candan sevki

Ali’ye Salman olasın

Ehlibeyt’e gönül verki

Ali’ye Salman olasın



Muhammed’i hazır bilki

Canı Hak’ta hazır bilki

Her gördüğün Hızır bilki

Ali’ye Salman olasın



Muhammed’e gönül katki

Cahd edip rehbere yetki

Bir gerçekten (mürşid) etek tutki

Ali’ye Salman olasın



Hasan ile girdim Cem’e

Hüseyin sırrını deme

Musahibsiz lokma yeme

Ali’ye Salman olasın

….

Hatay’im özünü ırma

Bir gerçekten sözün ırma (ayırma)

Her ademe sırrın verme

Ali’ye Salman olasın

SAFEVİ DEVLETİ

SAFEVİ

Safevi, büyük Alevi önderi Şah İsmail’in 1501’de kurduğu devletin adıdır. Safevi adı Şah İsmail’in atası olan Şeyh Safiyeddin’den gelir. Şeyh Safiyeddin Safeviye tarikatını kurmuştur. Bu Alevi örgütlenmesi özellikle Batı İran’da ve Azerbaycan’da gelişmişti. Safevi devletinin kurulmasına, gelişmesine önderlik eden Şah İsmail’dir. Dolayısıyla Şah İsmail’in yaşantısı, önderlik gücü, yetenekleri bilinmeden Safevi devletinin nasıl kurulduğu ve o günün koşulları bilinmez. Şah İsmail’in babası Şeyh Haydar’ın şehit edilmesinden sonra Safeviye tarikatının önde gelenleri tarafından yıllarca sürecek bir eğitime tâbi tutuldu. Bu gizlilik içinde süren bir eğitimdi. Şah İsmail 15 yaşında ortaya çıkarak babasının ve atalarının intikamını almak için çalışmalara başladı. Bu çalışmalar var olan Safeviye çalışmalarıyla birleşince Şah İsmail 1501’de Tebriz’i Akkoyunlular devletinden aldı. Böylelikle tarihte Alevilik adına olumlu bir sürecin başlangıcı ilan edildi. Bu ilan edilen; yıllardır ezilen Alevi inancının resmi anlamda ilk defa bir devlet inancı olmasıydı.

Şah İsmail 1501-1510 yılları arasında Safevi devletinin sınırlarını genişleterek Musul ve Bağdat gibi merkezi yerleri de Safevi Devleti sınırları içine aldı.

Şah İsmail’in Hakka yürümesinden (1504) sonra yerine oğlu 1.Tahmasp geçti. Tahmasp, Safevi Devlet örgütlenmesini güçlendirmeye çalışırken babası gibi Osmanlı Devleti’nin saldırılarına maruz kalıyordu. Bu dönemlerde bir çok defa savaşlar çıktı. Bazı önemli merkezler sık sık el değiştiriyordu.

Safevi Devleti tarihinin önemli bir önderi de 1.Abbas’tır. 1.Abbas (doğumu 1588, Hakka yürümesi 1629) orduyu yeniden düzenledi. Kültüre, bilime, sanata, mimariye büyük önem verdi. Bu dönemde başkent İsfahan bu gelişmelerin merkezi oldu. Yine bu dönemde Safevi sınırları Afganistan içlerine kadar genişledi. Safevi Devleti’nin yönetimi bu genişlemeden sonra zayıfladı. Yönetimi eline alan Nadir 1736’da şahlığını ilan ederek bir dönemin kapandığını ilân etti. Kısaca belirtmek gerekirse; Safevi Devleti Alevi tarihi açısından önemli bir dönemi temsil eder. Safevi Devleti kesinlikle ırka dayalı bir devlet modeli değildi. Bu anlamda Safevilerin etnik kimliğini kullanmak isteyenler olayları çarpıtmışlardır. Safevi devleti Alevi inancının resmi olarak tanındığı , gelişmesinin desteklendiği, hatta örgütlendirildiği bir devlettir, önemi de buradadır.

FATIMİLER DEVLETİ

FATIMİLER DEVLETİ

Adını Hz. Muhammed’in kızı, Hz. Ali’nin eşi, İmam Hasan ile İmam Hüseyin’in annesi olan Fatma’dan alan Fatımiler Devleti* (909-1171), Fas, Cezayir, Tunus, Mısır ve Suriye’de egemenlik kurdu.

Fatımilerde kesin bir Ehlibeyt bağlılığı vardır. Fatımiler daha çok Aleviliğin İsmailliye koluna bağlıdırlar.

Fatımilerin çıkış noktası Abbasi egemenliğinin olduğu yıllara dayanmaktadır. Bu yıllarda Abbasi iktidarı Alevileri eziyordu. Fatımiler, Abbasi egemenliğine karşı muhalefeti örgütlüyordu. Ne gariptir ki; Abbasi egemenliği Alevilerin sayesinde iktidara gelmişti. Kanlı Emevi iktidarını Aleviler yıkmıştı. Abbasiler iktidara geldiklerinde Ehlibeyt taraftarlarına yani Alevilere baskı uygulamayacaklarını, onların inançlarını özgürce yaşamalarını sağlayacaklarını vaat ediyorlardı. İktidara gelince Emevi iktidarındaki baskı ve zulüm aynen devam etti. Aleviler bu zulme karşı örgütlenmeye başladılar. İşte bu örgütlenme Abbasi iktidarının gözünden kaçmadı. Bunun üzerine Alevilerden bir kısmı Kuzey Afrika’ya ve Yemen’e yöneldiler. Bunlar daha sonra Fatımiler adını alarak bütün Kuzey Afrika’da bir Fatımiler Devleti kurdular. 340 yıla yakın bir dönem iktidar olan Fatımiler, egemenlik alanına İtalya’nın Sicilya bölgesini de kattılar.

Fatımiler Devletinde salt inançsal anlamda gelişmeler olmadı. Bununla beraber günümüzde dahi büyük öneme sahip olan El-Ezher Üniversitesi de dahil olmak üzere bir çok olumlu gelişme yaşandı. El-Ezher Üniversitesi günümüzde Sünni inancın en yoğun öğretildiği merkez olarak ta bilinir. Bu da kaderin garip bir cilvesi olsa gerek. Yine Kahire kentini Fatımiler kurmuşlardır.

Kısaca belirtmek gerekirse...

Fatımiler Alevi inancın gelişmesine öncülük etmişlerdir. El-Ezher Üniversitesi örneğinde olduğu gibi bilime önem vermişlerdir. Ama ne yazık ki; Fatımiler Devleti’nin yenilgiye uğramasından sonra bu kazanımlar ya yok olmuşlar ya da diğer inançlara hizmet edecek hale getirilmişlerdir. Günümüzde Kuzey Afrika topraklarında Fatımilerin izleri olmakla beraber bu izler çok zayıf görünmekteler.

(*= hanedanı)

BABAİLER İSYANI

BABAİLER İSYANI NASIL GELİŞTİ

Alevi tarihi bir isyanlar, başkaldırmalar tarihidir de. Aleviler tarih boyunca hep zulüm edenlere karşı isyan etmiş, ayaklanmışlardır. BABAİLER isyanı da bu şanlı başkaldırı zincirinin onurlu halkalarından biridir.

Adını Baba İLYAS’tan alan bu ayaklanmanın etkileri yıllarca sürdü. Babailer isyanı Selçuklu devleti için olduğu kadar Aleviler için de önemli bir tarihsel süreçti. Selçuklu devletinin etkinsizleşmesinin sebebi bu şanlı isyandı.

Baba İlyas ve Halifesi (yardımcısı) Baba İshak Anadolu toprakları üzerinde hüküm süren Selçuklu devletinin politikalarından bıkan, vergilere tâbi tutulan, gittikçe yoksullaşan halk kitlelerinin doğal önderi olmuşlardı.

Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, halk üzerindeki baskılarını artırıyordu. Adaletsizlik ve zulüm Anadolu’yu sarmalamış durumdaydı. İşte böyle karanlık günlerde Baba İlyas, günümüzde dahi önemini koruyan hakçı düşüncelerini Anadolu insanına anlatıyordu. Baba İlyas ve ardıllarının düşüncelerini kısaca özetlemek gerekirse: Baba İlyas’a göre Tanrı sevgisi, dinin katı kurallarıyla sağlanamazdı. İnsan ancak kendi gönlünce bu sevgiyi yaratabilirdi. Toplum kadın-erkek ayrımının olmadığı, tüm bireylerin (kadınıyla-erkeğiyle) eşit olduğu bir bütündü. Ama Selçuklular ve onların egemenliğindeki beylikler böyle olması gereken bu tanrısal düzeni kendi çıkarları için bozmuşlar ve bir adaletsiz zulüm düzeni kurmuşlar. Oysa asıl amaç bütün insanların kardeşçe, barış içinde ve beraberce üreterek yaşamaları olmalıydı.

Baba İlyas’ın bu düşünceleri değil 13 asırda, günümüzde dahi insanların özlem duyduğu istemlerinin dile gelmesiydi. Nitekim Babailerin şiarı olan "yarin al yanağından gayrı her şeyde eşitlik" sloganı aradan geçen bu kadar zamana karşın hâlâ güncelliğini koruyor.

1239 yılında Selçuklu sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, ansızın birliklerini insanlığın özlemlerini dile getiren Baba İlyas’ın üzerine sürdü. Ve böylece ayaklanma başladı. Saldırıların başlamasıyla Baba İshak Anadolu’nun dört bir tarafına ayaklanın çağrısını yaptı. Babailer ilk etapta Elbistan, Sivas daha sonraki aşamalarda Amasya ve Kayseri’yi aldılar. II. Gıyasettin Keyhüsrev başkent Konya’yı terk etmek zorunda kaldı.

Baba İlyas’ın Amasya kalesindeki şahadetinden sonra çatışmalar şiddetlendi. Babailer Kırşehir’e yöneldi. Bu arada Selçuklu ordusu toparlandı ve paralı Frenk askerlerini de yanına alarak inisiyatifi ele geçirdi. 1240’ta Baba İshak Amasya’da asılarak şehit edildi ve Babailerin büyük çoğunluğu kılıçtan geçirildi.

Babailerin düşünceleri daha sonraları Hacı Bektaş Veli başta olmak üzere bir çok kimselerin düşüncelerini şekillendirerek yenilmediğini kanıtlamış oldu.

Alevi isyan tarihinden...NUR ALİ HALİFE AYAKLANMASI

Alevi isyan tarihinden...



NUR ALİ HALİFE

AYAKLANMASI





Nur Ali Halife isyanı Osmanlı yönetiminin iktidar kavgasında olduğu bir döneme rast gelir. 2. Bayezit iktidardan uzaklaştırılmış, Yavuz Selim kardeşlerine karşı iktidar için savaşım vermektedir. Şehzadeler arası savaşımla birlikte bürokraside şehzadeler içerisinde taraf tutarak iktidarda kalmak veya iktidara gelmek için savaşım veriyordu. Yavuz her türlü karşıtlığın üstüne şiddetle gidiyor ve boyunduruk altına alıyordu. Öteden bir köylü -Alevi- Türkmen ayaklanması olan Şahkulu isyanı yeni kanla bastırılmıştı, ama olaya kaynaklık eden nedenler ortadan kaldırılmamıştı. Şahkulu olayından sonra yer yer Alevi -Türkmen- köylü kesim eylemler içerisindeydi. Nur Ali Halife 1512'lerde Tokat, Amasya, Çorum ve Yozgat yörelerindeki yoğun Alevi kitlelerinin başına geçti.

Nur Ali Halife Şah İsmail'in halifesiydi. Nur Ali ayaklanmayı Koyulhisar'da

başlattı. Çevresine 3 - 4 bin süvari toplamıştı. Niksar'ı alarak Tokat'a geçti. Üzerine gönderilen Faik Paşa güçlerini yenerek Tokat'ı aldı. Şah İsmail adına hutbe okuttu. Yöredeki Avşar, Varsak, Karamanlı, Turgutlu, Bozoklu, Tekeli ve Hamideli'li aşiretler Nur Ali'ye katıldılar. Kısa zamanda 20 binin üzerinde gücü oldu. Tokat'taki Şehzade Ahmet, Sinan Paşa'yı isyanı bastırmakla görevlendirdi. Sinan Paşa 2 bin askeriyle birlikte öldürüldü. Ayaklanmacılar Sivas'ı kuşattılar. Bu arada Şehzade Murat Kızılbaş oldu. Başına törenle kızıltaç takıldı. Tokat kenti ayanı Şah İsmail adına hutbe okuttu. Şehzade Murat 10 bin Kızılbaşla Kazovada Nur Ali Halife'yle birleşti. Ne varki Şehzade Murat sonradan askerleri üzerinde denetimini yitirdi. Nur Ali Halife ise Sivas, Amasya ve Tokat yöresinde toplanan Alevilerin çoğunun İran'a geçmesini sağladı.

Osmanlı Devleti, Nur Ali Halife'nin üzerine Bıyıklı Mehmet Paşa'yı gönderdi. Nur Ali Halife 20. 07. 1512'de Göksu'da yapılan çarpışmada yenildi.

Nur Ali, savaşta kadızade hoca bey diye biri tarafından şehit edilmiştir. Bıyıklı Mehmet Paşa, Nur Ali'nin başıyla birlikte İstanbul'a 600 Kızılbaş burnu göndermişti.

Her ne kadar Nur Ali şehit edildiyse de isyan eylemi başarıyla gerçekleşmiştir.

23 Eylül 2010 Perşembe

Sembolik, ha? -Ece Temelkuran (Habertürk)

Sembolik, ha? -Ece Temelkuran (Habertürk)
15 Eylül 2010 -

YEKTEN girelim:
12 Eylül darbesi hiç de “sembolik” değildi, yargılaması da sembolik olamaz. Yani iki-üç ihtiyarı birkaç kez duruşma salonuna getirmekle bitecek bir işten bahsetmiyoruz. Ha o iki-üç ihtiyar duruşma salonlarına getirilip sanık koltuğuna oturtulmasın mı? “Akıttığın kadar kanın aksın” demişim paşaya, istemez miyim! Bunu Türkiye’de doğmuş, zorunlu din derslerine maruz bırakılmış, asker gibi yetiştirildiğimiz ilkokullardan liselerden geçmiş, kaz kafalı, faşist öğretmenlerin tezgâhında isyan etmiş, anası- babası korkutulmuş, ağlatılmış, kahredilmiş her 12 Eylül çocuğu kadar isterim. Kim bilir sevdikleri ve kendileri zulme uğramış insanlar neler hisseder, o paşaları o sanık koltuklarında görünce. İnsan tuhaftır; acı yeterince demlendiğinde intikam o kadar tat vermez. Ama adalet, sakin, ferah, tatlı bir çizik bırakır kalpte. O sakin, tatlı çiziğe değer bu hesaplaşma. Bin kez değer. Acır mıyım? İhtiyarlar diye kalbim yumuşar mı? Hiç! Sıfır! Neden söyleyeyim: İnsan, yaş aldığı için kendiliğinden daha kıymetlenmez. Örneğin, bir alçak, ihtiyarladığı zaman sadece ihtiyar bir alçaktır! Yaş almak insanı otomatikman daha az alçak yapmadığı gibi günahlarını da temizlemez. Yani ihtiyarların gençlerde yarattığı acıma duygusu da merhamet değildir. Yani kimse bu keskin cümleler için beni merhametsizlikle de suçlayamaz, suçlamasınlar.

Arzu mu?
Gelin görün ki buna rağmen mesele iki-üç ihtiyar meselesi değildir. Bir toplumun topyekûn kendisiyle yüzleşmesine vardırılması gereken bir süreç için yola çıkmaktan bahsediyoruz. Yani referandum sürecinde köpürtülmüş, “Ah biz aslında darbeden ne çok gıcık almıştık” cümlesinin kalabalıklar tarafından terennüm edilmesiyle geçiştirilecek bir şaralopla tatmin olacak değiliz.
Önceki gün ilk suç duyuruları başladı. Ümit edelim ki bu süreç bölük pörçük birkaç mağdurun ellerinde dilekçelerle mahkeme kapılarının önünde beklediği değil, Ergenekon davası kadar azametli bir dönemin başlangıcı olsun. Şimdilik daha ziyade “semboliğe” bağlanmış bir söylemle karşılaşıyoruz.

AKP Genel Başkanı Yardımcısı Salih Kapusuz önceki gün bir açıklama yaptı. Savcıları göreve çağırdı, kendilerinin savcıların yargılama işini başlatması “arzusunda” olduğunu söyledi. Referanduma giden süreçte en büyük siyasal argümanı, “12 Eylül’ü yargılayacağız” olan bir siyasi hareketten arzunun ötesinde bir kararlılık bekliyoruz doğal olarak. Üstelik mevcut yasalarla bu yargılamanın akıbeti son derece bulanık. Bu bulanıklığı netleştirmek, bir zahmet, hükümetin işi. Eğer bu süreci ciddiyetle ele alacaklarsa, işte burada yazıyorum, saçmalaşmaya başlamadan önce Kürt açılımında nasıl yaptıysam yine tam destek vereceğim.

12 Eylül ne yana düşer usta?
Öte yandan referandum öncesinde yazdığım gibi evetçiler, hayırcılar, boykotçular olarak hepimizin asli sorumluluğu şu: 12 Eylül’ü yargılama sürecinin sulandırılmasına izin vermemek. Şimdi siyasal mücadelenin tansiyonu bir süreliğine düşmüşken, bu devasa yükün altına girme sorumluluğu gündemin kenarına itelenebilir gibi görünüyor. Buna izin vermemek önümüzdeki dönemde en esaslı meselemiz olmalı, olacak.

Ama tabii düşünüyor insan:
Gece sokaktan arabalar geçiyor. İçlerindeki genç erkekler korkularını abartılı bir coşku ayiniyle örtüyorlar:
“En büyük asker bizim asker!”
Bu 12 Eylül değil mi işte? Her birimizin içindeki polis korkusu, bütün çocuklarımızın ezberlemek zorunda kaldığı tuhaf, militer şiirler... Haydi onu da geçtim. Ya zorunlu din dersleri? 12 Eylül değil mi o? Sendikaların bugünkü durumu? Memurlara siyaset yasağı? Üniversite öğrencilerine yapılan zulüm? Siz biliyor musunuz mesela, 12 Eylül’de memurların saçının alabros kesim olması için bütün berberlere emir gittiğini? Bugün Türkiye’de bütün erkeklerin bir örnek kafalarının (!) olmasının sebebinin hâlâ o günler olduğunu ve bir çocuğun geçen gün saçı biraz uzun olduğu için öldürüldüğünü? Tuvaletlere fayans kaplanma zorunluluğunun 12 Eylül’de sırf fayans üreten fabrikanın başında bir paşa olduğu için, o paşa zengin olsun diye getirildiğini? Daha neler neler neler...
Sorumlular ha?! O zaman sendikacıların öldürülmesiyle sonuçlanan olaylarda “Allah adına” grev kırıcı olarak İslamcı gençleri ne yapacağız mesela? Komşusunu ihbar edenleri? Birkaç alçağı yargılayarak bütün alçaklığı yargılamak mümkün mü? 12 Eylül’ü yargılayalım ha? Yargılayalım tabii. Herkes baksın iç çamaşırlarına, beyninin kıvrımlarına... Bu kadar kirli çamaşır nerede yakılacak, düşünsene!

Haydi başlayalım yargılamaya. Herkes cevap versin o zaman:
12 Eylül günü neredeydiniz? O geceyi nerede geçirdiniz?
Bir Nürnberg istiyorsanız sonuçlarına hazırlıklı olmalısınız. İstiyor musunuz, şimdi tekrar düşünün. Hazır mısınız? Ha?!

İstanbul'da metro inşaatında göçük

İstanbul'da metro inşaatında göçük
22 Eylül 2010 -

İstanbul Pendik’te metro inşaatında göçük meydana geldi. Sabah saatlerinde, inşaatı süren Pendik-Kaynarca hattında meydana gelen göçük sebebiyle E-5 karayolu trafiğe kapandı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, onarma çalışmalarının 9 saat kadar süreceğini açıkladı.

Belediye neyi saklıyor?
Göçük sebebiyle E-5’in trafiğe kapanması ise İstanbul trafiğini kilitledi; uzmanlar ancak çalışmalar sona erdikten sonra trafiğin normal haline döneceğini belirtiyor. Öte yandan, göçüğün olduğu bölgeye hiç kimse sokulmuyor ve göçüğün nedeni ile ilgili her hangi bir açıklama yapılmıyor.

İBB Basın Bürosu konuyla ilgili şu açıklamayı yaptı; "İstanbul Metrosu Kartal- Kadıköy inşaatının Kaynarca - Pendik arasında, tünel kazı çalışmaları sırasında, meydana gelen toprak kayması nedeniyle D 100 karayolu iki yönlü trafiğe kapanmıştı. Metro Tüneli'nde toprak kayması nedeniyle üç aşamalı çalışma yapılıyor. 3 saat topuk yapılarak yumuşak zeminde kayma durduruldu. 3 saat kayma olan boşluğa beton basılacak. 3 saat eski hali gelmesi için betonun donması beklenecek. Çalışmalar saat 22.00 sıralarında bitecek. Sürücülerin alternatif yolları kullanmaları işaret ve işaretçileri uymaları önemli duyurulur."

Yandaş medya Tophane'yi nasıl gördü?

Yandaş medya Tophane'yi nasıl gördü?
22 Eylül 2010 -

İstanbul Tophane’deki sanat galerilerine yönelik saldırı yandaş medyada çok az yer buldu. Zaman, “Galeri açılışında arbede: Bir kişi gözaltına alındı” başlığı ile ‘duyurduğu’ haberde olayın ‘sokakta içki içme meselesi’ yüzünden çıktığı ifade etti. Yeni Şafak, haberi İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ın “Tophane’deki olayı emniyet araştırıyor” sözünü başlığı ile verdi. Yeni Şafak’ın haberinde olay sadece bir cümle olarak geçiyor.

Taraf, Sabah, Milli Gazete, Bugün olayı görmezken içlerinde en kapsamlı haberi Star gazetesi yaptı. Star da haberi ‘Mahallelinin içki içenlere tepki göstermesi’ ardından ‘mahallelilerle sanat galerisi açılışına katılanların tartışması’ ve ‘tartışmanın arbedeye dönmesi’ şeklinde aktardı.

En iyi müdafaa saldırıdır
Vakit’in internet sitesi Habervaktim, saldırının hemen ardından Milliyet ve Hürriyet’in konu ile ilgili yaptığı haberi “28 Şubat provası” olarak değerlendirdi. Habervaktim, konu ile ilgili haber yapan Milliyet ve Hürriyet’i yalan habercilikle suçlayıp saldırganları akladı. İlerleyen saatlarde sitenin anasayfasından çıkartılan haber şu şekilde:

“Milliyet gazetesi, okuyanların aklına 28 Şubat'ta dindarlar hakkında yapılan yalan haberleri getiren bir manşete imza attı. Milliyet'in iddiasına göre dindarlar, içki içilen galeriyi basıp davetlileri dövdü. Ancak daha ne bir polis raporu ne de bir açıklama yokken Milliyet Gazetesi olayı o dakika çözmüş ve manşeti atmış...”

4 Eylül 2010 Cumartesi

referandum ile ilğili sorunlu maddeler

YÜKSEK MAHKEME İLE İLGİLİ MADDE
- Anayasa Mahkemesi yeniden yapılandırılacak. Halen 11 asıl 4 yedek üyeli Anayasa Mahkemesi 17 asıl üyeden oluşacak. TBMM, 2 üyeyi, Sayıştay Genel Kurulunun gösterdiği 3’er aday arasından, 1 üyeyi baro başkanlarının avukatlar arasından göstereceği 3 aday arasından gizli oyla seçecek. Cumhurbaşkanı 3 üyeyi Yargıtay, 2 üyeyi Danıştay, 1 üyeyi Askeri Yargıtay, 1 üyeyi Askeri Yüksek İdare Mahkemesince gösterilecek 3’er aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere 3 üyeyi ise YÖK’ün kendi üyesi olmayan yüksek öğretim kurumları öğretim üyeleri arasından göstereceği 3’er aday içinden seçecek. Cumhurbaşkanı, 4 üyeyi de üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, 1. sınıf hakim ve savcılar ile en az 5 yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından belirleyecek.
Anayasa Mahkemesi iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışacak. Genel Kurul, mahkeme başkanı veya belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az 12 üye ile toplanacak.
Siyasi partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurul bakacak. Anayasa Mahkemesi, Anayasa değişikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğuyla karar alacak.
Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları, Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanacak.
Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinden inceleyecek. Ancak bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilecek.
Mahkeme, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilecek, siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasi partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinleyecek. Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile 4 yıl için bir başkan ve iki başkanvekili seçilecek. Görev süresi bitenler yeniden seçilebilecek.
Anayasa Mahkemesi üyeleri 12 yıl için seçilecek. Bir kişi 2 defa üyeliğe seçilemeyecek. 12 yıldan önce yaş sınırını dolduran üye emekliye ayrılacak. Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri “asıl üye” sıfatını kazanacak. Anayasa Mahkemesine kişisel başvuru yapılabilecek. Meclis Başkanı, Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanacak. Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilecek. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucu verdiği kararlar kesin olacak.



HSYK İLE İLGİLİ MADDE
- Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) yeniden yapılandırılacak.
HSYK’nın halen 7 olan üye sayısı 22’e, 5 olan yedek üye sayısı ise 12’a çıkarılacak. HSYK, 3 daire halinde çalışacak.
HSYK’nın Başkanı, Adalet Bakanı olmaya devam edecek. Adalet Bakanlığı Müsteşarının Kurulda yer alması uygulaması da sürecek.
Kurulun, 4 asıl üyesi, yüksek öğretim kurumlarının hukuk dalında görev yapan öğretim üyeleri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca; 3 asıl ve 3 yedek üyesi, Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca; 2 asıl ve 2 yedek üyesi, Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca; 1 asıl ve 1 yedek üyesi, Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından; 7 asıl ve 4 yedek üyesi, birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hakim ve savcıları arasından adli yargı hakim ve savcılarınca; 3 asıl ve 2 yedek üyesi idari yargı hakim ve savcıları arasından idari yargı hakim ve savcılarınca dört yıl için seçilecek. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilecek.
Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki 60 gün içinde yapılacak.
Kurulun “meslekten çıkarma” cezasına ilişkin kararlarına itiraz yolu getirilecek. Kurulun diğer kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamayacak. HSYK’nın mevcut asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçildikleri sürenin onuna kadar devam edecek.

12 Eylül Referandum Maddeleri

MADDE 1: Pozitif ayrımcılığın kapsamı genişletiliyor. Anayasa'nın 10. maddesine "Çocuklar, yaşlılar ve özürlüler ile harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz." ibaresi ekleniyor.

MADDE 2: Herkes kendisi ile ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahip olacak. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızası ile işlenebilecek.

MADDE 3: Anayasa'nın 'Seyahat Hürriyeti' başlıklı 23. maddesine, "vatandaşın yurtdışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle ve hâkim kararına bağlı olarak sınırlandırılabilecek." ifadesi ekleniyor.

MADDE 4: Çocukların korunmasına yönelik yeni düzenleme getiriyor. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça ana ve babası ile kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahip olacak. Devlet, her türlü istismara karşı, çocukları koruyucu tedbirleri alacak.

MADDE 5: Bir kişinin aynı zamanda ve aynı işkolunda birden fazla sendikaya üye olmasının yolunu açıyor.

MADDE 6: Memurlara ve diğer kamu görevlilerine toplu sözleşme yapma hakkı tanınıyor.

MADDE 7: Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendikanın sorumlu tutulmasını öngörüyor. Siyasi amaçlı grev ve lokavt, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, iş yavaşlatma ve diğer direnişlere ilişkin yasaklar kaldırılıyor.

MADDE 8 : (330 kabul oyuna ulaşamadığı için tekliften düştü.) Siyasi partilerin kapatılmasını Meclis'in iznine bağlıyordu.

MADDE 9: Kamu denetçiliği (ombudsman) kurumu oluşturuluyor.

MADDE 10: Milletvekilliğinin düşürülmesi uygulamasını kaldırıyor.

MADDE 11: Başkanlık Divanı 2. devre dönemin sonuna kadar görev yapacak.

MADDE 12: Yüksek Askeri Şura'nın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç, her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açılıyor.

MADDE 13: Anayasa'nın 128. maddesine memurlara tanınacak olan 'toplu sözleşme hakkı' yansıtılıyor.

MADDE 14: Memurlara yönelik uyarma ve kınama cezaları yargı denetimine açılıyor.

MADDE 15: Adalet hizmetleri ile savcıların idari görevleri yönünden Adalet Bakanlığı'nca denetimi, adalet müfettişleri ile hakim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılacak.

MADDE 16: Askeri yargının görev alanı yeniden belirleniyor. Buna göre, askeri mahkemeler, asker kişiler tarafından işlenen askeri suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevli olacak. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her durumda adliye mahkemelerinde görülecek. Siviller, savaş hali dışında askeri mahkemelerde yargılanamayacak.

MADDE 17: Anayasa Mahkemesi'nin yapısı yeniden düzenleniyor. Anayasa Mahkemesi 17 asıl üyeden oluşacak. 3 üyesini Meclis seçecek.

MADDE 18: Anayasa Mahkemesi üyelerinin görev süresine limit getiriliyor. Üyeler, 12 yıl için seçilecek. Bir kişi 2 defa üyeliğe seçilemeyecek.

MADDE 19: Anayasa Mahkemesi'ne kişisel başvuru hakkı tanınıyor. Meclis başkanı, genelkurmay başkanı, kuvvet komutanları ile jandarma genel komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan'da yargılanacak.

MADDE 20: Anayasa Mahkemesi iki bölüm ve genel kurul halinde çalışacak.

MADDE 21: Askerî Yargıtay üyelerinin disiplin ve özlük işlerinde askerlik hizmetinin gereklerine bakılmayacak. Bunun için hâkimlik teminatı esasları dikkate alınacak.

MADDE 22: Askerî Yüksek İdare Mahkemesi üyeleri için de hâkimlik teminatı getiriliyor.

MADDE 23: Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) yapısı değiştiriliyor. Bu kapsamda, halen 7 olan HSYK'nın üye sayısı 22'ye çıkarılacak. Adalet bakanı olmaya devam edecek.

MADDE 24: 'Ekonomik ve Sosyal Konsey' Anayasa kapsamına alınıyor.

MADDE 25: 12 Eylül darbecilerine yargı yolu açılıyor. Anayasa'nın, 12 Eylül dönemindeki Milli Güvenlik Konseyi üyeleri ile bu dönemde kurulan hükümetler ve Danışma Meclisi'nde görev alanların yargılanmasını önleyen geçici 15. maddesi yürürlükten kaldırılıyor.

MADDE 26: Üç geçici maddeden oluşan çerçeve madde, Anayasa Mahkemesi ve HSYK'nın yapısıyla ilgili geçici düzenlemeleri içeriyor. Parti kapatmalarla ilgili geçici düzenleme ise 8. maddenin düşmesi çerçevesinde yeterli oyu alamayarak paketten çıktı.

toklucaktan haberler

dernek nedir.amaçları

TOKLUCAK DER .in ARIK DER ile ZARA DER. yanyana olan arsa ile ilğili bilgiler.. 1- konu hakkında gelişmeler.. 2- varılan durum 3- dernek üyelerinin konu hakkında bilgileri GEREKLİ BİLGİLER TOPARLANIP ..GELİŞMELER..SİZLERE DUYURULACAKTIR. MAİL. ADRESİM ..haloyildiz@gmail.com ..SİZLERİN ULAŞABİLDİĞİ BİLGİLERİ PAYLAŞIRSANIZ ..YAYINLARIZ. ERGÜN YILDIZ..

DERNEK NEDİR? NASIL KURULUR?

Derneğin tanımı

23.11.2004 tarihinde yürürlüğe giren 5253 sayılı Dernekler Kanununun 2. maddesinde derneğin tanımı; " Dernek: Kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, en az yedi gerçek veya tüzel kişinin, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarını” olarak yapılmıştır.

Kimler dernek kurabilir

Fiil ehliyetine sahip gerçek veya tüzel kişiler, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.

Dernek kurucusu olabilmeleri ile ilgili olarak, Türk Silâhlı Kuvvetleri ve kolluk kuvvetleri mensupları ile kamu kurum ve kuruluşlarının memur statüsündeki görevlileri hakkında özel kanunlarında getirilen kısıtlamalar saklıdır.

Ayrıca, onbeş yaşını bitiren ayırt etme gücüne sahip küçükler; toplumsal, ruhsal, ahlakî, bedensel ve zihinsel yetenekleri ile spor, eğitim ve öğretim haklarını, sosyal ve kültürel varlıklarını, aile yapısını ve özel yaşantılarını korumak ve geliştirmek amacıyla yasal temsilcilerinin yazılı izni ile çocuk dernekleri kurabilir veya kurulmuş çocuk derneklerine üye olabilirler.

Oniki yaşını bitiren küçükler yasal temsilcilerinin izni ile çocuk derneklerine üye olabilirler ancak yönetim ve denetim kurullarında görev alamazlar.

Çocuk derneklerine onsekiz yaşından büyükler kurucu veya üye olamazlar.

Dernek kurucusu olacak kişilerde aranan fiil ehliyetine ne şekilde sahip olunur.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununda belirtildiği üzere; ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.

Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmamak: Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmamak yada bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkûm bulunmamaktır.

Ergin olmak: Onsekiz yaşını doldurmuş olmak veya onsekiz yaşın doldurmamış olduğu halde evlenmiş olmak yada onbeş yaşını doldurmuş küçüklerin kendi isteği ve velisinin rızasıyla mahkemece ergin kılınmış olmaktır.

Tüzel kişiler, kanuna ve kuruluş belgelerine göre gerekli organlara sahip olmakla, fiil ehliyetini kazanırlar. Tüzel kişinin iradesi, organları aracılığıyla açıklanır.

Dernekler özel hukuk tüzelkişisi olup, Türk Medeni Kanununun 48. maddesinde belirtilen tüm hak ve yetkilere sahiptir.

Hangi amaçla dernek kurulamaz

Anayasa ve kanunlarla açıkça yasaklanan amaçları veya konusu suç teşkil eden fiilleri gerçekleştirmek amacıyla dernek kurulamaz.

Derneğin amacı; kazanç paylaşma dışında, kanunlarla yasaklanmamış belirli ve ortak bir gayeyi gerçekleştirmeye yönelik, anlaşılabilir ve süreklilik arz etmelidir. Hukuka veya ahlâka aykırı olmamalıdır.

Derneğin kuruluş şekli

Dernekler, kuruluş bildirimini, dernek tüzüğünü ve gerekli belgeleri yerleşim yerinin bulunduğu yerin en büyük mülki amirine verdikleri anda tüzel kişilik kazanırlar.

Dernek tüzüğünün içeriği

Dernekler Mevzuatı gereğince derneğin tüzüğünde aşağıda gösterilen hususların belirtilmesi zorunludur:

a-Derneğin adı ve merkezi. (Derneğinizin adı, daha önce kurulmuş olan bir derneğin adından farklı olmak zorundadır. Dernek adını kontrol etmek için tıklayınız)

b-Derneğin amacı ve bu amacı gerçekleştirmek için dernekçe sürdürülecek çalışma konuları ve çalışma biçimleri ile faaliyet alanı.

c-Derneğe üye olma ve üyelikten çıkmanın şart ve şekilleri.

d-Genel kurulun toplanma şekli ve zamanı.

e-Genel kurulun görevleri, yetkileri, oy kullanma ve karar alma usul ve şekilleri.

f-Yönetim ve denetim kurullarının görev ve yetkileri, ne suretle seçileceği, asıl ve yedek üye sayısı.

g-Derneğin şubesinin bulunup bulunmayacağı, bulunacak ise şubelerin nasıl kurulacağı, görev ve yetkileri ile dernek genel kurulunda nasıl temsil edileceği.

h-Üyelerin ödeyecekleri giriş ve yıllık aidat miktarının belirlenme şekli.

ı-Derneğin gelir kaynakları.

i- Derneğin borçlanma usulleri.

j- Derneğin iç denetim şekilleri

k-Tüzüğün ne şekilde değiştirileceği.

l-Derneğin feshi halinde mal varlığının tasfiye şekli.

m-Dernek geçici yönetim kurulu üyelerinin adı, soyadı, görev ünvanı.

Dernek tüzüğünde kanunen belirtilmesi zorunlu hususlar dışında, Kanuna aykırı olmamak kaydıyla tüzükte yer alması istenilen diğer hükümler eklenebilir.

Örnek Dernek Tüzüğü İçin Tıklayınız.

Dernek kuruluşu için gerekli belgeler

Dernek kurucuları (en az yedi gerçek veya tüzel kişi) tarafından imzalanmış olan (Dernekler Yönetmeliği Ek-2’de bulunan) iki adet kuruluş bildirimi ve aşağıda belirtilen ekleri, derneğin kurulacağı yerin mülki idare amirliğine verilir.

a) Kurucular tarafından her sayfası imzalanmış üç adet dernek tüzüğü,

b) Kurucuların nüfus cüzdan fotokopisi,

c) Dernek kurucuları arasında tüzel kişiliklerin bulunması halinde; bu tüzel kişilerin unvanı, yerleşim yeri ve kuruluş belgesi ile tüzel kişiliklerin organları tarafından yetkilendirilen gerçek kişi de belirtilmek kaydıyla bu konuda alınmış kararın fotokopisi,

d) Kurucular arasında yabancı dernek veya dernek ve vakıf dışında kar amacı gütmeyen kuruluşlar bulunması halinde, bu tüzel kişilerin dernek kurucusu olabileceğini gösteren İçişleri Bakanlığınca verilmiş izin belgesi,

e) Kurucular arasında yabancı uyruklular varsa, bunların Türkiye'de yerleşme hakkına sahip olduklarını gösterir belgelerin fotokopileri,

f) Yazışma ve tebligatı almaya yetkili kişi veya kişilerin adı, soyadı, yerleşim yerlerini ve imzalarını belirten liste.

Büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerdeki dernek kuruluş işlemlerinde istenen belgeler birer arttırılarak verilir.

Dernekler, kuruluş bildirimi ve eklerini mülki idare amirliğine vermek suretiyle tüzel kişilik kazanırlar.

Çocuk derneklerine tüzel kişiler kurucu veya üye olamazlar, ayrıca çocuk derneklerinde kuruluş bildirimine, kurucu çocukların yasal temsilcilerinin izni eklenir.

Dernek kuruluş bildiriminin incelenmesi

Dernek kuruluş bildirimi ve belgelerin doğruluğu ile dernek tüzüğü, en büyük mülki amir tarafından altmış gün içinde dosya üzerinden incelenir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve kurucuların hukuki durumlarında kanuna aykırılık veya noksanlık tespit edildiği takdirde bunların giderilmesi veya tamamlanması derhal kuruculardan istenir. Bu istemin tebliğinden başlayarak otuz gün içinde belirtilen noksanlık tamamlanmaz ve kanuna aykırılık giderilmezse; en büyük mülki amir, yetkili asliye hukuk mahkemesinde derneğin feshi konusunda dava açması içir durumu Cumhuriyet savcılığına bildirir. Cumhuriyet savcısı mahkemeden derneğin faaliyetinin durdurulmasına karar verilmesini de isteyebilir.

Kuruluş bildiriminde, tüzükte ve belgelerde kanuna aykırılık veya noksanlık bulunmaz ya da bu aykırılık veya noksanlık belirli sürede giderilmiş bulunursa; keyfiyet derhal derneğe yazıyla bildirilir ve dernek, dernekler kütüğüne kaydedilir.

Derneğin zorunlu Organları hangileridir

Derneğin zorunlu organları, genel kurul, yönetim kurulu ve denetim kuruludur.

Dernekler zorunlu organları dışında başka organlar da oluşturabilirler. Ancak, bu organlara zorunlu organların görev, yetki ve sorumlulukları devredilemez.

Genel kurul, derneğin en yetkili karar organı olup; derneğe kayıtlı üyelerden oluşur. Genel kurul, dernek organlarını seçer ve derneğin diğer bir organına verilmemiş olan işleri görür.

Genel kurul, üyeliğe kabul ve üyelikten çıkarma hakkında son kararı verir, derneğin diğer organlarını denetler ve onları haklı sebeplerle her zaman görevden alabilir.

Yönetim kurulu, beş asıl ve beş yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Yönetim kurulu, derneğin yürütme ve temsil organıdır; bu görevini kanuna ve dernek tüzüğüne uygun olarak yerine getirir.

Temsil görevi, yönetim kurulunca, üyelerden birine veya bir üçüncü kişiye verilebilir.

Denetim kurulu, üç asıl ve üç yedek üyeden az olmamak üzere dernek tüzüğünde belirtilen sayıda üyeden oluşur.

Denetim kurulu, denetleme görevini, dernek tüzüğünde belirtilen esas ve usullere göre yapar; denetleme sonuçlarını bir raporla yönetim kuruluna ve genel kurula sunar.

Derneğin kuruluşundan sonra yapılması gereken işlemler

A- Defter tutulması

Dernekler tarafından tutulması zorunlu olan defterler temin edilerek kullanmaya başlanılmadan önce dernekler biriminden veya noterden onaylattırılmalıdır.

Dernekler aşağıda yazılı defterleri tutarlar.

a) İşletme hesabı esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) Karar Defteri: Yönetim kurulu kararları tarih ve numara sırasıyla bu deftere yazılır ve kararların altı toplantıya katılan üyelerce imzalanır.

2) Üye Kayıt Defteri: Derneğe üye olarak girenlerin kimlik bilgileri, derneğe giriş ve çıkış tarihleri bu deftere işlenir. Üyelerin ödedikleri giriş ve yıllık aidat miktarları bu deftere işlenebilir.

3) Evrak Kayıt Defteri: Gelen ve giden evraklar, tarih ve sıra numarası ile bu deftere kaydedilir. Gelen evrakın asılları ve giden evrakın kopyaları dosyalanır. Elektronik posta yoluyla gelen veya giden evraklar çıktısı alınmak suretiyle saklanır.

4) Demirbaş Defteri: Derneğe ait demirbaşların edinme tarihi ve şekli ile kullanıldıkları veya verildikleri yerler ve kullanım sürelerini dolduranların kayıttan düşürülmesi bu deftere işlenir.

5) İşletme Hesabı Defteri: Dernek adına alınan gelirler ve yapılan giderler açık ve düzenli olarak bu deftere işlenir.

6) Alındı Belgesi Kayıt Defteri : Alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları, bu belgeleri alan ve iade edelerin adı, soyadı ve imzaları ile aldıkları ve iade ettikleri tarihler bu deftere işlenir.

b) Bilanço esasında tutulacak defterler ve uyulacak esaslar aşağıdaki gibidir:

1) (a) bendinin 1, 2, 3 ve 6 ncı alt bentlerinde kayıtlı defterleri bilanço esasında defter tutan dernekler de tutarlar.

2) Yevmiye Defteri, Büyük Defter ve Envanter Defteri: Bu defterlerin tutulma usulü ile kayıt şekli Vergi Usul Kanunu ile bu Kanununun Maliye Bakanlığına verdiği yetkiye istinaden yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğleri esaslarına göre yapılır.

Tutulacak defter ve kayıtların Türkçe olması zorunludur. Defterler mürekkepli kalemle yazılır.

Defterler bilgisayar ortamında da tutulabilir. Ancak form veya sürekli form şeklinde tutulacak defterler, kullanılmaya başlanmadan önce her bir sayfasına numara verilerek ve onaylatılarak kullanılabilir. Onaylı sayfalar kullanıldıktan sonra defter haline getirilerek muhafaza edilir.

Yevmiye defteri maddelerinde yapılan yanlışlar ancak muhasebe kurallarına göre düzeltilebilir. Diğer defter ve kayıtlara rakam ve yazılar yanlış yazıldığı takdirde düzeltmeler ancak yanlış rakam ve yazı okunacak şekilde çizilmek, üst veya yan tarafına veya ilgili bulunduğu hesaba doğrusu yazılmak suretiyle yapılabilir. Yanlış rakam ve yazının çizilmesi halinde, bu rakam ve yazıyı çizen tarafından paraflanır.

Defterlere geçirilen bir kayıt; kazımak, çizmek veya silmek suretiyle okunamaz hale getirilemez.

Karar defterinin sayfa sonunda imza için bırakılan bölümü hariç defterlerin satırları, çizilmeksizin boş bırakılamaz ve atlanamaz. Ciltli defterlerde, defter sayfaları ciltten koparılamaz. Tasdikli form veya sürekli form yapraklarının sırası bozulamaz ve bunlar yırtılamaz.

Derneklere ait belgeler, kaydedildikleri defterdeki kayıt sırasına uygun olarak numaralandırılır ve dosyalanarak saklanır.

Kayıt zamanı;

İşlemler, defterlere günlük olarak kaydedilir. Ancak, gelir ve gider kayıtları;

a) İşlemlerin, işin hacmine ve gereklerine uygun olarak muhasebe düzeni ve güvenliğini bozmayacak bir süre içinde kaydedilmesi şarttır. Bu gibi kayıtlar on günden fazla geciktirilmez.

b) Kayıtlarını devamlı olarak muhasebe fişleri ve bordro gibi yetkili amirlerin imza ve parafını taşıyan belgelere dayanarak tutan derneklerde, işlemlerin bunlara kaydedilmesi, deftere işlenmesi hükmündedir. Ancak bu kayıtlar, işlemlerin esas defterlere kırkbeş günden daha geç intikal ettirilmesine imkan vermez. Dernek defterlerinin denetim amacıyla istenmesi halinde, kırkbeş günlük sürenin dolması beklenmeden kayıtların işlenmesi zorunludur.

Hesap dönemi;

Derneklerde hesap dönemi bir takvim yılıdır. Hesap dönemi 1 Ocak’ta başlar ve 31 Aralık’ta sona erer. Yeni kurulan derneklerde hesap dönemi kuruluş tarihinde başlar ve 31 Aralık’ta sona erer.

Defterlerin ara tasdiki;

Bu defterlerin kullanılmasına sayfaları bitene kadar devam edilir ve defterlerin ara tasdiki yapılmaz. Ancak, bilanço esasına göre tutulan defterler ile form veya sürekli form yapraklı defterlerin, kullanılacağı yıldan önce gelen son ayda, her yıl yeniden tasdik ettirilmesi zorunludur.

B-Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgelerinin bastırılması

Alındı belgelerinin biçimi;

Dernek gelirlerinin tahsilinde kullanılacak Alındı Belgeleri Dernekler Yönetmeliği 42. maddesinde belirtilen biçim ve ebatta yönetim kurulu kararıyla matbaaya bastırılır.

Alındı belgelerinin kontrolü;

Bastırılan alındı belgelerinin seri ve sıra numaraları ile diğer baskı işlerinde kusur bulunup bulunmadığı, sayman üyece kontrol edilir. Kontrolde hatalı olduğu ortaya çıkan cilt veya formlar geri verilerek aynı miktarda yenisi bastırılır. Alındı belgeleri, matbaadan sayman üye tarafından bir tutanak ile teslim alınır.

Alındı belgelerinin deftere kaydı;

Dernek saymanınca teslim alınan alındı belgelerinin tamamı, numarası en küçük olan alındı belgesi cildinden başlamak üzere defterin yalnızca başlangıç, bitiş ve serisi sütunları doldurularak, her bir satırda bir alındı belgesi cildi gösterilecek şekilde alt alta yazılmak suretiyle kaydedilir. Defterin diğer sütunları, alındı belgesi ciltlerinin gelir tahsil edecek kişilere teslim edilmesi veya teslim edilen alındı belgesi cildinin iade edilmesi sırasında doldurulur.

Alındı belgelerinin kullanımı;

Alındı belgeleri, gelir tahsil etme görev ve yetkisine sahip bulunanlara, sayman üyelerce imza karşılığı verilir ve kullanıldıktan sonra imza karşılığı geri alınır. Bu işlemler Alındı Belgesi Kayıt Defterinde gösterilir.

Alındı belgeleri, sabit boyalı sert veya sivri uçlu tükenmez kalemle okunaklı bir biçimde silintisiz ve kazıntısız olarak doldurulur. Ödemede bulunana asıl yaprak koparılarak verilir, koçan kısmı ciltte bırakılır. Düzenleme sırasında hata yapılırsa, hatalı belge yaprağı ödemede bulunana verilmez. Asıl ve koçan yaprakların üzerine “İPTAL” ibaresi yazılıp her ikisi koparılmadan ciltte bırakılır.

Form şeklinde bastırılan alındı belgeleri, elektronik sistemler aracılığıyla doldurulduktan sonra aslı ödemede bulunana verilir; sureti dosyasında muhafaza edilir.

C- Yetki belgesi düzenlenmesi

Dernek adına gelir tahsil edecek kişi veya kişiler, yetki süresi de belirtilmek suretiyle, yönetim kurulu kararı ile tespit edilir. Gelir tahsil edecek kişilerin açık kimliği, imzası ve fotoğraflarını ihtiva eden (Dernekler Yönetmeliği EK-19’da bulunan) “Yetki Belgesi” dernek tarafından üç nüsha olarak düzenlenerek, dernek yönetim kurulu başkanınca onaylanır. Yetki belgelerinin birer sureti dernekler birimlerine verilir.

Dernek adına gelir tahsil edecek kişiler, ancak adlarına düzenlenen yetki belgelerinin bir suretinin dernekler birimine verilmesinden itibaren gelir tahsil etmeye başlayabilirler

Yetki belgelerinin süresi, yönetim kurullarının görev süresi ile sınırlıdır. Yeni seçilen yönetim kurullarının, yetki belgelerini birinci fıkra esaslarına göre yenilemesi zorunludur. Yetki belgesinin süresinin bitmesi veya adına yetki belgesi düzenlenen kişinin görevinden ayrılması, ölümü, işine veya görevine son verilmesi, derneğin kendiliğinden dağıldığının tespit edilmesi veya fesih edilmesi gibi hallerde, verilmiş olan yetki belgelerinin dernek yönetim kuruluna bir hafta içinde teslimi zorunludur. Ayrıca, gelir toplama yetkisi yönetim kurulu kararı ile her zaman iptal edilebilir. Yetki belgesi ile ilgili değişiklikler yönetim kurulu başkanınca, onbeş gün içerisinde dernekler birimine bildirilir.

D -Gelir–Gider İşlemleri

Dernek gelirleri alındı belgesi ile tahsil edilir. Dernek gelirlerinin bankalar aracılığı ile tahsili halinde banka tarafından düzenlenen dekont veya hesap özeti gibi belgeler alındı belgesi yerine geçer.

Dernek adına gelir tahsil etmekle yetkili olan kişiler, tahsil ettikleri paraları otuz gün içerisinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar. Ancak, tahsilatı 2005 yılı için 1000.- YTL’yi (yeniden değerleme oranında artırılır) geçenler, 30 otuz günlük süreyi beklemeksizin tahsil ettikleri parayı en geç iki iş günü içinde dernek saymanına teslim ederler veya derneğin banka hesabına yatırırlar.

Dernek kasasında bulundurulabilecek para miktarı, ihtiyaçlar dikkate alınarak yönetim kurulunca belirlenir.

Dernek giderleri ise fatura, perakende satış fişi, serbest meslek makbuzu gibi harcama belgeleri ile yapılır. Ancak dernekler, Gelir Vergisi Kanununun 94 üncü maddesi kapsamında bulunan ödemeleri için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre gider pusulası, bu kapsamda da bulunmayan ödemeleri için Gider Makbuzu düzenlerler.

Dernekler tarafından kişi, kurum veya kuruluşlara yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri (Dernekler Yönetmeliği EK-15’te bulunan) Ayni Yardım Teslim Belgesi ile yapılır. Kişi, kurum veya kuruluşlar tarafından derneklere yapılacak bedelsiz mal ve hizmet teslimleri ise Ayni Bağış Alındı Belgesi ile kabul edilir.

Bu belgeler; Dernekler Yönetmeliğinde ((EK-13) (EK- 14) ve (EK- 15)’de) gösterilen biçim ve ebatta, müteselsil seri ve sıra numarası taşıyan, kendinden karbonlu elli asıl ve elli koçan yaprağından meydana gelen ciltler veya elektronik sistemler ve yazı makineleri aracılığıyla yazdırılacak form veya sürekli form şeklinde, dernekler tarafından bastırılır. Form veya sürekli form şeklinde bastırılacak belgelerin, belirtilen nitelikte olması zorunludur.

Saklama süresi;

Defterler hariç olmak üzere, dernekler tarafından kullanılan alındı belgeleri, harcama belgeleri ve diğer belgeler özel kanunlarda belirtilen süreler saklı kalmak üzere, kaydedildikleri defterlerdeki sayı ve tarih düzenine uygun olarak 5 yıl süreyle saklanır.

İşletme hesabı tablosu;

İşletme hesabı esasına göre kayıt tutan dernekler yıl sonlarında (31 Aralık) (Dernekler Yönetmeliği EK-16’da gösterilen biçimde) “İşletme Hesabı Tablosu” düzenlerler.

Bilanço esasına göre raporlama;

Bilanço esasına göre defter tutan derneklerin yıl sonlarında (31 Aralık), Maliye Bakanlığınca yayımlanan Muhasebe Sistemi Uygulama Genel Tebliğlerini esas alarak bilanço ve gelir tablosunu düzenlemeleri yeterlidir.

E-Üye kayıt işlemleri

Derneğe üye olmaları Kanunla yasaklanmamış olan ve dernek tüzüğüne göre üye olma şartlarını taşıyan kişilerin derneğin yönetim kuruluna yapacakları yazılı üyelik başvuruları yönetim kurulunca görüşülerek en çok otuz gün içinde üyeliğe kabul veya isteğin reddi şeklinde karara bağlanıp, sonucu müracaat sahibine yazı ile duyurulması zorunludur. Derneğin, ilk genel kurul toplantısının yapılacağı tarihe kadar, dernek tüzüğünde sayıları belirtilen yönetim ve denetleme kuruları üye tam sayısının asıl ve yedeklerini oluşturabilecek sayıdan az olmamak üzere üye kayıt edilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

Yönetim kurulunca, karar defterinde alınan karar ile üyeliğe kabul edilmiş bulunanlar dernek üyesi olurlar. Üyeliğe kabul kararının tarih ve sayısı ile üyenin kimlik bilgileri ve aidat ödentileri üye kayıt defterine kayıt edilir.

Yazılı olarak yapılacak üyelik başvurusu, dernek yönetim kurulunca en çok otuz gün içinde karara bağlanır ve sonuç yazıyla başvuru sahibine bildirilir. Başvurusu kabul edilen üye, bu amaçla tutulacak deftere kaydedilir.

Üyelik için kanunda veya tüzükte aranılan nitelikleri sonradan kaybedenlerin dernek üyeliği kendiliğinden sona erer.

Hiç kimse, dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Her üye yazılı olarak bildirmek kaydıyla, dernekten çıkma hakkına sahiptir.

Tüzükte üyelerin çıkarılma sebepleri gösterilebilir.

Tüzükte çıkarma düzenlenmemişse üye, ancak haklı sebeple çıkarılabilir. Bu çıkarma kararına, haklı sebep bulunmadığı ileri sürülerek itiraz edilebilir.

F- Genel kurul toplantısı

Derneğin, kuruluş işlemlerinde eksiklik ve kanuna aykırılık bulunmadığına ilişkin olarak mahallin mülki amirliğince yapılan yazılı bildirimi izleyen altı ay içinde dernekler ilk genel kurul toplantısını yapmak ve organlarını oluşturmakla yükümlüdürler.

Genel kurul;

a) Dernek tüzüğünde belli edilen zamanlarda olağan,

b) Yönetim veya denetim kurulunun gerekli gördüğü hallerde veya dernek üyelerinden beşte birinin yazılı isteği üzerine otuz gün içinde olağanüstü toplanır.

Genel kurul toplantıya yönetim kurulunca çağrılır.

Çağrı usulü;

Yönetim kurulu, dernek tüzüğüne göre genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesini düzenler. Genel kurula katılma hakkı bulunan üyeler, en az onbeş gün önceden, günü, saati, yeri ve gündemi bir gazetede ilan edilmek veya yazılı ya da elektronik posta ile bildirilmek suretiyle toplantıya çağrılır. Bu çağrıda, çoğunluk sağlanamaması sebebiyle toplantı yapılamazsa, ikinci toplantının hangi gün, saat ve yerde yapılacağı da belirtilir. İlk toplantı ile ikinci toplantı arasındaki süre yedi günden az, altmış günden fazla olamaz.

Toplantı, çoğunluk sağlanamaması sebebinin dışında başka bir nedenle geri bırakılırsa, bu durum geri bırakma sebepleri de belirtilmek suretiyle, ilk toplantı için yapılan çağrı usulüne uygun olarak üyelere duyurulur. İkinci toplantının geri bırakma tarihinden itibaren en geç altı ay içinde yapılması zorunludur. Üyeler ikinci toplantıya, birinci fıkrada belirtilen esaslara göre yeniden çağrılır.

Genel kurul toplantısı bir defadan fazla geri bırakılamaz.

Toplantı usulü;

Genel kurula katılma hakkı bulunan üyelerin listesi toplantı yerinde hazır bulundurulur. Toplantı yerine girecek üyelerin resmi makamlarca verilmiş kimlik belgeleri, yönetim kurulu üyeleri veya yönetim kurulunca görevlendirilecek görevliler tarafından kontrol edilir. Üyeler, yönetim kurulunca düzenlenen listedeki adları karşısına imza koyarak toplantı yerine girerler. Kimlik belgesini göstermeyenler, belirtilen listeyi imzalamayanlar ile genel kurula katılma hakkı bulunmayan üyeler toplantı yerine alınmaz. Bu kişiler ve dernek üyesi olmayanlar, ayrı bir bölümde genel kurul toplantısını izleyebilirler.

Toplantı yeter sayısı sağlanmışsa durum bir tutanakla tespit edilir ve toplantı yönetim kurulu başkanı veya görevlendireceği yönetim kurulu üyelerinden biri tarafından açılır. Toplantı yeter sayısı sağlanamaması halinde de yönetim kurulunca bir tutanak düzenlenir.

Açılıştan sonra, toplantıyı yönetmek üzere bir başkan ve yeteri kadar başkan vekili ile yazman seçilerek divan heyeti oluşturulur.

Dernek organlarının seçimi için yapılacak oylamalarda, oy kullanan üyelerin divan heyetine kimliklerini göstermeleri ve hazırun listesindeki isimlerinin karşılarını imzalamaları zorunludur.

Toplantının yönetimi ve güvenliğinin sağlanması divan başkanına aittir. Genel kurul, gündemdeki konuların görüşülerek karara bağlanmasıyla sonuçlandırılır. Genel kurulda her üyenin bir oy hakkı vardır; üye oyunu şahsen kullanmak zorundadır.

Toplantıda görüşülen konular ve alınan kararlar bir tutanağa yazılır ve divan başkanı ile yazmanlar tarafından birlikte imzalanır. Toplantı sonunda, tutanak ve diğer belgeler yönetim kurulu başkanına teslim edilir. Yönetim kurulu başkanı bu belgelerin korunmasından ve yeni seçilen yönetim kuruluna yedi gün içinde teslim etmekten sorumludur.

Mahkemece kayyım atanması veya Medeni Kanunun 75 inci maddesinin ikinci fıkrasına göre görevlendirilme yapılması halinde, bu maddede yönetim kurulana verilen görevler bu kişiler tarafından yerine getirilir.

G-Genel kurul sonuç bildirimi;

Olağan veya olağanüstü genel kurul toplantılarını izleyen otuz gün içinde, yönetim ve denetim kurulları ile diğer organlara seçilen asıl ve yedek üyeleri içeren (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te belirtilen) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ve ekleri yönetim kurulu başkanı tarafından mülki idare amirliğine bildirilir:

Bu bildirime;

a) Divan başkanı, başkan yardımcıları ve yazman tarafından imzalanmış genel kurul toplantı tutanağı örneği,

b) Tüzük değişikliği yapılmışsa, tüzüğün değişen maddelerinin yeni ve eski şekli ile dernek tüzüğünün son şeklinin her sayfası yönetim kurulunca imzalanmış örneği.

Eklenir.

Genel kurul sonuç bildirimi ve ekleri, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Genel kurul sonuç bildirimleri, dernek yönetim kurulu tarafından yetki verilen bir yönetim kurulu üyesi tarafından da yapılabilir. Bildirimin yapılmamasından yönetim kurulu başkanı sorumludur.

Sandığı bulunan dernekler, sandıklarına ait genel kurul sonuç bildirimi ve eklerini bu maddede belirtilen usulde mülki idare amirliğine bildirirler.

H-Beyanname verilmesi

Beyanname verme yükümlülüğü

Dernek yönetim kurulu başkanları, her takvim yılının ilk dört ayı içinde bir önceki yıla ait Dernek Beyannamelerini (Dernekler Yönetmeliği EK-21’de bulunan) doldurarak mülki idare amirliğine vermekle yükümlüdürler. İl merkezlerinde ve büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçelerde bulunan dernekler beyannamelerini bir adet, diğer ilçe merkezinde bulunanlar ise iki adet olarak verirler.

Şubeler, mülki idare amirliğine verecekleri beyannamelerin birer örneğini bağlı bulundukları derneğe de vermekle yükümlüdürler.

I-Değişikliklerin bildirilmesi

Dernekler, yerleşim yerlerinde (İkametgahlarında) meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 24’te bulunan)“Yerleşim Yeri Değişiklik Bildirimini”;

Genel kurul toplantıları dışında dernek organlarında meydana gelen değişiklikleri (Dernekler Yönetmeliği EK- 25’te bulunan) “Dernek Organlarındaki Değişiklik Bildirimini”

Doldurmak suretiyle, değişikliği izleyen otuz gün içinde mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler. Bu belgeler, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

Dernek tüzüklerinde yapılan değişiklikler de tüzük değişikliğinin yapıldığı genel kurul toplantısını izleyen otuz gün içinde, (Dernekler Yönetmeliği EK-3’te bulunan) “Genel Kurul Sonuç Bildirimi “ ekinde mülki idare amirliğine bildirilir.

J-Taşınmazların bildirilmesi

Dernekler edindikleri taşınmazları tapuya tescilinden itibaren otuzgün içinde (Dernekler Yönetmeliği EK- 26’da bulunan)“Taşınmaz Mal Bildirimini Formu” nu doldurmak suretiyle mülki idare amirliğine bildirmekle yükümlüdürler.

Bu form, büyükşehir belediyesi sınırları içinde kalan ilçeler hariç diğer ilçelerde bulunan dernekler tarafından iki suret olarak verilir.

K-Mal bildirimi

04.5.1990 gün, 20508 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 3628 sayılı “Mal Bildiriminde bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu”na ve bu Kanuna atfen çıkartılmış olan “Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik” gereğince, Türk Hava Kurumunun Genel Yönetim ve Merkez Denetleme Kurulu Üyeleri ile Genel Merkez Teşkilatında ve Türk Kuşu Genel Müdürlüğünde, Türkiye Kızılay Derneğinin Merkez Kurullarında ve Genel Müdürlük teşkilatında görev alanlar ve bunların Şube Başkanları ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri (Mal Bildiriminde bulunulması Hakkında Yönetmelik ekinde bulunan) “Mal Bildirim Formu”nu tek nüsha olarak doldurmak ve tarih belirterek imzalamak suretiyle mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Türk Hava Kurumunun, Türkiye Kızılay Derneğinin ve Kamuya Yararlı Derneklerin Yönetim ve Denetim Kurulu Üyeleri için İçişleri Bakanlığına, bunların Şube Başkanları için bulundukları İl Valiliklerine, Türk Hava Kurumu ile Türkiye Kızılay Derneğinde görev alanlar için Kurum ve Dernek Genel Başkanlığına,

Bu göreve başlama tarihini izleyen bir ay içinde mal bildiriminde bulunmak zorundadırlar.

Mal bildiriminde bulunacak olanların kendilerine, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait bulunan taşınmaz malları ile 1 inci derece Devlet Memurlarına yapılan aylık net ödemenin beş katından fazla tutarındaki her biri için ayrı olmak üzere, para, hisse senetleri ve tahviller ile altın, mücevher ve diğer taşınır malları, hakları, alacakları ve gelirleriyle bunların kaynakları, borçları ve sebepleri bu mal bildiriminin konusunu teşkil eder.

Mal varlığında önemli bir değişiklik olduğunda bir ay içinde,

Görevin sona ermesi halinde, ayrılma tarihini izleyen bir ay içinde,

Görevlere devam edenler, sonu (0) ve (5) ile biten yılların en geç Şubat ayı sonuna kadar,

Mal bildirimlerini yenilerler.

L-Derneğin İç Denetimi

Dernekte genel kurul, yönetim kurulu veya denetim kurulu tarafından iç denetim yapılabileceği gibi, bağımsız denetim kuruluşlarına da denetim yaptırılabilir.

Genel kurul veya yönetim kurulu, gerek görülen hallerde denetim yapabilir veya bağımsız denetim kuruluşlarına denetim yaptırabilir.

Genel kurul, yönetim kurulu veya bağımsız denetim kuruluşlarınca denetim yapılmış olması, denetim kurulunun yükümlülüğünü ortadan kaldırmaz.

Derneğin denetleme kurulu; derneğin tüzüğünde gösterilen amaç ve amacın gerçekleştirilmesi için sürdürüleceği belirtilen çalışma konuları doğrultusunda faaliyet gösterip göstermediğini, defter, hesap ve kayıtların mevzuata ve dernek tüzüğüne uygun olarak tutulup tutulmadığını, dernek tüzüğünde tespit edilen esas ve usullere göre ve bir yılı geçmeyen aralıklarla denetler ve denetim sonuçlarını bir rapor halinde yönetim kuruluna ve toplandığında genel kurula sunar.”

İktibas: Dernekler Dairesi Başkanlığı